15 Aralık 2019 Pazar

TÜRKLER NASIL MÜSLÜMAN OLDU ? NASIL "SÜNNİLEŞTİ ?"

TÜRKLER NASIL MÜSLÜMAN OLDU ?  NASIL "SÜNNİLEŞTİ ?"

Bizim resmi tarih kitaplarında Türklerin nasıl Müslüman olduğuna ve büyük çoğunluğun Sünni mezhebine nasıl dahil edildiğine  pek değinilmez. Bu konulara girmekten de kaçınırlar. Zira, Türklerin İslamiyeti kabul etmesi, İran’da hüküm süren Sasani imparatorluğunun İslam devleti tarafından Miladi takvime göre 644 yılında yıkılmasından üç yüz yıl sonra olmuştur. Yani, Türkler Arap orduları ile üç yüz yıl savaşmışlardır. İslamiyeti toplu olarak ve devlet nezdinde ilk kabul eden de Karahanlılar ve  hükümdarları Satık Buğra Han’dır. Miladi takvime göre, 940’lı yılların başıdır. Emeviler hanedanlığı yıkılmış, Abbasi dönemi başlamıştır. Onuncu yüzyıla kadar Türkler İslam ordularına karşı şiddetli direniş göstermişler, çok büyük  katliamlar ve savaşların sonunda ancak müslümanlığı kabul etmişlerdir. Konuya kısa bu girişten sonra, Türklerin nasıl Müslüman olduğunu özetleyelim:

TÜRK HANLARI ÇİN İMPARATORUNDAN DESTEK İSTİYOR

Sasani devletinin yıkılmasından sonra, İslam ordularını durduracak merkezi bir devletin ordusu kalmamıştı. İran’ı istila eden Arap orduları Emeviler döneminde öyle saldırgan ve yağmacı olmuşlardı ki, şehirleri yöneten Türk Hanları düşmanları olan Çin imparatorlarından yardım istemek zorunda kalmışlardı. Bu yardım  taleplerinden örnekler verdiğimizde konuyu daha iyi anlatmış olacağız.

Buhara şehrinin yöneticisi Tuğ Şad 718-719 yılında Çin imparatoruna şöyle yazar:
“Son zamanlarda  Arap haydutlarının istila ve yıkımlarından acı çekiyoruz. Ülkemizde huzur yok. Beni bu güçlüklerden kurtarmasını İmparatorun lütfundan bekliyorum…  Ayrıca Türgiş’e yardımıma gelmesi için emir vermenizi dilerim.  Atlarımın ve askerlerimin başına geçeceğim. Uygun buluşmada Arapları baştan aşağı ezeceğiz. “  ( Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, Aktaran Erdoğan Aydın, Nasıl Müslüman olduk, sayfa, 109)

Karatekin Hanı ise, durumu şöyle özetler:

“ Arap yıkım yapıyor. Toharistan, Buhara, Taşkent, Fergana, hepsi Arap’a bağımlı oldu. Krallığımda hazinelerime, depolarıma, halkımın zenginliklerine Arap el koydu. Bunları alıp gittiler. Araplara emir verin de krallığımdan aldıkları vergilerinden vazgeçsinler.” (Age, sayfa, 110)

Semerkant Hanı Gürek bey ise, Çin imparatorunun desteği ile Arapları yenebileceğini belirterek şöyle der:

“ Size sadakatle bağlıyız. Otuz beş yıldır Arap haydutlarına karşı aralıksız savaşıyoruz. Her yıl sefere büyük atlı ve yaya orduları çıkardık, ama yardımınızı alma mutluluğuna kavuşamadık. Altı yıl önce Emir Kuteybe’yi bozguna uğrattık. Ama Araplar çok sayıda kuvvetle beni kuşattı. Asker yollayınız. Araplar toplam yüz yıl kudretli olacaklardır. Bu yıl yüz yıl doldu. Çin askeri gelirse, ben ve benimkiler, Arapları yeneceğiz.” (Age, sayfa 110)

CÜRCAN DİRENİŞİ VE KATLİAM

Küçük beylikler ve hakanlıklar şeklinde şehirlerde hüküm süren Türk kavimleri birleşip ortak hareket edemiyorlardı. Bunda, Çin’lilerin Türk hanlarını birbirine karşı kullanmasının da etkisi bulunuyordu. Zira, aralarındaki husumet nedeniyle merkezi ve güçlü bir ordu kuramıyorlardı. Tek merkezden yönetilen Arap orduları ise, Maveraünnehir’e kadar olan toprakları ele geçirmişti. Feth ettikleri  şehirlerde değerli mallara el koyuyorlardı, teslim aldıkları askerleri kılıçtan geçirip, kadınları ve genç erkekleri ise, esir pazarında satıyorlardı. Fethedilen yerlerden biri de Cürcan şehriydi. Şehir yedi ay Emevi ordusuna direnmişti. Şehir halkının bu uzun direnişi ve daha önceki eylemleri Emevi ordusunun başında bulunan Yezid’i öfkelendirmişti. Bundan sonrasını Taberistanlı tarih yazarı Taberi şöyle anlatmaktadır:

“ Fatih Arap komutanı şehre girince bütün erkeklerin bir araya getirilmesini emretti. Eli silah tutanların hepsini kılıçtan geçirdi. Geçeceği yolun sağ ve soluna 4 fersah (24 km) uzunluğunda bir mesafeye dar ağacı diktirerek bu Türkleri astırdı. Diğer taraftan şehri Araplara istedikleri gibi yağma ettirmeyi de unutmadı.”

Cürcan şehri 716 yılında Arap orduları tarafında fethedilmişti. Ordu komutanı Yezid, Cürcan’a bir miktar asker bırakarak Taberistan’ı feth etmeye gitmişti. Cürcan halkı da bunu fırsat bilerek  isyan etmiş, işgalci Arap askerlerini imha etmişti. Bunu öğrenen Yezid, şöyle der:

“ Cürcan’lıları mağlup ettiğimde, üzerlerinden kılıcı kaldırmaya; ta ki, akan kanlarından değirmen döndürüp, unundan ekmek pişirip yemedikçe” diye yemin eder. Tarihçi Taberi bu olayın devamını şöyle anlatır:

“ Şimdi sıra Allah’a verdiği sözü yerine getirmeye gelmişti. Bu maksat için de 12 bin kişi ayırdı. Onları Cürcan’ın vadilerinden biri olan Enderhiz’e doğru  sevk etti. Akibetlerinin ne olacağından ve niçin toplandıklarından tamamen habersiz olan bu zavallılar Enderhiz vadisine gelince orada durduruldular. Ondan sonra Yezid yanındaki Arap askerlerine dönerek;

 “ Bunlardan intikamını almak isteyenler alsın “ emrini verdi.

“ Enderhiz vadisinde kendilerini müdafaa edecek en küçük bir silahları olmayan bu esir Türklere Araplar büyük bir hışımla saldırdılar. Her Arap bir hamlede 4-5 Türk’ün birden işini bitiriyordu. “
“ Yezid 12 bin kişiyi böyle feci bir şekilde kılıçtan geçirdikten sonra, tepeler gibi yığılıp kalan bu kafa ve gövdeler üzerine doğru suyun mecrasını değiştirdi. Bu kan nehri ilerdeki bir değirmene ulaşıyordu. En sonunda Yezid, bu kanların öğüttüğü unlardan yapılan ekmeklerden yedi.  Böylelikle Allah’a verdiği sözü yerine getirmiş oldu. “ (Tarihi Taberi, c.3, s.383-384, Aktaran Erdoğan Aydın, Age. S.99-100))

 Arap ordularının saldırganlığı ile Türkler arasındaki mücadele, yani katliam ve savaşlar Emevilerin yıkılışına kadar devam etti. Yukarıda anlatılanlar bunun çok küçük bir boyutuydu. Türk kavimlerin oturduğu bölgelerde çok daha büyük katliamlar ve yağmalar yapıldı. Biz sadece vahşetin boyutunu göstermek istedik.

ABBASİLER DÖNEMİ

Emevilerin iktidarı yaklaşık 90 yıl sürdü. Miladi takvime göre, 749 yılında Eba Müslim Horasani, Türk ve İran’lı kavimlerin desteği ile Emevi iktidarına son verdi. Abbasi hanedanlığı döneminde “ Arap” kavimiyetçiliği yerine, “ İslam Ümmeti “ politikası adı altında aynı zihniyet devam etti. Yayılma ve fetih  politikalarında bir değişiklik olmamıştı. Türklerle olan savaşlar ve çatışmalar bütün hızıyla devam etti. Katliamları, yağma ve talanları tekrar etmeyelim. Çünkü yukarıda örneğini verdiğimiz çok sayıda olay yaşandı.

Miladi takvime göre, 942 yılında Karahanlı devleti, başındaki Satık Buğra Han  ile birlikte İslam dinini resmen kabul etti. Bu tarihten sonra, Türk kavimleri arasında İslamiyet hızla yayıldı. 11. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Horasan ve Orta Asya’daki Türk kavimlerin hepsi Müslüman olmuştu. Ancak, Türklerin İslam anlayışı ile Arapların anlayışı arasında fark vardı. Türkler önceki din anlayışları ile yeni dini harmanlayarak bir sentez oluşturmuşlardı. Kendi gelenek ve göreneklerini koruyorlardı. Türk din adamları, Yeni dini halkın basitçe anlayacağı ve uygulayabileceği bir şekle getirmişti. Buna “ Halk İslamı” diyorlardı. Arapların benimsemiş olduğu Şeriat hükümleri, onlara çok ağır ve uygulanması mümkün olmayan eylemler olarak görünüyordu. Çünkü, şeriat hükümleri Arap kavminin gelenek ve göreneklerine dayanan bir anlayıştan geliyordu. Kısaca, Şeriat din demek değildi. Türk din adamları da sufilik yoluyla onlara yeni dini öğretmeye çalıştılar. Bu görevi dervişler, babalar ve dedeler üstlenmişti. Onlar da yeni dini, Türklerin gelenek ve görenekleri üzerine inşa etme yoluna gittiler. Bu da İslam’ın Türk yorumuydu. Yani, Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş Veli’nin beslendiği kaynakta buradan geliyordu.

BÜVEYHİLER DÖNEMİ

Yedinci yüzyılda Hz. Muhammed tarafından kurulan İslam devleti iki yüz yıl sonra Emevi ve Abbasiler döneminde İmparatorluğa dönüşmüştü. Devletin sınırları kuzey Afrika kıyılarından Hindistan’a kadar uzanıyordu. Hanedanların imparatorluğu tek merkezden yönetmeleri imkansız hale gelmişti. İktidarlarını yerel hakim güçlerle paylaşmak zorunda kalmışlardı. Arap kavmine dayanan orduların ve yönetici kadroların yerini çok değişik milletlerden olanlar almıştı. Bunlardan biri de Hazar denizinin güneyindeki Deylem halkından olan Büveyhilerdi. Büveyhiler, devlet yönetiminde çok tecrübeli olan bir aileydi. Perslerden itibaren, Sasaniler devletinin yıkılışına kadar yönetim kadrolarında görev almışlardı.  Abbas oğullarının iktidara gelmelerine de destek vermişlerdi. M. 945 yılından itibaren devletin yönetim kadrolarını ele geçirmişlerdi. Abbasi halifesi üzerinde etkiliydiler. Şii İslam’ı benimsemişlerdi. Onların döneminde Başkent Bağdat’daki Şii nüfus hızla artmıştı.

Büveyhi ailesinin imparatorluk üzerindeki hakimiyeti 1055 yılına kadar devam etti. Bu tarihten sonra, sahneye Oğuz Türklerinden olan Selçuklular çıktı. 1040 yılında Horasan’a hakim olan Gaznelileri yenen Tuğrul bey önderliğindeki Oğuzlar, Abbasi halifesi Kaim- Biemrillah’ın daveti üzerine Bağdat’a girdi. Tuğrul beyden destek alan Halife Kaim-Biemrillah, Büveyhilerin imparatorluk üzerindeki etkinliğine son verdi.

EHLİ SÜNNET MEZHEPLER DÖNEMİ  

Abbasi İmparatorluğu topraklarında İslam dinini farklı yorumlayan onlarca fırka, ekol ve cemaat bulunuyordu. Kaim-Biemrillah’tan önceki halife Kadir-Billah tarafından M. 1029 yılında Bu fırka, mezhep ve cemaatlerin sayısı dörtle sınırlandırılmıştı. Bunlar, Hanefilik, Şafilik, Malikilik ve Hanbelilik’ti. Mezheplere bu ekollerin daha önce önderliğini yapan imamların isimleri verilmişti. Adları verilen bu mezhep imamların hiç birisi yaşamıyordu. Ancak, onların ekolünü devam ettiren öğrencileri hayattaydı. Fakat, Şiilik bu dört mezhebe dahil edilmemişti. Bu dört mezhebin dışındaki mezhepler ve ekoller din dışı kabul edilerek yasaklanmıştı. Yasaklananlar hakkında soruşturma, cezalandırma ve sürgün etme yoluna gidildi. Bu takibat ve cezalandırmaların sonunda sadece Şiilik ve bazı batıni akımlar ayakta kalabildi. Diğerleri yaşama şansı bulamadı.

 Halife Kadir Billah bunu yaptığında en büyük destekçisi Gazneli devletinin başında bulunan Sultan Mahmut’tu. Halife’nin Şiiliği bu dört mezhebin içine dahil etmemesinin nedeni, Şiilerin iktidarı ele geçirmek istemesinden geliyordu. Diğer mezheplerin siyasi iktidarı ele geçirme gibi bir amacı bulunmuyordu. Halife Kadir Billah ve  dört mezhep'in temsilcileri tarafından  imzalanan bu karar,  halife Kaim-Biemirillah zamanında tekrar yazılı bir metine aktarıldı. Halife, Bunu yaparken  Selçuklu sultanı Tuğrul beyden destek almıştı. Tuğrul bey Hem Büveyhileri, hem de daha önce Bağdat ve Musul bölgesine yerleşen İsmaili Fatimi-Şii taraftarı Türkmenleri Başkentten uzaklaştırmıştı. Hatta Fatimi-İsmaili taraftarı olan bu Şii Türkmenlere  karşı askeri eylemlerde bulunmuş ve onları etkisiz hale getirmişti. Tuğrul bey, halifenin kızıyla da evlenerek, akrabalık bağı ile  halifeyi ayrıca koruma altına da almıştı.

On birinci yüzyılda Abbasi halifeliğine rakip olabilecek siyasi güçler, Mısır’da kurulan İsmaili-Şii Fatimi devleti ile imparatorluk içindeki on iki imam Şiiliğini benimseyen ekollerdi. Halife bu güçlere karşı Ehli-Sünnet adı verilen cemaatlerin desteği ile  mücadele başlattı. Halife, askeri yöntemlerin dışında, fikri yönüyle de bir kampanya yürüttü. Fatimi ve Şii islam anlayışına karşı özellikle Hanbelilerin desteği çok yoğun oldu. Hanbeliler İslam’da içtihat yolunun kapatılmasında  etkili oldular. Bu anlayış, İslam coğrafyasında fikir özgürlüğünü engellemiş, sonuçta İslam ülkelerinin yeni gelişmeleri takip edememesine neden olmuştu. Zira, Hanbelilik, dinde aklı kullanmayı reddeden bir görüşe sahipti. Amelleri, yani ibadetleri de imandan sayarak, İslam dinini şekilciliğe sokmuştu.

Türklerin İslamiyeti kabulü ve sünni mezhebine dahil olmaları kısaca böyle oldu. Halife Kadir-Billah ve Kaim-Biemirullah kendi iktidarlarının devamı için İslamın şekilci yorumunu islam coğrafyasına zorla hakim kıldılar. İslam ülkelerinin bu tarihten sonra, bilim ve ilimde geride kalmasının nedeni de budur. Osmanlı döneminin ilahiyatçı-din bilginlerinden olan Prof. Dr. Yusuf Yörükan da bu görüştedir.   

Sonuç olarak, şunu söyleyebiliriz. Oğuz Türklerinden Tuğrul bey ve Gazneliler devletinin hakimi olan sultan  Mahmut,  Abbasi hanedanlığına askeri ve siyasi destek vermeseydi, ehli-sünnet mezhepleri bugünkü çoğunluğu elde edemeyeceklerdi. İslam coğrafyası ve Türk kavimleri de kendi özgün İslami yorumlarına sahip olacaklardı. Ahmet Yesevi ile başlayan ve Hacı Bektaş veli ile devam eden  İslam anlayışı, Türklerin mezhebi olacaktı. Ancak, tarihi şartlar buna müsaade etmedi. Eğer bu gerçekleşmis olsaydı; Türkiye çok daha farklı bir yerde olurdu. İslam coğrafyası da akıl ve bilimden uzaklaşmaz ve bugünkü yaşadıklarını yaşamazdı. Batılıların sömürgesi durumuna da düşmezdi.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
14.12.2019
Kaynaklar:
--Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı yayınları, 2016.
--Prof. Dr. Erdoğan Merçil-Prof. Dr. Ali Sevim, Selçuklu devletleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu yayınları, 1995.
--Prof. Dr. Bahattin Kök, Gazneli Mahmut ile Abbasi halifesi El-Kadir arasındaki ilişkiler adlı makalesi, 1998.
--Maşide Kamit, Necmettin Erbakan Üniversitesi araştırma görevlisi, Kaim-Biemirillah’ın Hilafetinde Sünni ve Şii iktidar mücadelesi adlı makalesi, 2014.
--Farhad Daftary, Şii İslam Tarihi, Alfa tarih yayınları, 2014, çeviren, Ahmet Fethi Yıldırım.
--Prof. Dr. Bernard Levis, Alamut Kalesi ve Hasan El Sabbah, Nokta kitap, 2012.




7 Aralık 2019 Cumartesi

BADILLI, RİŞVANLI VE MİLLİ AŞİRETİNİN MİRDİSİ AŞİRETİ İLE BAĞLANTISI NEREDEN GELİYOR ?

BADILLI, RİŞVANLI VE MİLLİ AŞİRETİNİN MİRDİSİ AŞİRETİ İLE BAĞLANTISI NEREDEN GELİYOR ?

Osmanlı arşiv uzmanı Cevdet Türkay’ın yazdığı “ OSMANLI İMPARATORLIUĞU’NDA OYMAK, AŞİRET VE CEMAATLAR “ adlı eserini incelerken,  Rişvanlı ve Milli aşiretlerinin Badıllı aşiretine, Badıllı aşiretinin de MERDİSİ’ye bağlı olduğunu tespit ettim. Bu durum dikkatimi çekti. Mirdisi-Merdisi ismi nereden geliyordu ?  Rişvanlı ve Milli aşireti gibi iki büyük aşiret neden Mirdisi aşiretine bağlı gösterilmişti ? Kitapta bu soruların cevabı bulunmuyordu. Yaptığım araştırmaların sonucunu ve elde ettiğim bilgileri sizinle paylaşmanın yararlı olacağını düşündüm. Zira, bugün Anadolu’nun ve Trakya’nın her yerine dağılmış olan bu aşiretlere mensup olanların geçmişlerini öğrenmesinde yarar gördüm. Aşiretlerinin kökenlerini ve nereden geldiğini öğrendiklerinde geçmişlerine daha iyi sahip çıkacaklarına kanaat getirdim. Şunu da belirtmekte yarar görüyorum. Orta çağda, aşiret ve cemaat örgütlenmeleri önemli bir unsurdu. İnsanlar oba, cemaat ve aşiret bağları sayesinde dayanışma içinde bulunuyor ve yardımlaşıyorlardı. Kararları aşiret reisleri, Kethudalar, Kahyalar birlikte alıyorlardı. Obalar, cemaatler büyüdükçe sayıları da artıyordu. Ancak hepsinin bağlı bulunduğu bir aşiret ya da kabile reisi bulunuyordu. Bu kısa bilgileri vermemizin nedeni konunun daha iyi anlaşılması içindir.

Önce, Mirdisi isminin nereden geldiğine bakalım:

MİRDİSİ YA DA MERDASİ İSMİ NEREDEN GELİYOR ?

Cevdet Türkay’ın eserinde Mirdisi, diğer tarihi kaynaklarda Merdasi olarak geçen isim, bugünkü Suriye coğrafyası, o zaman ki adıyla  Şam ve Halep eyaletleri 11. Yüzyılda Mısır’da hüküm süren Şii Fatimi devletinin hakimiyeti altında olan bir bölgeydi. Bölgenin yönetimi Arap kavminden, beni Kilab aşiretinin bir kolu olan Mirdas oğullarının elindeydi. Oğuz Türkmenlerinin Selçuklu ailesinin önderliğinde Gazneli devletine Dandanakan savaşı ile (M. 1040) son vermesinden sonra, batıya fetih hareketleri başladı. Malazgirt savaşından önce M.1069’da Oğuz Türkmenleri Anadolu’ya doğuda Ahlat, güneyde ise, Irak üzerinden girmişlerdi. Halep emirleri Mahmut ve Nasır, Anadolu’ya giren Oğuz Türkmenlerinden hem Bizans İmparatorluğu ile olan çatışmalarda, hem de  beni Kilab aşiretinin diğer kollarına karşı iktidarlarını korumak için yararlanmak istiyorlardı.

 Diyarbakır’dan başlayarak Antakya’ya kadar olan bölge, Bizans- Fatimi devletinin sınır hattını oluşturuyordu. Mirdas oğullarının bölgenin yönetimini ele geçirmek isteyen diğer kabilelerle yaptıkları çatışmalarda ve sınır hattındaki Bizans valilerinin ordularıyla yapılan savaşlarda Oğuz Türkmenleri belirleyici rol oynadılar. Halep emirlerinden Mirdas oğulları, Bizans sınır hattındaki toprakları, hizmetlerinin karşılığı olarak Oğuz Türkmenlerine verdiler. Bu bölge, Antep ile Diyarbakır arasındaki toprakları kapsıyordu.

Mirdas oğulları yönetimindeki topraklara ilk fetih yapanlar, Azarbeycan üzerinden gelen Navakiye Türkmenleriydi. Bu grup Filistin’e kadar fetih hareketlerine devam etmiş, ancak daha sonrası için tarihi kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Halep bölgesine en son gelenler Ahmet Şah yönetimindeki Oğuz Türkmenleriydi. Ahmet Şah, Mirdasi emiri Nasır ile işbirliği yaparak Halep bölgesine yerleşti. (M. 1075) Ahmet Şah yönetimindeki Türkmenler ve daha sonra gelenler burada küçük beylikler kurdular. Bu beylikler daha sonra İran’da bulunan Büyük Selçuklu devletine tabi oldular. Halep bölgesine gelen Türkmen aşiretleri içinde batı ve güney İran’da yaşayan Kürt kökenli aşiretler de bulunuyordu. Fetih hareketlerini birlikte yapmışlardı.

Horasan ve İran’dan gelip, Halep eyaletinde  (Antep-Maraş-Malatya-Adıyaman-Diyarbakır) yurt tutan bu aşiretler, Mirdas oğullarının yönetiminde yaşamaları ve birlikte hareket etmeleri nedeniyle “MERDİSİ”  ya da Merdasi olarak adlandırılmışlardı. Bu isim, aynı zamanda bir aidiyeti belirtmek için de kullanılıyordu. Aşiretler, genellikle yönetici pozisyonunda olan şahısların adıyla tanınıyordu. Hacılı, Hacı Ömerli, Bahaddinli, Cemaleddinli gibi. Merdisi ismi de buradan geliyordu. Üst aşiret Merdisi aşiretiydi. Ancak, onun altında başka aşiretler, o aşiretlerin de altında ona bağlı cemaatler bulunuyordu. Konumuz olan Merdisi üzerinden gidecek olursak, Konfederasyonun başında Merdisi, onun altında Badıllı, Karkın (Kargın), Adamanlu, Abdülheyoğlu, Modanlu, Cimikanlu, Tarikanlu, Osmanlı, diğer adıyla çanakçı cemaatleri yer alıyordu. Bu alt aşiretlere bağlı obalar da vardı. Örneğin, Badıllı aşiretine de bağlı olan Milli, Rişvanlı cemaatleri vardı. Örgütlenmeler yukarıdan aşağıya doğru devam ediyordu. Badıllı ve ona bağlı olan Rişvanlı ve Milli aşiretlerini ve bağlı cemaatleri verdiğimizde, konumuz daha iyi anlaşılacaktır.

BADILLI AŞİRETİNE BAĞLI CEMAATLER:

--Rişvanlı (Türkman Ekradı-Türkmen Kürdü)
--Çoğunlu (Türkman Ekradı)
--Hacıkırlı (Türkman Ekradı)
--Esterkanlı (Türkman Ekradı)
--Kürdikanlı (Türkman Ekradı)
--Milli aşireti (Türkman Ekradı)
--Uzmanlı-Ormanlı (Türkman Ekradı)

BADILLI AŞİRETİ: Konar-Göçer Türkman Ekradı taifesindendir.

MİLLİ AŞİRETİNE BAĞLI CEMAATLER:

Akkeçili (yörükan), Bamranlı (Türkman Ekradı), Bendanlı (Türkman Ekradı), Bendikanlı (Türkman Ekradı), Baturkanlı (Ekrad), Beyranlı (Ekrad) Cemaleddinli (Ekrad), Delikanlı (Ekrad), Hasenanlı (Ekrad), Hindili (Yörükan), Kamran (Göçer-evli), Kaskan( Türkman taifesi), Kethudalı kızığı (Türkman yörükanı), Kucur Afşarı (Türkman taifesi), Kulukanlı (Ekrad), Mamavi Kehlor (Türkman Ekradı), Mameki (Ekrad), Mihranlı (Türkman Ekradı), Rağvatlı (Ekrad), Rakuri (Ekrad), Sühürkanlı (Ekrad), Dudikan (Göçer-evli), Urusatlı (Türkmen Ekradı), Yazuklu (Yörükan), Celikanlı (Ekrad), Bahaddinli (Ekrad), Baruki,  Delüvi, Cebrail Tepesi oymağı, Gaziyanlı (Ekrad), Hacıyanlı (Ekrad), Halli oymağı (Ekrad), Hızır Kethuda oymağı (Ekrad), Mili kanlı(Ekrad), Milli Akkeçili (Ekrad), Musa Kör oymağı, Semu oymağı, Kara Hacı oymağı, Milli Ekrad cemaati, Milli Büzürk cemaati, Milli küçük cemaati.

MİLLİ AŞİRETİ:  Türkmen Ekradı Ulus taifesindendir.

RİŞVANLI AŞİRETİNE BAĞLI CEMAATLER:

Azizli (Yörükan), Birsanlı (Ekrad), Biziki (Ekrad), Belikanlu (Ekrad), Bektaşlu (Türkman Ekradı), Benanlu (Türkman Ekradı), Bereketlu (Ekrad), Cudikanlı (Ekrad), Çakallu (Türkman Yörükanı), Dalyanlı ( Ekrad), Dımışklı (Ekrad), Hocabanlı (Ekrad), Hacılar (Türkman Ekradı), Hacı Ömerli (Ekrad), Hadrasorlu (Ekrad),  Halikanlı (Ekrad), Hamidli (Yörükan), Hıdıranlı (Türkman yörükanı), Hadranlu (Ekrad), Hoşnişin (Yörükan), Kelerlü (Ekrad), Mahyanlı (Ekrad), Mandilli (Türkman Ekradı) , Mülükanlı (Ekrad), Okçuyanlı (Ekrad), Omahyanlu (Ekrad), Rumiyanlı (Türkman Ekradı), Sevirli (Ekrad), Sürkanlı (Ekrad), Terziyanlı (Yörükan), Umranlı (Ekrad), Zerikanlı (Ekrad), Zirokanlı (Ekrad).

RİŞVANLI AŞİRETİ: Konar-Göçer Türkman Ekradı Taifesindendir.

Ekrad, Arapça bir kelime olup " Kürtler " anlamındadır. Yörükan ve Göçer-evli diye geçenler ise, kayıtlarda “Türkmen “ olarak yer almaktadır. Türkman Ekradı ise, Türkmen Kürdü anlamına gelmektedir. Bu iki şekilde yorumlanabilir. Birincisi Türkmen olup Kürtçe (Kurmanç) konuşmalarından gelebilir. İkinci yorum ise, Kürt aşiretleri ile birlikte olmalarından dolayı bu ismi almış olabilirler.
Türkmen ve Kürt aşiretlerinin Halep bölgesine İran’dan birlikte geldiklerini belirtmiştik. Bunu doğrulayan kayıtlara Cevdet Türkay’ın eserinde de rastlamaktayız. Örneğin; Balabanlı Aşireti için Cevdet Türkay’ın eserinde şöyle denilmektedir:

“ Bozkoyunlu aşiretine tabi olan Balabanlı cemaati Malatya kazasında Gözene derbendi kürbünde sakin idi. Cemaati mezbure (adı geçen cemaat) aslen İran Ekradı yörükanı taifesinden olub, Pehlivanlı içinde Konya Eyaletinde konup göçerler.” (sayfa, 192, Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler İşaret yayınları, 2012 )

Balabanlı aşireti ile ilgili bilgilere Halep Tahrir defterlerinde de rastlamaktayız. 397 Numaralı Halep Mufassal Tahrir defterinde Balabanlı cemaati, 1526 yılında  "Köpekli Avşar taifesi "  içinde 100 hane olarak görünmektedir.  Oturdukları yer olarak da, Birecik ve Hama kazası belirtilmekteddir.

İkinci örnek ise, Rişvanlı aşiretine bağlı olan Halikanlı aşiretidir. Aynı eserin 342. sayfasında Halikanlı cemaati hakkında şu bilgiler verilmektedir:

" Malatya, Maraş, Konya, Birecik, Rakka, Erzurum, Kars, Ahıska, Sivas, Amasya, Şebinkarahisar, Adıyaman, Tokat kazasına (Sivas sancağı) iskan edilmişlerdir. Aslen İRAN Ekradından olan Halikanlı Cemaati, Rişvan aşiretine  tabidir. "

Kayıtlarda bu bilgilerin yer alması, Kürt kökenli bu aşiretlerin İran'ın batısından ve güneyinden  Türkmen aşiretleri ile birlikte Anadolu'ya geldiklerini doğrulamaktadır. 

Merdisi Aşiretine bağlı cemaatler 18. ve 19. Yüzyıla kadar doğu ve Güney doğu Anadolu’da ikamet ediyorlardı. Bunu doğrulayan kayıtlara 1530 yılına ait tahrir defterlerinde rastlamaktayız. Örneğin; Mirdisi aşiretine bağlı Osmanlı cemaati (diğer adı Çanakçılar), bu tarihte Maraş sancağının Zülkadiriye (Elbistan) kazasında, Tirkanlı (Türkanlı) cemaati Kars-ı Maraş (Kadirli) kazasında, Badıllı'ya bağlı Çoğunlu cemaati Halep sancağının Antakya kazasında, Milli aşireti Halep, Diyarbakır, Siverek, Çemişgezek ve Mardin'de, Rişvanlı'ya bağlı Hacılar cemaati Maraş sancağında bulunuyordu.

Osmanlı devletinin aşiret ve cemaatleri yerleşik düzene geçirmek için karar almasından sonra, Merdisi aşiretini oluşturan cemaatler de küçük parçalara ayrılarak zorunlu iskana tabi tutuldular. Ancak aşiretlerin bir kısmının ilk yerleştikleri yerlerde bugün de yaşamaya devam ettiklerini görebiliriz. Örnek olması açısından bazı aşiretlerin iskan edildiği yerleri verelim:

MİRDİSİ-MİRDASİ AŞİRETİ: Erzurum, Diyarbakır, Rakka, Malatya, İçel, Kars, Çıldır, Maraş, Çankırı, Mardin.

MİLLİ AŞİRETİ: Mardin, Diyarbakır, Çemişgezek, Ergani, Erzurum, Rakka, Sivas, Antep, Amasya, Urfa, Trablus-u Şam, Arapgir, Adilcevaz, Teke (Antalya).

RİŞVANLI: Kastamonu, Yozgat (Bozok), Kayseri, Birecik, Şam, Kilis, Antep, Maraş, Rakka, Sivas, Çorum, Erzurum, Kars, Çıldır, Ankara, Halep, Besni, Zile kazası (Sivas), Azaz kazası (Halep).

BADILLI AŞİRETİ: Çorum, Adana, Diyarbakır, Sivas, Erzurum, Maraş, Ergani, Rakka, Mardin, Çıldır, Manisa, Aydın, Şebinkarahisar, Koyulhisar, Gelibolu, Biga, Balıkesir, Ankara, Kocaeli, Çatalca, İpsala, Gümülcine, Kemah, Kars, Urfa, Trablus-u Şam, Tire kazası (İzmir).

Merdisi aşiretine bağlı diğer cemaat mensuplarının da Rumeli’den Rakka’ya kadar olan bölgelerde iskan edildiklerini belirtmeliyiz. Osmanlı devleti Ümmetçiliği esas aldığı için, aşiretlerin iskanına etnik açıdan bakmıyordu. O nedenle, aynı iskan politikasını diğer aşiretlere de uygulamıştı.

Mirdisi, Merdasi ya da Merdisi aşireti hakkında edindiğimiz bilgilerin özeti kısaca böyleydi. Bu yazıyı daha da genişletmek mümkündü. Ancak okunabilmesi için kısa tuttuk. Yararlı olması dileğiyle….

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
07.12.2019
* 1530 tarihli Diyarbakır Eyaleti defterinde  Merdisi adıyla üç mezra ismi geçmektedir. Bunlar  Mardin'e bağlı Karadere Nahiyesi, Diyarbakır'a bağlı Çıska (Hani) nahiyesi, Malatya'ya bağlı Muşar nahiyesinde (Aydınlar-Baskil) bulunmaktadır. 387 Numaralı Rum eyaleti defterinde de Harput sancağına bağlı Kuzabad (Keban civarı) nahiyesinde merdisi isminde bir mezra yer almaktadır.
Kaynaklar:
--Başbakanlık Arşivi Belgelerine göre, Osmanlı İmparatorluğu’nda OYMAK, AŞİRET VE CEMAATLAR, Cevdet Türkay, İşaret yayınları, 3. Baskı İstanbul, 2012.
--Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), 6. Baskı, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2016.
--397 Numaralı Halep Livası Mufassal Tahrir Defteri 1536, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 2010.
--401 Numaralı Şam Livası Mufassal Tahrir Defteri 1535,  Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 2011.
--998 Numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Diyarbekr ve Arab ve Zülkadiriyye 1530, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 1998.
--Selçuklu Devletleri Tarihi, Siyaset, Teşkilat ve Kültür, Prof. Dr. Ali Sevim-Prof. Dr. Erdoğan Merçil, Türk Tarih Kurumu 1995.
--Yrd. Doç. Dr. Faruk Söylemez, Sütçü İmam Üniversitesi,  Rişvan aşiretinin Cemaat, Şahıs ve yer adları makalesi, 2002.





4 Aralık 2019 Çarşamba

16. YÜZYILDA ÇEMİŞGEZEK-PERTEK-HARPUT-KUZABAD’DAKİ ZAVİYELER VE NÜFUSLARI




16. YÜZYILDA ÇEMİŞGEZEK-PERTEK-HARPUT-KUZABAD’DAKİ ZAVİYELER VE NÜFUSLARI


Bu makalemizde geçmişte Alevi dede ocaklarının  merkezlerinden biri olan Çemişgezek ve Harput sancaklarındaki zaviyelerin ve sancakların nüfuslarını ele alacağız. Diyarbakır eyaletine bağlı olan bu sancaklar Çaldıran savaşından (M. 1514) sonra Osmanlı topraklarına katılmıştı. “ 998 Numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Diyarbekr ve Arab ve Zülkadriyye defteri-1530 “ defterlerine göre bu iki sancak’ta yer alan zaviyeler ve sancakların nüfusları şöyle:

ÇEMİŞGEZEK (ÇEMİŞKEZEK) SANCAĞI :

Çemişgezek Merkez : Hane 299, Müslüman hane 84, Ermeni 235, Müslüman bekar 16, Ermeni bekar 58.
Çemişgezek sancağı Yekun: Camii 1, Medrese 1, köy 339, mezra 2, Nefer 7.880, Müslüman hane 6.284, Ermeni hane 346, Bekar Müslüman 1.071, bekar Ermeni 101.
Pertek Nahiyesi Yekun : Köy 22, Hane 890, Bekar 151.
Pertek nahiyesi bölümünde ismi geçen köyler: Kızıl mağara Ekradı kışlağı köyü, Kavilli Ekradı kışlağı köyü, Sağmanik köyü, Şoğru köyü, Til köyü, Zahoranlı Ekradı kışlağı köyü, Zervereklü Ekradı kışlağı köyü, Dimiriklü Ekradı kışlağı köyü, Hasırlı (Hisarlu) Ekradı kışlağı köyü.

ZAVİYELER:
--Eşküni Zaviyesi
--Halid Bey Zaviyesi.
--Kösik Zaviyesi.
--Şeyh Çoban Zaviyesi.
--Şeyh Hüsameddin Zaviyesi.
--Zihvan Zaviyesi.

HARPUT (HARPURT) SANCAĞI:
Harput Merkez: Müslüman hane 469, Ermeni hane 495, Bekar Müslüman 88, Bekar Ermeni 165.
Harput Yekun: Kale 1, Camii 3, Mescit 6, Zaviye 7, Hamam 1, Değirmen 4, Köy 156, Mezra 38, Nefer (erkek nüfus) 7.711, Müslüman hane 4.856, Ermeni hane 745, Bekar Müslüman 1.696, Bekar Ermeni 222.

Harput sancağı kayıtlarında ismi geçen iki aşiret yer almaktadır. Bunlar Cihan beyli ve İskanlı (İlkanlu) aşiretleridir.

ZAVİYELER:
--Aykuzu (Ankuzu) Zaviyesi.
--Mansuriye Zaviyesi.
--Mevlana Ahmet Peykerici Zaviyesi.
--Seyyid Kasım Zaviyesi.
--Şeyh Kainat Zaviyesi.
--Şeyh Şadi Zaviyesi (Kuzabad nahiyesi-Batı Harput)

İlgili defterlerde Kuzabad nahiyesine bağlı olarak 95 köy ve mezra yer almaktadır. Kuzabad nahiyesine bağlı olan Şeyh Şadi zaviyesinin bulunduğu köy, Pirvanlı (Birvanlı) olarak geçmektedir. Ancak, aynı nahiyeye  bağlı olarak Sün Kürd ve Sün Türk köyleri de bulunmaktadır.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
4.12.2019.







2 Aralık 2019 Pazartesi

16. YÜZYILDA ZÜLKADİR (DULKADİR) EYALET DEFTERLERİNDE MARAŞ VE BOZOK (YOZGAT) SANCAKLARINDAKİ AŞİRETLER VE NÜFUSLARI


16. YÜZYILDA ZÜLKADİR (DULKADİR) EYALET DEFTERLERİNDE MARAŞ VE BOZOK (YOZGAT) SANCAKLARINDAKİ AŞİRETLER VE NÜFUSLARI


Dülkadir (Zül-Kadiriyye) Beyliği, Osmanlı devletinin hakimiyetine 1522 yılında dahil edilmişti.  Kuzeyde Bozok (Yozgat) bölgesi ile güneyde Maraş-Elbistan ve Adana’nın bir kısmını kapsıyordu. Beyliğe bağlı aşiretler Bozok bölgesini yaylak, Maraş-Elbistan-Adana bölgesini ise, kışlak olarak kullanıyorlardı. Bölge Osmanlı’ya katıldıktan sonra, 1530 yılından itibaren kayıt ve sayımlar yapıldı. Bugünkü yazımızda 1530 tarihli defterlerde yer alan aşiretleri ve nüfuslarını yazacağız. Bugün iç ve Orta Anadolu’daki nüfusun dayandığı ana gövde bu aşiret ve cemaatlerden meydana gelmiştir. Bu aşiretleri ve nüfuslarını inceleyip yazmamızın nedeni de budur.

Dülkadir eyaleti üç sancaktan oluşuyordu. Bozok, Kırşehir ve Maraş sancağı. Sancaklar, nahiye, kazalar ve konar-göçer olan aşiretlerden meydana geliyordu. Önce Maraş sancağını ele alalım.

Maraş sancağı, merkeze bağlı Aladinek, Andırın, Bazarcu, Güğercinlik, Zeytuniye-Firnos, Göynük, Bayındır, Tegek, Kemer, Argulu, Keferdiz, Haruniye, Hayıt, nahiyeleri ile Elbistan, Kars (Kadirli), Zamantu  kazalarından oluşuyordu.

1530 yılındaki sayımların ele alındığı 998 Numaralı “ Muhasebe-i Vilayet-i Diyarbekr ve Arab ve Zül-Kadiriye Defteri” ne göre, Maraş merkezi ve bağlı nahiyelerin cemaat ve nüfus yapısı şöyle:
MARAŞ Merkez ve Nahiyeler: Cemaat 33, Köy 241, Mera 497, Yaylak 3, Çiftlik  9, Değirmen 42,  Hane  2.035.

Maraş merkeze bağlı Kabile ve Cemaatler:(Konar-Göçer )

Tahirli taifesi: Cemaat 7, Hane 350.
Gündeşli Taifesi: Cemaat 32, hane 883.
Anamaslu (Alamaslu) Taifesi : Cemaat 102, Hane 2.654.
Bostancıyan Taifesi : Cemaat 11, Hane 164.
Dokuz Taifesi (Beşanlu Kabilesi) : Cemaat 112, Hane 3.236.
Küreciyan Taifesi: Cemaat 32, Hane 1.118.
Bertiz Taifesi: Cemaat 42, Hane 444.
Cerid Taifesi : Cemaat 54,  Hane 1.636.
Beçenek (Peçenek) Taifesi : Cemaat 32,  Hane 818.
Kavurgalı Taifesi : Cemaat 12,  Hane 659.
Alcı Taifesi : Cemaat 8,  Hane 412.
Döngellü Taifesi : Cemaat 31,  Hane 1.257.
Küşne Taifesi : Cemaat 87,  Hane 2.677.
Eymir Taifesi : Cemaat 40,  Hane 1.408.
Çimeli Taifesi : Cemaat 13,  Hane 565.
Kızıllı Taifesi (Ali Beyli ) : Cemaat 51,  Hane 1.208.
Dışarcıyan Taifesi (Gurbet Taifesi) : Cemaat 23,  Hane 727.
Demrek Taifesi : Cemaat 36,  Hane 816.
Çağırganlu Taifesi : Cemaat 21,  Hane 289.
Evci Taifesi : Cemaat 11,  Hane 412.

Konar-Göçer toplamı : Cemaat (Oba) 757,  Hane 21.733.

ELBİSTAN KAZASI:
Sarsab, Ayün-ül Arüs, Ahsendere, Hurman, Nurhak, Nergele nahiyeleri ile birlikte:
Köy 165,  Mezra 234,  Çiftlik 5,  Nefer (Erkek)  3.366,  Hane  2.771.

KARS (KADİRLİ) KAZASI:

Magara, Çoa, Megelgin, Göksun ve Göstere nahiyeleri ile birlikte:
Zakirlü Taifesi : Nefer 1.353,  Hane 956.
Kavurgalu Taifesi : Nefer 999,  Hane 729.
Karı Kışlalu Taifesi : nefer 69,  Hane 51.
Karamanlu Taifesi : Nefer 1756,  Hane 1.313.
Demircilü Taifesi : Nefer 1857,  Hane 1.422.
Selmanlu Taifesi (Süleymanlu) : Nefer 387,  Hane 270.
Çobanlu Taifesi : Nefer 164,  Hane 114.
Hatablu Taifesi : Nefer 165,  Hane 113.
Mesudlu Taifesi : Nefer 175,  Hane 149.
Keçelik Taifesi : Nefer 850,  Hane 685.
Kemallü Taifesi : Nefer 386, Hane 316.

KARS (KADİRLİ) TOPLAMI:  Nefer: 10.266,  Hane (Müslüman)  7.191,  Hane ( Gayri Müslim) 426,  Camii 1,  Mescit 2,  Zaviye 4,  Köy 45,  Mezra  672,  Çiftlik 24,  Değirmen  73.

ZAMANTU KAZASI : (ELBAŞI BELDESİ-BÜNYAN-KAYSERİ)

Hınzırı-Gömülgen, Pınarbaşı ve Çörmüşek Özü nahiyeleri ile birlikte:
Kale: 1, Camii  2, Mescid  3 , Zaviye  10,  Köy  86,  Mezra  312,  Çiftlik 20, Yaylak  13, Değirmen  78,  Nefer  3.375,  Hane (Müslüman)  2.189,  Hane (Gayri Müslim) 604.

MARAŞ SANCAĞI TOPLAM: Kale 3, Camii  3, Mescit  5,  Zaviye  14, Dükkan  36, Hamam 2,  Köy  502,  mezra 1.787, Çiftlik 62, Yaylak 35,  Değirmen 199,  Müdderis 4, Sipahi 1.450,  Nefer 51.342,  Müslüman hane 38.270,  Gayri Müslim hane 2.587.

KIRŞEHİR SANCAĞI: Kale 1, Cemaat 115, Köy 10, Mezra 714, Kışlak 64, Nefer  9.222, hane 5.708.

BOZOK SANCAĞI:

Ağca Koyunlu 300 hane, Sekilü kabilesi 267 hane, Şam Bayadı 627 hane, Kızıl Kocalı 1.279 hane, Süleymanlı 1.683 hane, Ağcalu 1.584 hane, Selmanlu 813 hane, Çiçeklü 565 hane, Zakirlü 334 hane, Mesudlu 199 hane, Ağca Koyunlu 83 hane, Kavurgalu 29 hane, Demircilü 347 hane, Ali beyli 348 hane, Karamanlu’yu Dinik 531 hane, Tecirli 122 hane, Deli Alilü 179 hane, Şam Bayadı 2.536 hane.
BOZOK Sancağı Toplam: Nefer 14.454, Hane 11.259, Vergiden muaf hane 1.797, Cemaat 350, Köy 6, Bekar 1.283, Mezra 884, Sipahi 590.

ZÜLKADİR EYALETİ TOPLAMI:

Sipahi 2.460, Kale 4, Köy 523, Mezra 3.412, Cemaat 665, Çiftlik 52, Kışlak 64, Yaylak 35, Gümüş madeni (Göksun) 1, Değirmen 199, Dükkan 36, Camii 4, Medrese 2, Mescit 10, Zaviye 14, Hamam 4, Nefer 76.181, Hane (Müslüman) 55.317, Hane (Gayri Müslim) 2.587, Sadat (Seyyid) 25.

Yukarıdaki tablodan da görüleceği gibi nüfusun ezici çoğunluğunun konar-göçer olduğu, çok az bir kısmının köylerde ve kasabalarda oturduğu anlaşılmaktadır. Dikkat çeken diğer bir nokta da, aynı aşiretlere mensup cemaatlerin Maraş’dan, Bozok’a kadar yayılmış oldukları görülmektedir. Bu aşiret ve cemaatlerin torunları aynı bölgede bugün de yaşamaya devam etmektedirler.

Bu bilgilerin bugün bize ulaşmasını sağlayan başta Osmanlı devleti memurlarına ve Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü personeline teşekkürlerimizi iletiyoruz.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
2.12.2019












Popular