24 Haziran 2023 Cumartesi

İSLAM DİNİ YEREL BİR DİN Mİ, EVRENSEL BİR DİN Mİ?

İSLAM DİNİ YEREL BİR DİN Mİ, EVRENSEL BİR DİN Mİ?

AKP iktidarı ile birlikte dincilik, tutuculuk, bağnazlık hızlı bir yükselişe geçti. Öyle ki yüzyıllık Diyanet İşleri Başkanlığının yerini tarikat ve cemaatler almaya başladı. Devletin bütün kurumlarında tarikat ve cemaatlerin sözü geçer oldu. Cumhuriyetin kurumları teker teker tasfiye edildi. Türkiye hızla bir din devletine doğru gidiyor. Dincilerin getirmek istedikleri düzen bin dört yüz yıl önce Arabistan coğrafyasında uygulanan hukuk düzeni, yani İslam şeriatıdır. İslam şeriatının dini hükümler olmadığını, yedinci yüzyılda hakim olan köleci toplum düzenine karşı alternatif uygulamalar olduğunu daha önceki makalelerimizde açıklamıştık. Bu makalemizde ise, İslam dininin evrensel bir din mi, yoksa yöresel bir din mi? Olduğunu ele alarak şeriat hükümlerini bu çerçeve içinde değerlendirmeye çalışacağız. Bu makalelerimizi yazmamızın nedeni saf ve temiz inançlı insanlarımızı bu karanlık örgütlenmelerin ağından kurtarmaktır. Bunu sağlamanın yolu da onların orta çağ ideolojisine karşı mücadele etmek ve halkı aydınlatmaktır. Bunu yapmadığımız taktirde, halkımızı bu dogmatik, şekilci ve bağnaz örgütlenmelere terk etmiş oluruz. O nedenle bu çevrelere karşı ideolojik mücadeleyi yani fikir mücadelesini esas almalıyız. Bu kısa bilgileri verdikten sonra esas konumuza geçebiliriz.

İslam dini ilk yıllarda yani Mekke döneminde yerel bir din olarak taraftar toplamaya başlamıştı. Hz. Muhammed’e inen ayetlerde Mekke coğrafyasındaki halka hitap ediliyordu. Ancak Mekke’deki aristokratların baskısı artınca, Hz. Muhammed ve inananları Medine’ye göç etmek zorunda kaldılar. İşte bu tarihten sonra İslam dini yerel olmaktan çıkıp bütün Arabistan coğrafyasına hitap etmeye başladı. Hazreti peygambere gelen ayetler de bu bölgedeki yaşam tarzını, hukuk düzenini yeniden tanzim etmeye yönelikti. Faizin haram kılınması, çok sayıda kadınla evliliğin dörtle sınırlandırılması, mirasın paylaşılması, ahlaki kuralların yeniden oluşturulması gibi şeri hükümlerin tümü yeni bir toplumu inşa etme amacı taşıyordu. Zira bu coğrafyada ekonomik güç bir avuç grubun elinde bulunuyordu. Nüfusun çoğunluğu ise, açlık ve sefalet içinde yaşıyordu. Hz. Muhammed bugünkü anlamda bir devrim hareketi başlatmıştı. Bu hareket ezilen, sömürülen ve haksızlığa uğrayanların hakkını savunuyordu. Cebrail tarafından Hz. Muhammed’e tebliğ edilen ayetlerde de bunlar belirtiliyordu. Konuyu daha iyi anlatabilmemiz için ilgili ayetleri vermemiz gerekiyor. O ayetler Şunlar:

Yoksul ve yetimlerle ilgili ayetler: Bakara Suresi 83, 177, 215, 220, Nisa suresi, 2, 3, 6, 8, 10, 36, 127, Enam suresi 153, İsra Suresi 34, 170, Kehf suresi 82, Beled suresi 15, Fecr suresi 17, Duha suresi 9. Ayetleri.

Zulüm ve zalimlerle ilgili ayetler: Hac suresi 48, 53, Bakara suresi 124, 258, Nisa suresi 168, 169, Maide suresi 45, Enam suresi 21, 129, 135, Araf suresi 44, Tevbe suresi 109, Hud suresi 18, 100, 102, Yusuf suresi 23, İbrahim suresi 27, 45, Şura suresi 39, Ahkaf suresi 10, Zümer suresi 47,

Ayetlerin sayısından da anlaşılacağı gibi Kur’an’ı Kerim’de fakir, yoksul ve yetimlerin hakları ile zalimler hakkında çok sayıda ayet bulunmaktadır. Bu ayetler de bize yedinci yüzyılda Arabistan coğrafyasında adaletsizliğe ve haksızlığa dayanan bir düzenin var olduğunu, Hz. Muhammed’e bu düzeni değiştirmek için peygamberlik görevinin verildiğini göstermektedir. Burada şunu hemen belirtmeliyiz; toplumu düzenlemeyi amaçlayan şeri hükümler yani şeriat hükümleri yedinci yüzyıldaki yaşama ve toplum düzenine yöneliktir. Yani sabit, durağan, değişmez hükümler değildir. Nitekim, Arabistan coğrafyasının dışına yayılan İslam dini o bölgelerdeki toplumların yaşam şartlarına ve içinde bulundukları ekonomik düzene göre yorumlanarak uygulamaya konulmuştur. Bu tarihten sonra İslam dini evrensel bir nitelik kazanmıştır. Zira İslamiyet birden çok bölgeye ve değişik inançların ve dinlerin bulunduğu alanlara yayılmıştı. Arabistan coğrafyasının dışında yaşayanların sorunları için yeni içtihatlar-yorumlar getirilmiştir. Örneğin namazdaki sureler Arapça değil, Farsça ile okunmaya başlanmış, yine ezan Arapça değil, Farsça okunmuştur. Yine aynı şekilde bir erkeğin dört kadına kadar evlenebilme hükümleri İran’da, Horasan’da ve Orta Asya’da uygulanmamıştır. Zira bu bölgelerde tek eşlilik hakimdi. Yine aynı şekilde bu bölgelerdeki giyim tarzına ve yaşam tarzına müdahale edilmemiş, şeri kanunlar bölgelerin örf ve adetlerine uygun olarak yorumlanmış ve uygulanmıştır. Bütün bunlar İslam dininin yerel olmaktan çıktığını, evrensel bir din olduğunu bize göstermektedir. Eğer yerel bir din olarak kalsaydı sadece Arabistan coğrafyasındaki yaşamla sınırlı kalacaktı. Oysa, İslam dini İspanya’dan başlayarak Hindistan’a kadar yayılma başarısı göstermişti. Bu nedenle de Kur’an’da yer alan şeriat hükümleri zamanla sorunlara cevap verememiş, yeni yorumlara ihtiyaç duyulmuştu. Eğer bu yapılmamış olsaydı, İslam dini statik ve sabit bir din olarak kalırdı. Gelişmelere ve değişimlere de kapalı kalırdı. İşte bin dört yüz yıl önceki şeriat hükümlerini savunanlar İslam’ı yedinci yüzyıla sabitlemek istemektedirler. Bu nedenle de gericidirler. Yenileşmeye ve değişmeye kapalı olmuşlardır. Oysa, İslam şeriatının kendisi de eskinin yerine, yani değişen ve bozulan düzeni yeniden inşa etmek amacıyla gelmişti. Bugüne geldiğimizde ne yedinci yüzyıldaki yaşam şartları var, ne de köleci bir düzen var. Bugün kapitalist ekonomik şartların hakim olduğu bir dünya düzeninde yaşamaktayız. Dolayısıyla, bin dört yüz yıl önceki toplumlar da yok, bin dört yüz yıl önceki yaşam koşulları da bulunmuyor. Örneğin bugün meydana gelen bir trafik kazasının sorumlusunu hangi şeriat hükmüne göre yargılayacağız? Ya da depremde yıkılan binayı yapan müteahhiti şeriatın hangi hükmüne göre cezalandıracağız? Buna benzer soruları çoğaltabiliriz. Bu nedenle de şeriatı savunanlar yedinci yüzyılda donup kalmışlardır. Ama ne var ki, modern çağın en ileri teknolojilerini kullanmayı ve en üst yaşam tarzını da bırakmak istememektedirler. Yani deve ile yolculuk yapmaktan, kervanla mal taşımaktan bahsetmiyorlar. Burada bir iki yüzlülük yok mu? Temiz ve saf kalpli insanlarımızın inançları üzerinden din adı altında kendi çıkarlarını gizlemeye çalışan bir gürüh bulunmaktadır. İşte bizim mücadele etmemiz gereken de bu güruhtur. Halkımızı bu güruhun elinden kurtarmamız gerekiyor. Bunu yapmadan ülkemizi aydınlığa taşıyamayız. Aksi taktirde, ülkemiz karanlıklar içinde boğulmaya, sonunda hızla dağılmaya doğru gidecektir. O nedenle bugünkü tehlikeyi şimdiden görüp, mücadelemizi ona göre örgütlü ve planlı bir şekilde yapmalıyız.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu.

24.06.2023.

KONU İLE İLGİLİ DİĞER MAKALELER:

--İSLAM ŞERİAT (HUKUK) HÜKÜMLERİ BİN DÖRT YÜZ YIL SONRA GEÇERLİ OLUR MU?

--ŞERİAT DİN Mİ?

 

12 Haziran 2023 Pazartesi

TELEVİZYONLARDA VE YOUTUBE DA CHP GENEL BAŞKANI SAYIN KEMAL KILIÇDAROĞLU’NA YAPILAN HAKSIZ ELEŞTİRİLERE VERİLEN CEVAPLAR

TELEVİZYONLARDA VE YOUTUBE DA CHP GENEL BAŞKANI SAYIN KEMAL KILIÇDAROĞLU’NA YAPILAN HAKSIZ ELEŞTİRİLERE VERİLEN CEVAPLAR

Gerek iktidar yanlısı gerekse muhalif televizyon kanallarında ve YOUTUBE da CHP Genel Başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na haklı eleştirilerin yanında haksız ve insafsız, kimi zamanda küçümseyici ve hakarete varan ifadeler kullanılmaya devam edilmektedir. Bu haksız ve insafsız saldırılara vicdanen cevap vermem gerektiğine karar verdim. Nitekim ilgili kişilere ait videoların yorumlar bölümüne ayrı ayrı cevaplar yazdım. Bu cevapların tüm kamuoyu tarafından bilinmesinde yarar gördüm. Bu gazetecilere verdiğim cevaplar aşağıda bilgilerinize sunulmuştur.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

12.06.2023

 BİRİNCİ CEVAP: GAZETECİ SEBAHATTİN ÖNKİBAR’A: Gazeteci Sebahattin Önkibar Youtube kanalında, CHP içinde Alevi görünümlü "Ermeni dönmesi" bir cuntanın  bulunduğunu ve Kılıçdaroğlu'nu yönlendirdiğini iddia etmektedir. 

Sebahattin Önkibar'a verilen cevap aynen şöyledir:

"Sayın Önkibar "Ermeni dönmesi" kelimesini size yakıştıramadım. Girişteki alevi ve alevilik güzellemesini de sos olarak kullanmışsınız. 81 ilin kaçında alevi il başkanı var. CHP yöneticilerinden Özgür Özel mi alevi, Öztrak mı alevi, Engin Özkoç mu alevi, Engin Altay mı alevi. Sizin bilinç altınızda da bir alevilik ön yargısı olduğu anlaşılıyor. Sünni genel başkana aleviler oy verirken her şey normal, ama alevi olursa "cunta" mı oluyor. Aynı teorileri Ergenekon ve Balyoz davalarında FETÖ savcılarının söylemesi tesadüf mü? Selamlarımla."

 


İKİNCİ CEVAP GAZETECİ FATİH PORTAKAL'A: Fatih Portakal Sözcü tv'de, Seçimlerdeki yenilginin tek sorumlusu olarak sayın Kılıçdaroğlu'nu göstererek, hemen istifa etmesi gerektiğini çok sert ve küçümseyici bir dille ifade etmektedir. Fatih Portakal'a verilen cevap şöyledir:

"Sayın Portakal, kitle kuyrukçuluğu yapmayın. Politika haber sunmaya benzemez. Kemal beyin hataları olmuştur. Bu doğrudur. Bizim yörenin deyişiyle "Öküz öldükten sonra yol gösteren çok olur" Sizinki de buna benziyor. Kemal bey, Mustafa Kemal'in ilkelerini benimseyen bir kadroyla yerel seçimlere kadar gitmeli, ondan sonra da çekilmelidir."






ÜÇÜNCÜ CEVAP GAZETECİ NEDİM ŞENER'E : Gazeteci Nedim Şener, Haber Global tv'de Kılıçdaroğlu'nun seçim sonuçlarını yanlış değerlendirdiğini ileri sürerek,  CHP Genel Başkanına "bir zavallı" şeklinde hitap etmektedir. Nedim Şener'e verilen cevaplar da şöyledir:

" Nedim bey bir partinin genel başkanına zavallı diyemezsiniz. İktidarın gücünü arkanıza almışsınız, habire sallıyorsunuz. Sizi Atatürkçü bilirdik. İktidar cenahından Atatürk'e ve Cumhuriyete yapılan saldırı ve hakaretlere neden bir kelime etmiyorsunuz. Yaptığınız gazetecilik değil, tetikçiliktir."








Nedim Şener Haber Global TV'de bir başka programda Kemal Kılıçdaroğlu'nun Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne girişinde ayağa kalkmamasını saygısızlık olarak nitelemektedir. Buna verilen cevap da şöyledir:

"Sayın Şener rakibine saygı duyana saygı duyulur. Neden tek taraflı anlatıyorsunuz. Kılıçdaroğlu'nu eleştirdiğinizin yüzde birini rakibi için söyleyebilir misiniz?"






2 Haziran 2023 Cuma

AK PARTİ KADROLARININ ATATÜRK VE CUMHURİYET KARŞITLIĞI NEREDEN GELİYOR?

AK PARTİ KADROLARININ ATATÜRK VE CUMHURİYET KARŞITLIĞI NEREDEN GELİYOR?

Ak Partinin 2002 yılında iktidara gelmesinin üzerinden yirmi bir yıl geçti. Bu yirmi bir yıl yıl içinde Atatürk’e ve kurduğu cumhuriyete yapılan saldırı ve hakaretlerin sayısını takip edemez olduk. Atatürk’ün kurduğu cumhuriyet sayesinde hükümet kuran, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, milletvekili ve üst düzey bürokrat olanların bu düşmanlığı nereden geliyor? Bugün kü makalemizde bu düşmanlığın tarihi köklerini ele alıp, nedenlerini bulmaya çalışacağız.

AK Parti kendisini “İslamcı-dindar” olarak tanımlamaktadır. Osmanlı döneminin saltanat ve halifeliğini savunmaktadır. İkinci Abdülhamit’e ayrı bir sevgi ve hayranlıkları vardır. Bu sevginin nedeni de Abdülhamit’in “dindarlığı” nın yanında onun Nakşibendi tarikatına olan yakınlığı ve taraftarı olması da vardır. Çünkü, Ak partinin genel başkanı dahil, üst düzey kadrolarının büyük kesimi bu tarikata bağlıdır. Bu nedenle, sadece Atatürk’e ve cumhuriyete değil, Osmanlı döneminde parlamentoyu savunanlara, yani jön Türklere de karşıdırlar. Kısaca yeniliklerin hepsine karşıdırlar. Savundukları sistem bin dört yüz yıl önceki Arabistan yarım adasında bulunan hukuk sistemi, yani şeriat düzenidir. Bunu açıktan söyleyemedikleri için, hedeflerine dolambaçlı yollarla ulaşmak istemektedirler. Yirmi birinci yüz yılın bütün teknolojik ve yaşam koşullarından yararlanacaksınız, ama hukuk sisteminiz bin dört yüz yıl önceki olacak. Bu mümkün mü? Burada halkımızın aldatılması vardır. Zira, Şeriat’ı “din” olarak sunmaktadırlar. Oysa, Şeriat’ın Türkçe karşılığı, hukuk, kanun, yasadır. Kanunlar, yasalar toplumların ihtiyaçlarına göre değişir. Değişmeyen dini inançtır. Yani, imandır. Bunu Hanefi mezhebin imamı Ebu Hanife de ısrarla vurgular. Ama buna rağmen, halkımızın saf ve temiz duyguları istismar edilerek din üzerinden çıkar ve menfaat elde edilmektedir. Yıllarca yapılan da budur.

Buraya kadar Ak partinin ideolojisini özetlemiş olduk. O halde cumhurbaşkanı dahil, üst düzey yöneticilerin mensup oldukları Nakşibendi tarikatı geçmişte neler yapmıştı? hangi eylemlerin içinde olmuşlardı? Bunları anlattığımızda Ak parti kadrolarının Atatürk'e ve cumhuriyete karşı olmalarının nedenini daha iyi anlamış olacağız.

NAKŞİBENDİLİK

Nakşibendilik tarikatının kurucusu olan Bahaeddin Nakşibendi, 1318 yılında Buhara’da doğdu. İslamın akılcı yorumunu esas alan Hanefi mezhebine mensup olan Bahaeddin Nakşibendi, 1389 yılında vefat etti. Nakşibendi tarikatını Anadolu’ya ve İstanbul’da yayan ise Halid el- Bağdadi’dir. 1779 yılında Irak’ın Süleymaniye şehrinde doğdu. Şafii mezhebine mensup olan Halid Bağdadi 1827 yılında vefat etti.  Halifeleri, şeyhlerinin isminden dolayı tarikata ” Nakşibendiliğin Halidiye kolu” adını verdi. Halifeleri tarikatı Anadolu’ya, Kafkaslara, Irak’a, Suriye’ye ve Balkanlara yaydı. Bu bölgelere yayılmasını Osmanlı devleti de destekledi. Tarikat, 1826 yılında Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra, Bektaşi dergahların kapatılmasına destek verdi.  Hacı Bektaş ilçesindeki dergah merkezine ve balkanlarda kapatılmayan Bektaşi tekkelerine şeyh olarak da bu tarikat mensupları atandı. Nakşibendi tarikatı, Sultan Abdülmecid ve ikinci Abdülhamit döneminde devletin en üst kademelerine kadar örgütlenmişlerdi. Örneğin; Ahmet Ziyaüddin Gümüşhanevi, Padişah Abdulhamit’in danışmanlığına kadar yükselmişti. Hatta bazı kaynaklar Abdulhamit’in de tarikata girdiğini dahi yazmaktadırlar. Osmanlı bürokrasisinde ise, Şeyhülislam Mekkizade Mustafa Asım, Keçecizade İzzet Molla, Gürcü Necip Paşa “ Halidi Nakşibendi ” mensuplarının ünlüleri arasında yer alıyordu.

Cumhuriyetin kurulmasıyla 1925 yılında ülkedeki bütün tarikat ve cemaatlerin dergah, zaviye ve tekkeleri kapatıldı. Ancak, Nakşibendiler faaliyetlerine gizli bir şekilde devam ettiler. Cumhuriyete ve devrimlerine karşı olduklarının propagandasını yaptılar. Daha sonra da fiili olarak eylem ve isyanlarda bulundular. Bunlardan tarihe geçenler şunlardı:

--1925 yılındaki Şey Said isyanı. (Bu isyanın sonucunda; yeni kurulan Türkiye cumhuriyeti Musul ve Kerkük üzerindeki haklarından kısmen vazgeçmek zorunda kalmış, bölgede çıkarılacak  petrolün işletme hakkı da İngilizlere geçmişti.)

--1930 yılındaki Menemen olayı. (Derviş Mehmet isimli Nakşibendi tarikat mensubu ve taraftarları İzmir'e bağlı Menemen ilçesinde isyan çıkarmış, ilçe jandarma komutanı asteğmen Kubilay ve iki bekçiyi şehit etmişlerdi.)

Tarikatların yer altındaki örgütlenmeleri kendisi de Nakşibendi tarikatı mensubu olan Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığına kadar devam etti. 1991 yılında Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde Türk ceza kanunundaki 163. Maddenin kaldırılması ile tarikatlar, dernek ve vakıflar kurarak yasal statüye geçtiler. Vakıflar aracılığı ile de ayrıca şirketler kurup holdingleştiler. (Gülen tarikatı Nakşibendi tarikatından olmadığı için, onların faaliyetlerine ve 2016 yılındaki darbe teşebbüsüne değinmeyeceğiz.)

Ak parti iktidarı ile birlikte yükselişe geçen Nakşibendi tarikatının kamuoyunda bilinen diğer cemaatleri ise şunlar:

--Menzil Cemaati.

--Hazneviler Cemaati.

--Yahyalılar Cemaati.

-Süleymancılar Cemaati.

--İskender Paşa Cemaati (Turgut Özal, Korkut Özal, Recep Tayyip Erdoğan’ın mensup olduğu kol)

--İsmail ağa Cemaati

Makalemizi bitirmeden önce, şunu belirtmemiz gerekiyor. Bahaeddin Nakşibendi tarafından kurulan ve İslam'ın akılcı yorumu  HANEFİ mezhebine bağlı olan tarikat, Halid el Bağdadi tarafından Şafii mezhebine, ondan sonra da şekilci-SELEFİ -HANBELİ-VAHABİ  mezhebine dönüştü. Bizce, AK parti kadrolarının Cumhuriyet ve Atatürk karşıtı olmalarının nedeni de buradan gelmektedir.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

02.06.2023

Kaynaklar:

--Diyanet vakfı İslam Ansiklopedisi, Şeyh Said, Halidi Bağdadi, Bahaeddin Nakşibendi maddeleri.

--Hilmi Demir, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, “ Nakşibendilik Selefileşiyor mu? “ Adlı makalesi.

--Dr. Rüya Kılıç, Hacettepe Üniversitesi tarih bölümü, “Osmanlı-Nakşibendi ilişkisine farklı bir bakış “ adlı makalesi.

--Utku Akbudak, Uşak üniversitesi, “ Halidiliğin Anadolu’da yayılması” adlı makalesi.

--Hürriyet Gazetesi, 17.9.2006, “Türkiye’nin Tarikat ve Cemaat haritası.” Adlı araştırma yazısı.

 

 

 

 

 

 

 

 

1 Haziran 2023 Perşembe

AKP “ SİYASAL İSLAMCI” BİR PARTİ Mİ?

AKP “ SİYASAL İSLAMCI” BİR PARTİ Mİ?

 AKP'yi tanımlarken “Siyasal İslamcı” terimini kullanmak doğru mu? Bu tanımı özellikle sol çevrelerin kullandığını belirtmeliyim. Sol, AKP'yi böyle mi tanımlamalı, yoksa toplumu “dindar” yapma adı altında emperyalistlere hizmet eden bir parti olarak mı açıklamalıyız?  Bu yazımızda bunu ele alıp, cevaplar bulmaya çalışacağız.

 AKP'nin kuruluşuna baktığımızda, klasik sağ partilerin çöküşe geçtiği ve parçalandığı bir dönemde ortaya çıktığını görürüz. Batılı emperyalistlerin liderliğini yapan ABD, kontrol ettikleri ülkelerde hiçbir zaman tek ata oynamamışlardır. Her zaman yedekte tuttukları alternatifleri olmuştur. 1979 yılında Sovyetler Birliğinin Afganistan'ı işgal etmesinden sonra, İslam ülkelerinde kendilerinin kullanabilecekleri “İslami” görünümlü örgütlenmelere hız verdiler. Çünkü, İslam coğrafyasında klasik sağ partilerin misyonu dolmuştu. Bu partiler, emperyalistlerin talep ve isteklerini yerine getirmekten uzaktılar. Bu nedenle, daha geniş bir tabana hitap etmek için, “İSLAMCI” görünümlü işbirlikçi partilere yol verdiler. Bu proje Sovyetler Birliğini “Yeşil Kuşak Projesi” ile kuşatma doktrininin de devamıydı. Bu nedenle, bu tür partilere her türlü desteği sundular. AKP, bunun bir yansımasıdır. Tayyip Erdoğan, o dönemde, ABD savunma bakan yardımcısı, Paul Wolfitz'e yazdığı mektupta birlikte büyük işler başarılacağının garantisini vermiştir.*  Nitekim, bunu yerine getirmiştir. Irak işgalinde her ne kadar tezkere meclisten geçmemiş olsa da İslami söylemleri ağzından düşürmeyen AKP hükümeti Türkiye'nin bütün hava üslerini ve hava koridorunu ABD'ye açmıştı. Hatta Tayyip Erdoğan, Amerika’da yayımlanan bir gazeteye yazdığı makalede, ABD askerlerinin Irak'ta başarılı olması için “duacıyız”  bile demişti.**  AKP iktidarı Emperyalistlerin, IRAK, LİBYA ve SURİYE'yi parçalara ayırmasına da fiilen destek sundu. Bu üç ülkede milyonlarca Müslüman katledildi. Binlerce kadına da tecavüz edildi. Bütün bunların destekçisi de kendisine “İslamcı” diyen bir partiydi. Partinin lideri olan Erdoğan da  "ABD'nin Büyük Orta Doğu Projesinin eş başkanlarından biriyim" demiyor muydu? Bu kendi ağzıyla yapılan bir itiraf deği mi? İnsanlar maalesef bunları unutmuş görünüyor.

 Şimdi gelelim yazımızın esas konusuna. AKP, “İslamcı” bir parti mi?  Sorunun cevabı kesinlikle hayırdır. Emperyalizmin ideologları her zaman kutsal değerleri kullanarak amaçlarına malzeme yapmışlardır. “Irak'a demokrasi ve özgürlük getireceğiz” “Saddam'ın diktatörlüğüne son vereceğiz” “Esad'ın zulmüne son vereceğiz” demişlerdir. Gördüğünüz gibi hepsi parlak ve güzel sloganlar değil mi? Diktatörlükleri yıkıyor, demokrasi ve özgürlük getiriyor. Daha ne yapsın?  Bütün dünya, özgürlüklerin ve demokrasinin ne anlama geldiğini sanırım bugün daha iyi anladı. Milyonlarca insanın vahşice katledilmesi ya da ülkelerinden kaçarken Akdeniz’de hayatını kaybetmesi. İşte alın size özgürlük, alın size demokrasi. Güle güle, tepe tepe kullanın. O dönemde “Ne SAM, Ne SADDAM” diyen bazı solcuların kulağına da küpe olsun. Onlar da dolaylı olarak, emperyalizme destek sunmuşlardır. Bu sorumluluktan da kaçamazlar.

 İŞBİRLİKÇİYE NE DENİR?

 Emperyalistler aynı oyunlarına devam ediyorlar. Bu kez de bir başka kutsal değer olan “İslam”ı ve onun kutsal değerlerini kullanıyorlar. Hala uyanmayacak mıyız? İslamcının emperyalizmle işbirliği yapanı olur mu? O İslamcı olmaz, olsa olsa işbirlikçi olur. Aynı şeyi kendine sol diyen bir parti  yapsa ona “solcu” parti mi diyeceğiz? Mustafa Kemal bağımsızlık savaşına karşı çıkan ve  İngilizlerle işbirliği yapan ulemaya “ İslamcı” mı diyordu? Yine aynı şekilde, mandacılığı savunan liberal yazarlara “ liberal” mi diyordu? Tabi ki hayır. İşbirlikçi diyordu.  İşte devrimci ve yurtsever tutum budur. İşbirlikçinin sağcısı, solcusu, milliyetçisi, İslamcısı, liberali ve muhafazakarı olmaz. Hangi argümanları ve söylemleri kullanırsa kullansın, emperyalizmle iş birliği yapana “işbirlikçi” denir. Bu dünyanın her tarafında böyledir. Çin'de de Vietnam'da da Küba'da da Mozambik'te de bu böyledir.

 Sonuç olarak AKP, İslami argümanlar, söylemler kullanabilir. Ancak, “AKP Siyasal İslamcı bir partidir” diyemeyiz. Bunu dersek, onların ve emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmüş oluruz. Dindar, muhafazakar ve vatansever olan geniş kitleleri onlara teslim etmiş oluruz.  Onları kazanmadan, bağımsız ve başı dik bir ülke yaratamayız. Doğru tutum budur. Diğeri, basit ve mücadeleyi terk etmektir. Başarı, zor olanı yapmaktır. Bizler de bunun mücadelesini vermeliyiz. Toplumsal gelişmeler hep böyle olmuştur. Mustafa Kemal, kurtuluş savaşına başladığında yanında kaç kişi vardı?  Ya da Savaştan başarı ile çıkılacağına kaç kişi inanıyordu? Üstelik okuma yazma oranının yüzde dört-beş olduğu bir toplumla bunun yapılacağına kim ihtimal veriyordu? Ama Mustafa Kemal bunu başardı. Çünkü buna inancı vardı. Daha iyi şartlarda olan bizler neden başaramayalım? Yeter ki; azimli ve kararlı olalım. Gerisi gelecektir.

 Saygılarımla.

Yazan: Hamdullah Dedeoğlu

02.09.2017.

 *Mektubun tarihi 04.11.2002, 

** Wall Street Journal gazetesindeki yazının tarihi ise, 31.03.2003'dür.

 

Popular