MEDİNE
SÖZLEŞMESİ VE Hz. MUHAMMED’İN DEVRİMLERİ
Hz.
Muhammed’e İslam dinini tebliğ etme görevi geldiğinde kırk
yaşındaydı. Çocuk yaşta anne ve babasını kaybetmişti. Yetim
büyümüştü. Hz. Hatice ile evlenen kadar hayatı yoksullukla
geçmişti. Haşimi ailesinin Kabe’deki dini işlerini yürütmesi
nedeniyle dinler konusunda bilgi sahibiydi. Hz. İbrahim’in Allah’a
ibadet için yaptığı Kabe putlarla dolmuştu. Bu tek tanrı
inancına aykırıydı. Mekke ve Hicaz’daki ekonomik sistem de çok
acımasızdı. Nüfusun büyük çoğunluğu açlık ve sefalet
içindeydi. Kadınların durumu da çok berbattı. Kadınlar, bir mal
gibi alınıp satılıyordu. Görevi, sadece erkeklere hizmet etmek
ve onların ihtiyaçlarını gidermekti. Dünyaya geldiklerinde
babaları tarafından bir “utanma” vesilesi olarak
görülüyorlardı. Erkek çocuk dünyaya geldiğinde ise, bir
“şeref” ve “haysiyet” olarak algılanıyor, günlerce
eğlence ve neşeli toplantılar düzenleniyordu. İşte Hz.
Muhammed’e Cebrail aracılığı ile ayetler geldiğinde Mekke ve
Hicaz bölgesindeki toplumun yapısı kısaca böyleydi.
BASKILAR-İŞKENCELER
Hz.
Muhammed, İslam’ı tebliğ etmeye başladığında, önce Hz.
peygamberle alay ettiler. Sonra küçük düşürücü eylemlerle vaz
geçirmek istediler. Bu da olmayınca, rüşvet olarak kadın ve para
teklif ettiler. Ancak, Hz. Muhammed peygamberlik görevinden geri
dönemezdi. Bütün baskılara ve saldırılara göğüs gerdi.
Özellkle, yetimlerle ve yoksullarla ilgili ayetler indiğinde ve
Hz. peygamber bunları açıklamaya başladığında Mekke’nin elit
grubu buna şiddetle karşı koymaya başladı. Zira, Hz. Muhammed’in
tebliğ ettiği din taraftar toplamaya başlamıştı. Tefeci ve
bezirgan sınıfı bunu kendi çıkarları için büyük bir tehdit
olarak algıladı. Ve çok sert tepkiler vermeye başladılar. İslam
dinini kabul edenlere işkence etmeye ve katletmeye başladılar. İlk
şehit olanlar, Hz. peygamber’in çocukluk arkadaşı ve alevilerin Cem ibadetinde saygıyla andıkları On Yedi Kemerbest'en olan Ammar bin
Yasir’in annesi ve babasıydı.
MEDİNE’YE
HİCRET
Hz.
Muhammed’in İslam dinini tebliğ etmesi Medine’de oldukça
olumlu karşılanmıştı. Tek tanrı inancını savunan, hak, adalet
ve iyi ahlakı anlatan ayetler çok sayıda taraftar bulmuştu.
Medine’deki Evs ve Hazreç kabilelerinin bazı ileri gelenleri,
Mekke’ye gelerek gizlice Hz. Muhammed’e biat edip, İslam dinine
girmişlerdi. Medine’lilerin bu tutumu Hz. Muhammed’i memnun
etmişti. Ancak Mekke’deki baskıların şiddeti artmaya ve Hz.
Muhammed’i suikastle ortadan kaldırmaya kadar gelmişti. Mekke’de
yaşamanın şartları ortadan kalkmıştı. Bunun üzerine, Hz.
Peygamber, aralarında Hz. Ebubekir’in de olduğu bir grupla
gizlice Medine’ye hicret etti.
Hz.
Muhammed, Mekke döneminde, itikadi ve ahlaki bakımdan müslamanları
eğitmiş, onları toplumsal birlik ve bütünlük için hazır hale
getirmişti. Kabile, şehir ayırımı kalkmış İslam dini
altında bir “Ümmet” meydana getirilmişti. Medine’ye göç
eden müslümanların mal varlıkları orada kalmış ve Mekke’liler
tarafından el konulmuştu. Hz. Muhammed bu durumu gidermek için,
Mekkeli Müslümanlarla, Medineli Müslümanları kardeş yaptı.
Kardeşlik bağı sayesinde Mekke’li göçmenlerin Medine’lilere
ait tarla ve bahçelerde çalışarak, elde edilen gelire ortak
olmaları sağlandı. Böylece geçimlerini idame ettirerek ,
başkalarının üzerine de yük olmayacaklardı.
MEDİNE’DE
EKONOMİK VE SİYASİ HAYAT
Medine’nin
hicretten önceki ismi Yesrib’di. Yesrib’in kelime anlamı “
kınamak- kötülemek- fitne ve fesat çıkarmak “ manasına
geliyordu. Hz. Muhammed bunu “şehir-kent “ anlamına gelen
Medine ismi ile değiştirdi. Hz. Muhammed bir şehir-site devleti
kurmayı hedefliyordu. Bu amaçla, Medine şehrinin sınırlarını
belirledi. Nüfus sayımı yaptırdı. Medine’deki ticaretin Yahudi
kabilelerinin denetiminde olduğunu görünce, alternatif bir pazar
kurdu. Pazarı denetlemek üzere, dokuz kişilik bir heyet
görevlendirdi. Heyetin bir üyesi de kadındı. Heyetin görevi
bozuk ve hileli malların satışını engellemek ve orada meydana
gelebilecek olaylara anında müdahale etmekti.
Medine’de
siyasi bir birlik yoktu. Evs ile Hazreç kabilesi arasında
çatışmalar eksik olmuyordu. Beni Nadir, Beni Kureyza, Beni
kaynuka Yahudi kabileleri arasında da rekabet ve çatışmalar devam
ediyordu. Hz. Muhammed bu durumu ortadan kaldırmak istiyordu. Ancak,
Mekke’liler Medine’deki kabilelerin ileri gelenlerine sürekli
mektuplar göndererek müslüman Kureyşlileri şehirlerinden
çıkarmalarını istiyordu. Çıkartmadıkları taktirde, Medine’yi
“işgal” etmekle tehdit ediyorlardı. Bu karışık durumları
gören Hz. Muhammed, müslüman gönüllülerden oluşan bir ordu
kurdu. Ordunun görevi önce müslümanları, sonra da tüm
Medine’nin güvenliğini sağlamaktı. Müslümanların Bedir’de
Mekke’lilerin ordusunu yenmesi, Medine’de siyasi birliği
sağlamak için bir fırsat doğurdu. Hz. Peygamber, Müslüman
olmayan Evs, Hazreç ve Yahudi kabilelerin ileri gelenlerini
müslüman olan Enes bin Malik’in evinde toplantıya çağırdı.
Kabile reisleri ile yapılan bu toplantıda Medine’de barış
içinde nasıl yaşanılacağını, dış saldırılara karşı ortak
savunma yapılması konularında görüş alış verişinde
bulunuldu. Uzun görüşmeler sonunda, Medine’de şehir devletinin
kurulması konusunda anlaşmaya varıldı. Anlaşmanın özeti,
kabileler iç işlerinde serbest olacak, Medine’nin savunması
ortak yapılacak ve çözülemeyen hukuki meselelerde Hz. Muhammed
en son karar verici olacaktı. Anlaşmaya varılan bu konular Hz. Ali
tarafından yazılarak kayıt altına alındı. Anlaşmayı muhafaza
etme görevi de Hz. Muhammed tarafından Hz. Ali’ye verildi.
MEDİNE
SÖZLEŞMESİ
Kabile
reisleri ile yapılan anlaşma, eklerle birlikte elli beş maddeden
oluşuyordu. Kabile reisleri bu sözleşmeyle, Hz. Muhammed’in
peygamberliğini ve Medine şehir devletinin başkanlığını kabul
etmişlerdi. Bu anlaşmada, Hz. Muhammed’in müslümanlardan oluşan
bir merkezi ordu kurması belirleyici olmuştu. Yani, örgütlü
silahlı güç anlaşmayı zorunlu kılmıştı. Anlaşmayla, Medine
şehir devletinin kurucu unsuru müslümanlar olduğu kabul
edilirken, yönetimin ikinci derecedeki ortakları Yahudi ve müslüman
olmayan kabilelerdi. Yahudilerle birlikte diğer kabileler de
dinlerinde ve inançlarında serbestçe yaşama hakkına sahiptiler.
Aralarındaki hukuki sorunları da kendi dinlerinin hukukuna göre
çözeceklerdi. Yani, Herkesin dini kendineydi. Ancak, kabileler
müslümanlara karşı Mekke’lilerle ittifak kurmayacaklarına dair
söz veriyorlardı. Medine’yi de dış saldırılara karşı
birlikte savunacaklardı. Savunma masraflarını da ortaklaşa
paylaşacaklardı. Sözleşmenin diğer bir önemli maddesi ise,
çözülemeyen sorunlar Hz. Muhammed’e götürülecekti. Maddede
aynen şöyle deniliyordu:
“
Bu yazıda gösterilen kimseler
arasında zuhurundan korkulan bütün öldürme, yahut münazaa
vakaların Allah’a ve Resullah Muhammed’e götürülmeleri
gerekir.”
Bu
maddeden de anlaşılacağı gibi Hz. Muhammed’in hem peygamberliği
hem de siyasi liderliği kabul edilmektedir. Böylece siyasi otorite
ile dini otorite bir kişide toplanmış oluyordu.
KADIN HAKLARI
İslamiyetten
önce Medine’de kadının sosyal hayattaki önemi çok azdı.
Erkekler her konuda üstün bir konuma sahipti. Kadınlar toplum
hayatında bir eşya gibi alınıp, satılan bir mal gibiydi. İslam
tarihi profesörü Neşet Çağatay, “İslam’dan önce Arap
tarihi ve Cahiliye çağı” adlı eserinde İslam öncesindeki Arap
kadının yerini şöyle anlatmaktadır:
“
İslam öncesi Medine’de
kadının miras hakkı olmadığı gibi, kocası öldüğünde bizzat
kendisi erkeğin varisleri tarafından miras malı gibi pay edilirdi.
Ayrıca erkekler istedikleri kadar kadınla evlenebilirlerdi.
Evlenilen kadınların sayısı ile ilgili bir sınırlama yoktu.
Kadın daha doğuştan aşağılanmaya başlardı. Bir kişinin erkek
çocuğu olursa, şenlik düzenler, yemekler verir ve bunu günlerce
kutlardı. Kız çocuğu doğarsa, utanır suçlu psikolojisine
kapılırdı. Toplum içine çıkmaktan da çekinirdi. “
İslam
felsefesi pröfesörü İbrahim Agah Çubukçu da “İslam’da
kadın Hakları” isimli makalesinde İslamiyetten önceki
kadınların durumu hakkında şunları yazmaktadır:
“İslamiyetten
önce Araplarda, bir kadın on erkekle evlenebilirdi. Kadın doğan
çocuğunu bunlardan sevdiğine nispet ederdi. Erkek de bunu
kabullenirdi. Ayrıca erkek, soylu bir nesil elde etmek için, eşinin
başka kimselerle düşüp kalkmasına izin verirdi. Cahiliye çağında
erkeklerin karılarını karşılıklı olarak değiştirme adetleri
de vardı. Hür kadınlar açıkça zina yapamazlardı. Fakat gizli
dost tutanlara da sık sık rastlanırdı. “
İslam’dan
önceki Hicaz bölgesinde kadınların durumu kısaca böyleydi.
İslam’dan sonra ise, birden çok kadınla evlenme sayısı enfazla
dörtle sınırlandırılmış, kadına mirasta pay alma hakkı
verilmiş, Zina yasaklanmış, erkeğin, kadını gerekçesiz
boşaması zorlaştırılmış, erkek ile kadının birbirlerinin
tamamlayıcısı oldukları belirtilmiştir. (Tövbe suresi, 71.
ayet) Bu yenilikler bugüne göre, kadın-erkek eşitliği olarak
tanımlanamaz. Ancak, önceki duruma göre, büyük bir gelişme
olarak ele almak gerekir. Toplumlara yeni kural ve kaideleri kabul
ettirmek o kadar kolay bir şey değildir. O günkü Hicaz toplumunda
kadınlara bu hakların verilmesi bir devrimdir. Toplumların
yüzyıllardır benimsemiş ve uygulamış oldukları gelenek ve
görenekleri bir anda yıkarak, yerine yenisni koyup kabul ettirmek
ancak kararlı bir duruşla mümkündür. Bunu gerçekleştirmek için
de örgütlü bir toplum olması gerekir. İşte Hz. Muhammed bunu
gerçekleştirmiştir.
MESCİDİ
NEBEVİYE VE SUFFA OKULU
Hz.
Muhammed, Medine’ye hicret ettiğinde ilk yaptığı işlerden
birisi, müslümanların ibadetlerini yerine getirmesi için bir
mescit yaptırmak olmuştu. “Mescdi Nebeviye” olarak bilinen bu
mescit, kompleks bir yapıya sahipti. Sadece namaz kılınan, ibadet
edilen bir yer değildi. Eğitim yapılan, sosyal, askeri, ekonomik
konuların da konuşulup tartışıldığı bir yerdi. Mescide daha
sonra, ilaveler yapılarak kimsesiz olanlara burada yatılı olarak
din eğitimi, İslam ahlakı, islam hukuku konularında eğitim
verilirdi. “Suffa okulu” olarak bilinen bu okulda, haftanın bir
günü kadınların eğitimine ayrılmıştı. Bu da kadına tanınan
bir ayrıcalıktı. Suffa okulunda dini öğrenenler, Medine
dışındaki bölgelere eğitmen olarak gönderiliyordu. Onlara
öğretmenlik yapıyor, İslam dini ve ahlakını öğretiyorlardı.
İslam dini bu öğreticilerin sayesinde hicaz bölgesinde çok hızlı
bir şekilde yayıldı ve taraftar buldu.
SONUÇ:
Hz.
Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicret etmesi hangi sonuçları
doğurmuştur? Hicaz bölgesinde toplumsal yaşamda yapılan
değişiklikler nelerdir ? Maddeler halinde kısaca şöyle
özetleyebiliriz.
1-
Medine’de bir site-şehir devleti kurulmuştur.
2-Yeni
bir dinin kurumları oluşturulmuştur.
3--Düzenli
bir ordu meydana getirilmiştir.
4-Evlenme,
boşanma, miras, alışveriş, borçlanma, kira, diyet, kısas,
ortaklık gibi konular hukuki kurallara bağlanmıştır.
5-Yaygın
bir medrese eğitimi ile toplum yeni bir kalıba sokulmuştur.
6-Kabile
anlayışı yerine, daha birleştirici olan “Ümmet” toplumu
oluşturulmuştur.
7-Çoğulculuğa
dayanan yazılı bir anayasa yürürlüğr sokulmuştur.
Yukarıda
maddeler halinde özetlediğimiz değişimlere ne demeliyiz ?
Toplumun eskimiş, yozlaşmış, insanların hak ve hukukuna aykırı
kural, gelenek ve göreneklerini yıkarak, onun yerine, örgütlü,
daha ileri ve modern bir toplum yaratma eylemlerine tarihte “devrim”
denilir. İşte Hz. Muhammed de bunu gerçekleştirmiştir.
Bazılarının anlamadığı da budur. Bin dört yüz yıl önceki
yenilikleri bugüne göre kıyaslayarak değerlendirme yapılamaz.
Değişimleri o günkü şartlara ve toplumların içinde
bulundukları döneme göre değerlendirmek gerekir. Aksi taktirde,
bizden önceki toplumları “cep telefonlarını niye daha önceden
icat etmemişler” ya da “neden uçakla yolculuk yapmamışlar”
gibi saçma sapan iddialarla itham etmemiz gerekir. Toplumların
gelişimi ve değişimi kısa zaman dilimlerinde mümkün
olmamaktadır. Bunun için önce alt yapıların, sonra da üst
kurumların değişmesi lazımdır. Yeniliklere bu gözle bakarsak
daha iyi anlaşılacağı düşüncesindeyim.
Saygılarımla.
Hamdullah
Dedeoğlu
09.03.2019
Kaynaklar:
--Diyanet
İşleri vakfı İslam Ansiklopedisi,
--M.Asım
Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet, Medine dönemi,
--Akademik
Bakış Dergisi sayı 52, Yıl, 2015, “Hicret Sonrası İlk İslam
Medeniyetinin İnşa Sürecinde Toplumsal kurumların Yapısı “
isimli inceleme yazısı,
--Dr.
Hikmet kıvılcımlı, Allah, Peygamber, Kitap, Bilim ve gelecek
kitaplığı,
--Prof.Dr.
Neşet Çağatay, İslam’dan önce Arap tarihi ve Cahiliye Çağı,
--Prof.Dr.
İbrahim Agah Çubukçu, İslam’da kadın Hakları adlı makalesi,