24 Ağustos 2024 Cumartesi

AKADEMİSYENLERİN “ANADOLU ALEVİLİĞİ” TEZLERİNE CEVAP

         hamdullahdedeoglu.blogspot.com

AKADEMİSYENLERİN “ANADOLU ALEVİLİĞİ” TEZLERİNE CEVAP

Son yirmi yılda akademik çevrelerde Alevilik ile ilgili çok sayıda makale, yüksek lisans tezi ve doktora tezi yayınlandı. Bu eserleri yayınlayanların büyük çoğunluğunu Alevi gelenekten gelmeyenler oluşturmaktadır. Bu Alevi toplumu için elbette ki olumlu bir gelişmedir. Ancak bu akademisyenlerin yine büyük çoğunluğu Aleviliği, Senkretik, Heterodoks veya Heterojen olarak tanımlamaktadır. Üç kelime de Yunanca kökenli olup, Türkçedeki karşılıkları “Farklı olan” “Aynı nitelikleri içermeyen” yani, devletin “resmi ve merkezi inancının dışında olan” anlamına gelmektedir.

Bir önceki makalemizde bunlara cevap vermiştik. Bugünkü makalemizde ise, Aleviliği “kitabi Müslüman” görmeyen, Anadolu Aleviliğini 10. Yüzyılda başlatan, Aleviliği sadece Türklere mahsus bir inanç gibi sunan, Babai ayaklanmasına ve Kızılbaş Safevi devletine yanlış pencereden bakan görüşlere cevaplar vereceğiz.

Yukarıdaki görüşlerin sunulduğu eserlerin başında Harun Yıldız’ın, “ANADOLU ALEVİLİĞİ, Amasya Yöresi Bağlamında Bir İnceleme” adlı doktora tezi gelmektedir. Ankara Okulu Yayınları tarafından ilk baskısı 2004, üçüncü baskısı 2021 yılında yapılan doktora tezinde yanlış bulduğumuz ya da katılmadığımız görüşleri maddeler halinde ele alıp cevaplar vereceğiz. Bu sadece sayın Harun Yıldız’a değil, tezlerinde aynı düşünceleri savunan akademisyenlere de bir cevap olacaktır.

KİTABİ MÜSLÜMAN/SÜNNİ İSLAM NE DEMEK?

1-“Bu süreçte şehir ve kasaba gibi yerleşim merkezlerinde genelde medreselerde öğretilen ve bu yüzden kitabi esaslara daha bağlı olan kitabi İslam tasavvuru/Sünni İslam yorumu etkili olurken; özellikle kırsal kesimde, dağlarda ve yaylalarda yaşayan göçebe ve konar-göçer topluluklar arasında kitabi İslam’dan farklı olan ve önemli ölçüde Alevi eğilimli Türkmen derviş ve babaların yaptığı propaganda faaliyetlerinin sonucunda, daha çok İslamiyet öncesi eski inanç ve geleneklerden beslenen akımların etkili olduğu şifahi-sözlü ve mistik boyutları olan bir İslam tasavvuru görülmekteydi.” (Sayfa, 45)

Burada sayın Yıldız’a iki noktada itirazımız olacaktır. Birincisi, şehir ve kasabalardaki halkın hepsi okur-yazar ve medrese eğitimli miydi? Yani bütün şehir ve kasabalarda yaşayanlar dini kaynaklarında kendileri mi okuyup öğrenmişlerdi, yoksa, sizin Sünni İslam dediğiniz ve devletin resmi mezhebini savunan şeyh ve mollalardan sözlü yollardan mı öğreniyorlardı? Şehir ve kasabalardakilerin inancı “kitabi Müslüman” oluyor da kırsal kesimdekilerin inancı “kitabi” olmayan mı oluyor?

1920’li yıllarda bile okuma yazma oranının yüzde 7-8 olduğu bir toplumda, sekiz yüz yıl önceki okuma-yazma oranı sizce yüzde kaç olabilir? Elbette ki, şehir ve kasabalardaki halkın büyük çoğunluğu konur-göçerler gibi sözlü ve şifahi olarak öğreniyordu.

İkinci itirazımız göçebe ve konar-göçer toplulukların İslamiyet öncesi eski inanç ve geleneklerden beslendiğidir. Sayın Yıldız, bütün toplumlar geçmişe ait kültürlerini, geleneklerini ve inançlarını bir gecede silip atmamışlardır. Yani, Müslüman olan Araplar da eski kültürlerini, geleneklerini ve inançlarının bir kısmını devam ettirmişlerdir. Örneğin; Arap kavminin İslamiyet’ten önceki çok kadınla evlenme geleneği, İslam’ı kabul etmelerinden sonra da devam etmiştir. Buna benzer çok sayıda örnekler verebiliriz.

Alevi Türkmenlerin eski geleneklerine, göreneklerine ve kültürlerine sahip çıkmasının eleştirilecek bir tarafı yok, tam tersine “doğru olanı yapmışlar” demenizi beklerdim. Zira Alevi Türkmenler olmasaydı Türk kültürü bugüne taşınamayacak, belki de Türkçe diye bir dil olmayacaktı. Kültürlerini ve geleneklerini kaybeden bazı kavimler, örneğin kuzey Afrika halkları (Fas, Tunus, Cezayir) hem dillerini kaybettiler hem de kültürlerini kaybederek Araplaştılar.

Sayın Yıldız, Siz yoksa bunu mu savunuyorsunuz?

ANADOLU ALEVİLİĞİ 10. YÜZYILDA MI BAŞLADI?

2- “Alevilik tarihsel bir olgu olarak Türklerin İslam’a girişiyle birlikte yaklaşık X. Yüzyıldan itibaren başlayıp, günümüze kadar gelişerek devam eden bir süreç içerisinde oluşmuştur.”

Sayın Yıldız, Alevilik, Türklerim İslamiyet’i kabul etmesi ile ortaya çıkmamıştır. Alevi İslam anlayışı özü itibari ile Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dinin kendisidir. Daha sonra Hz. Ali ile devam edip, evlatları aracılığı ile bugüne kadar gelmiştir. Aleviler kendilerini böyle görürler. Türklerin Alevi İslam’ı benimsemesinin nedeni Horasan, Maveraünnehir ve Türkistan coğrafyasına sığınan Ehlibeyt mensupları ile onların davetçileri sayesinde olmuştur. Bunu siz de tezinizde belirtiyorsunuz.

“Zira Türkler, Emevilerin Arap ırkçılığına dayalı politikalarına karşı Ehlibeyt adına hareket eden gruplarla ortak hareket ediyor ve Ehlibeytin sevgi ve hoşgörüye dayanan din anlayışını benimsiyordu.” (Sayfa, 41) Burada bir çelişki yok mu? Hangisi doğru?

Aslında doğru tespit yapmışsınız. Anacak yanlış sonuca varmışsınız. Zira Yahya bin Zeyd’in Emevilere karşı isyanından sonra (M. 743) Türklerin ehlibeyt aracılığı ile İslam dinine girmeye başladığını belirtmişsiniz. Bu tespitleriniz bize göre de doğrudur. Bu tespitlerden sonra Alevliği 10. Yüzyılda başlatıp ve sadece Türklere mahsus olması ise, doğru değildir. Çünkü sizin de belirttiğiniz gibi, Ehlibeyt İslam’ı sevgi ve hoşgörüye dayanıyordu. Türklerin Aleviliği benimsemesinin nedeni de buydu. Zira Alevi İslam anlayışı, Ehlibeyt’in savunduğu İslam’dı. Bu yüzden Alevi İslam, 10. yüzyılda değil, Hz. Muhammed ile başlar. Hz. Ali devam eder, evlatları aracılığı ile de bugüne kadar gelmiştir.  

Sayın Yıldız, katılmadığım diğer bir görüşünüz de Aleviliği sadece Türklere ait bir inanç gibi göstermenizdir. Zira Alevi İslam’ı benimseyen Arap, Fars ve Kürt kavminden olan kesimler de vardır. Bunları nereye koyacağız. Var olan bir şeyi yok sayıp, görmezlikten mi geleceğiz?

AHMET YESEVİ KİMDİ?

3-Sayın Yıldız, sizin kitabi Sünnilik dediğiniz İslam, Abbasi Halifesi Kadir Billah döneminde Miladi takvime göre 1029 yılında sarayda alınan bir kararla ortaya çıkmıştır. Bu kararda dört mezhep yasal sayılırken, onun dışında kalan yorumlar yasaklanmış ve İslam dışı sayılmıştır. Ve haklarında takibat yapılmıştır. Yani cezalandırılmışlardır. Üstelik mezheplere adları verilen ekol sahiplerinden hiçbiri o tarihte hayat da değildi. Türklerin kurmuş olduğu beylik ve devletlerde de Abbasi Halifesinin almış olduğu kararlar uygulanmıştır. Bu nedenle, devleti yönetenlerin temsil ettiği İslam anlayışı Sünni İslam’dı. Anacak tabandaki halkın yoğun olarak benimsediği İslam, Ehlibeyt mensuplarının ve onların temsilcilerinin tebliğ ettiği İslam anlayışıydı. Hoca Ahmet Yesevi de Ehlibeyt mensuplarının tebliğ ettiği İslam’ı yani, sizin de belirttiğiniz gibi, sevgi ve hoşgörüye dayanan İslam anlayışının temsilcisiydi.

Sayın Yıldız, Bazı kaynaklarda Hoca Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş Veli’nin “Batini” olduğu, yani Ehlibeyt taraftarı olan Fatimilerin benimsediği Şia’nın “İsmailiye koluna mensup olduğudur. Abdülbaki Gölpınarlı “Mevlana Celalettin Rumi” adlı eserinde, Mustafa Şişman Hacı Bektaş Veli adlı eserinde, yazar İsmail Saltuk ve Prof. Dr. Bernard Levis de eserlerinde aynı görüşü paylaşmışlardır. Horasan bölgesinde çok yoğun olarak bulunan İsmaili Dailerinin faaliyetleri ve bölgenin önde gelen şair ve bilim insanlarından Ömer Hayyam’ın, Nasır-ı Hüsrev’in, Feridun Attar’ın ve İbni Sina’nın İsmaili olarak tanınması da bu görüşü desteklemektedir.

Ayrıca Necmettin Erbakan Üniversitesi öğretim üyelerinden sayın Zahide Ay, Bedahşan bölgesinde yaptığı saha araştırmalarında, Ahmet Yesevi’nin bölgedeki İsmaililer tarafından bir “Fatimi Daisi” olarak anıldığını belirtmiştir. Anadolu Alevilerinin inançlarına on iki imamı dahil etmeleri, Safevi devletinin kuruluşundan sonra olmuştur.

MOĞOLLAR VE BABAİ İSYANLARI

4-Sayın Yıldız, siz de diğer akademisyenler gibi Anadolu Selçuklu Devletinin dağılmasının sorumlusu olarak Babailer isyanını gösteriyorsunuz. Aynı nakarat diğer akademisyenlerin tezlerinde de yer almaktadır. Oysa, Anadolu Selçuklu devletinin dağılmasının bir değil, birkaç nedeni vardı.

1-Babai isyanı neden Selçuklu sultanı Alaattin Keykubat döneminde değil de Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında oldu?

2-Konar-göçerler ve Celalettin Harzemşah’la Anadolu’ya gelen kitleler ve silahlı gruplar Babai isyanına neden destek verdiler?

3-Alaattin Keykubat Gıyasettin Keyhüsrev’i değil de neden Memluklu prensesinden olan oğlu İzettin Kılıçaslan’ı veliaht olarak seçilmesini vasiyet etti?

4-Moğol işgaline, Mevlana Celalettin de dahil olmak üzere, Selçuklu bürokrasisi değil, yine Babai isyanına destek veren kitleler direnmişlerdir. Bu uğurda binlerce şehit vermişlerdir. Bunların başında da Ahi Evran gelmektedir. Dolayısıyla Selçuklu yönetimi zaten Moğollarla iş birliği içindeydi. Kendisinden sayıca çok az olan bir orduya neden direnemedi? 

Yukarıdaki soruların cevabı nettir. Tabandan kopmuş ve stratejik akıldan yoksun kötü bir yönetim, Selçuklu hanedanlığının sonunu getirmiştir. Ancak şunu da unutmayalım; Babai isyanına katılan şeyhler, dervişler, babalar, erenler ve aşiretler destek vermeseydi Osmanlı, Anadolu’da öne çıkan bir beylik olabilir miydi? Bize göre mümkün değildi. İşte bu da o dönemde Anadolu’da en aktif toplumun kimlerden oluştuğunu göstermektedir.

SAFEVİ DEVLETİNE DOĞRU BAKIŞ NASIL OLMALI?

5-Sayın Yıldız, kitabınızda öyle anlatımlarda bulunuyorsunuz ki, Osmanlı devletini merkeze koyup kutsal bir devlet sayıyorsunuz, karşısındaki Safevi devletini ise, Osmanlı’yı yıkmak için ortaya çıkmış bir ”Şer” kuvveti olarak gösteriyorsunuz. O zaman şöyle düşünmek de yanlış olmaz: Osmanlı da Selçuklulara karşı hareket eden bir “Şer” kuvveti miydi?

Sayın Yıldız, Şah İsmail, Osmanlı’yı yıkıp yeni bir devlet kurmadı. Var olan Akkoyunlu devletinin yönetimini ele geçirerek, Kızılbaş bir Türkmen devleti yapmıştır. Osmanlı ile aralarındaki çekişmenin esas nedeni bölgeye, dolayısıyla ticaret yollarına hakim olma mücadelesidir.

Sayın Yıldız, Amasya bölgemizle ilgili güzel araştırmalar yapmışsınız. Emeğinize sağlık. Ancak yanlış ya da eksik bulduğum noktaları yazmayı da bir zorunluluk olarak gördüm. Kitabınızla ilgili olarak yazdığım eleştiri ve önerileri bundan sonraki baskılarda dikkate alacağınızı ümit ediyor, bu vesile ile selam ve saygılarımı iletiyorum.

Hamdullah Dedeoğlu.

24.08.2024.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular