KUR’AN DUYGULANMAK İÇİN Mİ, ÖĞÜT ALINMAK İÇİN Mİ
OKUNUR?
Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet Vakfının
yayınladığı “KUR’AN’I KERİM VE AÇIKLAMALI MEALİ” ‘nin 2009’da yirmi ikinci
baskısı yapılan eserin “KUR’AN VE MEAL” başlığı altındaki yazıyı okuduğumda
inanın hayretler içinde kaldım. Akademisyenlerden oluşan bir heyet tarafından hazırlanan eserde böyle bir yazının yer alması beni daha da üzdü. Eserdeki bu önsözü
okuyunca halkı aydınlatması gereken din adamlarının Kur’an’daki ayetleri
yeterince kavrayamadığı ya da gerçeği açıklama cesaretine sahip olmadıkları kanaatine
vardım. Kur’an’ın niçin Arapça dili ile gönderildiğini ve niçin okunması gerektiğini ayetlere dayanarak belirttikten
sonra, kendi görüşümüzü açıklayacağız.
Ön sözde yazılanlar aynen şöyle:
“Namaz kılmak farz olduğu gibi, Kur’an’dan, namazlarda
okunacak miktarı öğrenip ezberlemek de farzdır. Bu farizayı yerine getirmek
Kur’an tercümesini ezberlemekle mümkün değildir; bir başka anlatımla, Kur’an
tercümesi ile namaz kılınmaz. Her Müslüman, biraz gayret sarf ederek Kur’an’ı
aslından okumayı öğrenmelidir. Şu var ki, Kur’an’ın tercüme ve tefsirlerini
okumak da sevaptır.”
“ ….. Esasen, Kur’an’ın bütün insanlığa ulaştırılması
iki şekilde gerçekleşebilir:
1-Lafızlarıyla ibadet edilen bir kitap olması
sebebiyle Kur’an’ın Arapça metninin bütün insanlara ulaştırılması. Böylece
herkes, onu okuma, dinleme, ezberleme, ibadetlerinde okuma, manasını anlamadığı
halde onunla DUYGULANMA imkanına sahip olur. Nitekim asırlardan beri
Müslümanlar, Kur’an’ın Arapça aslını okumakta hatta hafızlar onu baştan sona
ezberlemekte ve kıratlarıyla duygulanıp duygulandırmaktadırlar.”
Burada itirazımız üç noktada olacaktır.
Birincisi: “Kur’an’ın tercümesi ile namaz kılınmaz.”
İkincisi: “Manasını anlamadığı halde, onunla
duygulanma imkanına sahip olur.”
Üçüncüsü: “Kur’an’dan, namazlarda okunacak miktarı
öğrenip ezberlemek de farzdır.”
Önce üçüncüsünden başlayalım. Sayın yazarlar, namazlarda
okunacak sureleri Arapça olarak ezberlemenin farz olduğu Kur’an’ın hangi ayetinde
belirtiliyor. Ben böyle bir ayet göremedim. Eğer, sayın yazarlar benim
göremediğim sureyi ve ayeti söylerlerse çok memnun olurum. Türkiye’nin büyük
çoğunluğunun mensubu olduğu Hanefi mezhebin imamı İmam-ı Azam (Ebu Hanife) namazların
Farsça ya da başka bir dille kılınabileceğini belirtirken, siz bin üç yüz yıl
sonra Türkiye’yi nereye götürmek istiyorsunuz? Sizin amacınız Türkiye’yi
Vahabileştirmek mi?
Gelelim birinci ve ikinci itirazımıza. Kur’an’da, ayetlerin tebliğ edilme gerekçesi,
insanların duygulanması için değil, ders alması ve öğüt alması içindir. İnsanların
öğüt ve ders alabilmesi içinde bunu okuyunca anlaması gerekir. Anlaması için de
Kur’an’ın indiği dili yani, Arapçayı bilmesi gerekir. Eğer bu dili bilmiyorsa,
ayetlerden ders alması mümkün olur mu? Elbette ki mümkün olmaz. Yani, öğüt ve
ders alabilmesi için Kur’an’ı bildiği ve anladığı dilde okuması gerekir. Bir
Arap’a yabancı bir dille söylenmemesi gereken Kur’an, Bir Türk’e neden yabancı
bir dille söylensin? O halde, neden Kur’an’ın
Arapça ile okunmasında ısrar ediliyor? Bunun gerekçesi nedir? Bu sorulara cevap
vermeden önce, Kur’an’ın niçin Arapça olarak indirildiği ile ilgili ayetleri
verelim:
YUSUF SURESİ: 2. Ayet: “Biz onu anlayabilesiniz diye
Arapça okunmak üzere gönderdik.”
İBRAHİM SURESİ:4. Ayet: “Her peygamberi apaçık
anlatabilmesi için kendi milletinin diliyle gönderdik.”
FUSSİLET SURESİ: 44. Ayet: “Biz bu Kur’an’ı yabancı
bir dille meydana koysaydık, “Ayetlerin açıklanması gerekmez miydi? Bir Arap’a
yabancı bir dille söylenir mi? “diyeceklerdi.”
DUHAN SURESİ: 58-59. Ayet: “Ey Muhammed! Biz ibret
alırlar diye Kur’an’ı senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını temin
ettik.”
ARAF SURESİ: 2. Ayet: “Ey Muhammed! Bu kitap,
insanları onunla uyarman ve öğüt vermen için indirildi.”
YUSUF SURESİ: 104. Ayet: "Kur'an alemlere öğütten başka bir şey değildir."
ALİ İMRAN SURESİ. 138. Ayet: “Kur’an insanlara bir
açıklama, sakınanlara doğru yol gösterme ve öğüttür.”
Ayetler gayet açık ve nettir. Ne denildiğini de herkes
rahatlıkla anlayabilecek şekildedir. Kur’an, insanların duygulanması için
değil, öğüt ve uyarılması için indirilmiştir. Burada anlaşılmayacak bir durum
yok. Bizim dilimiz Türkçe ise, Arapçayı da bilmiyorsak sureleri Arap’ça
okumanın tekrardan başka bir yararı olur mu? Ayet de ne deniliyor? “Sizin konuşup, anlaştığınız dil Arapça olduğu
için, Kur’an’ı size Arapça olarak indirdik” deniliyor. Yani, diliniz başka bir
dil olsaydı, o dille indirecektik denilmek isteniyor. O halde dili Arapça
olmayan bir milletin Kur’an surelerini anlayabilmesi için bildiği dilde okuması
gerekmez mi?
İMAM EBU HANİFE NE DİYOR?
Ülkemizdeki Ehli-Sünnet mezheplerinden insanların
büyük çoğunluğunun bağlı olduğu Hanefi mezhebinin kurucu İmamı olan Ebu
Hanife’nin görüşlerini “İmam Azam Savunması” adlı kitabında aktaran Prof. Dr.
Yaşar Nuri Öztürk bu konuyu şöyle açıklamaktadır:
“Kur’an’ın verileri esas alınırsa ne dediğini
anlamadan kılınan namaz geçerli değildir. Neden? Çünkü, dua da tıpkı Kur’an
gibi, lafızdan ibaret değildir, manadır. Anlamını bilmeden okumak ise, sadece
lafız tekrarıdır. Oysa ki, Kur’an, kendisini okumanın telaffuz değil, anlamını
iyice düşünerek okunmasını istiyor. … Bütün bu açıklamalar dikkate alındığında,
ne dediğini anlamadan okuyarak namaz kılanların o namazları iade etmeleri
gerekir.”
“… İmam-ı Azam’ın (Ebu Hanife), Kur’an’ın tercümesiyle
ibadet meselesindeki görüşü açık ve kesindir. Arap dilini bilen ve Kur’an’ı
güzel bir telaffuzla okuyabilecekler de dahil, Fatiha’yı tercümesinden okuyan
herkesin namazı geçerlidir.”
Ebu Hanife’nin “Tercüme ile namaz kılınabilir.”
Fetvası bulunmasına rağmen, önsözü yazanlar bunu bilmiyor mu? Biz bildikleri kanısındayız. Zira, o
makamlara gelen birisinin bundan habersiz olması düşünülemez. O halde, neden Ebu
Hanife’nin zıddı olan bir görüşü yazmaktadırlar? Nedenini maddeler halinde şöyle
açıklayabiliriz:
1-Arapça’yı kutsal bir dil gibi göstermek.
2-Kur’an’ın Arapça dışında başka bir dil ile okunmasında
namaz ve duaların kabul görmeyeceği anlayışında olmak.
3-Arapça dilinde ısrar edip, bir ruhban (din adamları)
sınıfı yaratmak.
4-Sıradan halkı ruhban sınıfına mahkum etmek.
5-Dinin Arapça ile öğrenilmesinde çıkar elde etmek.
6-Kendilerine “kutsallık” gibi bir aidiyet verip, dokunulmazlık
elde etmek.
7-Din eğitiminin Arapça olmasını isteyen Suudi
Arabistan gibi ülkelerin para fonlarından yararlanmak.
8-Bulundukları mevkileri ve konumlarını devam
ettirmek.
9-Dini kurumları kendi kontrolleri altında tutmak.
10-Gerçekleri açıklayacak cesareti gösterememek.
Unvanları Profesör, Doçent, Doktor olan bu
akademisyenlerin böyle bir ön söz yazmaları ülkemizde nasıl bir din eğitimi verildiğini
gözler önüne sermektedir. Bu gidişin sonu Suudi Arabistan’ın resmi mezhebi olan
VAHABİLİKTİR. Kısaca, Türkiye’yi Vahabileştirmektir. Mustafa Kemal Atatürk tarafından
Anadolu insanını aydınlatması için kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı, tam tersine
toplumu karanlığa taşımak için çaba harcıyor. Cumhuriyetin kurumları nereden
nereye geldi.
Saygılarımla.
Hamdullah DEDEOĞLU
19.03.2020