28 Ağustos 2024 Çarşamba

SELÇUKLU VE OSMANLI HANEDANLARI NEDEN EHLİ-SÜNNET MEZHEPLERİNİ SEÇTİLER?


                                                   hamdullahdedeoglu.blogspot.com.

SELÇUKLU VE OSMANLI HANEDANLARI NEDEN EHLİ-SÜNNET MEZHEPLERİNİ SEÇTİLER?

Selçukluların ve Osmanlıların Ehli-Sünnet mezheplerini neden devletin resmi mezhebi olarak seçtiklerini merak etmiştim. Çünkü, Türkler öyle anlatıldığı gibi Müslümanlığı hemen kabul etmemişlerdi. Sözde İslam, özde Arap ordularına karşı üç yüz yıl savaşmışlardı. Çok büyük bedeller ödemişlerdi. Arap orduları öyle katliamlar yapmışlardı ki, Türklerin bunu unutması mümkün değildi.  Öyleyse, Selçuklu ve Osmanlı hanedanları neden Ehli-Sünnet mezheplerini seçmişlerdi? Bugünkü yazımızda bunun nedenleri üzerinde duracağız.

Türkler, Emevilerle yüz yıl, Abbasilerle iki yüz yıl savaşmışlardı. Merkezi bir devletleri ve orduları olmadığı için Arap ordularına yenilmişlerdi. Ancak, Türkler Miladi 950 yılında Karahanlı hükümdarı Satık Buğra Han’ın İslam’ı kabul etmesi ile Müslümanlığı benimsemeye başladılar. Bu tarihte, Abbasi Halifeliği, Ehli-Sünnet mezhepleri konusunda daha karar almamıştı. Orta Asya’ya kadar uzanan Abbasi imparatorluğu topraklarında onlarca mezhep- ekol ve tarikat bulunuyordu.

Türklerin İslamiyet’i benimsemesinde Ehli-Beyt mensuplarının büyük katkısı olmuştu. Gerek Emeviler gerekse Abbasiler döneminde çok sayıda Ehli-Beyt mensubu baskılar nedeniyle, Türk kağanlıklarına sığınmak zorunda kalmıştı. O yüzden, Türkler arasında Ehli-Beyt mensuplarına karşı yoğun bir sevgi bulunuyordu. Onlara yapılan zulüme karşı çıkmışlar ve ellerinden geldiğince sahip çıkmışlardı. Gerek Selçuklu gerek Osmanlı hanedanları da kurdukları devletlerde onları vergiden muaf tuttukları gibi, vakıflar aracılığı ile gelir elde etmelerini de sağlamışlardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun eyalet ve sancak defterlerinde Ehli-Beyt mensupları için ayrı bir bölüm açılıyordu. Ehli-Beyt mensupları bu defterlerde “SADAT” “SEYYİD” ve “ŞERİF” olarak kayıt ediliyordu.

Bu kısa özeti yaptıktan sonra, asıl konumuza geçebiliriz. Selçuklular, 1040 yılında Gaznelileri yendikten sonra, Horasan ve İran coğrafyasına hakim olmuşlardı. Gaznelilerin kurucu hükümdarı Sultan Mahmud ve ondan sonra gelen oğlu Mesud, Abbasi halifesi tarafından “Sultan “ olarak kabul edilmişti. Gazneliler de her yıl halifeye topladıkları vergilerden pay gönderiyordu. 

Abbasi halifesinin o dönemde çok güçlü orduları bulunmuyordu. İmparatorluk topraklarını yerel hakimler ya da sultanlar aracılığı ile yönetiyorlardı. Ancak, yerel yönetici ve sultanlar üzerinde manevi bir hakimiyetleri bulunuyordu. O yüzden, yerel yöneticiler halifenin emir ve isteklerini yerine getirmek zorundaydılar. Örneğin; Abbasi halifesi Kadir Billah 1029 yılında mezhepleri dörtle sınırlandırıp, “Ehli-Sünnet”  (Hanefilik, Malikilik, Hanbelilik ve Şafilik) dışındaki mezhepleri yasakladığında, otoritesini tanıyan beyler ve sultanlara yazılar gönderip bu kararın uygulanmasını istemişti. 

Bu sultanlardan biri de Gazneli Mahmut’tu. Gazneli Mahmut, bu istek doğrultusunda Horasan ve yönetimi altındaki bölgelerde Ehli-Sünnet dışında kalan mezheplere karşı çok katı uygulamalar yaptı. Onların dergahlarını, medreselerini yıktırdı, yöneticilerini hapse attı. Bunlardan bazılarını da idam ettirdi. İşte, Gaznelilerin yerine geçen Selçukluların lideri Tuğrul Bey de yasal bir statü elde edebilmek için, Abbasi halifesine hediyelerle birlikte elçiler gönderdi. Elçiler, Halifeden Tuğrul Beyin “Sultanlık” ünvanını onaylanmasını istedi. Halife bir süre bekledikten sonra, Tuğrul Beye Sultanlık için gerekli olan Hilat ve beraatları gönderdi. 

Böylece, Oğuz Türklerinden olan Selçuklular, Ehli-Sünnet mezheplerinin temsilcisi olan Abbasi halifesinin manevi liderliğini benimsemiş oldular. Bu tarihte, İslam coğrafyasında iki halifelik vardı. Bağdat da Abbasiler, Kahire’de Fatimiler bulunuyordu. Abbasilerin kökeni Hz. Muhammed’in amca çocukları ABBAS OĞULLARINA, Fatimelerin ise, Abbasilerin baskılarından kaçan Ehlibeyt mensubu Hz. HASAN’IN torunlarına dayanıyordu. Abbasi halifesi, iktidarına destek veren Ehli-Sünnet mezhepleri olan Hanefilik, Malikilik, Şafiilik ve Hanbeliliği tanıyordu. Diğer mezhep ve ekolleri ise, İslam dışı görüyordu. FATİMİLER ise, Şiiliğin İsmailiye koluna mensuptular. Bu nedenle, aralarında çatışmalara varan şiddetli bir mücadele bulunuyordu.

İRAN SELÇUKLU DEVLETİ

Abbasi halifesi hem Fatimilere hem de imparatorluk içindeki yarı bağımsız olan beyliklere karşı yeni bir müttefik kazanmıştı. Bunlar Selçukluların önderliğinde bir devlet kuran Oğuz Türkleriydi. Halife, Gazneli Mahmut’a gönderdiği taleplerin aynısının Selçuklu sultanı Tuğrul Bey tarafından da yerine getirilmesini istedi. Ehli-Sünnet dışındaki mezheplerin yasaklanmasını ve Bağdat’da kendisini kontrol altında tutan Deylem kökenli Şii eğilimli Büveyhilerden kurtarılmasını istedi. Tuğrul Bey yeni fethettikleri bölgelerde kontrolü tam olarak sağladıktan sonra, miladi 1055 yılında bir orduyla Bağdat’a girerek, Büveyhilerin halife üzerindeki denetimine son verdi. Tuğrul Bey, Bağdat da halifenin kızıyla evlenerek ayrıca halifeyle akrabalık bağı da kurdu. Halife Kaim Biemrillah da bu sayede Oğuz Türklerinin korumasına ve desteğine sahip olmuştu. Her iki taraf da bu ilişkiden memnun kalmıştı.

Tuğrul Bey, Büyük Selçuklular devletini kurduktan sonra, hem aile içindeki iktidar mücadeleleri ile hem de halifenin karşısında yer alan Fatimi ve diğer mezhep ve tarikat mensupları ile uğraşmak zorunda kaldı. Bu sorunları çözen Tuğrul Bey, Halifenin siyasi desteğini alarak fetih hareketlerini başlattı. Boy beylerine Bizans ve Fatimilerin denetiminde bulunan toprakların fethedilmesi görevini verdi. Beyler de doğu Anadolu’dan başlayarak Şam’a kadar olan bölgelere akınlar düzenlediler. Buralarda Selçuklu devletine bağlı beylikler kurdular. Tuğrul beyden sonra Selçuklu devletinin başına Sultan olarak Alparslan geçti. Onun döneminde kazanılan Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’da Türkleri durduracak bir güç kalmamıştı.

İran’daki Selçuklu devleti 1170 yılında iç çekişmeler nedeniyle dağıldı. Anadolu’daki Selçuklu devleti ise, Moğolların Anadolu’yu istilasına kadar devam etti. 1243 yılında Kösedağı savaşı ile Moğollara yenilen Anadolu Selçuklu devleti, 1280 yılında dağılma sürecine girdi. Bu tarihten sonra, Anadolu’da beylikler dönemi başladı. Osmanlı beyliği, Ahi şeyhlerin ve Babai dervişlerin desteği ile daha güçlü bir konuma geçti. Batıda Bizans imparatorluğu ile mücadele yürütmesi, halkın nezdinde de Osmanlığı beyliğini daha da güçlü kılmıştı.

Osmanlı devleti Anadolu’daki beyliklere son verip, siyasi birliği kurduğunda, Bağdat’daki Abbasi halifeliği 1258 yılında Moğollar tarafından ortadan kaldırılmış, Fatimi devleti de iç çekişmeler nedeniyle, 1173 yılında yıkılmıştı. Halifeliği, Kahire’de başında Türk komutanların bulunduğu Memluklular devleti temsil ediyordu. Ancak, Memluklular Şii değil, Ehli-Sünnet taraftarıydılar.

Osmanlı devleti, 16. Yüzyılın başlarında sınırlarını Orta Avrupa’dan, Afrikaya, oradan Orta doğuya kadar genişletmişti. 1517 yılında Memlukluları da ortadan kaldırmasıyla, Osmanlı İmparatorluğu İslam ülkeleri içinde lider duruma gelmişti. İslam mezhepleri içinde çok katı bir ayırım yapmayan Osmanlı devleti, Safevilerle girdikleri mücadele ve Memluklulardan halifeliği devir aldıktan sonra, Ehli-Sünnet mezheplerinin temsilciliğini de üstlenmişlerdi. Bu tarihten sonra, devletin resmi dini de yavaş yavaş Sünnilik doğrultusunda katılaşmaya başladı. Özellikle Mısır’dan büyük çoğunluğu Hanbeli mezhebinne mensup İBN TEYMİYYE ekolünden olan iki bin civarında din adamını getirmesi bunu daha da pekiştirdi. İbn Teymiye, hukuki yorumlarda (Fıkıh) aklın kullanılmasını reddeden bir görüşe sahipti. Ayrıca ibadetleri imana dahil eden ekolü temsil ediyordu. Bugünkü deyimle Vahabiliğe  yakın görüşlere sahipti. Ancak, Osmanlı devletinin resmi mezhebi Hanefilikti. Kadılar davalarda Hanefi fıkıhı (Hukuk) doğrultusunda karar veriyordu. Ancak Mısır’da getirilen mollalardan sonra, Osmanlı Devleti Hanefi fıkıhından (Hukuki yorumlarından) uzaklaşmaya başladı. Daha katı ve şekilci bir anlayışa evrildi.

NEDEN EHLİ-SÜNNETE DAHİL OLDULAR?

Buraya kadar Selçukluların ve Osmanlıların din anlayışlarını ve Abbasi halifeleriyle ilişkilerini kısaca anlatmaya çalıştık. Buradan yola çıkarak, Önce Selçukluların, daha sonra da Osmanlıların neden ehli-sünnet mezheplerinin temsilcisi olduklarını maddeler halinde açıklamaya çalışalım:

1-Türkler İslamiyeti kabul ettiğinde, İslam coğrafyası Abbasi halifesinin denetimindeydi. Abbasi halifesi Kadir Billah ve ondan sonra gelen Kaim Biemrillah, İslam dinindeki mezhepleri dörtle sınırlandırmış, diğer mezhepleri yasaklamış ve İslam dışı saymıştı. Dolayısıyla, Selçukluların İslam coğrafyasında nüfusun büyük çoğunluğunu meydana getiren Ehli-Sünnet dışında kalmaları mümkün değildi.

2-Abbasi halifesinin kontrolü altında bulunan topraklarda devlet kuran Selçukluların, Abbasi halifesini dışlamaları düşünülemezdi. Halifenin otoritesini ve din anlayışını kabul etmekle, yasal bir statü elde etmişlerdi.  

3-İslamiyeti yeni kabul eden Türkler, Ehli-Sünnet ve Şiilik gibi, kendi yorum ve anlayışlarını geliştirebilecek bilgilere henüz sahip değillerdi. Nitekim, Ahemet Yesevi ile başlayan ve Hacı Bektaş Veli ile devam eden İslam’ın Türk yorumu ancak 13. Yüz yılda ortaya çıkabildi. Fakat, bu tarihten sonra insanların düşünce ve inançlarını bu yönde değiştirmek ve kurumsal bir yapıya getirmek kolay değildi. Çünkü, diğer mezhepler kurumsallaşmış, yazılı kaynaklarını geliştirmiş ve toplumlarda kendilerine taban bulmuşlardı. Ehlibeyt İslam'ın bir Türk yorumu olan Hacı Bektaş Veli’nin öğretleri ise, ancak göçebe toplumlarda etkili olabildi. Şehirlerde ise, Bektaşilik olarak aydın ve entelektüel çevrelerde biraz taraftar bulabildi. Bugün, Alevilerin ve Bektaşilerin nüfus yapılarına baktığımızda bunu rahatlıkla görebiliriz.

4-Selçuklu devletlerinin mirası üzerine kurulmuş olan Osmanlı devleti de o yolu takip etmek zorunda kaldı. Uluslararası Arena'da mücadele için bu zorunluydu. Osmanlı’nın karşısında Hristiyan bir Avrupa vardı. Hristiyan batıya karşı İslam coğrafyasının desteğini ancak bu şekilde alabilirdi. Yukarıda Selçuklular için saydığımız gerekçelerin aynısı Osmanlı devleti için de geçerlidir. Gerek Selçuklular gerek Osmanlılar için Ehli-Sünnet mezheplerini savunmak devlet olabilmeleri için bir zorunluluktu. Tarihi gerçekler bunu gerektiriyordu. Devletlerin politikaları geniş çıkarlar üzerine kuruludur. Böyle baktığımızda uluslararası arenadaki mücadeleleri daha iyi anlarız.

Saygılarımla.

Hamdullah DEDEOĞLU

28.08.2024

KAYNAKLAR:

-Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar-Türkmenler Türk Dünyası Araştırmaları vakfı yayınevi, 6. Baskı 2016.

-Prof. Dr. Erdoğan Merçil-Prof. Dr. Ali Sevim, Selçuklu Devletleri tarihi, Türk Tarih Kurumu yayınları,1995

-Prof. Dr. Bahattin Kök, Gazneli Mahmud-Abbasi halifesi El-Kadir arasındaki ilişkiler adlı makalesi, 1998

-Maşide Kamit, Abbasi halifesi Kaim Biemrillah döneminde Sünni-Şii iktidar mücadelesi adlı makalesi, 2014.

-Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi

-Mustafa Şişman, Hacı Bektaş Veli, Sepya kitaplar, 2013.

-Bektaşiliğin İçyüzü, Tevfik Oytan, Demos Yayınları.

-Hüseyin Yalçın, Alevilik Tarihi, Karahan Kitapevi Yayınları.

-Farhad Daftary, Şii İslam Tarihi, Alfa yayınları, 2014.

-Prof. Dr. Bernard Levis, Alamut Kalesi ve Hasan Sabbah, Nokta kitap, 2012.

-Osmanlı Devletine kadar Türkler-Türkiye Tarihi, Cem Yayınevi, 10. Baskı, 2009.

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular