24 Haziran 2023 Cumartesi

İSLAM DİNİ YEREL BİR DİN Mİ, EVRENSEL BİR DİN Mİ?

İSLAM DİNİ YEREL BİR DİN Mİ, EVRENSEL BİR DİN Mİ?

AKP iktidarı ile birlikte dincilik, tutuculuk, bağnazlık hızlı bir yükselişe geçti. Öyle ki yüzyıllık Diyanet İşleri Başkanlığının yerini tarikat ve cemaatler almaya başladı. Devletin bütün kurumlarında tarikat ve cemaatlerin sözü geçer oldu. Cumhuriyetin kurumları teker teker tasfiye edildi. Türkiye hızla bir din devletine doğru gidiyor. Dincilerin getirmek istedikleri düzen bin dört yüz yıl önce Arabistan coğrafyasında uygulanan hukuk düzeni, yani İslam şeriatıdır. İslam şeriatının dini hükümler olmadığını, yedinci yüzyılda hakim olan köleci toplum düzenine karşı alternatif uygulamalar olduğunu daha önceki makalelerimizde açıklamıştık. Bu makalemizde ise, İslam dininin evrensel bir din mi, yoksa yöresel bir din mi? Olduğunu ele alarak şeriat hükümlerini bu çerçeve içinde değerlendirmeye çalışacağız. Bu makalelerimizi yazmamızın nedeni saf ve temiz inançlı insanlarımızı bu karanlık örgütlenmelerin ağından kurtarmaktır. Bunu sağlamanın yolu da onların orta çağ ideolojisine karşı mücadele etmek ve halkı aydınlatmaktır. Bunu yapmadığımız taktirde, halkımızı bu dogmatik, şekilci ve bağnaz örgütlenmelere terk etmiş oluruz. O nedenle bu çevrelere karşı ideolojik mücadeleyi yani fikir mücadelesini esas almalıyız. Bu kısa bilgileri verdikten sonra esas konumuza geçebiliriz.

İslam dini ilk yıllarda yani Mekke döneminde yerel bir din olarak taraftar toplamaya başlamıştı. Hz. Muhammed’e inen ayetlerde Mekke coğrafyasındaki halka hitap ediliyordu. Ancak Mekke’deki aristokratların baskısı artınca, Hz. Muhammed ve inananları Medine’ye göç etmek zorunda kaldılar. İşte bu tarihten sonra İslam dini yerel olmaktan çıkıp bütün Arabistan coğrafyasına hitap etmeye başladı. Hazreti peygambere gelen ayetler de bu bölgedeki yaşam tarzını, hukuk düzenini yeniden tanzim etmeye yönelikti. Faizin haram kılınması, çok sayıda kadınla evliliğin dörtle sınırlandırılması, mirasın paylaşılması, ahlaki kuralların yeniden oluşturulması gibi şeri hükümlerin tümü yeni bir toplumu inşa etme amacı taşıyordu. Zira bu coğrafyada ekonomik güç bir avuç grubun elinde bulunuyordu. Nüfusun çoğunluğu ise, açlık ve sefalet içinde yaşıyordu. Hz. Muhammed bugünkü anlamda bir devrim hareketi başlatmıştı. Bu hareket ezilen, sömürülen ve haksızlığa uğrayanların hakkını savunuyordu. Cebrail tarafından Hz. Muhammed’e tebliğ edilen ayetlerde de bunlar belirtiliyordu. Konuyu daha iyi anlatabilmemiz için ilgili ayetleri vermemiz gerekiyor. O ayetler Şunlar:

Yoksul ve yetimlerle ilgili ayetler: Bakara Suresi 83, 177, 215, 220, Nisa suresi, 2, 3, 6, 8, 10, 36, 127, Enam suresi 153, İsra Suresi 34, 170, Kehf suresi 82, Beled suresi 15, Fecr suresi 17, Duha suresi 9. Ayetleri.

Zulüm ve zalimlerle ilgili ayetler: Hac suresi 48, 53, Bakara suresi 124, 258, Nisa suresi 168, 169, Maide suresi 45, Enam suresi 21, 129, 135, Araf suresi 44, Tevbe suresi 109, Hud suresi 18, 100, 102, Yusuf suresi 23, İbrahim suresi 27, 45, Şura suresi 39, Ahkaf suresi 10, Zümer suresi 47,

Ayetlerin sayısından da anlaşılacağı gibi Kur’an’ı Kerim’de fakir, yoksul ve yetimlerin hakları ile zalimler hakkında çok sayıda ayet bulunmaktadır. Bu ayetler de bize yedinci yüzyılda Arabistan coğrafyasında adaletsizliğe ve haksızlığa dayanan bir düzenin var olduğunu, Hz. Muhammed’e bu düzeni değiştirmek için peygamberlik görevinin verildiğini göstermektedir. Burada şunu hemen belirtmeliyiz; toplumu düzenlemeyi amaçlayan şeri hükümler yani şeriat hükümleri yedinci yüzyıldaki yaşama ve toplum düzenine yöneliktir. Yani sabit, durağan, değişmez hükümler değildir. Nitekim, Arabistan coğrafyasının dışına yayılan İslam dini o bölgelerdeki toplumların yaşam şartlarına ve içinde bulundukları ekonomik düzene göre yorumlanarak uygulamaya konulmuştur. Bu tarihten sonra İslam dini evrensel bir nitelik kazanmıştır. Zira İslamiyet birden çok bölgeye ve değişik inançların ve dinlerin bulunduğu alanlara yayılmıştı. Arabistan coğrafyasının dışında yaşayanların sorunları için yeni içtihatlar-yorumlar getirilmiştir. Örneğin namazdaki sureler Arapça değil, Farsça ile okunmaya başlanmış, yine ezan Arapça değil, Farsça okunmuştur. Yine aynı şekilde bir erkeğin dört kadına kadar evlenebilme hükümleri İran’da, Horasan’da ve Orta Asya’da uygulanmamıştır. Zira bu bölgelerde tek eşlilik hakimdi. Yine aynı şekilde bu bölgelerdeki giyim tarzına ve yaşam tarzına müdahale edilmemiş, şeri kanunlar bölgelerin örf ve adetlerine uygun olarak yorumlanmış ve uygulanmıştır. Bütün bunlar İslam dininin yerel olmaktan çıktığını, evrensel bir din olduğunu bize göstermektedir. Eğer yerel bir din olarak kalsaydı sadece Arabistan coğrafyasındaki yaşamla sınırlı kalacaktı. Oysa, İslam dini İspanya’dan başlayarak Hindistan’a kadar yayılma başarısı göstermişti. Bu nedenle de Kur’an’da yer alan şeriat hükümleri zamanla sorunlara cevap verememiş, yeni yorumlara ihtiyaç duyulmuştu. Eğer bu yapılmamış olsaydı, İslam dini statik ve sabit bir din olarak kalırdı. Gelişmelere ve değişimlere de kapalı kalırdı. İşte bin dört yüz yıl önceki şeriat hükümlerini savunanlar İslam’ı yedinci yüzyıla sabitlemek istemektedirler. Bu nedenle de gericidirler. Yenileşmeye ve değişmeye kapalı olmuşlardır. Oysa, İslam şeriatının kendisi de eskinin yerine, yani değişen ve bozulan düzeni yeniden inşa etmek amacıyla gelmişti. Bugüne geldiğimizde ne yedinci yüzyıldaki yaşam şartları var, ne de köleci bir düzen var. Bugün kapitalist ekonomik şartların hakim olduğu bir dünya düzeninde yaşamaktayız. Dolayısıyla, bin dört yüz yıl önceki toplumlar da yok, bin dört yüz yıl önceki yaşam koşulları da bulunmuyor. Örneğin bugün meydana gelen bir trafik kazasının sorumlusunu hangi şeriat hükmüne göre yargılayacağız? Ya da depremde yıkılan binayı yapan müteahhiti şeriatın hangi hükmüne göre cezalandıracağız? Buna benzer soruları çoğaltabiliriz. Bu nedenle de şeriatı savunanlar yedinci yüzyılda donup kalmışlardır. Ama ne var ki, modern çağın en ileri teknolojilerini kullanmayı ve en üst yaşam tarzını da bırakmak istememektedirler. Yani deve ile yolculuk yapmaktan, kervanla mal taşımaktan bahsetmiyorlar. Burada bir iki yüzlülük yok mu? Temiz ve saf kalpli insanlarımızın inançları üzerinden din adı altında kendi çıkarlarını gizlemeye çalışan bir gürüh bulunmaktadır. İşte bizim mücadele etmemiz gereken de bu güruhtur. Halkımızı bu güruhun elinden kurtarmamız gerekiyor. Bunu yapmadan ülkemizi aydınlığa taşıyamayız. Aksi taktirde, ülkemiz karanlıklar içinde boğulmaya, sonunda hızla dağılmaya doğru gidecektir. O nedenle bugünkü tehlikeyi şimdiden görüp, mücadelemizi ona göre örgütlü ve planlı bir şekilde yapmalıyız.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu.

24.06.2023.

KONU İLE İLGİLİ DİĞER MAKALELER:

--İSLAM ŞERİAT (HUKUK) HÜKÜMLERİ BİN DÖRT YÜZ YIL SONRA GEÇERLİ OLUR MU?

--ŞERİAT DİN Mİ?

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular