11 Mart 2025 Salı

“ALEVİLER NEDEN HEP MUHALİF?”

 

“ALEVİLER NEDEN HEP MUHALİF?”

 Ülkemizdeki Alevilerin iktidara muhalif oldukları her kes tarafından bilinir. Öyle ki, bazen iktidar partisi mensuplarıyla karşılaştığımızda “Sizin Aleviler neden bize oy vermiyor?” diye sitem ederler. Ben de buna cevap olarak “demek ki, Alevilere güven verememişsiniz” derim.

 İşte bu güvensizlik bir kez daha kendini gösterdi. HTŞ’ye bağlı cihatçı-selefi teröristler yüzlerce sivil Alevi’yi katletmiş, ama iktidarın sözcüsü bunu “Esed artıklarına karşı yapılan bir operasyon” olarak değerlendiriyor. Halbuki, Şam’daki Büyük Elçiye talimat verip “işin gerçeğini araştırın bize olan biteni aktarın” dense, çok kısa bir sürede her şey öğrenilecek. Ama bu yapılmıyor. Yapılamıyor, çünkü Alevilere bakış açısı yanlış ve ön yargılı. Böyle olunca da objektif bir bakıştan yoksun kalınıyor. Oysa, objektif olarak bakılsa, yapılan katliamlara karşı çıkılıp, bunun durdurulması istense belki Alevi toplumu ile bir empati kurulabilecekti. Nusayri Şeyhi de katliamın durdurulması için sadece Türkiye’yi davet edecekti. Ancak, iktidar bu güveni veremediği için Alevi Arap Şeyhi Türkiye ile birlikte İsrail’i de yardıma çağıracağını açıklamak zorunda kalıyor. Belki birileri “Neden İsrail’i çağırıyor” diye kızacaktır. Ama siz insanları çaresiz bırakırsanız, ata sözlerimizde bulunan “Denize düşen yılana sarılır” sözü gerçeklik kazanır. Suçu Arap Alevi Şeyhinde değil, onları bu durumda savunmasız, korumasız ve çaresiz bırakanlara sormak lazım. Siz, Collani’ye destek açıklarsanız, o da İsrail’den koruma ve yardım istemek zorunda kalır. Çünkü başka bir alternatifi yoktur.

İktidara diğer bir güvensizlik de devlet bürokrasisinde liyakat sahibi Alevilere görev verilmemesidir. Sizin Alevi kökenli bir tane bakanınız, bir tane valiniz, bir tane emniyet müdürünüz, bir tane genel müdürünüz var mı? İnsanlar buna bakar. Kendilerini dışlanmış hisseder. Aynı durumda siz olsanız, kendinizi ikinci sınıf vatandaş olarak hissetmez misiniz? İşte Aleviler bunun için muhalif oluyorlar.

Yine aynı şekilde inançlarını resmi olarak kabul etmezseniz, Avrupa İnsan Hakları mahkemesinin kararlarını tümüyle uygulamazsanız, bütçeden gerekli payı vermezseniz size tam anlamıyla güven duyarlar mı?

Halbuki, Alevi toplumunun sorunlarını çözmek çok basittir. Abbasi halifesi Kadir Billah’ın bin yıl önce almış olduğu “dört mezhep yasaldır, diğer yorumlar ve mezhepler İslam dışıdır” kararını kaldırıp, topluma bunun siyasi bir karar olduğunu ve Kur’an’da bunun yerinin olmadığını açıklasanız her şey bitecek. Bu karar tüm İslam ülkelerine de bir örnek olacaktır. Böylece, İslam coğrafyasındaki mezhep kavgalarına da set çekmiş olacaksınız. Bu kararınızla da İslam ülkelerine liderlik yapma olanağına kavuşmuş olacaksınız. Devlet aklı bunu gerektirir. Bu geniş perspektif bakış açısı, küresel güçlerin hem ülkemizi hem de İslam coğrafyasını mezhepler üzerinden bölme ve parçalama politikasını da boşa çıkartmış olacaktır.

Sonuç olarak, Aleviler bu ülkenin kurucu ortaklarındandır. Alevilerin vatanseverliğini kimse sorgulayamaz ve sınava tabi tutamaz. Osmanlı devletini beylikten devlete, devletten de imparatorluğa taşıyan Yeniçeri Ocağının kurucusu ve bu orduda görev yapanlar da Bektaşilerdir. Bu ordunun başarılarında Alevi-Bektaşilerin katkısı inkar edilebilir mi? Savaşa giderken bile çalınan Mehter marşının bestecisi bir Bektaşi babasıdır. Bu marş dünya ordularında bir ilktir ve tüm dünyaya da örnek olmuştur.

Alevi-Bektaşiler Kurtuluş savaşına da malıyla canıyla destek vermiş bir toplumdur. Böyle bir toplum her nedense hala görmezlikten geliniyor. Hakları tam olarak verilmiyor. Artık ön yargıların yıkılma zamanı hala gelmedi mi?  

 Hamdullah Dedeoğlu

11.03.2025.

 

 

10 Mart 2025 Pazartesi

FETÖ ARTIKLARI VE ALEVİ DÜŞMANLIĞI

 

FETÖ ARTIKLARI VE ALEVİ DÜŞMANLIĞI

İktidarı destekleyen basın-yayın organlarındaki Fetö artıkları, bulundukları mevki ve makamlarda yeniden Alevi düşmanlığı üzerinden kendilerine alan açmak istiyorlar. Yeniden diyorum çünkü bu artıkların hocaları, 2007 ve 2008 yılında “Orduda Alevi cuntası var” yalanı ve iftiraları ile Kemalist ve Atatürk Milliyetçilerini hedefe koymuşlardı.

Ergenekon ve Balyoz adlı davalarla bunları tasfiye ederek yerlerine kendi adamlarını getirmişlerdi. Her iki davada kullandıkları argüman “Bunlar Alevi, orduyu ele geçirip, cunta kurmuşlar” iftirasıydı. Örneğin; Balyoz davasında yargılanan eski İstanbul 1. Ordu komutanı emekli orgeneral Çetin Doğan’a, Ergenekon davasında yargılanan gazeteci Tuncay Özkan’a “sen Alevi misin?” diye soru sormuşlardı. Her ikisi de Alevi bir aileden gelmiyordu. Verdikleri cevap doğal olarak “hayır” olmuştu. Aslında kumpasçılar da bunu biliyordu. Ama, amaç başkaydı. Amaç, Alevileri hedef göstererek, toplumun yüzde 60-70’ini meydana getiren Ehli-Sünnet mezhebine mensup kamuoyunun desteğini almaktı.

İşte bu Fetöcüler yine aynı şekilde yargıyı ele geçirmek için “Yargıda Alevi cuntası var” yalanı ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu değiştirerek kendilerine alan açmışlardı. Bu kampanyayı yürütürken de 1994-95 yıllarında Adalet bakanlığı yapmış olan Alevi bir aileden gelen Mehmet Moğultay’ın ismini kullanmışlardı.

Bu Fetöcülere göre, Alevi olmak bir suçtu. Bunlara göre Alevilerin devlette görev alması da doğru değildi. Zira, bunlara göre, Alevilik İslam dışıydı. Dolayısıyla devlette görev almaları sakıncalıydı. Yaptıkları cemaat toplantılarında bunu çekinmeden söylüyorlardı.

Son günlerde gerek yazılı gerek görsel yayın organlarında Suriye’deki Arap Alevilerinin hedefe konulduğuna şahit olmaktayız. Amaç, yine aynı Fetö taktikleri ile hedefe ulaşmaktır. Yani, Emperyalistlerin ve Siyonistlerin desteği ile iktidara getirilen eski El Kaide-İşid militanı Collani’ye alan açmak ve ona destek olmaktır. Çünkü; emperyalist efendilerinden aldıkları talimat gereği bunu yapmakla görevlendirilmişler. Bunu gerçekleştirmek için Türkiye’deki nüfusun çoğunluğunu oluşturan Ehli -Sünnet kesimin desteğini almak gerekiyor. Onun için Alevileri hedefe koyuyorlar. Nasıl ki; Mehmet Moğultay'ı  adalet bakanlığında“Alevi cuntası” kurmakla suçlamışlardı. Bu kez de Beşar Esad üzerinden tüm Nusayri-Arap Alevilerini hedefe koyuyorlar. Yapılan katliamlara da Esad'ın Aleviliğini kılıf yapıyorlar.  

Halbuki, Esad döneminin Şeyhülislam’ı, Genel Kurmay Başkanı, Başbakanı, hatta Beşar Esad’ın eşi Sünni Hanefi mezhebi mensubuydular. Beşar Esad’ı iktidarda tutan da Arap milliyetçisi olan BASS partisiydi. Partide her mezhepten üye olduğu gibi, Hristiyan dinine mensup Araplar da vardı. Ama, kumpasçılar için bu önemli değildi. Önemli olan Beşar Esad’ın Alevi olmasıydı. Amaç aslında Beşar Esad da değildi. Amaç, Esad üzerinden emperyalist efendilerinin talep ettiği yeni Ortadoğu projesine destek olmaktı. Yani, İsrail’in güvenliğinin sağlanması, petrol ve doğal gaz kaynaklarına emperyalistlerin doğrudan sahip olmasıydı.

Nitekim; Beşar Esad’ın başına gelenlerin aynısı Libya lideri Kaddafi ve Irak lideri Saddam Hüseyin’in başına gelmedi mi? Kaddafi ve Saddam Alevi miydi? Tabi ki değillerdi. Her üç liderin ortak özelliği Arap milliyetçisi olmaları, Filistin davasına destek vermeleri ve doğal kaynaklarının denetimini kendi ellerinde tutmak istemeleriydi. 

Bu işbirlikçiler, emperyalistlerin Kaddafi ve Saddam’a yaptıkları saldırılarda da aynı görevi üstlenmişlerdi. Binlerce insanın katledilmesine destek olmuşlardı. İşte bu Fetö artıkları ve onlara destek olanlar bu kez de Collani'ye destek olmak için çırpınıp durmaktadırlar. Zira emperyalistlerin Suriye'deki adamı Collani idi. 

Bunlar arkalarındaki emperyalist güçlere güvendikleri için pervasızca yazıp, konuşabilmektedirler. Hele bir tanesi var ki, tüm Nusayri -Arap Alevilerine çok affedersiniz “köpekler” diyerek hakaret edebilmektedir. Bu şahıs herhalde meydanı ya boş bulmuş ya da arkasındaki efendilerine çok güveniyor. Ancak bu arkadaş anlaşılan şimdiye kadar hep köpeksiz köyde değneksiz dolaşmış. Ama bir gün karşısına hiç sevmediği bir "sokak köpeği" çıkarsa ne cevap verecek merak ediyorum.

Bugün,  emperyalistlerin projelerinde görev alanlar, geçmişte de aynısını yapmışlardı. Ama başaramamışlar, efendileri ile birlikte yenilmişlerdi. Tarih yine tekerrür edecek. Ama biraz zaman gerekecek. Tarihi yazanların, haklılar ve mazlumlar olduğu bir kez daha görülecektir.

Hamdullah Dedeoğlu

10.03.2025.

8 Mart 2025 Cumartesi

HTŞ DEVRİMCİ Mİ, TERÖRİST Mİ?

 

HTŞ DEVRİMCİ Mİ, TERÖRİST Mİ?

İktidar yanlısı bazı basın yayın organları ve onların yazarları Hizbu Tahrir Şam örgütünün (HTŞ) Suriye’de iktidarı ele geçirmesini devrim olarak nitelemeye devam ediyorlar. Uluslararası alanda ve Türkiye’de terör örgütü olarak tanınan HTŞ ve onun içinde yer alan terörist gruplar sivil ve savunmasız Alevileri, Hristiyanları, kendi görüşü ve inancında olmayan halkı katletmeye devam ediyorlar.

Bu terör örgütlerinin katliamlarına karşı kendilerini ve akrabalarını savunanlar ise yine Türkiye’deki bu destekçileri tarafından “Esat artıkları” “İran ajanı” olmakla suçlanıyorlar. Katliam videolarını izlerken hiç mi vicdanınız sızlamadı? Katledilenlerin elinde hiç silah var mı? Çocuk, yaşlı, kadın, erkek demeden kalabalığın üzerine ateş edenleri hiç mi görmüyorsunuz? Suriye gözlemevinin raporlarını hiç mi okumuyorsunuz? Peki saldırıya uğrayan ve katledilenlerin akrabalarının kendilerini savunması meşru bir hak olmuyor mu? Aynı durumda siz olsaydınız ne yapardınız?

Bir insan olarak, HTŞ ve içindeki terörist grupların katliamlarına karşı çıkmaları gerekirken, “Mezhepçi” bakışlarıyla katliamları haklı göstermeye çalışıyorlar. Yazıklar olsun size!!!  Bir de bunu sözde “İslam” adına sahipleniyorsunuz. İslam’ın kutsal kitabı Kur’an’ı Kerim’in hangi ayetinde savunmasız insanları katletmek var? Selefilik, Vahabilik, Cihatçılık ne zaman İslam oldu?  Ne zaman ehli sünnet oldu? Yoksa, siz Hanefiliği bırakıp Vahabi mi oldunuz? Eğer siz de bu düşüncede ve inançtaysanız; İslam ve din karşıtısınız. Böyle olduğunuzu Kur’an’daki ayetlere dayanarak ispatlayabilirim. İşte sizi mahkum eden ayetler:

BAKARA SURESİ: 256. Ayet: “Dinde baskı ve zorlama yoktur”

ENAM SURESİ: 151. Ayet: “Haklı olmadıkça cana kıymayın. Allah bunu size haram etmiştir”

KALEM SURESİ: 52. Ayet: “Kur’an öğütten başka bir şey değildir.”

KAMER SURESİ: 22. Ayet: “Biz Kur’an’ı öğüt ve ibret için kolaylaştırdık.”

İSRA SURESİ: 33. Ayet: “Allah’ın saygıya layık kıldığı cana haklı bir sebep yokken Kıymayın.”

İSRA SURESİ 54. Ayet: “Ey Muhammed! Biz seni onların üstüne vekil göndermedik.”

YASİN SURESİ: 17. Ayet: “Bize düşen açık bir tebliğden başka bir şey değildir.”

Ey terörizme destek verenler! Kur’an’ı Kerim’de teröristlerin yaptığı eylemleri ve cinayetleri onaylayan bir ayet var mı? Eğer gerçekten Kur’an’daki bu ayetlere inancınız varsa, teröristlerin cinayetlerine ve katliamlarına neden karşı çıkmıyorsunuz?

Askerlerimizi şehit edip yakanlar, Ankara Tren garında, İstanbul Sultan Ahmet meydanında, Suruç’ta vatandaşlarımızı katledenler bunlar değil miydi? Bu teröristler ne zaman devrimci oldu?

Küresel güçlerin eğitip donattığı ve Siyonistlerin desteği ile iktidara gelenler ne zaman yerli ve milli oldu? Emperyalistlerin projelerinde görev alanlar ne zaman yerli ve milli oldu?

Suriye’de katledilen insanlarla aynı inançta ve akraba olan milyonlarca vatandaşımız bulunmaktadır. Siz sadece Suriye’deki barışın ve huzurun bozulmasına körük çekmiyorsunuz. Ülkemizin barış ve huzurunu da tehlikeye atıyorsunuz. Emperyalistlerin parçala-yönet ve hükmet projelerine alet olmayın. Aklınızı başınıza alın. Ülkemizin birliği ve dirliğinden yana olun. Kışkırtıcılık ve bölücülük yapmayın.

Hamdullah Dedeoğlu

08.03.2025.

6 Mart 2025 Perşembe

ALEVİLER ÜZERİNE OYUNU KİM OYNUYOR?

 

ALEVİLER ÜZERİNE OYUNU KİM OYNUYOR?

Yeni Şafak gazetesi yazarı Aydın Ünal, 30 Aralık 2024 günkü köşesinde “Aleviler, üzerlerine oynanan oyunun farkındalar mı?” Başlıklı bir makale yazdı. Başlığı gören ülkenin birliğini ve dirliğini koruyan bir yazı olmasını bekler. Oysa, makale tümden okunduğunda, Alevileri uyarmak yerine dolaylı tehdit, Kılıçdaroğlu üzerinden Alevileri Esad yanlısı olmakla suçlayan, İran’ın Anadolu Alevileri üzerinde bir oyun kurguladığı ile karşılaşmaktalar. Sayın Ünal’ın ilgili yazısındaki görüş ve yorumlarını tek tek ele alıp cevaplar vereceğiz.

1-“Sünni ve Aleviler, aralarındaki mesafeye rağmen bu topraklarda yüzyıllardır birbirlerine ilişmeden barış ve uyum içinde yaşıyorlar.”

Sayın Ünal, Sünni ve Alevi dediğiniz bu ülkenin kurucularıdır. Biz Aleviler, Sünni inancına mensup komşularımızla aramızda bir mesafe görmüyoruz. Bunu sanırım inanç anlamında kullanmışsınız. “Mesafe” kelimesinden, sizin Alevi İslam inancı konusunda yeterli bir bilgiye sahip olmadığınız anlaşılmaktadır. Zira, Aleviler de Hz. Muhammed’i peygamber, kutsal kitap olarak da Kur’an’ı Kerim’i kabul eder. Aleviler, Hz. Peygambere ve Ehli Beytine sonsuz bir sevgi ve saygı ile bağlıdırlar. Kısaca, İnanç bakımından Ehli-Sünnet mezheplerinden farkları yoktur. Ancak yorumlarda ve ritüeller de farklılıklar vardır. Her iki inanç grubu da birbirlerine saygı duyarlar ve dayanışma içinde yaşamaya devam ediyorlar. İlişme kelimesi de çok çirkin olmuş. Hiç yakışık almamış.

2-“Türkiye’de Sünniler çoğunluk olmanın sağladığı bir vakar içindedir.”

Sayın Ünal, Sünni bir aileden geldiğiniz için bunun kendinize bir üstünlük sağladığınıza inanıyorsunuz anlaşılan. Alevi bir aileden gelmiş olsaydınız, bunu nasıl değerlendirecektiniz merak ediyorum. Kendinizi Emevi ya da Abbasi halifesi olarak mı görüyorsunuz? Lütfedip bize yaşama hakkı verdiğiniz için çok teşekkür ederiz.

3-“Aleviler de bütün itirazlarına rağmen ve muhalefet yapılarına rağmen Türkiye’nin uyumlu vatandaşlarıdır.”

Sayın Ünal, Aleviler neden itiraz edip, neden muhalefet ediyorlar? Bunu acaba hiç düşündünüz mü? Sizin inancınız yasal olarak tanınmaz, haklarınız verilmez, baskı ve zulme uğrasaydınız ne yapardınız, merak ediyorum. Nedenini merak ediyorsanız, tarih boyunca Ehli-Beyt mensuplarının ve taraftarlarının yaşadıklarına bakarsanız, sanırım anlarsınız.

4-“Aralarındaki mesafe kapanmasa da kapanacak gibi görünmese de Sünni ve Aleviler kışkırtmalara boyun eğmezler, tuzağa düşmezler.”

Sayın Ünal, Aleviler hiçbir zaman başka bir inanç mensubuna zulüm ya da baskı yapmamışlardır. Dolayısıyla hiçbir zaman kışkırtmalara gelmemişlerdir. Gelmezler de. Hep mağdur olan, ezilen kesim Aleviler olmuştur. Ancak haksızlığa ve saldırılara da boyun eğmemişlerdir. Bunun en somut örneği de Kerbela katliamıdır. Zalime boyun eğmemişler, bir orduya karşı yetmiş iki kişi ile direnmeyi seçmişlerdir. Aleviler işte bu geleneğin temsilcileridir. Onurlarını ve inançlarını her şeyin üzerinde tutarlar.

5-“Esed ailesi, Suriye’yi 53 yıl boyunca azınlık Nusayri diktatörlüğü olarak yönettiler.”

Sayın Ünal, BAAS partisi hakkında ya bilginiz yok ya da bilinçli olarak Nusayri Aleviliğini ön plana çıkartmak istiyorsunuz. Anlamı “Diriliş” olan BAAS partisi Arap milliyetçiliğini esas alan, Sünni, Hristiyan ve Nusayri Araplar tarafından kurulan bir partidir. Uzun süre ülkeyi tek parti olarak yönettiler. Diyeceksiniz ki despot bir rejim kurmuşlardı. Evet doğru despot bir rejimdi. Hangi Arap ülkesinde demokrasi vardı söyler misiniz? Katar’da mı, Suudi Arabistan da mı, Kuveyt de mi?

Sayın Ünal, BAAS partisinin üst düzey yöneticilerinin büyük çoğunluğu Sünni-Hanefi mezhebine mensup Araplardan oluşuyordu. Bakanların, bürokrasinin, ordunun üst düzey yöneticilerinin çoğu yine Hanefi mezhebine mensuptu. Şeyhülislam’ı Sünni idi. Lütfen iyi araştırın ezbere yazmayınız. Bir devlet başkanı ile bir mezhebin diktatörlüğü kurulamaz ve uzun süre ayakta kalamaz. Zengin kesim de yine Sünni Araplardan oluşuyordu. Nusayrilerin büyük çoğunluğu kırsal kesimde, şehirlerdekiler ise, bizim eski gecekondu semtlerine benzer yerlerde yaşıyordu.

Sayın Ünal, eğer Suriye’de Nusayri diktatörlüğü olsaydı HAMAS liderlerinin Şam’da ne işi vardı?  Hamasın yöneticileri Nusayri miydi? Yine Filistin Kurtuluş Örgütünü meydana getiren direniş hareketlerinin yöneticileri Şam’da yıllarca kalmadılar mı? Filistin davasına başından bugüne kadar destek veren Suriye, Irak ve Libya değil miydi? Neden bu ülkeler hedef seçildi? Bu ülkelerin neden seçildiğini siz bilmiyor musunuz? Yıllarca ülke yönetiminde bulunanlarla birlikteydiniz. Bunu bildiğiniz kanısındayım.

6- “İktidar devlet aklıyla, CHP Kılıçdaroğlu ve Alevi ekibiyle Esed yanlısı politika izledi.”

Sayın Ünal, Mezhepçi bakış sizi kör etmiş. Bir kere, Kılıçdaroğlu partiyi Sayın Deniz Baykal’dan devraldı. Kendisi de Baykal döneminde grup başkan vekiliydi. CHP’de yöneticilere mezhep gözüyle bakılmaz. Zira ideolojisi buna müsaade etmez. Kaldık ki Kılıçdaroğlu’nun çekirdek kadrosunun çoğunluğunu da Alevi gelenekten gelmeyenlerden oluşmaktaydı. Şu andaki genel başkan Özgür özel de grup başkan vekiliydi. Sanırım siz biraz Alevilere karşı ön yargılısınız. “Devlet aklı” terimini de sanırım FETÖ’den transfer etmişsiniz. Zira bu deyimi en çok da onlar kullanıyordu.

CHP’nin Suriye’de izlediği politika da doğruydu. Nitekim bunun doğruluğu bugün de ispatlanmıştır. Emperyalistlerin kırk ülkeden getirip desteklediği teröristlerle Suriye yerle bir edildi. Bugünkü durum Esat dönemindekinden daha mı iyi oldu? Kötünün daha kötüsü oldu. İsrail Golon tepelerinin tamamını işgal ettiği gibi, Şam’ın kırk kilometre yakınına kadar geldi. Her gün Suriye’ye bomba yağdırmaktadır. Müdahale eden var mı? Filistin’e kararlı destek veren son ülke de ortadan kaldırıldı. İsrail, ABD ve yandaşları bölgenin tam hakimi oldu. Kim kazandı? Kim kaybetti? Lütfen, ön yargısız olarak bir düşünün, olayları ona göre değerlendirin.

7-“Anadolu Alevilerine bir tuzak kuruluyor. Aleviler üzerinden alçakça kanlı bir oyun kurgulanıyor. İran’ın Anadolu Alevileri üzerine düşen gölgesi, içerdeki ajanları, paralı ya da gönüllü uşakları eliyle tatsız bir sürece evriliyor. Allah korusun, hiç arzu etmediğimiz bir sıcak temasta kaybeden Türkiye olur, Milletimiz olur ama en fazla da Aleviler olur. Aleviler bu tuzağa düşmesin, bu oyuna gelmesin.”

Sayın Ünal, bu cümlelerde Alevi toplumuna dolaylı olarak bir tehdit var. Bir kere İran’ın Anadolu Alevilerinin üzerine gölgesi düşmez. İnanç bakımından birbirlerinden çok farklıdırlar. Aleviler, İran’daki dini rejime olumlu bakmazlar. Ancak sizin niyetinizin başka olduğu anlaşılmaktadır. Sizin, ABD ve Siyonist Netanyahu rejiminin İran’a yapmayı düşündüğü saldırılara destek vereceğiniz anlaşılmaktadır. Buna mezhepçi bakışla mı diyelim, yoksa Büyük Orta Doğu Projesinde yer kapma mı diyelim, ama sonuçta emperyalizme hizmet edecek bir yola doğru gideceğinizi göstermektedir.

Sayın Ünal, emperyalistler bölgeyi yeniden dizayn ediyorlar. Orta Doğu’da güçlü devletler istemiyorlar. Kanton devletçikler istiyorlar. Amaçları da bölgenin doğal kaynaklarının denetimini tamamen ele geçirmektir. Irak’ı, Libya’yı, Suriye’yi parçaladılar. Şimdi hedefte İran var. Ondan sonra da Türkiye var. Bunu görmüyor musunuz? Irak’ta, Libya’da ve Suriye’de yüz binlerce insan hayatını kaybetti. Yüz binlerce kadın Irak’ta tecavüze uğradı. Siz zalimin yanında mısınız, mağdurun yanında mı? İnsani duygular taşıyan herkes tabi ki saldırıya uğrayan İran halkının yanında olur. Aynen Irak’ta, Gazze’de olduğu gibi. Lütfen rejimle halkı birbirine karıştırmayın. Molla rejimi bugün var yarın yok. Ama katliam ve zulme uğrayacak olan İran halkıdır.

Sayın Ünal, yazınızdaki amacın Alevileri korumak ve uyarmak değil, tamamen korkutma ve tehdit olduğu görülmektedir. Sizin bu yazınızdan sonra sosyal medyada Alevileri düşmanlaştırmaya yönelik “Siyasal Alevicilik” kampanyasının başlatılmasının tesadüf olmadığı da dikkat çekmektedir. Aleviler bu ülkenin kurucularından ve asli unsurlarındandır. Gerek Osmanlı’nın gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna emek vermiş ve bu uğurda şehitler vermiş bir toplumdur. Büyük dedesi Yemen cephesinde şehit olmuş, akrabaları da kurtuluş mücadelesine destek vermiş bir aileden geliyorum. Dolayısıyla, kimse Alevilerin vatanseverliklerini sınava tabi tutamaz.  

Sayın Ünal, ileride tarih yazıldığında isminizin iyi anılmasını istiyorsanız, güçlünün, zalimin yanında değil, mağdurun, ezilenin, saldırıya uğrayanın yanında durun. Selamlarımla.

Hamdullah Dedeoğlu.

04.01.2025.

3 Mart 2025 Pazartesi

ALEVİLİK, SENKRETİK VE HETERODOKS BİR İNANÇ MI?

                                                                            hamdullahdedeoglu.blogspot.com

ALEVİLİK, SENKRETİK VE HETERODOKS BİR İNANÇ MI?

Alevilik, akademisyenlerin yazdığı kitap ve makalelerde hep “Senkretik” ve “Heterodoks” bir inanç olarak belirtilir. Öyle ki, bu tanımlama bazı Alevi yazarlar tarafından bile tekrarlanmaktadır. Hatta bazıları daha da ileri giderek Aleviliği “İslam dışı” olarak takdim etmektedirler. Bu görüşte olanlara daha önce cevap verdiğimiz için; bugünkü makalemizde egemen din anlayışı çerçevesinde yazılan tez ve makalelerde Aleviliği “Senkretik” ve “Heterodoks” bir inanç olarak tanımlayan açıklamları üzerinde duracağız.

Okuyucularımızın konuyu daha iyi anlayabilmeleri için, bu iki kelimenin anlamlarını açıklamamız gerekecektir. Önce Senkretizmle başlayalım:

Kelimenin asıl kökü Latince olup, dilimize Fransızcadan geçmiştir. Türkçe karşılığı “Birbirinden farklı olan doktrin veya dini inançları kaynaştıran ya da uzlaştıran öğreti.” anlamına gelmektedir.

Heterodoks kelimesi ise, Yunanca kökenli olup, “farklı” anlamına gelen “heteros” ve “öğreti” “düşünce” anlamındaki “Doxa” (Doksa) sözcüklerinden oluşmaktadır. Sözcükler birleştirildiğinde “Ana akımdan sapmış olan” anlamına gelmektedir. Yani akademisyenler, Aleviliği ana akımdan sapmış bir inanç olarak belirtmektedirler. Bu görüşe makalemizin devamında cevap vereceğiz.

Şimdi de ana akım ya da merkez akım olarak kabul edilen ve egemenlerin inancını temsil eden “Ortodoks” kelimesinin üzerinde bir tanımlama yapalım:

Yunanca “Orthos” sözcüğün karşılığı olan “doğru” ve “inanç” “öğreti” anlamına gelen “Doksa” (doxa”) kelimelerinden oluşmaktadır. Görüldüğü gibi, yönetimi elinde bulunduran egemen sınıf kendi inancını “doğru” olarak kabul ederken, dini farklı yorumlayan tabandaki halkın inancını “sapmış” yani, “Sapkın” olarak görmektedir.

Bu tanımlamalardan sonra makalemizin ana konusuna geçebiliriz.

“Senkretik” ve “Hetrodoks” kelimelerinin kökeninden de anlaşılacağı gibi bu tanımlamalar Hristiyanlıktan gelmektedir. Hristiyanlık dini, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği bir dindi. Bugünkü Filistin coğrafyasında ortaya çıkmış olup, Museviliği yozlaştıran ve dinin içini boşaltan Yahudi din adamlarına karşı, barış içinde bir arada yaşamayı, yetime, yoksula sosyal haklar verilmesini savunan ve insanların iyi ahlaklı olmasını tebliğ eden bir inançtı. Ancak Roma imparatorluğunun 4. Yüzyılın başlarında Hristiyanlığı devletin resmi dini olarak benimsemesinden sonra, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği din, amacından saptırılarak, saldırgan, işgalci ve köleliğe dayanan egemen sınıfın inancına dönüştürüldü. Bunda en büyük pay, daha önce Musevi-Yahudi bir haham-din adamı olan Pavlus’un (Paul) büyük payı vardı. Zira, Hz. İsa kendisini bir peygamber olarak tanıtırken, Pavlus, Hz. İsa’yı Romalıların Hristiyanlıktan önceki inancında en büyük tanrı olarak kabul edilen “ZEUS’un yerine koyarak, Hz. İsa’yı hem tanrı hem tanrının oğlu hem de kutsal ruh olarak benimsemesini getirmişti. Bu anlayış Roma İmparatorluğunu yöneten egemen sınıfın inancına ve çıkarına en uygun olanıydı. Bu inancın benimsenmesi ile Roma imparatorları kendilerini tanrının yeryüzündeki temsilcileri olarak kabul ettirdiler ve toplumları da buna inandırdılar. Buna inanmayanlara da “Heterodoks” yani “sapkın” dediler. Ne kadar benzerlikler var değil mi? Aynısını Emevi ve Abbasi Sultanları da yapmıştı. Onlar da kendilerini Allah’ın yer yüzündeki temsilcileri olarak görüyorlardı. Oysa bu Allah'a şirk koşmaktı. İslam'ın tevhid inancına aykırıydı. İşte, Ortodoks inancı dedikleri buydu. Egemen sınıflar, çıkarlarına göre uydurdukları din anlayışını "merkez" kabul ederken, gerçek dinin değerlerini savunanları “sapkınlık” anlamına gelen “Heterodoks” olmakla suçluyorlardı. Romalı egemen sınıfların resmi din adamları ile tarihçileri de bu din anlayışını hakim kılmak için var güçleriyle çalıştılar. Romalı yöneticiler, bu anlayışı hakim kılmak için gerek ideolojik yolla, gerek baskı yaparak, çoğu zaman da şiddet kullanarak egemenlikleri altında yaşayan halkları bu yöntemlerle denetim altına alıp, asimile ettiler.

Yukarıda Romalılar için söylediklerimizin aynısı, Emevi ve Abbasi Sultanları için de geçerlidir. Onlar da Romalı İmparatorları taklit ederek, kendilerini tanrının yeryüzündeki temsilcileri olarak kabul ettirdiler. İslam dininin içini boşaltarak kendi çıkarları doğrultusunda kullandılar. İslam dininde sadece tebliğ esas alınırken, onlar dini işgal, istila, yağma ve talanlarına maske olarak kullandılar. Oysa yaptıkları bu eylemler, Kur’an’a aykırıydı. Bu aykırılığa, ENAM suresinin 151. ve BAKARA Suresinin 256. Ayetini örnek olarak verebiliriz.

Yine aynı Roma imparatorlarının yaptıkları gibi, dini kendi amaçları doğrultusunda kullanmak için Abbasi Sultanları da peygamber efendimizin vefatından dört yüz yıl sonra kendilerine bağlı bir din ve mezhepler oluşturdular. Kendilerine destek veren “EHLİ-HADİS-EHLİ-SÜNNNET” adını verdikleri fırkaların dışında kalanları “Sapkın” olarak nitelendirdiler. Yani, Pavlus nasıl ki Hz. İsa'nın tebliğ ettiği dini başka bir dine dönüştürdüyse, Emevi ve Abbasi Sultanlarının  besleyip desteklediği sarayın sözde din adamları da aynı görevi yaptılar.

İslam dinini kurmuş oldukları devletlerin resmi inancı yapan yönetici sınıflar, gerçek dinin amacını gizlemişler ve dinin özünü savunanları “Sapkın” “Zındık” ve “Mülhid” olmakla suçladılar. Bunlara karşı şiddet uyguladılar, katliamlar yaptılar. İşte Alevilik de bunlardan biriydi. Alevi İslam anlayışı barışı, adaleti, sevgiyi, iyi ahlaklı bir toplum inşa etmeyi savunurken, resmi din anlayışın savunucuları egemenlerin çıkarları doğrultusunda kalemleri ile bunlara destek verdiler. Anlamı "Barış" olan İslam dinini işgal, yağma ve talana maske yaptılar. İşte, egemenlerin bu din anlayışına karşı çıkan Alevi İslam'ı  bunun için “Senkretik” ve “Heterodoks” olmakla itham etmektedirler. Bu kalem oynatıcıları aslında her şeyi bilmektedirler. Ancak kendileri de egemenlerin elinde tuttukları pastadan nemalandıkları için onlara destek vermeye ve kalem oynatmaya dün olduğu gibi, bugün de devam etmektedirler. Bunlar kendilerini  “aydın” “ilahiyatçı” olarak göstermektedirler. Maalesef bunların büyük çoğunluğu bu görevi bilerek yapmaktadır. Bir kısmı da farkında olmadan bu anlayışa destek vermektedir. Bunların dışında kalan ve sayıları iki elin parmak sayısını bile geçmeyen aydın ve ilahiyatçı ise, gerçekleri halka anlatmak için kıt imkanları ile bunlara cevap vermektedirler. İşte gerçek “aydın" ve gerçek “ilahiyatçı” da bu azınlıkta olanlardır. Tarih, bu cesur ve dürüst aydınları her zaman minnet ve şükranla anacaktır. Onlar, gerçek inananların kalbinde her zaman yaşamaya devam edeceklerdir.

Sonuç olarak, hiçbir din ve inanç bir günde oluşmamıştır. Kendisinden önceki inançlardan, kültürlerden, gelenek ve göreneklerden beslenerek bir sentez oluşturmuşlardır. Bu nedenle bir inancı “Merkez” sayarken başka bir dini ya da mezhebi “Sapkın” olmakla itham etmek doğru değildir. Bu bir orta çağ düşüncesidir. Dördüncü yüz yılda farklı bir inanç için tanımlanan bir sözcüğü yirmi birinci yüzyılda tekrar etmek, o tarihte donup kalmaktır. Kendisini akademisyen olarak görenlere, dinler tarihine bu gözle bakmalarını öneriyorum.  

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

18.08.2024.

ETNİK MİLLİYETÇİLİK VE SOL


ETNİK MİLLİYETÇİLİK VE SOL

Etnik milliyetçilik nedir ? Etnik milliyetçiliği savunmak sol ideoloji ile bağdaşır mı ? Kürt millyetçiliği sol bir hareket midir? Bu makalemizde bunları tartışacağız.

Etnik, kelime anlamı ile azınlıkta olan, bir bölgede veya bir ülkede çoğunluk sağlayamayan toplumlar için kullanılır. Bu farklı dini bir grup, farklı bir ırk ve farklı bir dil konuşanlar için de kullanılabilir. Bizim konumuz Türkiye’de farklı bir dil konuşan Kürt halkıdır. Bugün onların hakları için mücadele ettiğini iddia eden örgütün ideolojisinin sol düşünce ile ilişkisi var mı ? Zira, sol’un bir kesimi PKK’yı öyle görmektedir. Bir örgütün söylemleri öyle olabilir, ancak yaptığı eylemler ve pratikteki uygulamaları o düşünceyle uyumlu mu, değil mi belirleyici olan budur. O halde, PKK’nın kuruluşunu ve eylemlerini incelersek, bu soruya cevap vermiş olacağız.

PKK’nın bugünkü yöneticilerinin çoğu 1980 öncesi, sol örgütlerin içinde yer alıyordu. Örgütü kuranlar başta Aptullah Öcalan olmak üzere, o dönemde “Devrimci Gençlik”  dergisini çıkaran grubun siyasi görüşlerini savunuyordu. Aptullah Öcalan, Ankara Yüksek Öğrenim Derneğinin (AYÖD) yönetim kuruluna bu grubun listesinde seçilerek girmişti. Bu grup, daha sonra haftalık “ Devrimci Yol” adlı bir dergiyi çıkardı. Savunduğu görüşler, Mahir Çayan’ın kurmuş olduğu Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi doğrultusundaydı. Aptullah Öcalan ve arkadaşları, 1978’de bu gruptan ayrılarak Türkçe adı Kürdistan İşçi Partisi olan, PKK’yı (Partiya Karkeriya Kürdüstan) kurdular.

PKK’NIN 1980 ÖNCESİ EYLEMLERİ

Ayrılma nedenleri, azınlık bir halk olan Kürtlerin ayrı örgütlenmesi gerekçesine dayanıyordu. Bu örgüt örgütlenme alanı olarak kendisine doğu ve güney doğu Anadolu bölgesini seçmişti. Bölgeye yerleşmeleri ile, diğer sol gruplara karşı şiddet eylemlerine başlamaları bir oldu. Kendi dışındaki grupların bölgede örgütlenmelerine izin vermiyorlardı. Saldırı eylemlerini silahla yapıyorlardı. Bu saldırılarda çok sayıda SOLCU-İLERİCİ-DEVRİMCİ genci katlettiler. Diğer gruplara örgütlenme ve yaşama hakkı tanımıyorlardı. Dönemin güvenlik ve istihbarat örgütlerini yönetenler bu saldırı ve çatışmaları ellerini ovuşturarak izliyordu. Hatta, el altından PKK’nın saldırılarına göz yumuyorlardı. "Sol" grupların birbirleriyle çatışmasından fayda görüyorlardı. PKK’nın bu bölgelerde çatışmadığı grup kalmamıştı. Karşısında kim varsa ona saldırıyorlardı.

PKK’nın eylemleri 1980’e kadar devam etti. 1980 askeri darbesinde, sol örgütlerin üst düzey yöneticileri tutuklanıp, ceza evlerine atıldı. Yine, tuhaf bir şekilde PKK yöneticilerinin çoğu yurt dışına kaçmıştı. Daha sonra da, Suriye devletinin istihbarat örgütü olan EL Muhaberat'ın koruması altında Lübnan’ın Beka vadisinde örgüt çalışmalarına devam ettiler. Bundan sonrası ayrı yazıların konusu oraya girmeyeceğiz.

PKK VE MOLLA MUSTAFA BARZANİ

Adı İşçi Partisi olan örgüt, İşçilerin hiç bir sorunu ile ilgilenmiyordu. Tam tersine, bölgede hakim olan ağa ve derebeylerinden bazılarının desteğini alarak, diğerlerine karşı silahlı eylemler yapıyordu. Bölgedeki işçilerin sendika ve sosyal haklarını savunmak yerine, etnik milliyetçiliğe dayanan propaganda yapıyordu. Yani ideolojisi “ Kürt milliyetçiliği” olmuştu. “Marksist” ideoloji gitmiş, milliyetçi söylemler öne çıkmıştı. PKK, aslında geçmişteki etnik Kürt milliyetçiliğinin mirasını devralmıştı. Hakkında övgüler dizdikleri ve anma toplantıları yaptıkları, ŞEYH SAİD de 1925’de, genç cumhuriyete karşı etnik milliyetçilik temelinde ayaklanmış ve o dönemin en büyük emperyalist gücü olan İngiltere’nin desteğini almıştı. Aynı benzeri ayaklanmaları Irak'ta örgütleyen Mesut Barzani’nin babsası Molla Mustafa Barzani de Irak hükümetine karşı, ABD ve onun işbirlikçisi olan İran şahı Rıza Pehlevi’nin desteğini almıştı. Aynı eylemler ve aynı destekçiler  bugün de sahnedeki yerini almış görünüyorlar. Emperyalistler, çıkarları için bölgeyi kaosa ve iç çatışmalara götürmeye devam ediyorlar. Çıkarları değiştiğinde veya amaçlarına ulaştıklarında, bölge kan gölüne dönmüş olacak ve iç çatışmaların sonu gelmeyecektir. Zira, emperyalistler uzun vadeli politikalar belirleyerek hedeflerine ulaşmak isterler.

Emperyalistlerin bölgeyle ilgili politikalarından en fazla mağduriyeti Kürt halkı yaşayacaktır. Zira, bölgenin dört ülkesi, Türkiye, İran, Suriye ve Irak, kendilerinin bölünmesine asla izin vermezler. Toprak bütünlüklerini korumak için de savaşmaktan vazgeçmeyeceklerdir. Bu da, Kürt halkının menfaatine olmaz. Başta Kürt halkı olmak üzere, bölge halkının çıkarı ortak menfaatler temelinde birleşmekten geçiyor. Emperyalist politikalara karşı en doğru yol budur.

Sonuç olarak, etnik milliyetçilik dışarıdan büyük bir gücün desteğini almadan devlet kuramaz ve yaşayamaz. Nitekim bugün dünyanın en büyük emperyalist gücünü arkasına alan PYD-PKK, onlarin bölgedeki taşeronluğunu yapmaktadır. Bu nedenle, emperyalizmle işbirliği içinde olan etnik milliyetçiliği sol’la ilişkilendirmek dayanaksızdır. Gerçekçi de değildir. Zira, sol düşünce anti-eperyalisttir ve emperyalizmle işbirliğini reddeder.  Emperyalizmin kara gücü olmaz. Beş yüz dolar maaşla onlara askerlik yapmaz. Onların planlarında yer almaz. Ayrıca,  gerçek sol ideolojiyi benimseyenler emperyalistlerin bağımsızlık, özgürlük getirmeyeceğini de bilir. PKK’yı hala sol içinde görenlere bunu yeniden düşünmelerini öneriyorum. Eski görüşlerinde ısrar etmeye devam ederlerse, sol düşünceyle bağları kalmaz, emperyalizmin işbirlikçisi konumundan kurtulamayacakları bir sonla karşılaşmaları kaçınılmaz olacaktır.

Saygılarımla.
Hamdullah DEDEOĞLU
05.10.2017

Hz. ALİ ŞERİATÇI MIYDI?

hamdullahdedeoglu.blogspot.com

 Hz. ALİ ŞERİATÇI MIYDI?

Alevi inancından Hz. Ali’yi çıkartıp, “Ali’siz Alevilik” anlayışını hakim kılmak isteyenlerin  tabandaki insanları etkilemek için en çok kullandıkları argümanlardan birisi “Hz. Ali şeriatçıydı. O halde, Aleviler şeriatçı olan Hz. Ali’yi neden benimsesinler. Üstelik Ali çok sayıda insan da öldürmüştü. Böyle birisini Aleviler neden savunsun?”

İlk başta temelsiz ve basit gibi görünen bu argümanlar maalesef bir kısım Alevi kitlesinde etkili olmaktadır. Zira, bu iddiaların altında sinsi bir amaç güdülmektedir. Bu tezleri ileri sürenler, Alevi kitlesinin Selefi-Vahabilerin bugün için savunduğu 7. Yüzyıldaki şeriat hükümlerine karşı olduklarını, dolayısıyla inançları nedeniyle insanlara şiddet uygulanmasını onaylamadıklarını çok iyi bilmektedirler. Bunu bildikleri için, Hz. Ali'yi Vahabilikle eşitleyip, insanlarda korku yaratarak kendilerine bir taban oluşturmak istemektedirler. Peki bunların savundukları tezlerin dayanağı var mı? Bu makalemizde bunu ele alıp cevaplar vereceğiz.

Bu Ali’siz Alevilerin, Hz. Ali hakkında söyledikleri iddialar doğrudur. Yani, Hz. Ali hem şeriatçıydı hem de çok sayıda insan öldürmüştü. Peki, Hz. Ali hakkındaki bu iddiaların doğru olması onları haklı kılar mı? Elbette ki haklı kılmaz. Zira, bu tezleri ileri sürenler 7. Yüzyıldaki şeriat hükümlerine 21. Yüzyıl gözüyle bakmaktadırlar. Yani, 7. Yüzyılda hakim olan köleci toplum sistemine bin dört yüz yıl sonraki insanoğlunun eriştiği ve sahip olduğu hukuk anlayışı ile bakmaktadırlar. Üstelik bunlar kendilerine “Marksist” demektedirler. Bu sözde Marksistlerin, Karl Marks’ın savunduğu Tarihsel Materyalizm’den de bi haber oldukları anlaşılmaktadır. Yani tarihsel olayları ve hükümleri zamana ve şartlara göre değerlendirmek gerektiğini ya bilmiyorlar ya da bilinçli olarak savunmaktadırlar. Bunu savunanlar insanoğlunun bugünkü yaşama bir gecede ulaştıklarını zannetmektedirler. Yani insanoğlunun ilkel komünal toplumdan, bugünkü seviyeye nasıl geldiğini de anlaşılan ya hiç okumamışlar ya da okumuşlar ama kavrayamamışlar. Bunlara Karl Marks’ı bir kez daha okumalarını öneriyorum. Zira bunların mantığı ile gidersek, insanoğlunun gelişimini ve değişimini gerçekleştiren bütün devrimleri, reformları da reddetmek gerekecektir. Örneğin Feodalizmi yıkan Fransız burjuva devrimini de reddetmemiz gerekecektir. Zira Hz. Muhammed de Arabistan yarım adasında dinde bir reformla birlikte tefeci,-bezirgan oligarşinin ekonomik sistemini yıkmış, önceki düzene göre daha ileri bir sistem ve medeniyet kurmuştur.  Yani, Hz. Muhammed bir devrim yapmıştır. Ancak diyalektik ve tarihsel materyalizmi bilmeyen bu sözde “Marksist”ler bunu da anlayamazlar.

Hz. Ali’nin şeriatçı ve adam öldürmesine gelince; yukarıda kısaca belirttiğimiz gibi, Hz. Muhammed hem dinde reform yapmak hem de ekonomik sistemde yeni bir düzen getirmek istemiştir. İşte Mekke’deki tefeci-bezirgan sınıfı çıkarlarını korumak için, yenilik getirmek isteyenlere karşı baskı, şiddet ve katliamlara varan uygulamalar içine girmişlerdi. Hz. Muhammed’in yanında yer alan Hz. Ali kendilerine savaş açanlara karşı, meşru savunma temelinde adam öldürmüştür. Ne yapsaydı, kendilerini öldürmek için gelenlere boynunu mu uzatsaydı? Hz. Ali hakkında bu iddiada bulunanlar maalesef dinler tarihini, özel de İslam tarihinden de bi haber oldukları anlaşılmaktadır. Bunlar İslam tarihine  (Avrupacı oldukları için) Avrupalı oryantalistlerin yazdıkları ve söyledikleri çerçevede bakmaktadırlar.

Hz. Muhammed eski ekonomik düzeni yıkarken buna uygun şeriat, yani hukuki hükümler de getirmiştir. Buna “İslam Şeriat”ı deniliyordu. Hz. Ali tabi ki İslam şeriatını savunuyordu. Bu arkadaşlar şeriatın hukuk anlamına geldiğini de bilmemektedirler. Aynen 7. Yüzyıldaki hukuk sistemini 21. Yüzyıla uygulamak isteyenler gibi bunlar da o tarihte donup kalmışlar. Yirmi birinci yüzyıla bir türlü gelemiyorlar. Hz. Ali’nin savunduğu şeriat hükümleri yedinci yüzyıla göre, yani bir önceki hukuk sistemine göre çok çok ilerdeydi. O günkü hukuk sistemini bugün için savunmak ve uygulamak nasıl ki gericilik sayılıyorsa, o hükümleri bugünkü hukuk normlarına göre ele alıp yargılamak da aynı sonuca götürür.

Son olarak Ali’siz Aleviliği savunanlara birkaç söz söylemek istiyorum. Bu tezleri savunanların 1980’den sonra Avrupa’ya iltica edenler olduğunu biliyoruz. Bunlara kısaca şöyle hitap etmek istiyorum:

Ülkemizdeki demokratik hakların verilmesi için mücadele etmek yerine, bireysel çıkarlarınız için Avrupa ülkelerine sığındınız. Yani işin kolayını seçerek, kendinizi kurtardınız. Avrupa’da hiçbir emek sarf etmeden hazır kazanılmış hakları sonuna kadar kullanıyorsunuz. Orada “Solcu” olmak nasıl olsa çok kolay oluyor. Arkanıza Avrupa Birliğini de alıp ahkam kesiyorsunuz. Öyle kendinize çok güveniyorsanız gelin burada devrimcilik-ilericilik yapın.

Ayrıca Alevi kitlesinin içine nifak sokarak bölücülük de yapmayın. Aleviler yüzyıllardır savundukları inançlar nedenyle, canıyla, kanıyla bedeller ödedi. Eğer bu insanların mücadelesine ve geçmişlerine biraz da olsa saygı duyuyorsanız, bu bölücü faaliyetlerinizden vazgeçin. Zira sizin savunduğunuz tezlerin hiçbir dayanağı olmadığı gibi Alevi kitlesine bir yararı da yoktur. Bunun tamamen emperyal bir proje olduğunu görmek için kahin olmaya da gerek yoktur. Aslınıza dönmenizi öneriyorum.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

08.10.2024.

DİNİ KENDİLERİNE KALKAN YAPANLAR

 

DİNİ KENDİLERİNE KALKAN YAPANLAR

Son günlerde Beşar Esad’ın ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun inancı üzerinden Alevileri düşmanlaştırmaya yönelik kampanyanın hız kazandığını gözlemlemekteyiz. Bunların bir kısmına daha önceki makalelerimizde cevap vermiştik. Bu kampanyaya en son Ak Parti genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı görülmektedir. Erdoğan’ın daha önce Alevilere yönelik sözleri de bulunmaktadır. Sadece Kılıçdaroğlu’nu değil, HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ı da “ateist” ve “Zerdüşt” olmakla suçlamıştı. Başkasının inancını küçümsemek ve kendi inancının üstün olduğu konusunda sayın Erdoğan’ın bilinç altında bir anlayışın hakim olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlayış nereden kaynaklanıyor? Bugünkü makalemizde buna cevap vereceğiz.

Bu anlayışın kökleri maalesef çok eskilere dayanmaktadır. Dinler ve inançlar tarih boyunca iktidarlar, politikacılar tarafından sürekli istismar edilmiştir. Zira iktidarlar yönettikleri ülkelerin sorunlarını çözmek yerine, toplumu kutuplaştırarak, ayrıştırarak saltanatlarının devamını sağlamışlardır. Roma İmparatorları, Pers Kralları, Emevi ve Abbasi Sultanları bunu hep yapmışlardır.

Ancak, Erdoğan ve konuşmalarının sözlerini yazanların Abbasi Halifesinin bin yıl önce “dört mezhep haktır, diğerleri din dışıdır” kararını kendilerine referans aldıkları anlaşılmaktadır. Ve bu kararın bilinç altlarına kutsal bir metin olarak yerleştiği görülmektedir.

Sayın yazarlar, “dört mezhep haktır, diğerleri din dışıdır” şeklinde Kur’an’da bir ayet var mı? Yoksa, siz kendinizi Abbasi Halifesi Kadir Billah olarak mı görüyorsunuz? Abbasi halifesi siyasi iktidarının devamını sağlamak için bu kararı almıştı. Siz, Abbasi halifesini mi örnek alıyorsunuz? Ancak burası Abbasi Halifesinin ülkesi değil, burası Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan laik Türkiye Cumhuriyetidir. Bin yıl sonra Abbasi Halifesinin kararlarının geçerli olduğunu savunmak ve buna sığınmak, toplumu bin yıl geriye götürmekle eşdeğerdir. Yaşam düzeyiniz yirmi birinci yüzyıl olacak, ama din anlayışınız on birinci yüzyıl olacak? Böyle bir şey eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu söylemlerinizden vaz geçin. Siz asli görevinizi yapın. Enflasyonu düşürün, işsizliğe çözüm arayın. Ülke yönetimine hak ve adaleti getirin. Vatandaşın inancından size ne? Yüce yaradan isteseydi bütün insanları sizin inancınızda yaratamaz mıydı?   

Erdoğan’ın danışmanlarının Abbasilerden bir önceki hanedanlık olan Emeviler’in tarihini de iyi çalıştıkları görülmektedir. Zira, Muaviye’de Bizanslı danışmanları aracılığı ile iktidarını korumak için her yolu mübah gören bir anlayışı hakim kılmıştı. Örneğin; mescitlerde Hz. Ali’nin inancının İslam dışı olduğunu ve Hz. Osman’ın katledilmesine destek verdiğini iddia ederek, hutbelerde hakaretlere varan vaazlar verdiriyordu. Hz. Ali ve taraftarlarını toplumun nezdinde düşmanlaştırmak için her türlü yalana ve hileye baş vuruyordu. Muaviye bu politikalarının sayesinde yirmi yıla yakın iktidarda kaldı. Arkasından gelen oğulları ve halefleri aynı politikaları devam ettirdiler.

Sayın Erdoğan’a ve konuşma metinlerini yazanlara ayrıca şu soruyu sormamız da gerekiyor: İslam dininde insanların inancına müdahale, hakaret, küçük görme, düşmanlaştırma var mı? Yoksa siz de aynen Emevi ve Abbasi Sultanları gibi kendinizi Allah’ın yeryüzündeki temsilcileri olarak mı görüyorsunuz? Bu anlayış da İslam’a aykırıdır ve Allah’a şirk koşmaktır. Sizin bu anlayışınıza Kur’an’daki ayetlerle cevap verelim. Zira sizin bu ayetlerin anlamını da kavramaktan uzak olduğunuz görülmektedir.

GAŞİYE SURESİ: 21. ve 22. Ayetler: “Ey Muhammed! Artık sen onlara öğüt ver. Şüphe yok ki, sen ancak bir öğüt vericisin. Sen onların üzerinde bir bekçi veya gözetleyici değilsin.”

İSRA SURESİ: 54. Ayet: “ …Ey Muhammed! Biz seni onların üstüne vekil göndermedik.”  

Ayetlerden de görüleceği gibi yüce yaradan vekillik görevini Hz. Peygambere bile vermemiştir. O halde insanların dinini, inancını, mezhebini dışlayan ve küçümseyenler bu yetkiyi nereden almaktadırlar? Siz haşa Allah’ın vekili misiniz ki insanların inancına müdahale edip, aleyhinde konuşuyorsunuz. Bu, Şirk değil mi?  Sonra siz ne hakla, Sayın Kılıçdaroğlu’nun inancını sorguluyorsunuz. Kemal Beyin soyu İslam’ı tebliğ eden Hz. Muhammed’in torunlarına dayanmaktadır. Kendisi alçak gönüllü olduğu için bunu pek gündeme getirmek istememiştir. Dedesi, Akşehir’de türbesi bulunan Ehli-Beyt mensubu Seyyid Mahmut Hayrani hazretlerinin torunlarındandır. İnsanlara dini tebliğ eden bu aile mensuplarına İslam’ı siz mi öğreteceksiniz?

Başkasının inancına müdahale eden, kişisel menfaatleri için insanların inancını istismar edenler İslam’ı özümseyemeyenlerdir. Zira, İslam inancında en büyük günah kul hakkı yemektir. İslam’ın bu temel ilkesini bilmeyenler, ancak cahil bırakılan saf insanlarımızı aldatabilirler. Haşa Allah’ı da aldatabilecekler mi?

Ortadoğu coğrafyasının ateşten bir çembere döndüğü bu dönemde insanlarımızı inanç ve etnik kimlik temelinde ayrıştırmak ve bölmek kime hizmet edecektir? Bu politikaların emperyalistlerin ve Siyonistlerin bir paradigması olduğunu hala anlamadınız mı? Eğer anladıysanız bu ayrıştırma ve kışkırtmalara neden devam ediyorsunuz? Anlamadıysanız sizi bir kez daha uyarmış olalım. Ülkemizin menfaatleri birlik ve dirliği gerektiriyor. Bu ülke bize binlerce şehit ve gazinin bir emanetidir. Lütfen hep birlikte bu emanete sahip çıkalım.

Hamdullah Dedeoğlu

12.01.2025.

 

 

 

 

2 Mart 2025 Pazar

19. YÜZYILDA SİNEMİLLİ AŞİRETİNE BAĞLI OBA VE CEMAATLER

 





19. YÜZYILDA SİNEMİLLİ AŞİRETİNE BAĞLI OBA VE CEMAATLER

Önemli Alevi aşiretlerinden biri olan Sinemilli Aşiretinin 19. Yüzyıldaki kayıtlarına Kahraman Maraş Sütçü İmam Üniversitesi öğretim üyelerinden Mahmut Ulubaş’ın doktora tezinde ulaştık. Nüfus defterleri esas alınarak hazırlanan doktora tezinde 19. Yüzyılda Maraş sancağında iskan edilen aşiretlerle ilgili detaylı bilgiler verilmektedir. Mahmut Hocamıza bu çalışmasından dolayı çok teşekkür ederiz.

İlgili doktora tezinde Kılıçlı, Atmalı, Tacirli, Cerid, Çakallı, Reyhanlı, Bektaşlı, Anamaslı gibi büyük aşiretler hakkında detaylı bilgiler verilmektedir. Konuya ilgi duyan arkadaşların Mahmut Hocamızın doktora tezini incelemelerini öneriyorum.

Mahmut hocanın 2016 yılında kaleme aldığı “MARAŞ VE ÇEVRESİNDE AŞİRETLER” (1774-1865) isimli doktora tezinde Sinemilli aşireti ve bağlı obalar hakkındaki bilgileri şöyle:

Yukarıdaki llk tabloda, Sinemilli aşiretine bağlı oba ve cemaatlerin hane sayısı, erkek nüfusları ve yaş grupları verilmektedir. Aynı tabloda oba ve cemaatlerin isimleri de yer almaktadır. Tablodaki bilgilere göre, 1850-1851 yılındaki sayımda Sinemilli aşiretine bağlı oba ve oymaklarda 713 hane bulunmaktadır. Bu hanelerde iki bin dokuz yüz on erkek nüfus yer almaktadır. Bu nüfusa aynı sayıda kadın nüfusun da eklenmesi gerekmektedir. Zira nüfus sayımlarında sadece erkek nüfus sayılıyordu. 

Cevdet Türkay’ın “Başbakanlık Arşiv Bilgilerine Göre, Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler” isimli eserde yukarıda ismi geçen Sinemilli aşiretini oluşturan oba ve cemaatler hakkında şu bilgiler verilmektedir:

SİNEMİLLÜ: "Yörükan Taifesindendir." (Sayfa, 575)

CİMİKANLI: “Türkman Taifesindendir.  Cimikanlı Cemaati, Merdisi aşiretindendir.” (Sayfa, 237)

KASKANLI: “Haymenişin (Çadırda yaşayan) Konar-Göçer Türkman Ekradı (Türkmen Kürdü)Taifesindendir." (Sayfa, 424)

HAYDARANLU-HAYDARLU: “Türkman Yörükanı taifesindendir." (Sayfa, 353)

SULTANLI: “Konar-Göçer Taifesindendir."  (Sayfa, 582)

ÖMERLER UŞAĞI: “Yörükan Taifesindendir." (Sayfa, 529)

MAKSUDLAR: “Türkman Ekradı (Türkmen Kürdü) Taifesindendir. Maksudlar, Bozulus Türkman Aşiretindendir.” (Sayfa, 490)

ALİBEYLİ: “Türkman Yörükanı Taifesindendir. Mamalu Aşiretine tabidir.” (Sayfa, 171)

AVANLAR: “Türkman Taifesindendir.” (Sayfa, 182)

ZEYNEB UŞAĞI: “Yörükan Taifesindendir.” (Sayfa, 670)

TEVEKKELİ: “Yörükan Taifesindendir.” (Sayfa, 614)

ARALIK OBASI: “Türkman Taifesindendir.” (Sayfa, 178)

HEVDİKANLI (Herdikanlı olması lazım): “Ekrad (Kürt)Taifesindendir.” (Sayfa, 356)

ÇAĞRAŞANLU: (Çağırganlu olması lazım) “Konar-Göçer Türkman Taifesindendir.” (Sayfa, 243)

Cemaat ve obalar hakkında iki noktayı aydınlatmamız gerekmektedir. Birincisi, Hevdikan Cemaati ile ilgili olanıdır. Hevdikan cemaatinin Herdikanlı olması gerekir. Zira, Sinemilli Aşireti Harput sancağından Maraş’a göç etmişti. Herdikanlı da Harput sancağının en büyük aşiretlerden biriydi. Sanırım memur yazarken Arap alfabesinde (vav) ve (re) harflerinin benzer olmasından dolayı yanlış yazmış olmalıdır. Aşiretin ismi ise, Harput Sancağına bağlı Keban bölgesinde bulunan “Musa Herdi” zaviyesinden gelmektedir. (Musa Herdi zaviyesi bazı belgelerde "Musa Hervi" olarak da geçmektedir.)

Mahmut Hoca da doktora tezinde, Sinemilli Aşiretinin Harput’tan geldiğini ifade etmektedir. İlgili bölüm aynen şöyledir:


Çağraşanlu ismi de yine aynı şekilde yanlış telaffuzdan geldiği anlaşılmaktadır. Zira daha önce Çağraşanlu ismi ile bir aşiretin kaydı bulunmamaktadır. Ancak Maraş bölgesinin en büyük aşiretlerinden biri Çağırganlu ismini taşıyordu. Tahminimize göre, Çağraşanlu aşireti de bu aşiretten ayrılmış olan bir oymaktı.

Yukarıdaki kayıtlardan Sinemilli Aşiretini meydana getiren oba-oymaklar içinde hem Türkmen hem de Kürt kökenli cemaatlerin bulunduğu görülmektedir. Bu durum o dönem için olağan bir uygulamaydı. Zira etnik kimliğin pek önemi yoktu. Aynı yaylak ve kışlakları paylaşan obalar en büyük aşiretin himayesine girmeyi daha uygun buluyorlardı. Bunda güvenlik ve saldırılardan korunmanın etkisi büyüktü. Nitekim Maraş Sancağında Sinemilli Aşireti içinde olan bazı oba ve oymakların daha önce başka aşiretlere bağlı olduğu görülmektedir. Bu da yukarıda belirttiğimiz güvenlik endişesini doğrulamaktadır.

İsmini Alevi bir ocaktan alan Sinemilli Aşireti ile ilgili elde ettiğimiz bilgileri aktarmaya devam edeceğiz.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

02.03.2025.

EKLER:

Sinemilli Aşiretinin hububat ekim miktari ve 1846 yılındaki nüfusu



Popular