17 Nisan 2024 Çarşamba

KUR’AN DUYGULANMAK İÇİN Mİ, ÖĞÜT ALINMAK İÇİN Mİ OKUNUR?

KUR’AN DUYGULANMAK İÇİN Mİ, ÖĞÜT ALINMAK İÇİN Mİ OKUNUR?

Diyanet İşleri Başkanlığı, Diyanet Vakfının yayınladığı “KUR’AN’I KERİM VE AÇIKLAMALI MEALİ” ‘nin 2009’da yirmi ikinci baskısı yapılan eserin “KUR’AN VE MEAL” başlığı altındaki yazıyı okuduğumda inanın hayretler içinde kaldım. Akademisyenlerden oluşan bir heyet tarafından hazırlanan eserde böyle bir yazının yer alması beni daha da üzdü. Eserdeki bu önsözü okuyunca halkı aydınlatması gereken  din adamlarının Kur’an’daki ayetleri yeterince kavrayamadığı ya da gerçeği açıklama cesaretine sahip olmadıkları kanaatine vardım. Kur’an’ın niçin Arapça dili ile gönderildiğini ve niçin okunması gerektiğini ayetlere dayanarak belirttikten sonra, kendi görüşümüzü açıklayacağız.

Ön sözde yazılanlar aynen şöyle:

“Namaz kılmak farz olduğu gibi, Kur’an’dan, namazlarda okunacak miktarı öğrenip ezberlemek de farzdır. Bu farizayı yerine getirmek Kur’an tercümesini ezberlemekle mümkün değildir; bir başka anlatımla, Kur’an tercümesi ile namaz kılınmaz. Her Müslüman, biraz gayret sarf ederek Kur’an’ı aslından okumayı öğrenmelidir. Şu var ki, Kur’an’ın tercüme ve tefsirlerini okumak da sevaptır.”

“ ….. Esasen, Kur’an’ın bütün insanlığa ulaştırılması iki şekilde gerçekleşebilir:

1-Lafızlarıyla ibadet edilen bir kitap olması sebebiyle Kur’an’ın Arapça metninin bütün insanlara ulaştırılması. Böylece herkes, onu okuma, dinleme, ezberleme, ibadetlerinde okuma, manasını anlamadığı halde onunla DUYGULANMA imkanına sahip olur. Nitekim asırlardan beri Müslümanlar, Kur’an’ın Arapça aslını okumakta hatta hafızlar onu baştan sona ezberlemekte ve kıratlarıyla duygulanıp duygulandırmaktadırlar.”

Burada itirazımız üç noktada olacaktır.

Birincisi: “Kur’an’ın tercümesi ile namaz kılınmaz.”

İkincisi: “Manasını anlamadığı halde, onunla duygulanma imkanına sahip olur.”

Üçüncüsü: “Kur’an’dan, namazlarda okunacak miktarı öğrenip ezberlemek de farzdır.”

Önce üçüncüsünden başlayalım. Sayın yazarlar, namazlarda okunacak sureleri Arapça olarak ezberlemenin farz olduğu Kur’an’ın hangi ayetinde belirtiliyor. Ben böyle bir ayet göremedim. Eğer, sayın yazarlar benim göremediğim sureyi ve ayeti söylerlerse çok memnun olurum. Türkiye’nin büyük çoğunluğunun mensubu olduğu Hanefi mezhebin imamı İmam-ı Azam (Ebu Hanife) namazların Farsça ya da başka bir dille kılınabileceğini belirtirken, siz bin üç yüz yıl sonra Türkiye’yi nereye götürmek istiyorsunuz? Sizin amacınız Türkiye’yi Vahabileştirmek mi?

Gelelim birinci ve ikinci itirazımıza.  Kur’an’da, ayetlerin tebliğ edilme gerekçesi, insanların duygulanması için değil, ders alması ve öğüt alması içindir. İnsanların öğüt ve ders alabilmesi içinde bunu okuyunca anlaması gerekir. Anlaması için de Kur’an’ın indiği dili yani, Arapçayı bilmesi gerekir. Eğer bu dili bilmiyorsa, ayetlerden ders alması mümkün olur mu? Elbette ki mümkün olmaz. Yani, öğüt ve ders alabilmesi için Kur’an’ı bildiği ve anladığı dilde okuması gerekir. Bir Arap’a yabancı bir dille söylenmemesi gereken Kur’an, Bir Türk’e neden yabancı bir dille söylensin?  O halde, neden Kur’an’ın Arapça ile okunmasında ısrar ediliyor? Bunun gerekçesi nedir? Bu sorulara cevap vermeden önce, Kur’an’ın niçin Arapça olarak indirildiği ile ilgili ayetleri verelim:

YUSUF SURESİ: 2. Ayet: “Biz onu anlayabilesiniz diye Arapça okunmak üzere gönderdik.”

İBRAHİM SURESİ:4. Ayet: “Her peygamberi apaçık anlatabilmesi için kendi milletinin diliyle gönderdik.”

FUSSİLET SURESİ: 44. Ayet: “Biz bu Kur’an’ı yabancı bir dille meydana koysaydık, “Ayetlerin açıklanması gerekmez miydi? Bir Arap’a yabancı bir dille söylenir mi? “diyeceklerdi.”

DUHAN SURESİ: 58-59. Ayet: “Ey Muhammed! Biz ibret alırlar diye Kur’an’ı senin dilinde indirerek kolayca anlaşılmasını temin ettik.”

ARAF SURESİ: 2. Ayet: “Ey Muhammed! Bu kitap, insanları onunla uyarman ve öğüt vermen için indirildi.”

YUSUF SURESİ: 104. Ayet: "Kur'an alemlere öğütten başka bir şey değildir."

ALİ İMRAN SURESİ. 138. Ayet: “Kur’an insanlara bir açıklama, sakınanlara doğru yol gösterme ve öğüttür.”

Ayetler gayet açık ve nettir. Ne denildiğini de herkes rahatlıkla anlayabilecek şekildedir. Kur’an, insanların duygulanması için değil, öğüt ve uyarılması için indirilmiştir. Burada anlaşılmayacak bir durum yok. Bizim dilimiz Türkçe ise, Arapçayı da bilmiyorsak sureleri Arap’ça okumanın tekrardan başka bir yararı olur mu? Ayet de ne deniliyor?  “Sizin konuşup, anlaştığınız dil Arapça olduğu için, Kur’an’ı size Arapça olarak indirdik” deniliyor. Yani, diliniz başka bir dil olsaydı, o dille indirecektik denilmek isteniyor. O halde dili Arapça olmayan bir milletin Kur’an surelerini anlayabilmesi için bildiği dilde okuması gerekmez mi?

İMAM EBU HANİFE NE DİYOR?

Ülkemizdeki Ehli-Sünnet mezheplerinden insanların büyük çoğunluğunun bağlı olduğu Hanefi mezhebinin kurucu İmamı olan Ebu Hanife’nin görüşlerini “İmam Azam Savunması” adlı kitabında aktaran Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk bu konuyu şöyle açıklamaktadır:

“Kur’an’ın verileri esas alınırsa ne dediğini anlamadan kılınan namaz geçerli değildir. Neden? Çünkü, dua da tıpkı Kur’an gibi, lafızdan ibaret değildir, manadır. Anlamını bilmeden okumak ise, sadece lafız tekrarıdır. Oysa ki, Kur’an, kendisini okumanın telaffuz değil, anlamını iyice düşünerek okunmasını istiyor. … Bütün bu açıklamalar dikkate alındığında, ne dediğini anlamadan okuyarak namaz kılanların o namazları iade etmeleri gerekir.”

“… İmam-ı Azam’ın (Ebu Hanife), Kur’an’ın tercümesiyle ibadet meselesindeki görüşü açık ve kesindir. Arap dilini bilen ve Kur’an’ı güzel bir telaffuzla okuyabilecekler de dahil, Fatiha’yı tercümesinden okuyan herkesin namazı geçerlidir.”

Ebu Hanife’nin “Tercüme ile namaz kılınabilir.” Fetvası bulunmasına rağmen, önsözü yazanlar bunu bilmiyor mu?  Biz bildikleri kanısındayız. Zira, o makamlara gelen birisinin bundan habersiz olması düşünülemez. O halde, neden Ebu Hanife’nin zıddı olan bir görüşü yazmaktadırlar?  Nedenini maddeler halinde şöyle açıklayabiliriz:

1-Arapça’yı kutsal bir dil gibi göstermek.

2-Kur’an’ın Arapça dışında başka bir dil ile okunmasında namaz ve duaların kabul görmeyeceği anlayışında olmak.

3-Arapça dilinde ısrar edip, bir ruhban (din adamları) sınıfı yaratmak.

4-Sıradan halkı ruhban sınıfına mahkum etmek.

5-Dinin Arapça ile öğrenilmesinde çıkar elde etmek.

6-Kendilerine “kutsallık” gibi bir aidiyet verip, dokunulmazlık elde etmek.

7-Din eğitiminin Arapça olmasını isteyen Suudi Arabistan gibi ülkelerin para fonlarından yararlanmak.

8-Bulundukları mevkileri ve konumlarını devam ettirmek.

9-Dini kurumları kendi kontrolleri altında tutmak.

10-Gerçekleri açıklayacak cesareti gösterememek.

Unvanları Profesör, Doçent, Doktor olan bu akademisyenlerin böyle bir ön söz yazmaları ülkemizde nasıl bir din eğitimi verildiğini gözler önüne sermektedir. Bu gidişin sonu Suudi Arabistan’ın resmi mezhebi olan VAHABİLİKTİR. Kısaca, Türkiye’yi Vahabileştirmektir. Mustafa Kemal Atatürk tarafından Anadolu insanını aydınlatması için kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı, tam tersine toplumu karanlığa taşımak için çaba harcıyor. Cumhuriyetin kurumları nereden nereye geldi.

Saygılarımla.

Hamdullah DEDEOĞLU

19.03.2020


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular