3 Eylül 2024 Salı

PROF. DR. SAYIN HARUN YILDIZ’IN “ANADOLU ALEVİLİĞİ” MAKALESİNE CEVABI

 PROF. DR. SAYIN HARUN YILDIZ’IN “ANADOLU ALEVİLİĞİ” MAKALESİNE CEVABI

            Akademisyenlerin “Anadolu Aleviliği” üzerine yazdıkları makale ve tezlerle ilgili olarak 24.08.2024 tarihinde bir makale yayınlamıştım. Bu makalelere örnek olarak sayın Prof. Dr. Harun Yıldız’ın “ANADOLU ALEVİLİĞİ, Amasya Yöresi Bağlamında Bir inceleme” isimli doktora tezindeki düşünceleri ele almıştım. Ankara Okulu tarafından yayınlanan kitabı okuduktan sonra, kitapta katılmadığım görüşleri ele alan makaleyi bilgi amaçlı olarak elektronik posta ile sayın Harun yıldız hocama da göndermiştim. Kendisinden gelen cevabı gazetecilik mesleği ilkeleri gereğince yayınlamak istediğimi ilettim. Sayın Yıldız da bunu kabul ettiler.  Harun hocamın cevabını aşağıda bilgilerinize aynen sunuyorum.

 Merhabalar Hamdullah Bey,

            Öncelikle göstermiş olduğunuz ilgiden dolayı teşekkür ediyorum. Cevabım biraz gecikti, zira yıllık izinde olduğum için şehir dışındaydım. Bugün Samsun’a döndüm ve mesajınıza cevap vereyim dedim.

            Doktora çalışmamı iyi okuduğunuz belli. Bu araştırmanın ana iskeletini 1990’lı yılların sonları ile 2000’li yılların başlarında yapmıştım. Tam beş yıllık bir süreçte bu çalışma ortaya çıktı. Çalışma ilk ortaya çıktığı dönemde ülkemizde Alevilik üzerine fazla bir çalışma yoktu, bu yüzden siz de bilirsiniz, her zaman ilk araştırmaları yapmak ve belli konularda ilk adımları atmak zordur. Bu yüzden kitabın daha sonraki baskılarını sürekli geliştirerek yaptım. Siz sonrakileri de zaten görmüşsünüz.

            Çalışma, aslında bir alan araştırması, Amasya yöresi örnekleminde Anadolu Aleviliği. Gördüğüm kadarıyla siz, sadece ilk kısma odaklanarak konunun tarihsel boyutuyla ilgili dikkat çekici ve yer yer güzel tespitler de bulunuyorsunuz. Ancak çalışmanın diğer bölümleri ile ilgili herhangi bir değerlendirmenizi göremedim.

 

            Şimdi, sorularınıza geçelim;

1)   Kitabi Müslüman/Sünni İslam ne demek?

            Şehir ve kasaba gibi yerleşim merkezlerinde genelde medreselerde öğretilen ve bu yüzden kitabi esaslara daha bağlı olan kitabi İslam tasavvuru” derken ifade edilen şey, daha çok eğitim kurumlarının öncülüğünde ortaya çıkan kurumsal din anlayışıdır. Anadolu ölçeğinde bu anlayışın zaten Sünni İslam anlayışı olduğu ortadadır. Anadolu dışına, örnek olarak İran gibi farklı bir kültür coğrafyasına çıktığınızda Sünni anlayış yerini Şii ve Alevi gibi anlayışlara bırakmaktadır.

            Şehir merkezlerinde yerleşik kültürle birlikte ortaya çıkan din anlayışının sosyolojik olarak kitabi bir anlayış olduğu rahatlıkla ifade edilebilir. Kaldı ki bunu sadece ben söylemiyorum. Din anlayışı noktasında şehirli ve kırsal alan ayrımını bilindiği gibi, ilk olarak M. Fuat Köprülü yapmış, arkasından da pek çok bilim adamı ve araştırmacı aynı anlayışı sürdürmüştür.

            Burada, şehir ve kasabalardaki halkın hepsinin medrese eğitimli olup okur-yazar olduğunu ifade etmek mümkün değil; bunların içinde dini bilgilerini medreselerde okuyarak elde edenler bulunduğu gibi, sizin de ifade ettiğiniz gibi, çevrelerindeki insanlardan sözlü/şifahi biçimde elde edenler de bulunmaktaydı. Kırsal alanlarda, eğitim kurumları da bulunmadığı için, burada yaşayan toplum kesimlerinin din anlayışı, sizin ifadenizle, kitabi olmayan’dan daha çok, şifahi, mistik hatta mitolojik ögeleri daha baskın bir anlayış olacaktır.

            O dönemlerde kırsal kesimde şehirlerdeki gibi medrese gibi eğitim kurumlarını görmek zaten mümkün değil.

            Burada ikinci itirazınıza geldiğimizde,

            Sosyolojik olarak daha çok kırsal alanlarda yaşayan konar-göçer toplulukların eski inanç, kültür ve geleneklerden daha çok beslendikleri ve bunları sürdürdükleri görülür. Bu durum, tarihte sıkça görülen bir şeydir. Ayrıca, sadece müslüman toplumlara özgü bir şey değil, dünyanın neresine giderseniz gidin kültür coğrafyası olarak kırsal alanlarda kırsal kültürle iç içe yaşayan her toplulukta görülen bir şeydir. Bu yüzden bu çevrelerdeki anlayış tarzı, yerleşik kültür coğrafyasına kıyasla daha gelenekçi ve daha katıdır. 

            Bu noktada ‘bütün toplumlar geçmişe ait kültürlerini, geleneklerini ve inançlarını bir gecede silip atmamışlardır’ sözünüz doğru. Bunu çalışmanın değişik yerlerinde zaten ifade etmekteyim. Ayrıca, ülkemizde başta Türkçe olmak üzere, Türk kültür ve geleneklerinin yaşatılması noktasında Alevi çevrelerdeki çaba her zaman dikkat çekici olmuştur.

            Burada benim Araplaşmayı savunmam mümkün değil. Konuyu, öncelikle tarihsel gelişim noktasında ele aldığım için eserin özellikle ilk bölümünde tasviri bir bakış tarzıyla gelişmeleri bütüncül olarak ortaya koymaya çalıştım. Yoksa bunları farklı boyutlarıyla tartışma zeminine çekmeyi değil. Böyle bir zemine çekme çabası içine girildiğinde ise, çok daha farklı şeyler söylemek mümkün.

            İfade edilmelidir ki, önemli olan mutlak anlamda gelenekçi bir tavırdan ziyade yer, ortam ve zamana göre eski kültürel kodlara yönelik yenilikçi, rasyonel hatta eleştirel bir tavır takınabilmektir. Kişisel anlamda tavrımı merak ediyorsanız, ikinciden yana olduğumu belirtmeliyim.

2)   Anadolu Aleviliği, 10. yüzyılda mı başladı?

            “Alevilik tarihsel bir olgu olarak Türklerin İslam’a girişiyle birlikte yaklaşık X. yüzyıldan itibaren başlayıp, günümüze kadar gelişerek devam eden bir süreç içerisinde oluşmuştur.”

            Burada özellikle Türkler arasında Alevi anlayışların doğuş ve yaygınlaşmasıdır kastettiğim şey. Bu süreçte Ehl-i Beyt mensuplarının dikkat çekici bir rolleri de olmuştur. Yoksa evet Aleviliğin doğuşu ve kökenleri, Türklerin İslamlaşmasından çok daha öncelere, İslam’ın erken dönemlerine kadar gidiyor. Bunu çalışmanın giriş bölümünde kavramsal çerçeve bağlamında “Alevilik” kavramını ele alırken ifade etmekteyim.

            Aleviliğin sadece Türklere özgü olması tabii ki mümkün değil; zira bugün İslam dünyasına baktığımızda Türklerin dışında Araplar, Farslar, Kürtler hatta Arnavut ve Boşnak gibi toplulukların içinde de bu anlayışı benimseyen kitlelerin bulunduğunu görmekteyiz.

            Bu noktada sizin ‘Alevi İslam anlayışı özü itibari ile Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dinin kendisidir’ şeklindeki yaklaşımınıza tam olarak katılmam mümkün değil; zira Alevilik, Hz. Muhammed’in hayatında yok ki onun tebliğ ettiği dinin kendisi olsun. Burada zaten ifade ediyorsunuz, ‘Aleviler kendilerini böyle görürler’ diye. Evet, sadece Alevi çevreler, kendilerini önemli ölçüde böyle görmektedirler. Tabii bu öngörü, ne kadar tarihsel gerçeklerle uyuşmaktadır tartışılır? Zira Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği din, Kur’an’ı ve Kur’an’daki temel, kurucu ilkeleri öne çıkaran evrensel bir İslam anlayışıydı. Bu anlayışa Alevilik dediğinizde bu durum pek çok problemi beraberinde getirecektir.

            Ayrıca, Türk kitlelerinin Emevilere karşı, Ehl-i Beyt mensuplarına verdikleri destek onlardaki adalet ve ahlak arayışının bir tezahürüydü.

            “Sayın Yıldız, katılmadığım diğer bir görüşünüz de Aleviliği sadece Türklere ait bir inanç gibi göstermenizdir. Zira Alevi İslam’ı benimseyen Arap, Fars ve Kürt kavminden olan kesimler de vardır. Bunları nereye koyacağız. Var olan bir şeyi yok sayıp, görmezlikten mi geleceğiz?” diyorsunuz.

            Şimdi, çalışmanın konusu Anadolu Aleviliği ve Aleviliğin Anadolu coğrafyasındaki yayılışı olunca, evet böyle bir algı ortaya çıkabiliyor. Ancak bu durum, yukarıda da ifade ettiğim gibi, Aleviliğin sadece Türklere ait bir inanç olduğunu göstermemektedir. Çalışmanın diğer bölümlerine bakmış olmalısınız, buralarda yer yer Kürt Aleviler’den de bahsetmekteyim. Pek dikkatinizi çekmemiş gibi görünüyor, ya da gözünüzden mi kaçtı acaba?

3)   Ahmet Yesevi kimdi?

            Burada Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş Veli üzerinden Alevilik-Batınilik ilişkisine giriyorsunuz. Bu mesele, tartışmalı ve tartışmalı olduğu kadar konuyu farklı mecralara çekme potansiyeline sahip bir mesele.

            Ahmet Yesevi ile ilgili daha farklı çalışmalar da var, onlara da bakmak gerekecektir.

4)   Moğollar ve Babailer İsyanı

            Burada yanlış anlamışsınız, Babailer ayaklanması ile ilgili kısımda tam olarak bunu söylemiyorum. Babailer isyanı, Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılışının tek sebep ve sorumlusu değil, her ne kadar yenilgiyle de sonuçlansa, devletin yıkılışını kolaylaştıran bir etkiye sahiptir. İfade ettiğim şey bu. Yoksa bunun tek sorumlusu değil.

            Aslında Selçukluların yıkılışının birkaç değil pek çok sebebi vardır. Sizin söylediklerinizle birlikte, bu süreci hazırlayan ve hızlandıran daha farklı sebep ve gelişmeler de bulunmaktadır. Bu yüzden kaynakları iyi incelemek gerekiyor. Bu noktada Ahmet Yaşar Ocak’ın konuyla ilgili güzel bir çalışması var, ona bakılabilir.

5)   Safevi Devletine doğru bakış, nasıl olmalı?

            Her şeyden önce doğru bilgiyi esas alan, bilimsel bir bakış tarzına ihtiyacımız var. Tarihsel hadiseleri, öncelikle ortaya çıkmış olduğu dönemlere, şayet bütüncül biçimde bakabilirsek, daha doğru anlayabiliriz. Burada benim Osmanlı’yı merkeze koyma, hatta kutsallaştırma gibi bir çabam ve böyle bir kaygım da yok. Sadece olayların yaşandığı dönem ve sürecin fotoğrafını çektiğimizde o dönemde daha baskın ve güçlü bir devlet olduğu ortaya çıkıyor.

            Safeviler’le ilgili tespitinize katılıyorum; evet Şah İsmail, Osmanlı’yı yıkıp yeni bir devlet kurmadı. Şah İsmail, kendisini üzerinde bulduğu Akkoyunlu devletini, devlet içindeki iktidar çekişmelerinden de faydalanarak ortadan kaldırmış, bu şekilde Safevi Devleti ortaya çıkmıştır. Başlangıçta kızılbaş güçlerin ağırlıkta olduğu Safeviler’de, bu denge daha sonra ortadan kalkıyor. Zira kızılbaş Türkler, süreç içerisinde devletin merkez güçleri tarafından dışlanıp ötekileştiriliyor; böylece Farısi unsurlar, devlette hakim duruma geliyorlar ve kızılbaşlıktan Şiiliğe geçiş süreci yaşanıyor. Bu süreci iyi analiz etmek gerekiyor. Öyle ki bu süreçte kızılbaş Türkmenler arasında, Anadolu’ya geldikleri topraklara dönenler bile vardır.

            Safevilerle ilgili olarak Faruk Sümer başta olmak üzere Tufan Gündüz hocanın da güzel çalışmaları var. Daha önce Hans Roemer’den bir makale çevirmiştim, başlığı şöyle: “Kızılbaş Türkmenler: Safevi Teokrasisinin Kurucuları ve Kurbanları”.

            Tekrar ilginiz için teşekkür eder, çalışmalarınızda kolaylıklar dilerim.

            Selam, saygı ve muhabbetlerimle.

                                                                                                                      Harun YILDIZ

                                                                                                                          30.08.2024

 

           

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular