16 Haziran 2024 Pazar

SENDE KALMAMIŞ MERHAMET


SENDE KALMAMIŞ MERHAMET


Bu ne kin, bu ne nefret.
Yüzünde kalmamış meymenet.
Mezar taşına bile uygulamışsın şiddet.
Bu ne cüret, bu ne hiddet.

İçini kaplamış bir garabet.
Yaptığın hem dalalet, hem ihanet.
Yaşamın tam bir cehalet.
Sende kalmamış merhamet.

Kimse dilemez sana bir rahmet.
İnanç diye savunduğun kör bir cehalet.
Hakk’ın yarattığına müsaade et.
Sende kalmamış merhamet.

Aşık Dedeoğlu der ki;

Hakk’ın yetkisine etme müdahale.
Ödersin bedelini hesap gününde.
İnancın varsa, vazgeç bu eyleminde.
Yoksa, çıkamazsın o cehennem ateşinde.

Yazan: Aşık Dedeoğlu
15.02.2020

* Hristiyan mezarlığında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Alexander Fokin'in mezarına yapılan saldırıyı kınamak amacıyla yazılmıştır.
**Bu şiir bir yazı eki ile birlikte Diyanet İşleri Başkanlığına da gönderilmiştir.




HZ. ALİ İKTIDAR MÜCADELESİNİ NEDEN KAYBETTİ ?


HZ. ALİ İKTİDAR  MÜCADELESİNİ NEDEN KAYBETTİ ?

Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra, (M.656) Halife olan Hz. Ali'nin ilk yaptığı icraat valileri değiştirerek, yerlerine yenilerini ataması oldu. Ancak, bu isteğin gerçekleşmesi zor görünüyordu. Karşısında bir tarafta, adları halife olacaklar arasında bulunan Zübeyr ile Talha, diğer tarafta Şam valisi Muaviye vardı. Muaviye, Hz. Ali'ye karşı Zübeyr ve Talha'yı destekleyerek, her iki tarafın da zayıflamasının pususuna yatmıştı. Muaviye, aynı zamanda Hz. Ali'ye direkt karşı çıkmak yerine, Hz. Osman'ın katillerine kısas uygulanmadan biat etmeyeceğini ve valilikten de ayrılmayacağını ileri sürüyordu. Oysa, Hz. Osman'ın şehit edilmesinde, Hz. Ali'nin hiç bir ilgisinin olmadığı bir yana, asilerin saldırısına karşı Hz. Osman'a destekte bulunmuştu. Üstelik Hz. Osman'ı şehit edenlerin büyük çoğunluğu cezalandırılmıştı. Muaviye bunu bilmiyor muydu ? Elbette biliyordu. Peki, Hangi gerekçe ile bunu istiyordu ?  “ Hz. Osman benim amcamın oğludur. Onun davasını ben savunurum ve vasisi de benim.”  Oysa Hz. Ali de, Hz. Osman ile akrabaydı. Sonuçta hepsi Kureyşliydi. Ama, amaç başkaydı. İktidarı tüm bölgede ele geçirip, halife olmak istiyordu.

Muaviye’nin valilik yaptığı Suriye çok zengin bir eyaletti. Daha önce Roma (Bizans) imparatorluğunun tahıl deposuydu. Tarım ve hayvancılığa elverişli geniş toprakları bulunuyordu. Suriye'de iktidar yarışı için olanaklar uygundu. Muaviye Alt yapıyı da valilik görevi sırasında kurmuştu. M. 639'dan beri Şam valisiydi. Suriye’nin en büyük kabilesi Kelb’lerden Meysun adlı kadınla siyasi bir evlilik yapmıştı. Kendisinden önce ağabeyi Yezid bin Süfyan da, M. 636-639 arasında Şam valiliği yapmıştı.

CEMEL (DEVE) OLAYI

Hz. Ali, iki ateş arasında kalmıştı. Muaviye Şam'da, Sahabelerden Zübeyr ve Talha da, Basra bölgesinde asker toplamaya başlamıştı. Kendisi de Medine'de bulunuyordu. İşe en yakın bölge olan Basra'dan başlaması gerekiyordu. Medine'den bin kişilik bir kuvvetle yola çıktı. Ordusunu güçlendirmek için Küfe ve Medain valilerinden asker istedi. Medain olumlu yaklaşmıştı, Ancak Küfe, isteksiz cevaplar vermişti. Görüşmeler sonunda, Küfe'den de asker desteği sağlanmıştı. Hz. Ali, Zübeyr, Talha ve onlara destek olan Hz. Ayşe'ye karşı güç kullanma taraftarı değildi. Konuyu görüşmelerle çözmek istiyordu. Fakat, iki tarafın da iradesi dışında çatışma çıktı ve yayıldı. Hz. Ali'nin ordusu galip gelmişti. Ancak, Çatışmalarda, Zübeyr ve Talha hayatlarını kaybetmişti. (M. 656) İki sahabenin de ölümüne üzülen Hz. Ali, Hz. Ayşe'yi koruma altına alarak, kardeşi Muhammed bin Ebu Bekir ile evine gönderdi. Hz. Ayşe, bu olayı deve üzerinde yönettiği için adı tarihe Cemel Vakası (Deve olyı) diye geçti. Muhammed bin Ebu Bekir, adından anlaşılacağı gibi, birinci Halife Ebu Bekir'in oğluydu. Hz. Ali'nin ordusunda bulunuyordu. Kendisi üç yaşından beri Hz. Ali'nin yanındaydı.

SIFFİN SAVAŞI

Hz. Ali, birinci engeli aşmıştı. Sıra Şam valisi Muaviye'ye gelmişti. Ancak Muaviye küçümsenecek bir rakip değildi. Hem ekonomik olarak güçlüydü hem de siyaseten çok kurnaz ve tecrübeliydi. Hz. Muhammed döneminden beri yönetim kadroları içinde bulunmuştu. Ayrıca babası Ebu Süfyan'da Mekke'nin ileri gelen yöneticilerinden ve zenginlerindendi. Babasından gelen bilgi birikimine de sahipti. Hz. Ali'nin gönderdiği elçileri oyalayarak zaman kazanmaya çalıştı. Ordusunu silahlandırdı. Takviye birliklerini ve ordunun yiyecek ve içeceğini sağladı. Hz. Osman’ın kanlı gömleğini Şam’da teşhir ederek, “ Osman’ın katillerinden hesap soracağım” diyerek halkı Hz. Ali’ye karşı kışkırttı. Propaganda yöntemlerini çok iyi kullandı. Askerlerinin tamamı Arap kabilelerinden oluşuyordu. Hz. Ali'nin ordusunda ise, hem Arap, hem de Acemler (İran'lı) bulunuyordu.

Hz. Ali'nin barış görüşmeleri sonuçsuz kalınca, her iki ordu da savaş kararı aldı. Sıffin'de zaman zaman duraklamalarla birlikte, yaklaşık üç ay süren çatışma ve savaşlarda her iki taraftan da binlerce kişi hayatını kaybetti. Hz. Ali'nin ordusu galip gelmesine rağmen, halifelik hakem kararına bırakıldı.(M.657) Muaviye, Amr ibn As’ın Kur’an mushaflarını mızrak uçlarına taktırması sayesinde son anda yenilmekten ve esir düşmekten kurtulmuştu. Sonra da, yine Amr ibn As’ın kurnazlığı ile “halife “ ilan edildi. Ancak bu Hz. Ali tarafından kabul edilmedi.

Hz. Ali, halifeliğin ilk gününden itibaren bütün enerjisini iç çatışmalara vermişti. Muaviye’ye karşı yapılan savaşta Hz. Ali’nin ordusunda yer alan Hariciler bu savaştan sonra, ayrı bir grup oluşturarak, hem Muaviye’nin hem de Hz. Ali’nin halifeliğine karşı olduklarını ilan ettiler. Hz. Ali’nin ordusuyla Nehrevan’da savaştılar ve yenildiler.

Hz. Ali, Harici taraftarı ibn Mülcem tarafından Şehit edildiği M. 661 yılına kadar, bütün bölgelerde denetimi sağlayamadı. Mısır ve Suriye eyaletleri Muaviye'nin, diğerleri de Hz. Ali'nin kontrolünde kaldı. Buna rağmen, kontrol ettiği bölgelerde bile iç çatışmalar hiç durmadı.

Olayları özetledikten sonra, şu soruyu sorabiliriz. Hz. Ali, tüm eyaletlerde denetimi neden sağlayamadı?  İktidarını neden kuramadı?  Bu sorulara maddeler halinde şu şekilde cevap verebiliriz:

1-İslam devletinin yönetim kadrolarının ana gövdesi, Ümeyye (Emevi) oğullarının eline geçmişti.
2-Muaviye Şam'da çok büyük zenginlikleri kontrol ediyordu. Kendisini zengin tüccar sınıfı destekliyordu. İktidar için, her yolu mübah gören bir anlayışa sahipti. On yedi yıldır Şam eyaletinin genel valiliğini yapıyordu. (Bugünkü Suriye-Lübnan coğrafyası)
3- Muaviye, politik güçle, askeri gücü iyi birleştirmişti. Kadroları daha deneyimliydi.
4-Hz. Ali'nin olayları askeri güç yerine, barışçı yollarla çözmek istemesi ve pasif bir politika izlemesi.

Bu nedenlerin dışında, başka faktörlerin de şüphesiz etkisi olmuştur. Ancak, uzun vadede Hz. Ali'nin kazanma şansı yoktu. Çünkü, ordusunu uzun süre finanse edecek mali kaynaklara ve askeri güce sahip değildi. Bunu, oğlu Hz. Hasan'da gördüğü için Muaviye'nin halifeliğini ve barış şartlarını kabul etmek zorunda kalacaktı. Zira başka şansı yoktu. İktidar ve güç karşı tarafın eline geçmişti.


Saygılarımla.
Yazan: Hamdullah DEDEOĞLU
14.06.2017





15 Haziran 2024 Cumartesi

DEVLET RAPORLARINDA KURMANÇCA KONUŞAN TÜRKMEN AŞİRETLERİ BU DİLİ NASIL ÖĞRENDİ ?


DEVLET RAPORLARINDA KURMANÇCA KONUŞAN TÜRKMEN AŞİRETLERİ BU DİLİ NASIL ÖĞRENDİ ?


Kaynak Yayınları tarafından ilk baskısı 1998, son baskısı 2014 yılında yapılan “AŞİRETLER RAPORU” isimli kitabı okuduğumda ilginç bilgi ve bulgulara ulaştım. 1970’li yılların başında güvenlik birimleri tarafından “ ÇOK GİZLİ” ibaresi ile yazılan raporda doğu ve güney doğu Anadolu’daki aşiretlerin mezhebi, konuştuğu dil, nüfusu, liderlerin isimleri, hangi köy, kasaba ve ilçelerde oturdukları, isyanlara katılıp- katılmadıkları, devlet yanlısı olup-olmadıkları araştırılıp cevaplar verilmiş. Eskinin deyimiyle aşiretler hakkında “fişleme” yapılmış. Bizim dikkatimizi çeken Osmanlı kayıtlarında “Türkman”  “Türkman Ekradı” (Türkmen Kürdü) olarak geçen aşiretlerin konuştukları dil bölümüne “Kürtçe-Kırmanç” şeklinde yazılmış olması oldu. Bu durumu çelişkili bulduğumuz aşiretlerden bazılarını ele alıp yazmak istedik. Bölgesine göre tespit ettiğimiz aşiretler şunlar:

URFA BÖLGESİNDEKİ AŞİRETLER:

DÜGERLER :
Nüfusu: 4.584
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Hanefi
Düşünceler: Yurdumuza bağlıdır. Yerleşiktir. Zararlı propagandalara eğilimleri yoktur. (Sayfa, 320)

Raporda Dügerler olarak geçen aşiret, 24 oğuz boyundan olan Döğer boyudur. Bu boy Anadolu’ya ilk gelen boylardan biridir. Cevdet Türkay’ın “Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler “ isimli eserinde Döğerler hakkında şöyle denilmektedir:

“ Türkman Ekradı (Türkman Kürdü) taifesindendir. Rakka, Karahisar-ı Sahib (Afyon karahisar), Çemişgezek, Karaman, Siverek, Adana, Sis (Kozan). Sivas, Menteşe, Haleb, Aydın, Meraş, Diyarbekir sancakları, Alacahan mevkiisine (Kangal kazası) iskan edilmişlerdir.”
“ Döğerli cemaati, 150 hane olub, Beğdili Aşiretine tabidir. Cemat-ı mezbure (adı geçen cemaat), 1140 senesinde (M. 1727) senesinde Rakka Beğlerbeği Süleyman Paşa zamanında bilkülliye firar ve mahall-i iskanlarında bir evleri kalmayub, “ Bizler Alacahan’a muhafazacı yazıldık” derler imiş. Kendüleri muhafazacı değil, bir iki sene kalırlar ise, ol etrafın harab ve yebab olmasına dahi sebeb olub, bunlar anasıl Beğdili Türkman eşkıyasından olub, teaddisi sebebiyle ebna-i sebil bilkülliyye münhat-ı olub ve Beğdili Türkman’ının ekseri yanlarına teccemmu edecekleri bi iştibah’dir deyu tahrir olunmuş.” (Sayfa, 287-288)

Kayıtlardan da anlaşılacağı gibi, Dügerler-Döğerler “Türkman” dırlar. Ancak Urfa’daki aşiret, o bölgede bulunan Kurmanç aşiretleri ile birlikte yaşadığı için, onların dilleri ile konuşmaya başlamış olmalıdır. Döğerler,  kayıtlarda önceleri “ Türkman” diye yazılırken, daha sonraki kayıtlarda “Ekrad” olarak yer almışlardır. Ekrad olarak yazılmasının nedeni, konuştukları Kurmanç dili olduğu kanısındayım.  Zira Osmanlı devleti Farsça'ya yakın dillerle konuşan butün cemaatlere "EKRAD" (KÜRĎ) demiştir.

ALAADDİNLİ:
Nüfusu: 1.500
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Hanefi
Düşünceler: İsyana katılmamıştır. Yurdumuza bağlı görünürler. Yerleşiktirler. (Sayfa, 307)

Cevdet Türkay’ın eserinde Alaaddinli cemaatinin Berazi aşiretine bağlı olduğu ve “Yörükan” olduğu ifade edilmektedir. Yörükan  "Ekrad -Kürt” olmadığını belirtir. Kürt olan aşiretler kayıtlarda “ Ekrad” olarak yer almışlardır. Dolayısıyla, Alaaddinli cemaati de yörede bulunan aşiretlerin Kırmanç dilini konuştuğunu göstermektedir. Eserde, Alaaddinli cemaatinin iskan edildiği sancak ve kazalar şunlar:
“Adana, Tarsus, Sis (Kozan), İçel, Teke sancakları, Suruç kazası (Ruha sancağı-Urfa ), Alaiye (Alanya) Sarıçam  kazası (Adana). Alaaddinli cemaati, Berazi aşiretindendir.” (Sayfa, 167)

BADILLI AŞİRETİ:
Nüfusu: 3.227
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Şafii
Düşünceler: İsyana katılmamıştır. Yurdumuza bağlıdır. Yerleşiktir. Zararlı cereyanlara kapılmazlar. (Sayfa, 309)

Cevdet Türkay’ın eserinde Badıllı aşireti hakkında şöyle denilmektedir:
“ Konar-Göçer Türkman Ekradı taifesindendir. İskilib kazası (Çorum sancağı), Adana, Çermük kazası (Diyarbekir sancağı), Diyarbekir, Sivas, Erzurum, Meraş, Ergani kazası, Rakka, Mardin, Kars-ı Meraş(Kadirli), Timurcu kazası(Saruhan sancağı), Çıldır, Harran kazası, Aydın, Saruhan sancakları, Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar), Kütahya, Koyulhisar kazası, Firecik kazası (Gelibolu sancağı), Biga sancağı, Karasi sancağı, Gelibolu, Bursa, Ankara, Kocaeli, Rumeli, Çatalca, İbsala, Gümülcine, Yenice (Paşa sancağı), Kemah kazası, Bayazid sancağı (Erzurum eyaleti), Kars eyaleti, Pasin kazası, Urfa, Trablus-u Şam, Florina kazası (Paşa sancağı), Tire kazasına (izmir sancağı). İskan edilmişlerdir.”
 “Merdisi aşiretine tabi olan Badili ve Modanlu cemaatlerinin eyaleti Erzurum, Kars ve Çıldır tarafları yaylağına varub, gelmeleri mutadları idi. Mahalli iskanda kırk kadar evleri vardır.” (Sayfa, 189)

 CANBEYLİ-CANBEKLİ:
Nüfusu: 317
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Hanefi
Düşünceler: İsyana katılmamıştır. Yurdumuza bağlıdır. Yerleşiktir. (Sayfa, 314-315)

Cevdet Türkay’ın eserinde Canbeyli-Canbekli aşiret hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“ Göçebe Türkman Ekradı taifesindendir. Kütahya, Kars, Çıldır, Diyarbekir, Sivas, Amasya, Kastamonu, Taşköprü, Boyabad, İçel, Malatya, Çerkeş kazasına (Kengiri-Çankırı sancağı). İskan edilmişlerdir. (Sayfa, 67-230)

ÇAKALLI AŞİRETİ:
Nüfusu: 1.120
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Hanefi
Düşünceler: İsyana katılmamıştır. Yurdumuza bağlıdır. Yerleşiktir. (Sayfa, 316)

Cevdet Türkay’ın eserinde Çakallı aşireti hakkında şöyle denilmektedir:
“Konar-Göçer Türkman yörükanı taifesindendir. Ruha (Urfa) sancağı, Hısnı Mansur kazası, Behisni kazası (Malatya sancağı), Meraş, Musul, Aydın, Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar), Ayıntab, Adana, Zülkadriye(Elbistan), Siverek, İnegöl, Hamid sancağı, Eğridir, Bozok eyaleti, Ordu kazası, Teke sancağı, Antakya kazası, Kütahya sancağı, Gümülcine kazası, Karaman eyaleti, Haleb eyaleti, Mağnisa kazası, Manavgat kazası (Alaiye sancağı), Kavak kazası (Canik sancağı), Canik sancağı, Simav kazası, Haymana kazası, Diyarbekir eyaletine iskan edilmişlerdir.” (Sayfa, 243-244)

OSMANLI DEVLETINI KURAN ASIRETIN URFA KOLU: KARAKEÇİLİ AŞİRETİ:
Nüfusu: 8.410
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Şafii (Siverek’de oturanlar)
Düşünceler: Aşiretin, Şeyhkan (Şeyhan), aşireti ile ilişkileri olup, Geberan, Balekan, kabileleri vardır. İsyana katılmıştır. Örf ve adetlerine bağlıdır. Yerleşiktir. (Sayfa, 325-326)

KARAKEÇİLİ:
Nüfus: 4.017
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Hanefi (Bozova ilçesinde oturanlar)
Düşünceler: Şeyhan Karakeçi aşireti ile ilişkileri olup, Kotan, Muskan, Kosan, Şeyhşıdadan kabileleri vardır. İsyana katılmamıştır. Yurdumuza bağlıdır. Yerleşiktir. Suriye’deki hısımları ile ilişkileri vardır. (Sayfa, 326)

Cevdet Türkay’ın eserinde Karakeçili aşireti hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“Türkman yörükanı taifesindendir. Kulocağı aklamındadır.(Osmanlı devletinin kurucusu olan aşirettendir)
Adana, Diyarbekir, Siverek, Eskişehir kazası (Sultanönü sancağı), Taşköprü kazası, Siird sancağı, Birecik, Ankara, Kütahya, Ruha (Urfa), Rakka, Saruhan, Aydın, Kırşehri, Balıkesir, Haymana, Gördes kazası (Saruhan sancağı), Trablus-u Şam, Mardin, Eşme ve Kula kazaları (Kütahya sancağı), Bursa, Adala ovası (Saruhan sancağı), Sirke kazası (Kütahya sancağı), Alaşehir kazasına iskan edilmişlerdir.” (Sayfa, 408)

SİİRT BÖLGESİNDEKİ AŞİRETLER:

ALİKAN AŞİRETİ:
Nüfusu: 5.000
Dili Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Şafii
Düşünceler: Şeyh Sait isyanında asi kuvvetlerle birlikte hareket etmişlerdir. Yurda bağlılıklarına güvenilmez. Yarı göçebedir. (Sayfa, 263)

Cevdet Türkay’ın eserinde Alikanlı Cemaati hakkında şöyle denilmektedir:
“ Türkman taifesindendir. Bozulus aşiretindendir. Emirdağ kazası (Karahisar-ı Sahib sancağı-Afyon), Cizre kazasına (Mardin sancağı) iskan edilmişlerdir.” (Sayfa, 172)

ÜSTÜRKANLI AŞİRETİ:
Nüfusu: 5.000
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Şafii
Düşünceler: Aşiretin bir kısmı Şeyh Sait isyanına katılmıştır. Yurdumuza bağlılıklarına güvenilmez. Yarı göçebedir. (Sayfa, 277-278)

Cevdet Türkay’ın eserinde Üstürkanlı aşireti hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“ Konar-Göçer Türkman Ekradı taifesindendir. Badıllı aşiretindendir. Rakka, Erzurum, Kars, Çıldır, ve Ahıska sancaklarına iskan edilmişlerdir.” (Sayfa, 642)

HACIBAYRAM AŞİRETİ:
Nüfusu: 11.300
Dili:Kürtçe(Kırmanç)
Mezhebi: Şafii
Düşünceler: İsyana katılmıştır. Yurdumuza bağlılıklarına güvenilmez. Yarı göçebedir. (Sayfa, 267-268)

Cevdet Türkay’ın eserinde Hacıbayram aşireti hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“ Türkman taifesindendir. Yenil kazası (Sivas sancağı), Haleb eyaleti, Menteşe ve Kayseri sancaklarıma iskan edilmişlerdir.” (Sayfa, 333)

ADIYAMAN BÖLGESİ

HIDISOR-HIDIRSURLU AŞİRETİ:
Nüfusu: 6.575
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Hanefi ve Alevi-Kızılbaş
Düşünceler: İsyanlara katılmamıştır. Yurdumuza bağlıdır. Yerleşiktir. (Sayfa, 20)

Cevdet Türkay’ın eserinde Hıdırsurlu cemaatinin Malatya sancağına bağlı Hısn-ı Mansur(Adıyaman) kazasında ikamet etitiği ve “Yörükan taifesinden” oldukları belirtilmektedir. (Sayfa, 359)

HIDIR-HIDIRANLI:
Nüfusu: 1.990
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Hanefi
Düşünceler: İsyanlara katılmamıştır. Yurdumuza bağlıdır. Yerleşiktir. (Sayfa, 19)

Cevdet Türkay’ın eserinde Hıdıranlı aşireti hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“Konar-Göçer Türkman yörükanı taifesindendir. Rişvan aşiretine bağlıdır. Teke, Meraş, Adana, Tarsus, Sis (kozan), İçel, Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar), Şam sancağı, Ermenek kazası (İçel sancağı), Hısn-ı Mansur kazası-Adıyaman (Malatya sancağı), Kilis sancağı (Haleb eyaleti), Çorlu kazası (Vize sancağı), Hasun nahiyesi (Trablus-u Şam eyaleti), Usturumca kazası (Köstendil sancağı), Nevahi Bergama kazası (Hüdavendigar sancağı), Rakka eyaletine iskan edilmişlerdir.” (Sayfa, 358)

RİŞVAN AŞİRETİ:
Nüfusu: 38.254
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Hanefi
Düşünceler: İsyanlara katılmamıştır. Yurdumuza bağlıdır. Yerleşiktirler. Alişan, Avucan, Bekiran, Bişaran, Deliyusufan, Garinan, Gaziyan, Geller, Hacı Ali, Hacı Hüseyin, Hacı Osman, Haçmaha, Hamkadom, Dedeler, Hasanoğulları, Hüsabahan, Hüsünan, Kalenderan, Kalvan, Köse uşakları, Maden, Mahuhan, memzaran, Meskitan, Millan, Murtan, Mutan, Sığkan, Şigan, Şiman, Şişan, Sürbahan, Teşikan isimli kabileleri bulunmaktadır.

Cevdet Türkay’ın eserinede Rişvanlı aşireti hakkında şöyle denilmektedir:
“Konar-Göçer Türkman Ekradı taifesindendir. Badılı (Badili) aşiretindendir. Kastamonu, Bozok, Kayseriyye, Birecik, Şam, Trablus-u Şam, Kilis, Ayıntab, Meraş, Rakka, Sivas, Çorum, Erzurum, Kars, Çıldır, Ankara, Haleb, Osmancık, İskilib, Kuruçay kazası (Erzurum sancağı), Behisni ve Hısn-ı Mansur kazaları (Malatya sancağı), Zile kazası (Sivas sancağı), Azaz kazasına (Haleb eyaleti) iskan edilmişlerdir. “ (Sayfa, 542)

RUMYAN AŞİRETİ
Nüfüfus: 1.250
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Hanefi
Düşünceler: İsyanlara katılmamıştır. Yurdumuza bağlıdır. Yerleşiktir. (Sayfa, 34)

Cevdet Türkay’ın eserinde Rumiyanlı aşireti hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“ Yerli ve Konar-Göçer Türkman Ekradı taifesindendir. Rişvan aşiretine bağlıdır. Siverek sancağı, Hısn-ı Mansur kazası (Malatya sancağı), Nizib kazası (Haleb eyaleti), Birecik kazası, Rakka, Ayıntab, Erzurum, Kars, Çıldır, Ahıska, Sivas, Malatya, Amasya, Karahisar-ı Şarki, Tokad kazası (Sivas sancağı), Karaman ve Aydın sancaklarına iskan edilmişlerdir.” (Sayfa, 543)

BİNGÖL BÖLGESİ:

ABDALANLAR-ABDALLI:
Nüfusu: 800
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Alevi-Kızılbaş
Düşünceler: Tunceli iline de dağılmışlardır. İsyanlara katılmamıştır. Yurda bağlıdır. (Sayfa, 53)

Cevdet Türkay’ın eserinde Abdallı aşireti hakkında şöyle denilmektedir:
“ Türkman taifesindendir. Mamalu aşiretine bağlıdır. Meraş, Tarsus, Hayrabolu, İstanbul, Rumeli, Kütahya, Erzurum, Adana, Bozok, Biga, Aydın, Çukurova, Zülkadriye, Karaman, Sivas,ve Rakka eyaletlerine iskan edilmişlerdir.” (Sayfa, 151)

KUBATLI AŞİRETİ:
Nüfusu: 3.500
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Hanefi
Düşünceler: Erzurum ili Çat, Elazığ ili Karakoçan ilçelerinde de otururlar. İsyanlara katılmamıştır. Yerleşiktir. (Sayfa, 73-74)

Cevdet Türkay’ın eserinde Kubatlı aşireti hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“ Türkman yörükanı taifesindendir. Bozulus aşiretine bağlıdır. Karahisar-ı Sahib (Afyon), Niğde, Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar), Ankara, Bozok, Diyarbekir, Kütahya, Karaman ve Erzurum sancaklarına iskan edilmişlerdir.” (Sayfa, 467)

ELAZIĞ BÖLGESİ:

PERÇİKAN-PARÇİKANLI:
Nüfusu: 4.000
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Hanefi
Düşünceler: Şeyh Sait isyanına katılmışlardır. Rejime aykırı hareketleri yoktur. (Sayfa, 103-104)

Cevdet Türkay’ın eserinde Parçikanlı aşireti hakkında şöyle denilmektedir:
“Konar-Göçer Türkman ekradı taifesindendir. Rakka, Erzurum, Kars, Çıldır, Diyarbekir, Sivas, Meraş, Harput kazasına iskan edilmişlerdir.” (Sayfa, 532)

SİVAS BÖLGESİ:

ŞADILLI AŞİRETİ:
Nüfusu: 3.341
Dili: Kürtçe-(Kırmanç) ve Türkçe
Mezhebi: Caferi-Alevi
Düşünceler: İsyana katılmamıştır. Yurdumuza bağlıdır. (Sayfa, 283)

Cevdet Türkay’ın eserinde Şadıllı aşireti hakkında şöyle denilmektedir:
“Yörükan taifesindendir. Kars-Meraş (Kadirli) (Meraş eyaleti), Eğin kazasına (Arabgir sancağı) iskan edilmişlerdir.” (Sayfa, 588)

MARAŞ BÖLGESİ:

KILIÇLI AŞİRETİ:
Nüfusu: 6.637
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Caferi-Alevi
Düşünceler: İsyanlara katılmamıştır. Yurdumuza bağlıdır. Yerleşiktir. (Sayfa, 209)

Cevdet Türkay’ın eserinde Kılıçlı aşireti hakkında şu bilgiler verilmektedir:
“Türkman Ekradı taifesindendir. Yeni il kazası (Sivas sancağı), Sivas, Meraş, Ayıntab, Kilis, Haleb, Hama, Humus, Rakka, Kıbrıs ceziresi, Andırın, ve Elbistan kazaları (Meraş sancağı), Amik kazasına (Haleb sancağı) iskan edilmişlerdir.” (Sayfa, 442)

ŞEMSİKANLI-ŞEMSEDDİNLİ:
Nüfusu: 9.957
Dili: Kürtçe (Kırmanç)
Mezhebi: Alevi-Kızılbaş
Düşünceler: İsyanlara katılmamıştır. Yurdumuza bağlıdır. Yerleşiktir. (Sayfa, 214)

Cevdet Türkay’ın eserinde Şemseddinli aşireti hakkında şöyle denilmektedir:
“Yörükan taifesindendir. Zülkadriye kazası (Elbistan), Kars-Meraş (Kadirli), Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar) sancağına iskan edilmişlerdir. Şemseddinli cemaati, Oğuzlar zamanında kalma kadim bir cemaat’dır.” (Sayfa, 593)

Aşiretler Raporu isimli kitapta, Kurmanç dili konuşup da Türkmen olduğunu tespit edebildiğimiz cemaatleri yazdık. Bunlardan en ilginç olanı Osmanlı devletini kuran Karakeçili asiretinin kurmanç dilı ile konusmasıdır. Bu da, Türkmen asiretlerinin bu dili sonradan ögrendiklerini göstermektedır. Şüphesiz bu aşiretlerin dışında kalanlar da bulunmaktadır. Biz, Kurmançca konuşup, Osmanlı kayıtlarında "Türkmen" "Türkman Ekradı" ve "Yörükan" olarak belirtilen aşiretleri ele aldık.  

Aşiretlerin  Kırmanç-Kurmanç dilini konuşmasını  ise, şuna bağlayabiliriz:

1-Bu aşiretlerin Horasan üzerinden Anadolu’ya gelmeleri nedeniyle, geldikleri bölgedeki hakim dilin Kurmanç dili olması,
2- Anadolu’ya, Horasan bölgesinden Kurmanç dili ile konuşan aşiretlerle birlikte gelmiş olmaları,
3-Anadolu’ya göç yollarında, gerek İran, gerekse Irak coğrafyasında yaşayan halklarla karışmaları nedeniyle bu dili öğrendikleri noktasındadır. Her üç varsayımı doğrulamak için daha geniş ve tarafsız araştırma ve incelemelerin yapılması gerektiğine inanmaktayız.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
28.02.2020
*Kurmanç dili ile ilgili makalelerimizi blog'da okuyabilirsiniz.
Kaynaklar:
--Aşiretler Raporu, Kaynak yayınları, 3. Basım, 2014
--Cevdet Türkay, Başbakanlık Arşiv Belgelerine Göre, Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İşaret Yayınları, 3. Baskı, 2012










“ KÜRDLER” AŞİRETİNİN AMASYA’DAKİ "KÜRT" KÖYLERİ







KÜRDLER KÖYÜ- ALAKADI 1840 NÜFUS KAYITLARI




 KÜRDLER KÖYÜ-ARDIÇLAR KÖYÜ 1840  NÜFUS KAYITLARI




KÜRDLER KÖYÜ -AKDAĞ 1840 NÜFUS KAYITLARI



“ KÜRDLER” AŞİRETİNİN AMASYA’DAKİ "KÜRT"  KÖYLERİ

Fevzi Gür-Salih Kahriman'ın hazırladıkları ve Amasya Belediyesinin yayınladığı “ Amasya Nüfus Defterleri 1840 “ isimli kitabı incelerken, “Kürtler” ve “yeni Kürtler ” isimli köyler dikkatimizi çekti. Sözü edilen köyler bugün neresi ve gerçekten Kürt kökenli miydiler ? Kitapta bu soruların bazılarına cevap verilmişti. Ancak, kökenleri hakkında bir tanımlama yapılmamıştı. Bu sorunun cevabına da Cevdet Türkay’ın yazdığı “ Başbakanlık Arşivi Belgelerine göre, Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler” isimli eserinde ulaştık. Edindiğimiz bu bilgileri sizinle paylaşmanın yararlı olacağını düşündük.

Amasya sancağının, Ezinepazar, Akdağ ve Geldiklan nahiyelerine bağlı köylerin isimleri arasında dört köy “ Kürtler” ve “Yeni Kürtler” olarak geçiyordu. Akdağ(Çiğdemlik) nahiyesine bağlı “Kürtler” isimli bir köy bugün bulunmamaktadır. Ya isimi değişerek başka bir köyle birleşmişti, ya da oradan başka bir yere göç etmişlerdi. Ancak, Ezinepazar ve Geldiklan nahiyelerine bağlı “ Kürtler köyü”’ve "yeni Kürtler" köylerine ilgili eserin 50. ve 454. sayfalarında bugünkü isimlerine ulaştık.

Ezinepazar’a bağlı “Kürtdler köyü” nün bugünkü ismi ARDIÇLAR olup, Amasya merkeze bağlı bulunmaktadır. Geldiklan (Zara-Doğantepe) nahiyesine bağlı “Kürdler” köyünün adı YEŞİLTEPE olup, Merzifon ilçesine bağlıdır. GELDİKLAN (ZARA-DOĞANTEPE) nahiyesine bağlı “Yeni Kürdler” -Kürdler-i Cedit'in yeni adı ise,  ALAKADI olup, Amasya merkeze bağlı bir köydür.

AİLE LAKAPLARI

Kitapta, iligili köylerde oturanların aile lakaplarına da yer verilmektedir. Akdağ nahiyesine bağlı “Kürtler” köyünde oturanlar şöyle tanımlanmaktadır:

-Ulvanlıoğlu Ahmet, Mehmet, Bıyıkoğlu Recep, Mehmet, Hacıoğlu Ahmet. (sayfa 259)

Ezinepazarı’na bağlı “Kürtler köyü”nde (Ardıçlar) oturanlar ise, Kürtlerlioğlu Hüseyin, Çakaloğlu İbrahim, Delioğlu Mehmet, Ağzı açıkoğlu Halil, Alioğlu Osman, Hayıroğlu Hasan, Köse Hasanoğlu Veli, Memişoğlu İbrahim, Çakaloğlu Hüseyin, Ağzı açıkoğlu Mehmet, Ağzıaçıkoğlu İsa, Çulcuoğlu Mustafa, Sarıoğlu Hasan lakapları ile kayıt edilmişlerdir. (sayfa 342)

Geldiklan nahiyesine bağlı “Kürtler” (Alakadı köyü) köyündekilerin lakapları ise, Kocuroğlu, Kuru İsmail oğlu, Kara Hasan oğlu, Küçük İbrahimoğlu, Kadıoğlu, Kethudaoğlu, Hasanpaşaoğlu, Tataroğlu, Zaferoğlu, İbrahimoğlu aileleri olarak geçmektedir. (Sayfa 454)

Geldiklan nahiyesine bağlı Kürtler-i Cedid-Yeni Kürtler (Yeşiltepe) olarak geçenlerin aile isimleri de şöyledir:
Kürt kızı oğlu Süleyman, Murtazaoğlu Ahmet, Mollaoğlu Satılmış, Köse Süleymanoğlu Hüseyin, Zobuoğlu Hüseyin, Mollaoğlu Ali. (Sayfa 430)

Geldiklan nahiyesine bağlı Kürtler köyü, 1530 tarihi 387 Numaralı Karaman ve Rum eyaleti defterlerinde de yer almaktadır. Buradaki kayıtlarda da yine Geldiklan nahiyesine bağlı köyler olarak yer almaktadırlar.

Osmanlı arşiv uzmanı Cevdet Türkay’ın “Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler” adlı kitabında “KÜRDLER” aşiretinin iskan edildiği yerler hakkında şu bilgiler verilmektedir:

“Karaman Eyaleti, Teke sancağı (Antalya), Alaiye (Alanya), Manavgat, Kaş kazası, Kastamonu, Şabanözü kazası, Musul, Zor eyaleti, Siverek, Adana, Diyarbekir, Karsı Meraş(Kadirli), Karahisari Şarki(Şebinkarahisar), Rakka, Edirne, Dimetoka, Hısnıkeyf, Van eyaleti, Geldiklan kazası (Amasya sancağı), Ordu, Günyüzü kazası (Hüdavendigar sancağı), Tire, Beğşehri, Bor kazası, Niğde, Canik sancağı, Yüreğir kazası, Kurşunlu kazası (Kengiri-Çankırı Sancağı), Abı Tahir kazası (Diyarbekir)  ve  Kütahya sancağına iskan edilmişlerdir. Kürdler aşireti, Türkman Ekradı (Türkman Kürdü) Yörükan Taifesindendir. Kürdler cemaatinin diğer adı Murtana-Hacıbeğ'dir. “ (Sayfa, 481)

*** Prof. Dr. Faruk Sümer hocanın yazdığı " Oğuzlar" (Türkmenler) adlı esere göre, " Kürdler" obası-aşireti-cemaati Oğuzların  Beğdilli boyundandır. (6. Baskı,S. 294)

*** 1536 Yılındaki  Halep eyaletinin  tahrir  defterinde de "Kürdler " cemaati Beydili'ye bağlı olarak görünmektedir. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün yayınladığı Halep Livası  Mufassal Tahrir defterine göre, 1536'da Kürdler cemaati 219 nefer (erkek), 22 bin koyuna sahipken, 1584'de  nefer sayısı 187'ye, koyun sayısı da 3 bin 876'ya inmiş görünmektedir. Bu da başka yerlere göç edildiğini göstermektedir.

*** Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün yayınladığı "Osmanlı Yer Adları" eserde, Korkuteli ve Kaş kazalarının olduğu bölge 18. yüzyılda Kürdler aşiretinin diğer adıyla, Mortana-Murtana yörüklerinin kışlak ve yaylakları olarak yer almaktadır.

***1530-1570 Tarihli Amasya Mufassal Tahrir defterinde Arguma (Merzifon'a dahil bir bölge) nahiyesine bağlı üç köy, Birgoma nahiyesinde bir köy, Geldiklan nahiyesinde iki köy, Akdağ nahiyesinde bir köy, Ezinepazar nahiyesine bağlı bir köy "Kürdler" köyü olarak yer almaktadır. 

*** 1574-1575 tarihli Sivas Mufassal defterde de Kürtler aşiretinin köyleri yer almaktadır. Bu deftere göre, Mecitözü nahiyesinde bulunan Kürtler köyünde 55 nefer(Erkek) yaşamaktadır. ödeyecekleri vergi ise, 3.500 akçedir. Zile kazasına bağlı Halka-i Has nahiyesindeki Kürtler köyünde 9 nefer, ödeyecekleri vergi 1000 akçe, Turhal kazasındaki Kürtler köyü ise, (49 nefer-hane),  2.500 akçe vergi ödeyeceklerdir.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
11. 08. 2018.



AYNI AŞİRETE BAĞLI ALEVİ KÖYLER NASIL SÜNNİLEŞTİ ?

AYNI AŞİRETE BAĞLI ALEVİ KÖYLER NASIL SÜNNİLEŞTİ ?

Amasya Göynücek ilçesinin bazı köylerinin Osmanlı döneminde bağlı olduğu ÇORUM Sancağına ait 1830 tarihli Nüfus defterlerini incelerken köylerde yaşayanların inançlarını merak ettim. Aynı aşirete mensup köylerin bir kısmı Aleviliğini korurken diğerleri sünnileşmişti. Avrupalı ünlü seyyah MARKO POLO 13. asırda Anadolu’ya ait notlarında nüfusun yüzde sekseninin EHLİ BEYT taraftarı olduğunu yazmıştı. Bugün ki deyimle söyleyecek olursak, yani Aleviydi. Beş yüz yıl sonra nüfusun çoğunluğu Sünni olmuştu. Aynı değişimleri Çorum’a iskan edilen aşiretlerde de tespit ettim. Bu durumu bazı köylerin yapısıyla açıkladıktan sonra, nedenleri konusunda da tahmin ve yorumlarda bulunacağız.

Konuyu en güzel açıklayan iki aşiret üzerinden gidelim. Osmanlı kayıtlarında BOZULUS Türkmenlerine bağlı olan Pehlivanlı Aşiretine mensup, Kuyumcu ve Alamaslı Cemaatinin yerleştirildikleri köyler ve bugünkü durumları Şöyle :

1830 yılındaki nüfus sayımında KUYUMCU Aşiretine bağlı Köyler:

SAPA Köy: Erkek nüfus 198- Çorum merkeze bağlı Alevi.

SARİN bey köyü : Erkek nüfus 83 – Çorum Merkeze bağlı Alevi

ABDALATA (Abdalbodu) : Erkek nüfus 38- Çorum merkeze bağlı Sünni

HAMDİ köyü : Erkek nüfus 27- Çorum merkeze bağlı Alevi.

KARABAYIR köyü : Erkek nüfus 27- Çorum merkeze bağlı Sünni.

SEYFE köyü : Erkek nüfus 120 -Çorum merkeze bağlı Alevi.

ÇAY Köyü : Erkek nüfus 32- Bayat ilçesine bağlı Sünni.

ALAMASLI CEMAATİNE MENSUP KÖYLER:

ORTA KIŞLA : Erkek nüfus 32- Sungurlu ilçesine bağlı Sünni.

HACI OSMAN : Erkek nüfus 46- Sungurlu ilçesine bağlı, Sünni.

KARAKOCALI köyü: Erkek nüfus 25- Sungurlu ilçesine bağlı, Sünni.

AKDERE Köyü : Erkek nüfus 29- Sungurlu ilçesine bağlı, Sünni.

MURAT KOLU köyü : Erkek nüfus 48- Sungurlu ilçesine bağlı, Sünni.

HARHAR köyü : Erkek nüfus 46- Alaca ilçesine bağlı, Alevi.

NARLIK köyü : Erkek nüfus 36- Çorum Merkeze bağlı, Alevi.

KARAKAYA Köyü : Erkek nüfus 21- Sungurlu ilçesine bağlı, Alevi.

KARADONA köyü : Erkek nüfus 14- Çorum merkeze bağlı, Alevi.

İBRAHİM köy: Erkek nüfus 81- Alaca ilçesine bağlı, Sünni.

KEŞLİK Köyü : Erkek nüfus 27- Alaca ilçesine bağlı, Alevi.

Yukarıdaki nüfuslara yaklaşık olarak aynı sayıda kadının da eklenmesi gerekir. Zira 1830 nüfus sayımlarında sadece erkekler sayılmıştır.

Örnek aldığımız köy sayısı on sekizdir. Tabloyu incelediğimizde, 18 köyün dokuzu Aleviliğini
korurken, diğer dokuz köyün Sünnileştiğini göruyoruz. 1830 yılını başlangıç olarak aldığımızda, alevi olan köylerin yüzde ellisinin 188 yılda Sünnileştiğini görüyoruz.

Araştırmalarım sonucunda, başta gelen nedenlerden biri, şüphesiz, devletin merkezi olarak, inançlara müdahale etmesidir. Sünniliği resmi mezhep olarak kabul etmesidir. Buna en güzel örnek Hacı Bektaş Veli dergahı Postnişi Hamdullah Dedenin 1826’da Şeriat Mahkemesindeki yargılamlarıdır. O konuyu daha önceki makalelerimizde kısaca anlatmıştık. İkinci olarak, Yeterli imkan ve olanak bulamayan dedelerin her köye gidememesi ve onlara inançlarını öğretememesi olmuştur. Tayin edici nedenler bunlardır. Şüphesiz başka nedenler de etkili olmuştur. 

EVLERİ YAKANLAR AYNI AŞİRETTENDİ

Burada, tanık olduğum üzücü bir olayı da nakletmek istiyorum. 1980’de Çorum ve Alaca’da meydana gelen olayları bir basın mensubu olarak izlemiştim. Üzülerek belirtmeliyim ki; Çorum olaylarında bir Alevi dedesi olan EHLİ BEYT mensubu VELİ dedemiz, fırında vahşice yakılarak katledilmişti. Yukarıda saydığımız, sonradan "Sünni" olan bazı köyler de bu olayların içinde yer almıştı. Yani bir zamanlar aynı aşiretten ve aynı inançtan olan insanlar birbiriyle çatışmıştı. Aynı aşirete mensup insanlar Alevi diye Alaca’daki komşularının evlerini yakmıştı. Bunu maalesef gözlerimle görmüş ve şahit olmuştum. Tarih bilinci eksik olduğunda nelerin yaşanabileceğini göstermesi bakımından kısaca anlatmakta yarar gördüm.

Saygılarımla.
20.03.2018
Hamdullah Dedeoğlu
Kaynak: Osmanlı döneminde Çorum'da Aşiretler, Hacı Haldun Şahin, Çorum Belediyesi yayınları











KUR’AN’DA FAİZ NEDEN HARAM EDİLMİŞTİR ?


KUR’AN’DA FAİZ NEDEN HARAM EDİLMİŞTİR ?

Kur’an’da faiz neden haram edilmiştir ? Bunun gerekçesi neydi ? Hz. Muhammed’e inen her ayetin bir gerekçesi vardı. O halde, Faizin haram edilmesinin de bir gerekçesi bulunuyordu. Bizim eğitim sisteminin ezberciliğe dayanması nedeniyle, bütün eğitimde olduğu gibi, din eğitimi de ezbere dayanmaktadır. Gerek, İmam Hatip liselerinde, gerekse, Kur’an kurslarında sureler hep Arapça olarak ezberletilir. Öğrenciler  Arapça bilmedikleri için de, Kur’an’da yer alan ayetleri kavrayarak değil, yüzeysel olarak okurlar. Oysa, ayetlerin Hz. Muhammed’e inmesinin gerekçeleri anlatılsa, insanların dini tam ve doğru olarak kavraması daha yararlı olacaktır. Bu yapıldığı taktirde, Ne İŞİD, ne de FETÖ gibi örgütlerin dini istismar edecekleri bir alan kalmayacaktır. Bu vesile ile, Diyanet İşleri Başkanlığı’na da buradan öneride bulunuyorum. Kur’an’ı ezberleterek değil, kavratarak öğretin.

Şimdi gelelim konumuza. Kur’an’ı Kerim’de faizle ilgili olarak on ayet bulunmaktadır. İniş sırasına göre şöyledir:

RUM SURESİ: 39. Ayet: “ İnsanların malı artsın diye faize verdiğiniz şeyler Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz sadaka artar. İşte sevapları kat kat artıran onlardır.”

AL-İ İMRAN SURESİ: 130. Ayet: “ Ey inananlar! Faizi kat kat artırarark yemeyin. Allah’tan sakının ki, başarıya ulaşasınız.”

NİSA SURESİ: “ 160-161-162. Ayetler: “ Yahudi olanların zulümlerinden, insanları Allah yolunda alıkoymalarından, yasak edildiği halde faiz almalarından, insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden dolayı, kendilerine helal kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. Onlardan kafir olanlara elem verici azap hazıladık. Fakat onlardan bilgide ilerlemiş olanlara, sana indirilen kitaba, senden önce indirilen kitaba inanan inanmışlara, namaz kılanlara, zekat verenlere, Allah’a ve ahiret gününe inananlara elbette büyük mükafat vereceğiz.”

Nisa suresindeki ayetler dikkatle okunduğunda, bütün Yahudiler kastedilmiyor. Mekke ve Medine civarında oturan Yahudilerin bir kısmı, sayıları az olmakla birlikte, Hz. Muhammed’in peygamberliğini kabul ediyordu. Ama büyük çoğunluğu, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve Kur’an’ı redediyor ve tefecilik yapıyordu. Diğer surelerdeki ayetlerde ise, hem islamiyeti kabul edenlere, hem de diğer inanç sahiplerine hitap edilerek faizcilikten vazgeçmeleri istenmektedir.

TEFECİ-BEZİRGANLARIN ZULMÜ

Hicaz bölgesinde faizcilik-tefecilik o kadar yaygılaşmıştı ki, küçük esnaflar, köylüler, zenaatkarlar mal ve mülklerini kaybetmişlerdi. Mekke’deki tefeci-bazirganların başını Ebu Süfyan, Medine’deki tefeci-bezirganların başını da bazı Yahudi kabile reisleri, Hahamlar çekiyordu. Bunlar hem nakit para vererek, hem de vadeli sattıkları malların fiyatlarını katlayarak haksız kazanç elde ediyorlardı.

Hz. Muhammed’in kendisine inen bu ayetleri halka tebliğ etmesi, en çok da Medine’de taraftar bulmuştu. Medine’liler kurtuluşu İslam’da görüyordu. Tefecilerin zulümünden bıkmışlardı. Mekke’de de durum farklı değildi. Ebu Süfyan, Ebu Leheb, Ebu Cehil gibilerin baskı ve zulümünden bıkan yoksul kitle de, İslamiyetin paylaşımcı, dayanışmacı ve yardımlaşmayı öne alan ilkelerini benimsemişlerdi. Faiz baskısından bunalan küçük esnaf da destek vermeye başlamıştı. Mekke’de Ebu Süfyan ve Medine’de bazı Yahudi hahamların ve kabile reislerinin Hz. Muhammed’e cephe almalarının başında Kur’an’ı ve hz. Muhammed’i peygamber olarak kabul etmemesinin yanında, bu gerekçeler de bulunuyordu. Çünkü, onlar hiç bir emek sarfetmeden küçük esnafın ve köylünün kazancını gasp etmişlerdi. Bu çıkarlarını ilelebet korumak istiyorlardı. 

SAHİH-İ BUHARİ MUHTASARI TECRİD-İ SARİH TERCEMESİ VE ŞERHİ adlı eserin cilt altı sayfa 387-388'de yer alan bilgileri verdiğimizde konuyu daha iyi anlatmış olacağız.

"Zuhuru İslam'dan evvel Arab rüeasının yegane tariki maişeti faizcilikdi. Kureyş eşrafının her biri birer bankerdi. ....

Kureyş tefecilerine yakalanan birisinin bundan kurtulması bir tesadüfe bağlıydı. 
 
.... Ribacılık (tefecilik) yüksek tabakanın yegane kazanç yolu idi."
 
FAİZ’DE ISRAR EDENLER CEHENNEMLİKTİR

Yukarıda anlattığız durumu en güzel açıklayan TÖVBE suresinin 34. Ayeti’dir.
Ayet şöyledir:

“Ey inananlar! O hahamlarla rahiplerin çoğu insanların mallarını haksız yere ( faizle) yerler ve halkı Allah yolunda alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip, onları Allah yolunda harcamayanlara elemli bir azabı müjdele. Biriktirdikleri altın ve gümüşlerle, cehennem ateşinin kızdırıldığı gün, alınları, sırtları ve böğürleri, onlarla dağlanacak ve “ İşte kendiniz için biriktirdiğiniz şeyler bunlardır. Biriktirdiklerinizin azabını tadın” denilecektir.”

Bu ayetlerden sonra, yüce yaradan Hz. Muhammed aracılığı ile insanları Bakara suresindeki Ayetleri ile bir kez daha uyarmış ve öğüt vermiştir. İlgili ayetler Şöyledir:

275-276. Ayetler: “ Faiz yiyenler (tefeciler) mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimse gibi kalkarlar. Bu onların “ zaten alıveriş de faiz almaya benzer. Onun eşitidir.” demelerinden ileri gelir. Allah alışverişi helal, Faizi ise, haram etti. Kim Rabbinden öğüt alır da faizden vazgeçerse, eskiden aldıkları ona aittir. İşi de Allah’a ait. Fakat bundan sonra tutup yine faiz alırsa, işte bunlar cehennemliktir. Onlar orada daima kalacaklardır. Allah faizin bereketini tamamen giderir. Sadakaları verilen malları ise, artırır. Allah faizi helal sayan günahkarları sevmez.”

278-279. Ayetler: “ Ey inananlar! Allah’tan sakının, artık inancınız varsa, almadığınız faizleri bırakın. Bunu yapmazsanız, bunun Allah’a ve peygambere açılmış bir savaş olduğunu bilin. Tövbe ederseniz, sermayeniz sizindir. Böylece ne zulmetmiş, ne de zulme uğramış olursunuz.”

Ayetlerden görüleceği gibi, faiz emek sarfedilmeden elde edilen bir kazançtır. Bu nedenle “ haksız” sayılmıştır. Amacı küçük üreticiyi ve esnafı korumaktır. Bu yolla adaleti hedeflemiştir. Yüce yaradanın insanlara öğüt olarak indirdiği Kur’an’da, faizin haram edilmesinin nedeni ve gerekçesi budur. Ancak, bizim Diyanet İşleri başkanlığı ve Milli eğitimin başında bulunanlar ya bunları bilmiyorlar, ya da biliyorlar ama,  öğretmek istemiyorlar. Bunun vebali onların omuzlarındadır.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
27.08.2018.
*Kur'an'daki ayetler Milliyet gazetesinin 1982 yılında, din ve dil uzmanlarına hazırlattığı Türkçe çevirisinden alınmıştır. 


KERBELA’NIN İNTİKAMINI ALAN MUHTAR SEKAFİ KİMDİR ?


KERBELA’NIN İNTİKAMINI ALAN MUHTAR SEKAFİ KİMDİR ?

Emevi halifesi Yezid’in ordusu tarafından Miladi 680 yılında Kerbela’da şehit edilen Hz. Hüseyin’in intikamını alan komutan Muhtar Sekafi kimdi ? Bunu nasıl başarmıştı ? Muhtar Sekafi’nin hayatını merak etmiştim. Araştırmalarım sonunda Muhtar Sekafi hakkında objektif diyebileceğimiz bir çalışmanın Yardımcı Doç. Dr. Hasan Yaşaroğlu tarafından 1991 yılında yüksek lisans tezi olarak yazıldığını öğrendim. Marmara üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde hazırlanan tez ” Muhtar Es Sekafi’nin Hayatı” başlığı ile sunulmuştu. Bu makalemizde sayın Hasan Yaşaroğlu’nun yüksek lisans tezini ana kaynağımız olarak kullanacağız.

Muhtar Es Sekafi, Miladi takvime göre 622 yılında Taif’te doğdu. Taif’in Sekafi kabilesine mensup olup, Arap asıllıdır. Babası Ebu Ubeyde Es Sekafi, Hz. Muhammed hayatta iken müslüman olmuştu. Ebu Ubeyde, 634 yılında İran’lılarla yapılan savaşta şehit düştü. Amcası Mesud onu himayesine alarak yetişmesine katkıda bulundu. Hz. Ali 656 yılında halife olduğunda, amcası Mesud Es Sekafi ile birlikte Hz. Ali’nin isteği üzerine Küfe’ye yerleşti. Amcasının Medain valiliği döneminde yardımcılığını yaptı. Cemel, Sıffin ve Nehrevan savaşlarına katıldı. Bu savaşlarda Hz. Ali’nin ordusunda öne çıkan komutanlardan oldu. 661 yılında Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra, Küfe’de Hz. Hasan’ın halifeliği için çalışmalarda bulundu. Hz. Hasan’a yapılan suikast girişiminden sonra bir dönem korumalığını yaptı. Hz. Hasan halifelikten feragat edip Medine’ye yerleşince, 680 yılına kadar Küfe yakınlarındaki çiftliği ile ilgilendi.

YEZİD'İN HALİFELİĞİNİ TANIMADI

Muaviye’nin ölümünden sonra, Yezid’in halifeliğini tanımadı. Küfeli’lerden Hz. Hüseyin’in halifeliği için çalıştı. Emevilerin Küfe valisi tarafından ehlibeyt taraftarı olması nedeniyle tutuklanıp hapse atıldı. Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edildiği sırada hapisteydi. Katliamı duyduğunda büyük üzüntü yaşadı ve Hz. Hüseyin’in intikamını almak için yemin etti. Ceza evinden çıkmak için, Aptullah bin Ömer’in (Hz. Ömer’in oğlu) eşi olan kız kardeşi Safiye’ye mektup gönderdi. Safiye, eşi Aptullah’ın adıyla Emevi halifesi Yezid’e mektup gönderip, Muhtar’ın serbest bırakılmasını istedi. Vali Ubeydullah Bin Ziyad, halifenin emri üzerine Muhtarı serbest bırakıp, Küfe’yi üç gün içinde terk etmesini istedi. Muhtar, Küfe’den ayrılıp Mekke’ye geçti. Burada Yezid’in halifeliğini tanımayan Aptullah Bin Zübeyr ile görüştü. Görüşme olumsuz geçince, Memleketi Taif’e geçti. Bir yıl sonra, tekrar Mekke’ye geldi. Bu sırada, Yezid Mekke’ye bir ordu göndermişti. Aptullah bin Zübeyr’in yanında yer alarak, Yezid’in ordusuna karşı savaştı. Savaş devam ederken, Yezid’in öldüğünün duyulması üzerine Emevi ordusu Şam’a döndü. Zübeyr bundan istifade ederek, Küfe’lilerden halifelik için onay aldı.

Küfelilerin biatından sonra, Zübeyr, oraya kendi valisini atadı. Muhtar da, amacına ulaşmak için planlama yapmak üzere Küfe’ye döndü.(M. 684) Küfe ve civarında oturan ehlibeyt taraftarı olan kabilelerin reisleriye görüşmelere başladı. Onlara, Hz. Ali’nin ikinci eşinden olan oğlu Muhammed Hanifiye’den onay aldığını ve kendisine destek verilmesini istedi. Hemdan ve Rebia kabile reisleri destek taahhüdünde bulundular. Uzun görüşmelerden sonra, Arap olmayan müslümanlar ve İbrahim Eşter de (Malik Eşter’in oğlu) kabilesiyle Muhtar’ın yanında olacağının garantisini verdi. Tam bu sırada, Ehli beyt taraftarı olup Kerbela’da Hz. Hüseyin’e destek için söz verip de gidemeyen Küfeliler, Süleyman bin Surad başkanlığında bir ordu kurup, Şam’a yürüdüler. Muhtar, bunun intihar olacağını belirterek harekete katılmadı. Muhtar, bu görüşünde haklı çıktı, Süleyman’ın ordusu Emevi ordusuna yenildi. Askerlerin tamamı kılıçtan geçirildi. Adeta katliam yapıldı. Bu olaydan sonra, Ehli beyt taraftarlarının destek sunacağı tek kişi Muhtar kalmıştı.

KÜFE’DE İSYAN

Muhtar’ın yaptığı çalışmaları yakından takip eden Zübeyr’in Küfe valisi, Muhtarı tutuklayıp hapse attı. Muhtar bu hapisten de yine eniştesi Aptullah’ın, Zübeyr’e yazdığı mektup sayesinde kurtuldu. (M.685) İsyanın alt yapısı için yaptığı çalışmalar sonunda meyvasını verdi. Küfe civarındaki bütün ehlibeyt taraftarı Arap ve Acem kabileler Muhtar’a katılıp biat ettiler. 685 yılının sonuna doğru harekete geçtiler. Küfe valisinin oluşturduğu orduyu yendiler ve sarayı kuşattılar. Vali İbn Muti, Zübeyr tarafından yeni atanmıştı. Hz. Ömer’in de akrabasıydı. Muhtar, valinin şehirden çıkmasına göz yumdu. Ona yolculukta kullanması için bir miktar da para gönderdi.

Muhtar Küfe’nin yönetimini tamamen ele geçirmişti. Kendisine karşı savaşanları affetti. Eski düşmanlıkları yumuşattı. Herkese eşit davrandı. Ancak, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesine katılan önde gelen komutan ve yöneticileri unutmadı. Kerbela’ya katılan üst düzeydekilerin birer listesini yapıp duvara astı. Bunların cezalandırılması için özel bir birlik kurdu. Birliğin başına da “ Mevali” olarak isimlendirilenlerden İran asıllı arkadaşı Keysan’ı getirdi. Keysan, listede adı bulunanları yakaladığında anında infaz edip, bunların başlarını Muhtar’a getiriyordu. Bunların arasında, Yezid’in ordu komutanlarından Şimir ve Ömer B. Saad’da vardı. Eski Küfe valisi Ubeydullah bin Ziyad’da, İbrahim Eşter’in ordusuna yenildi. Kaçarken yakalanıp kellesi Muhtar’a getirildi.

Katliamda en önde bulunanların çoğu öldürülmüştü. Tanınmışlardan geriye kundaktaki bebekleri okla şehit eden Hermele kalmıştı. Özel birlik komutanı Keysan onu bir türlü yakalayamıyordu. Muhtar, Hermele’nin yakalanmasını kendi üzerine aldı. Her yere istihbaratçılar gönderdi. İstihbaratçıların verdiği bilgi üzerine, onu bir dağın kayalık bölgesinde kıstırdı. Onu düelloya çağırdı. Hançerle yapılan düelloda Muhtar, Hermele’yi öldürdü ve başını kesip, saraya getirdi. Kesik başları kuryeler aracılığı ile Medine’de oturan Muhammed Hanefiye’ye gönderdi. O da,  Muhtar’a teşekkürlerini iletti. Bunu öğrenen tüm ehlibeyt mensupları şehitlerinin intikamının alınmasından dolayı çok memnun oldular. Muhtar’a selamlarını ve teşekkürlerini ilettiler.

MUHTAR’IN DİRENİŞİ

Muhtar’ın bu kıyam harekatından sonra, Kerbela katliamına katılan bazıları Basra’da Vali olan Aptullah bin Zübeyrin kardeşi Musab’a sığındılar. Muhtar, Aptullah bin Zübeyr’’e biat etmemişti. Musab’da onların taleplerini bahane ederek, bir ordu kurup Küfe’ye doğru harekete geçti. Bunu öğrenen Muhtar, Musab’ın ordusunu Küfe dışında karşılamaya karar verdi. Fırat nehri cıvarında yapılan savaşta, Muhtar’ın ordusu yenildi ve Küfe’ye çekilmek zorunda kaldı. Küfe’deki kuşatma üç ay devam etti. Muhtar’ın bazı komutanları teslim olmayı önerdi. Ancak, Muhtar, Musab’ın kimseyi sağ bırakmayacağını biliyordu. Bunu arkadaşlarına anlattı. Fakat, on yedi kişi dışında kimse kuşatmayı yarma harekatına katılmadı. Muhtar ve on yedi arkadaşı, on bin kişilik orduya karşı savaşarak öldüler. (M.687) Teslim olan askerlerin tümü kılıçtan geçirildi. Bir kişi bile sağ bırakılmadı. Muhtar’ın tahmini doğru çıkmıştı.

Muhtar’ın Küfe ve civarında bulunan şehirlerdeki hakimiyeti bir buçuk yıl sürdü. Adaletli bir yönetim gösterdi. Herkesi kazanmaya çalıştı. Mevali-Arap ayırımı yapmadı. Bu yüzden, bazı Arap asıllı kabileler buna itiraz etmişti. O, müslüman olan tüm kavimlerin aynı haklara sahip olduğunu belirterek, onları ikna etmişti.

Muhtar’ın ölüm haberini alan ehlibeyt mensupları çok üzüldüler. İntikam için kendilerine söz veren yiğit savaşçıyı şükran ve minnetle andılar. Muhtar, Çocukluğundan başlayarak ölünceye kadar ehlibeyt’e sadık kalmıştı. Onlar için hapse girmekten, hayatını vermekten çekinmedi.

Küfe kuşatması sırasında Muhtar’ın ikinci eşi Omre(Ümran) ve kızı da, Musab bin Zübeyr tarafından şehir girişinde esir alınarak hunharca katledilmişti. Omre’ye, Muhtarı boşaması durumunda hayatının bağışlanacağı teklif edildi. O, yapılan teklifi reddederek ölümü seçti.

Hz. Hüseyin ve yetmiş iki şehidin intikamının alınması sırasında hayatını kaybedenleri rahmetle ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.

Hamdullah DEDEOĞLU
07.11.2017
* Youtube da “Hz. Hüseyin’in fedaisi Muhtar”
isimli İran yapımı 40 bölümlük bir dizi film
mevcut. Konuyu çok güzel işlemişler, çekimlerde mükemmel. Zamanı olanlara izlemelerini tavsiye ederim. 
***DİZİ MELTEM TV DE "MUHTAR" ADIYLA YAYINLANlYOR.



CESUR YÜREKLİ KADIN

Küfe'deki güzellerin, güzeliydin.
Nice zenginler peşindeydi.
Hepsini elinin tersiyle reddettin.
İçlerinde Muhtar Es Sekafi’yi seçtin.

O, Aliyyel Murtaza'nın cengaveriydi.
Yiğit, cesur bir savaşçıydı.
Yolundan dönmeyen biriydi.
Her daim Ehlibeyt’in yanındaydı.

Muhtar’ını mahcup etmedin.
Ölüme giderken bile boyun eğmedin.
Tarihin altın sayfalarına adını yazdırdın.
Sen, “ cesur yürekli ”  kadın.

Yazan:Aşık DEDEOĞLU
27.07.2017.
*Kerbela'nın intikamını alan Muhtar Es
Sekafi’'nin eşi Ümran'a (Omre) ithaf edilmiştir.












14 Haziran 2024 Cuma

"EHLİ SÜNNET" MEZHEPLERİ NASIL OLUŞTU ?

                                                                            hamdullahdedeoglu.blogspot.com

"EHLİ SÜNNET" MEZHEPLERİ NASIL OLUŞTU ?

İslam coğrafyasının yaklaşık yüzde sekseninin bağlı bulunduğu Ehli Sünnet mezhepleri nasıl oluştu ? Ehli Sünnet imamları arasında bütün konularda görüş birliği var mı ? Neyi savunmaktadırlar ? Bu konuyu tarihsel süreci içinde çok kısa olarak incelemeye çalışacağız.

Ehli Sünnet imamları kimlerdir, önce ona bakalım:

İMAM EBU HANİFE (İMAMI AZAM): Gerçek adı Numan bin Sabit’tir. Miladi takvime göre 699 yılında Küfe’de doğdu. İran’lı ve Türk olduğu konusunda tartışma vardır. Babası İran’ın fethinden sonra esir olarak Küfe’ye getirilmiştir. Ebu Hanife ipek ticareti ile ilgileniyordu. Hem Emeviler hem de Abbasiler devrinde baskı ve zulüm gördü. İçtihatlarında aklı öne almıştır. Ehli Beyt’e yapılan zulüme karşı çıkmıştır. İmam Zeynel Abidin’in oğlu Zeyd’in, Emevi halifesine karşı başlattığı isyana maddi ve manevi destek vermiştir. İmam Muhammed Bakır’dan, İmam Cafer Sadık’tan, dersler almıştır. Abbasi halifesi Ebu Cafer El Mansur döneminde zindana atıldı. Sokaklarda halkın önünde kırbaçlandı. Miladi 767 yılında vefat etti.

İMAM MALİKİ: Tam adı Malik Bin Enes’tir. Miladi takvime göre 711 yılında Medine’de doğdu. İmam Cafer-i Sadık’tan dersler aldı. Malik Enes, Rey’i (Kur’an ve sünnetlerde yer almayan bir konuda görüş belirtme) kabul etmekle birlikte, Rey’de nakli (Kur’an ve Sünnetler) esas tutmuştur. Abbasi halifesi Mansur döneminde baskı gördü. İmam Malik, imanın kalple tastik edilmesini, dille ikrar edilmesini, ibadetlerin de yerine getirilmesini savunmuştur. İmam Malik’e göre, insan yaptıklarından sorumludur. Büyük suç şileyenler, suçları kadar ceza görürler. Ancak şirk ( Allah’a ortak koşmak) bağışlanmaz. Kader anlayışını da savunan İmam Maliki, Fıkıh’da (hüküm ve kararlarda) Kur’an’ı, sünneti esas almakta, bunların cevap vermediği noktada, Kıyası (ölçmek- karşılaştırmak) delil olarak kabul etmektedir. İmam maliki, Miladi takvime göre, 796 yılında Medine’de vefat etmiştir.

İMAM ŞAFİ: Gerçek adı Muhammed bin İdrisi Şafi’dir. Miladi 767 yılında Gazze’de doğdu. Aile kökleri Hz. Muhammed’in de ataları olan Haşimi sülalesine dayanır. Bu nedenle, kendisine Kureyş’li de denir. Mekke ve Medine’de eğitim gördü. Medine’de İmam Malik’den ders almış, onun EL MUVATTA adlı eserini ezberlemiştir. Fıkıh, Lügat bilgileri üzerine eserler ve şiirler yazmıştır. “Şiiliği yayıyor “ gerekçesiyle, Bağdat’a getirilen İmam Şafi, Bağdat kadısı Muhammed’in ricasıyla serbest bırakıldı. Ehli Beyt’e yakınlığı nedeniyle “ Rafizi”likle suçlandı. Bu nedenle yazdığı şu mısralar ünlüdür:

“ İn kane Refzü hubbu Ali Muhammed’in
Fel yeşhedis sıklanü inni Rafiziy”

Anlamı:
Ali Muhammed’e dostluk Rafizilik ise,
Cin şahit olsun ki, ben Rafizi’yim.

İmam şafi, fıkıh’da Kur’an ve sünneti esas alır, bunların cevap vermediği noktada, Rey’i esas alır. İmam Şafi miladi 820’de Mısır’da vefat etti.

İMAM HANBELİ: Tam adı Ahmet bin Hanbel’dir. İmam Hanbel, Horasan halkından olup, 780 yılında Bağdat’da doğdu. Ebu Hanife’nin öğrencisi Ebu Yusuf’tan Fıkıh ve Hadis dersleri aldı. Kur’an, Sünnet ve hadislere göre karar verilmesini savundu. Aklı rededer. Hadislerde zayıf ve güçlü olan ayırımı yapmazdı. “Müsnet” adlı eserinde otuz bin hadis yer almaktadır. Hadis kitabında, Ehli beyt hakkında olumlu görüşler bulunmakla birlikte, Muaviye’ye de “iyi” gözle bakmaktadır. Bu konuda ikili bir tutuma sahiptir. Miladi 855 yılında Bağdat’da vefat etmiştir.

ABBASİ HALİFESİ KADİR BİLLAH VE “EHLİ SÜNNET”

Ehli sünnet imamlarını kısaca tanıttıktan sonra, Ehli Sünnet mezheplerinin nasıl oluştuğuna gelebiliriz.

Emevilerden sonra iktidara gelen Abbasiler, ilk başlarda bütün dini fırkalara hoşgörü ile yaklaştılar. Ancak, daha sonra, önce Ehli beyt taraftarlarına, sonra da Mutezile gibi fırkalara cephe açtılar. Halife Kadir Billah, 1020 yılında, İslam dini konusunda çok farklı yorumlarda bulunan fırka ve cemaatleri sınırlandırma yoluna gitti. Haklı gerekçeleri de vardı. Her ayrı fırka ve cemaatten farklı yorumlar yapılıyordu. Bu da ülkede kargaşalığa neden oluyordu. Ancak, Abbasi hanedanlığının siyasi geleceğini de hesaplamak zorundaydı. Bu nedenle, ihtiyaç duyduğu fikri desteği bulmak amacıyla, “EHLİ HADİS” diye anılan ekolün takipçilerine yakınlık gösterdi. Bunlara yakınlık göstermesinin nedeni, bu ekolden gelen takipçilerin hilafet konusunda tarafsız olmalarıydı.

Halife Kadir Billah, M. 1029 yılında değişik görüşlere mensup ulemayı saraya davet ederek, daha önce hazırlattığı “ EHLİ SÜNNET İTİKADI” adlı belgeyi zor kullanarak imzalattırdı. Sayıları yetmişin üzerinde olan fırkaları böylece dörde indirdi. Bu dört ayrı fıkıh mezhebine de birer imamın ismini verdi. Bunlar HANEFİLİK, ŞAFİİLİK, HANBELİLİK VE MALİKİLİK'Tİ. Halife Billah, mezhepleri dörtle sabitlerken, adı geçen imamlardan hiç biri hayat’da değildi. Bu tarihten sonra, EHLİ SÜNNET itikatnamesine muhalefet edenler bidat, (din dışı) oldukları ilan edildi. Ehli Sünnet mezhepleri kısaca böyle oluştu.

EHLİ SÜNNET DIŞINDAKİ MEZHEPLER DİN DIŞI SAYILIYOR

Halife Kadir Billah’ın bu kararından sonra, yerel yöneticiler de aynı tutumu benimsediler. Örneğin, GAZNELİ MAHMUT, bu tarihten sonra, hailfenin arzusuna uygun olarak, Ehli Sünnet dışında kalan tüm fırkaları takibe aldı. Bunlar arasında, Mutezile, Şia, Rafidi, İsmaili, Karmati, Cehmiye fırkaları en tanınmış olanlarıydı. Bunların yöneticilerini hapse attırdı, bazılarını da idam ettirdi. Bu fırkalara ait kitap ve kütüphaneleri de imha ettirdi. İddialara göre, sadece Mutezile fırkasına ait Rey kütüphanesinde on binin üzerinde kitabın yakıldığıdır. Önde gelen Fırka mensupları ise, başta Horasan olmak üzere değişik bölgelere sürüldüler. Bu baskılar sonunda, Şia ve İsmailiye dışındaki fırkalar yaşama şansı bulamadı. Eriyip, kayboldular.

Yukarıda Halife Kadir Billah’ın yaptığı işlemlerin bir benzerini Roma imparatoru Konstantiniyus’da görüyoruz. İmparator, Miladi 325 yılında din adamlarını İZNİK’de toplayarak, Hristiyanların ellerinde bulunan çok sayıdaki incili dörtle sınırlandırmıştı. Bunlar Matta, Luka, Markos ve Yuhanna inciliydi. Buna tarihsel bir benzerlik de diyebiliriz.

Buraya kadar tarihsel gelişmeleri anlattık, yorumu okuyucuya bırakıyoruz.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
17.08.2018

Kaynaklar:
-Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk, İmamı Azam Savunması
-Hüseyin Yalçın, Alevilik tarihi
-Prof. Dr. Bahattin Kök, Gazneli Mahmut’un, Halife El Kadir ile İlişkileri makalesi.
--Dr. Suat Kaymak,  Abbasi Halifesi El Kadir Billah'ın Mezhep Siyaseti, İstanbul Beykent Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü.
-Diyanet vakfı İslam ansiklopedisi.

DİN, İSLAM VE SOL

                                                                             hamdullahdedeoglu.blogspot.com    

DİN, İSLAM VE SOL

Dinlerin tarihi, binlerce yıl öncesine dayanmaktadır. İnsanların inanç ve kültürleri üzerindeki etkileri devam etmektedir. İslam dininin tarihi ise, yaklaşık bin dört yüz yıllık geçmişi bulunmaktadır. İslam'ı, İbrahimi dinlerin devamı olarak ele aldığımızda, bunu dört bin yıla kadar çıkarabiliriz. Sol ideoloji ise, iki yüz kırk yıllık bir geçmişe sahiptir. Dinlerin tarihine göre çok yeni ve emekleme dönemindedir. O halde sorumuz şöyle olmalıdır: Dinlerin toplumlar üzerindeki etkisi devam edecek mi?  21. Yüzyılda Sol ideolojinin dine bakışı açısı nasıl olmalıdır?

Dini inançların insanlar üzerindeki etkisi kesinlikle devam edecektir. Bundan kimse kuşku duymamalıdır. Çünkü, insanoğlu avcı toplumundan bu yana bir inanca sahiptir. Doğa olaylarını buna göre yorumluyor ve inanıyordu. Bütün dinlerin amacı insanoğlunu terbiye etmek, onları doğruluğa, güzele ve adaletli davranmaya teşvik etmektir. Örneğin; Tevrat'da yer alan on emirden, dördü,” adam öldürme, hırsızlık yapma, zina yapma ve yalan söyleme” kurallarıdır.  Bu kuralların yaklaşık olarak üç bin yıllık bir geçmişi bulunmaktadır. Buradan şu sonuca çıkarabiliriz. Toplumların inançları, kültürleri, gelenek ve görenekleri kolay kolay değişmemektedir. Bu değerleri davranış ve yaşamlarında rahatlıkla görebiliriz.

Bütün semavi dinlerinde Tanrıya-Allah'a ibadet etmek emredilmiştir. Bunun yanında insanların iyi ahlaklı, adaletli, yardımlaşma ve dayanışma içinde olmaları öğütlenmiştir. Ancak dinler daha sonra yönetici grubun denetimine geçmişlerdir. Krallar ve Padişahlar, kendilerini Tanrının-Allah'ın yer yüzündeki temsilcileri olarak göstermişler, bunun sayesinde toplumlar üzerinde hakimiyet kurarak ülkeleri daha kolay yönetmişlerdir. Krallık, Sultanlık ve Padişahlık rejimlerine yüz yıllar süren mücadeleler sonunda, burjuva devrimleri ile son verilerek, Cumhuriyet yönetimine geçilmiştir. Din ve inançlar, kral ve padişahlardan alınarak esas sahiplerine, yani halka verilmiştir. İnanç ve ibadet özgürlüğü laiklik ilkesi ile koruma altına alınmış, bireylerin inançlarına müdahale edilmesi suç sayılmış ve cezai müeyyideler getirilmiştir.

CUMHURİYET VE SOL

Sol ideolojinin dine bakış açısı Cumhuriyet rejimleri ile ortaya çıkmıştır. Bilindiği gibi Fransız Meclisi’nde Cumhuriyet rejimini savunanlara meclisin solunda oturdukları için“SOLCU” denilmiştir. Meclisin sağında oturup, krallığı savunanlara da “SAĞCI” denilmiştir. Solcular, dini inançların devlet yönetiminde kıstas alınamayacağını, inanç ve ibadetlerin bireylere bırakılması gerektiğini, devletin bütün inançlara eşit uzaklıkta olmasını savunmuşlardır. Devlet yönetimlerinin dini kurallar dışında bırakılmasına ise, LAİKLİK denilmiştir. 1789 Fransız burjuva devriminin özü budur. İnsanlık tarihine bunu sunmuştur.

Ancak ne yazık ki, yönetimi elinde bulunduran egemenler laiklik ilkesini halka böyle göstermemişlerdir. Onlar, çarpıtma ve yalanı esas alarak, solcuların savunduğu cumhuriyetçilik anlayışını “DİNSİZ” “İMANSIZ” gibi göstererek halktan gerçekleri gizlemişlerdir. Çünkü, çıkarları bunu gerektirmiştir. Dini söylemleri iktidarda kalmak için bir silah olarak kullanmaya devam etmek istemişlerdir.

O halde sol ne yapmalıdır? Öncelikle, bütün inançlara saygılı ve hürmetli olduğunu, ibadet özgürlüğünü savunduğunu tekrar tekrar deklare etmelidir. İkinci olarak, din silahını egemenlerden ve çıkarcıların elinden almalıdır. Bunun için de dinleri, özel olarak da İslam dinini çok iyi bilen ilahiyatçılardan aydınlanma ordusu kurmalıdır. Bu aydınlar, şehir, şehir, kasaba, kasaba, köy, köy gezerek, paneller, açık oturumlar düzenleyerek, dinin özü ile sol düşüncenin savunduğu değerlerin birbiriyle örtüştüğünü, her ikisinin de hak, adalet ve dürüstlükten yana olduğunu ısrarla anlatmalıdırlar. Ayrıca kitle iletişim araçları olan, radyo-televizyon ve internet üzerinden basit bir dille yayınlar yaparak halkı aydınlatmalıdırlar. Fikir üstünlüğünü ele geçirerek, dini, çıkarcıların ve egemenlerin elinden alarak, tekrar gerçek sahiplerine vermelidirler. Burada yapılacak propaganda şöyle olmalıdır:

1-Bütün dinler ezilenden, yoksuldan ve zulme uğrayanların yanında olmuştur.

2-Dinleri tebliğ eden peygamberlerin yaşamları incelendiğinde hep ezenlere, zorbalara karşı mücadele ile geçmiştir. Örneğin; İbrahim peygamber Nemrut’a, Hz. Musa Firavun’a, Hz. Muhammed de Mekke’deki kodamanlara karşı mücadele etmiş ve halkın menfaatlerini savunmuştur.

3-Dolayısıyla geçmişte peygamberlerin savundukları ve uğruna mücadele ettikleri değerleri bugün “sol” düşüncede olanlar savunmaktadır. Öyleyse, solcuların amaçlarına ulaşabilmesi için; dini karşılarına alarak değil, dini değerlere sahip çıkarak yapması gerekmektedir.

Halkın değerlerine, kültürüne, inançlarına, gelenek ve göreneklerine sahip çıkmayan, saygı duymayan bir düşünce hareketinin başarı şansı bulunmamaktadır. Sol düşünceyi savunanların yakın tarihimizden örnek alacakları şahsiyet Mustafa Kemal Atatürk olmalıdır. Zira, Atatürk tüm bu değerlere sahip çıkarak, saygı duyarak başarılı olmuş ve halkın güvenini kazanmıştır. Eğer, sol iktidar olmak istiyorsa Atatürk’ün izlediği yolu yirmi birinci yüzyıla göre güncelleyip, yeniden yapılanma içine girmelidir. Bunu yapmadığı taktirde başarılı olma ihtimali bulunmamaktadır.

Saygılarımla.

 Hamdullah DEDEOĞLU

22.05.2017.


DİNLER TARİHİ: KOLEKTİVİZM VE HÜMANİZM

                                                     hamdullahdedeoglu.blogspot.com

DİNLER TARİHİ: KOLEKTİVİZM VE HÜMANİZM

Dinler tarihi bizlere neyi göstermektedir? Sadece Tanrıya-Allah'a ibadet etmeyi mi, yoksa bütün insanlara ortak yaşamayı, paylaşmayı, dayanışmayı, adaletli olmayı ve iyi bir insan olmayı mı öğütlemektedir. Bu yazımızda kısaca bunu inceleyeceğiz.

Dinler her zaman üzerinde en çok konuşulan ve en çok istismar edilen bir alan olmuştur. Yüz yıllardır “ Din“ adına savaşlar, katliamlar ve işkenceler yapılmadı mı? Peki dinlerin amacı bu muydu? Tabi ki cevabımız hayırdır. İbrahim-i dinlerin ilk yazılı kaynağı olan ve Hz. Musa'ya inen TEVRAT’da bulunan on emir içinde yer alan dört ilke şudur: “ADAM ÖLDÜRME, HIRSIZLIK YAPMA, YALAN SÖYLEME, ZİNA YAPMA“ dır. Bu ilkeler aradan üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün de geçerliliğini korumaktadır.  Aynı ilkeler İslam dininin ilkeleri arasında da yer almaktadır. (ENAM SURESİ, 151,152, ve 153. Ayetler) O halde ne yapılmalıdır?

İlk işimiz, dini bezirganlardan ve istismarcılardan kurtarmak olmalıdır. Bunun içinde, dini ve dinler tarihini onlardan daha iyi bilmemiz gerekiyor. Bunun yolu da bilimdir. Bilim adamlarımız, ilahiyatçılarımız bu alana yönelmelidir. Dini ve dinler tarihini bilimsel yollarla topluma anlatmalıdırlar. Burada “ideolojik” ve “politik” söylemlerden uzak durulmalıdır. Bunu yapmadığımız taktirde, olumlu bir sonuç alamayız. Dini, yine egemenlere, bezirganlara terk etmiş oluruz. 

Dinler bir inanç sistemi olmakla birlikte, aynı zamanda sosyal devrimlerdir. Tıkanmış, çürümüş sistemleri yıkarak, yerine kolektivizm ve hümanizmi esas alan bir düzen getirmişlerdir. Sosyalist aydın ve bilim adamı Dr. Hikmet Kıvılcımlı, “ALLAH-PEYGAMBER-KİTAP” isimli eserinde şöyle demektedir:

 “Kur'an, açıkça tarihsel devrim pratiğine girmiştir. O sıcak savaş pratiğinden çıkan sentezler ayetleşir. Allah sistemi bu işe yarar. Bu yüzden, Hz. Muhammed'in ve İslam’ın en kalıcı mirası, kolektivizm, adalet, hoşgörü, merhamet, yani hümanizm olmuştur.“  ( S.37)

Sayın Kıvılcımlı aynı eserinde, hümanizme dayanak olarak, Allah'ın sıfatlarından örnekler vererek, anlamlarını şöyle açıklamaktadır:

ER RAHMAN: Yardımı-koruyuculuğu her şeyin üstündedir. 

ER RAHİM: Merhameti her şeyin üstündedir.

EL MÜMİN: Güven veren.

EL GAFFAR: Büyük affedicidir.

EL ADİL: Çok adaletlidir.

EL AZİYİM: Azmi sonsuzdur.

EL HALİM: Sonsuz hoş görülüdür.

EL GAFFUR: Affı pek çoktur.

EL KERİM: Cömertliği sonsuzdur.

EL VELİY: Dosttur. Koruyucudur.

EL TEVVAB: Tövbeleri kabul eder.

EL FETTAH: Zorlukları aşıp, kolaylaştırıcıdır.

EL AFÜV: Günahları siler.

ER RAUF: Acıması ve esirgemesi boldur.

(Sayfa 39-57)

Din bilgini-ilahiyatçı yazar Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk de, Kuran-ı Kerim meali eserinde Allah'ın sıfatlarından olan ZAHİR'i şöyle izah etmektedir:

“ Her şeyde tecelli eden, tüm yarattıklarında, kendisinden görünebilir izler, işaretler bulunan “ olarak açıklamaktadır. 

 Sayın Kıvılcımlı ve Sayın Yaşar Nuri Öztürk hocamızın anlatımlarından şu özeti çıkarabiliriz:

 --Allah'ın sıfatlarının anlamları, bugün modern dünyanın savuna geldiği kolektivizm ve hümanizm düşüncesi ile aynı paralelliktedir. 

--Allah'ın yarattıklarından akıl sahibi olan insanoğlunun, Allah'ın bu sıfatlarından örnek ve ibret alması gerekmiyor mu? Yani, insanların hoş görülü olması, adaletli olması, merhametli olması ve dayanışma ve yardımlaşma içerisinde olması gerekmez mi? İşte halkımıza, özellikle de dindar, mütedeyyin ve muhafazakar insanlarımıza öncelikle bunları anlatmamız gerekir. Bunu gerçekleştirdiğimizde barış içinde yaşamayı da sağlamış oluruz.

Sonuç olarak, din egemenlere ve bezirganlara bırakılacak bir alan değildir. Bilim adamlarına, özellikle de aydın din adamlarına çok büyük görevler düşmektedir. Halkımızı karanlığa boğan ve bundan çıkar sağlayanların ellerindeki din silahını mutlaka almalıyız. Dinin ilkelerini tüm toplumun hizmetinde olmasını sağlamalıyız. Yani, kutsal değerler olan adalet, hoş görü, merhamet ve hümanist ilkelerden herkes eşit olarak yararlanmalıdır. Bu ilkeleri gerçek amacına ulaştırmamız için hep birlikte çaba harcamalıyız. Bunun mücadelesini vermeden başarı elde edemeyiz. Zira bezirganlar ve istismarcılar kolay kolay çıkarlarından vazgeçmeyeceklerdir.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

27.08.2017.

 

 

 

 

 

 

 

 


Popular