TUNCELİ OVACIK BELEDİYE BAŞKANI SAYIN FATİH MEHMET MAÇOĞLU’NA ÖNERİLER
22 Mart 2019 Cuma
TUNCELİ OVACIK BELEDİYE BAŞKANI SAYIN FATİH MEHMET MAÇOĞLU’NA ÖNERİLER
TUNCELİ OVACIK BELEDİYE BAŞKANI SAYIN FATİH MEHMET MAÇOĞLU’NA ÖNERİLER
17 Mart 2019 Pazar
KUR’AN’DA MUSEVİLER Mİ, İNKARCI YAHUDİLER Mİ LANETLENİYOR ?
KUR’AN’DA MUSEVİLER Mİ, İNKARCI YAHUDİLER Mİ LANETLENİYOR ?
13 Mart 2019 Çarşamba
SELÇUKLU DEVLETİNE İSYAN EDEN BABA İLYAS ALEVİ MİYDİ ?
Anadolu Selçuklu devletinin yıkılmasına neden olan ve tarihe “Babai
İsyanı” olarak geçen olayın nedeni neydi ve nasıl olmuştu? Bu olayı uzun süre
merak etmiştim. Konuyla ilgili iki farklı bakış açısına ulaştım. Birincisi
Prof. Dr. Yaşar Ocak’ın “Babai İsyanı ve Aleviliğin Tarihsel alt yapısı”,
diğeri de araştırmacı-yazar Hamza Aksüt’ün “Baba İlyas ve Babai İsyanı” isimli
eseriydi. Hemen hemen aynı kaynakları kullanan yazarlar farklı sonuçlara
ulaşmıştı. Bunun nedeni Yaşar hocanın olaya akademisyen gözüyle bakmasının
yanında, biraz da dönemin resmi tarihini esas alarak eserini yazmasıdır. Yazar
Hamza Aksüt ise, resmi tarihçilerin taraflı yazdığını ve isyancıları gerçek
dışı iddialarla itham edildiğini belirtmektedir. Bu makalemizde her iki yazarın kitaplarını
kaynak olarak kullanacağız.
Baba İlyas, yazar Hamza Aksüt’e göre, Oğuz Türkmenlerinin Eymir boyundan İlyas obasının “Baba”sıdır. İsmi de buradan gelmektedir. Takriben 1200’lerin başında doğmuştur. Mardin bölgesinde oturan Dede Garkın tarafından halkı dini konularda aydınlatması için Amasya bölgesine gönderilmiştir. Vefailik tarikatı ile ilgisi bulunmamaktadır. Horasan’dan değil, Mardin’den gelmiştir. Selçuklu tarihçisi İbni Bibi’nin iddia ettiği gibi kendisine “Resul” ya da “ Peygamber” dememiştir. Yazar, “Baba Resul” deyiminin “Resul topluluğun babası” anlamında kullanıldığını belirtmektedir. Ayrıca, Mardin bölgesinde “Resul” isimli bir obanın bulunduğunu açıklamaktadır. Biz de aynı görüşe katılmaktayız, Zira, Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra Kırşehir’deki Şeriat mahkemesinde yargılanan Hamdullah Dede, kendilerini “Evladı Resul” olarak tanıtmıştır. Bunu söylemesinin nedeni de soylarının Ehlibeyte dayanmasıdır. Dolayısıyla, Baba İlyas’ın da aynı anlamda kullandığı kanaatindeyim. Ya da Aksüt’ün verdiği bilgilere göre “Resul” obasına mensubiyeti ifade etmek için de kullanılmış olabilir. Kendisini peygamber ilan etmesi bağlı bulunduğu ocağın inancına da aykırıdır. Bağlı bulunduğu Dede Garkın ocağı ailesinin kökeni Ehli beyte dayanmaktadır. Yöneticiler, isyancıları halkın gözünde küçük düşürmek için böyle bir propagandaya başvurmuş olabilir.
Yazar Hamza Aksüt, Baba İlyas’ı kısaca bu şekilde tanıtırken, Prof. Dr. Yaşar Ocak, farklı görüşler savunmaktadır. Ona göre, Baba İlyas’ın tam adı, Ebü’l Baka Şeyh Baba İlyas b. Ali el Horasani’dir. Kendisini peygamber ilan etmiştir. Vefai tarikatına bağlıdır. Moğol istilası sırasında Anadolu’ya sığınan ve Selçuklu sultanı 1. Alaadddin Keykubad’ın emrine girmiş bulunan Harezmli Türklerin bir Türkmen babasıdır. Yaşar hoca, Baba İlyas’ın torunu olan Elvan Çelebi’nin verdiği bilgiye dayanarak, Baba İlyas’ın Rum diyarına (Anadolu’ya) Dede Garkın’ın halifesi sıfatıyla 1230’lu yıllarda Amasya yakınlarındaki Çat köyüne (Bugünkü İlyas köyü) gelerek burada bir zaviye açtığını belirtmektedir.
Baba İlyas, buradan bölgedeki Türkmenlere kendi inancını yaymak için çalışmalara başlar. Kısa sürede taraftar toplar. Ancak, Selçuklu sultanının adamları tarafından yakından takip edilmektedir. Yörede ün yapması, yerel yöneticiler tarafından kıskançlıkla ve şüphe ile karşılanır. Konya’daki Selçuklu sultanına durmadan Baba İlyas hakkında gerçeği yansıtmayan raporlar göndermektedirler.
İSYANIN NEDENLERİ VE BABA İSHAK
Olayın nedenleri hakkında üç ayrı görüş bulunmaktadır.
1. Görüş: Selçuklu devletinin resmi tarihçisi İbn Bibi’ye göre, olayı
çıkaranlar “kafirdir”. Türkmen toplumunu “ Bilgisiz bir din adamının sözlerine
kolaylıkla kanabilen bir yaradılışa sahip olduğunu” ileri sürmüştür.
2. Görüş: Malatya’lı tarihçi Abu’l Farac’a göre olay “Arapların dinine
karşı fena bir ayrılık hareketidir.”
3. Görüş: Türkmenlerin tek kaynağı olan Baba İlyas’ın torunu Elvan
Çelebi’nin verdiği bilgilerdir.
Elvan çelebi’ye göre olayın iki nedeni bulunmaktadır. Birincisi Amasya bölgesinin “Kör Kadı” lakaplı yöneticisinin Baba İlyas’ın “Boz” atını satın alıp Selçuklu sultanına göndermek istemesi, İkinci nedeni ise, Mardin’de bulunan Baba İlyas’in halifelerinden Baba İshak’ın obasına devlet görevlilerinin kötü muamelesidir. “Kör kadı” Baba İlyas’ın çok sevdiği “Boz” atını satın alıp Selçuklu sultanı Gıyasettin Keyhüsrev’e göndermek ister. Ancak Baba İlyas atının satılık olmadığını söylese de “Kör Kadı” inadından vazgeçmez. Atı alması için adamlarını gönderir. Ancak, Baba İlyas’ın dergahındaki görevliler atı vermezler ve çatışma çıkar. Daha sonra Kör Kadı’nın askerleri Zaviyeye baskın yaparlar. Baba İlyas ve tekke’deki görevlileri hapse atarlar. Olayı haber alan Mardin’deki Baba İshak, Baba İlyas’ı kurtarmak için Türkmen obalarından bir ordu meydana getirerek,1240 yılının ağustos ayında yola çıkar. Yolda karşılaştıkları Selçuklu kuvvetlerini yenerek Amasya şehrine girerler. Ancak geç kalmışlardır. Baba İlyas ve zaviyedeki adamları idam edilmiştir. Baba İshak bunu öğrenince Amasya’daki Selçuklu askeri kuvvetlerini kuşatır ve komutanları Armağanşah’ı öldürür. İsyan yine dinmez. Bu kez hedef Konya’daki Sultan Gıyasettin Keyhüsrev’dir. Sultan, uygulamaları ve saraydaki lüks yaşamı nedeniyle de tepkilerin odağı durumundadır. Yolda diğer Türkmen boylarından da katılımlar olur. Kırşehir yakınlarındaki Malya ovasına gelirler. Bu sırada sultan korkusundan Konya’yı terk eder. Malya ovasında bu kez karşılarına zırhlı Hristiyan Frenk askerlerden, Ermeni ve Gürcülerden oluşan bir ordu çıkar. Türkmenler kendilerinden emindirler. Malya ovasına gelene kadar Selçuklu kuvvetlerini on iki kez mağlup etmişlerdir. Birlikte getirdikleri kadın-erkeklerden oluşan kuvvetlerle saldırıya geçerler. Ancak ok ve mızrakları zırhlı Frenk askerleri karşısında etkili olamaz ve savunma savaşı yaparlar. Ancak sonuç çok kötü olur. Yenilerler ve çok sayıda kayıp verdikten sonra çekilirler. Bir kısmı da esir düşer. Ve böylece tarihe “Babai isyanı” olarak geçen ve üç ay devam eden isyan 1240 yılının Ekim ayında son bulur.
Selçuklu devleti paralı Hristiyan askerlerin desteği ile Türkmenlerin isyanını bastırır. Ancak, üç yıl sonra Anadolu’ya gelen Moğol ordusuna 1243 yılındaki Kösedağı savaşında yenilirler ve Selçuklu hanedanı son bulur. Anadolu’da beylikler dönemi başlar. O beyliklerin içersinde Osman bey Babai dervişlerin ve Türkmenlerin desteği ile yeni bir devlet kurar ve yaklaşık altı yüz yıl hüküm sürer.
BABA İLYAS VE BABA İSHAK ALEVİ MİYDİ?
Baba İlyas ve Baba İshak’ın bağlı bulunduğu Dede Gargın, Alevi dede ocaklarından biridir. Dede Gargın dedelerinin kökeni Ehli Beyt’e dayanmaktadır. Dolayısıyla Baba İshak isyanına katılanlar bugünkü anlamıyla kendilerine Alevi demiyorlardı. Ancak Ehlibeyt taraftarı oldukları kesindir. İsyana destek veren obaların bazı köyleri bugün de mevcuttur. Bu köyler Alevi inancına mensupturlar. Bunlardan bazıları şunlardır. Baba İlyas’ın türbesinin bulunduğu Amasya Merkeze bağlı İlyas köy (karışık), Samsun’un Havza ilçesine bağlı Eymir köyü, Amasya’nın Merzifon ilçesine bağlı Eymir ve Kıreymir köyleri ve Sivas Şarkışla ilçesine bağlı İlyas Hacılı köyü.
İSYANIN ESAS NEDENİ NEYDİ?
Baba İshak isyanının nedenlerini yukarıda resmi tarihçilerin ve Baba İlyas’ın torunu olan Elvan Çelebi’nin kitaplarından aktarmıştık. Yazarlardan Prof. Dr. Yaşar Ocak, olayın esas nedeni olarak ekonominin bozulmasını ve kötü yönetim olduğunu belirterek, Babai isyanının İsmail-i Şia anlayışından etkilendiği görüşündedir. Olayın gerekçelerinden birisi olması konusunda biz de aynı görüşe katılmaktayız. Ancak, bize göre esas nedenlerin başında, Moğol istilasından ve Selçuklu-Eyyubiler çatışmasından kurtulmak için Anadolu içlerine girmek isteyen Türkmenlere, Selçuklu yönetiminin engel olması ve onlara kötü gözle bakmasındandır. Selçuklu yönetiminin bu tutumunu sarayın tarihçisi Fars asıllı İbn Bibi’nin Türkmenlere karşı kullandığı sözlerinden anlayabiliriz.
Yazar Hamza Aksüt’e göre ise, isyan daha önceden planlanmıştı. Dede Garkın Anadolu, Suriye ve Irak bölgelerinin önemli yol güzergahlarının kesiştiği noktalara bilerek dergahlar kurdurmuş ve halifelerini de bunun için Anadolu’ya göndermiştir.
BABAİ İSYANI VE HACI BEKTAŞ-I VELİ
İsyan sırasında Hacı Bektaş-ı Veli de aynı bölgede bulunmaktadır. Yazar Hamza Aksüt, tarihi kaynaklara dayanarak, Hacı Bektaş-ı Veli’nin Baba İlyas’la aynı inancı paylaşmakla birlikte isyana fiili olarak katılmadığını belirtmektedir. Ancak Yaşar Ocak Hoca, Hacı Bektaş Veli’nin kardeşi Menteş’in olaya dahil olduğunu ve Sivas’taki çatışmalarda hayatını kaybettiğini ifade etmektedir. Yazar Aksüt’e göre ise, olay sırasında Hacı Bektaş Mardin’deki “Bekdeş” obasıyla birliktedir. Hacı Bektaş ismi de “Bekdeş obasının hacısı” ya da “Bekdeş obasından olan hacı” anlamına gelmektedir. Kayıtlara göre, Hacı Bektaş-ı Veli, Selçukluların Moğollara yenilmesinden sonra, Güney doğu Anadolu’da bulunan Türkmenlerle birlikte orta Anadolu’ ya gelip yerleşmiştir.
Sonuç olarak, Babai isyanından alınması gereken tarihi bir ders vardır. Halkın sorunlarına çözüm üretmeyen, onların inançlarına saygı göstermeyen, baskı ve şiddet uygulayan yönetimler hep yıkılmışlardır. Tarih bu derslerle doludur.
Hamdullah Dedeoğlu
13.03.2019
10 Mart 2019 Pazar
MEDİNE SÖZLEŞMESİ VE Hz. MUHAMMED’İN DEVRİMLERİ
MEDİNE SÖZLEŞMESİ VE Hz. MUHAMMED’İN
DEVRİMLERİ
Hz. Muhammed’e İslam dinini tebliğ etme görevi
geldiğinde kırk yaşındaydı. Çocuk yaşta anne ve babasını kaybetmişti. Yetim
büyümüştü. Hz. Hatice ile evlenene kadar hayatı yoksullukla geçmişti. Haşimi
ailesinin Kabe’deki dini işleri yürütmesi nedeniyle dinler konusunda bilgi
sahibiydi.
Hz. İbrahim’in Allah’a ibadet için yaptığı Kabe
putlarla dolmuştu. Bu tek tanrı inancına aykırıydı. Mekke ve Hicaz’daki
ekonomik sistem de çok acımasızdı. Nüfusun büyük çoğunluğu açlık ve sefalet
içindeydi.
Kadınların durumu da çok kötüydü. Kadınlar, bir
mal gibi alınıp satılıyordu. Görevi, sadece erkeklere hizmet etmek ve onların
ihtiyaçlarını gidermekti. Dünyaya geldiklerinde babaları tarafından bir “utanma”
vesilesi olarak görülüyorlardı. Erkek çocuk dünyaya geldiğinde ise, “ŞEREF”
ve “HAYSİYET” olarak algılanıyor, günlerce eğlence ve neşeli
toplantılar düzenleniyordu. İşte Hz. Muhammed’e Cebrail aracılığı ile ayetler
gelmeden önce, Mekke ve Hicaz bölgesindeki toplumun yapısı kısaca böyleydi.
BASKILAR-İŞKENCELER
Hz. Muhammed, İslam’ı tebliğ etmeye başladığında
önce Hz. peygamberle alay ettiler. Sonra küçük düşürücü eylemlerle vaz geçirmek
istediler. Bu da olmayınca, rüşvet olarak kadın ve para teklif ettiler. Ancak,
Hz. Muhammed peygamberlik görevinden geri dönemezdi. Bütün baskılara ve
saldırılara göğüs gerdi. Özellikle, yetimlerle ve yoksullarla ilgili ayetler
indiğinde ve Hz. peygamber bunları açıklamaya başladığında, Mekke’nin elit
grubu buna şiddetle karşı koymaya başladı. Zira, Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği
din taraftar toplamaya başlamıştı.
Tefeci-tüccar sınıfı bunu kendi çıkarları için
büyük bir tehdit olarak algıladı. Ve çok sert tepkiler vermeye başladılar.
İslam dinini kabul edenlere işkence etmeye ve katletmeye başladılar. İlk şehit
olanlar, Hz. peygamberin çocukluk arkadaşı Ammar bin Yasir’in annesi ve
babasıydı.
MEDİNE’YE HİCRET
Hz. Muhammed’in İslam dinini tebliğ etmesi
Medine’de oldukça olumlu karşılanmıştı. Tek tanrı inancını savunan, hak, adalet
ve iyi ahlakı anlatan ayetler çok sayıda taraftar bulmuştu. Medine’deki Evs ve
Hazreç kabilelerinin bazı ileri gelenleri Mekke’ye gelerek gizlice Hz.
Muhammed’e biat edip, İslam dinine girmişlerdi. Medinelilerin bu tutumu
Hz. Muhammed’i memnun etmişti. Ancak Mekke’deki baskıların şiddeti artmaya ve
Hz. Muhammed’i suikastla ortadan kaldırmaya kadar gelmişti. Mekke’de
yaşamanın şartları ortadan kalkmıştı. Bunun üzerine, Hz. Peygamber, aralarında
Hz. Ebubekir’in de olduğu bir grupla gizlice Medine’ye hicret-göç etti.
Hz. Muhammed, Mekke döneminde itikadi ve ahlaki
bakımdan Müslümanları eğitmiş, onları toplumsal birlik ve bütünlük için hazır
hale getirmişti. Kabile, şehir ayırımı kalkmış İslam dini altında bir “Ümmet”
meydana getirilmişti. Medine’ye göç eden Müslümanların mal varlıkları orada
kalmış ve Mekkeliler tarafından el konulmuştu. Hz. Muhammed bu durumu gidermek
için, Mekkeli Müslümanlarla, Medineli Müslümanları kardeş yaptı. Kardeşlik bağı
sayesinde Mekkeli göçmenlerin Medinelilere ait tarla ve bahçelerde birlikte
çalışarak, elde edilen gelire ortak olmaları sağlandı. Böylece, geçimleri
sağlanmış, başkalarının üzerine yük olmaktan kurtulmuşlardı.
MEDİNE’DE EKONOMİK VE SİYASİ HAYAT
Medine’nin hicretten önceki ismi YESRİB’di.
Yesrib’in kelime anlamı “KINAMAK- kötülemek- FİTNE ve fesat çıkarmak” manasına
geliyordu. Hz. Muhammed bunu “şehir-kent” anlamına gelen
MEDİNE ismi ile değiştirdi. Hz. Muhammed bir şehir-site devleti kurmayı
hedefliyordu. Bu amaçla, Medine şehrinin sınırlarını belirledi. Nüfus sayımı
yaptırdı. Medine’deki ticaretin Yahudi kabilelerinin denetiminde olduğunu
görünce, alternatif bir pazar kurdu. Pazarı denetlemek üzere, dokuz kişilik bir
heyet görevlendirdi. Heyetin bir üyesi de kadındı. Heyetin görevi bozuk ve
hileli malların satışını engellemek ve orada meydana gelebilecek olaylara anında
müdahale etmekti.
Medine’de siyasi bir birlik yoktu. Evs ile Hazreç
kabilesi arasında çatışmalar eksik olmuyordu. Beni Nadir, Beni Kureyza, Beni
Kaynuka Yahudi kabileleri arasında da rekabet ve çatışmalar devam ediyordu. Hz.
Muhammed bu durumu ortadan kaldırmak istiyordu. Ancak, Mekke’liler Medine’deki
kabilelerin ileri gelenlerine sürekli mektuplar göndererek Müslüman
Kureyşlileri şehirlerinden çıkarmalarını istiyordu. Çıkartmadıkları taktirde,
Medine’yi “İŞGAL” etmekle tehdit ediyorlardı. Bu
tehdidi gören Hz. Muhammed, Müslüman gönüllülerden oluşan bir ordu kurdu.
Ordunun görevi önce Müslümanları, sonra da tüm Medine’nin güvenliğini
sağlamaktı.
Müslümanların Bedir’de Mekkelilerin ordusunu
yenmesi, Medine’de siyasi birliği sağlamak için bir fırsat doğurdu. Hz.
Peygamber, Müslüman olmayan Evs, Hazreç ve Yahudi kabilelerin ileri gelenlerini
Müslüman olan Enes bin Malik’in evinde toplantıya çağırdı. Kabile reisleri ile
yapılan bu toplantıda, Medine’de barış içinde nasıl yaşanılacağını, dış
saldırılara karşı ortak savunma yapılması konularında görüş alışverişinde
bulunuldu. Uzun görüşmeler sonunda, Medine’de şehir devletinin kurulması
konusunda anlaşmaya varıldı.
Anlaşmanın özeti, kabileler iç işlerinde serbest
olacak, Medine’nin savunması ortak yapılacak ve çözülemeyen hukuki meselelerde
Hz. Muhammed en son karar verici olacaktı. Anlaşmaya varılan bu konular Hz. Ali
tarafından kayıt altına alındı. Anlaşmayı muhafaza etme görevi de yine Hz.
Muhammed tarafından Hz. Ali’ye verildi.
MEDİNE SÖZLEŞMESİ
Kabile reisleri ile yapılan anlaşma, eklerle
birlikte elli beş maddeden oluşuyordu. Kabile reisleri bu sözleşmeyle, Hz.
Muhammed’in peygamberliğini ve Medine şehir devletinin başkanlığını kabul
etmişlerdi.
Bu anlaşmada, Hz. Muhammed’in Müslümanlardan
oluşan bir merkezi ordu kurması belirleyici olmuştu. Yani, örgütlü silahlı güç
anlaşmayı zorunlu kılmıştı. Anlaşmayla, Medine şehir devletinin kurucu unsuru
Müslümanlar olduğu kabul edilirken, yönetimin ikinci derecedeki ortakları
Yahudi ve Müslüman olmayan kabilelerdi. Yahudilerle birlikte diğer kabileler de
dinlerinde ve inançlarında serbestçe yaşama hakkına sahiptiler. Aralarındaki
hukuki sorunları da kendi dinlerinin hukukuna göre çözeceklerdi. Yani, herkesin
dini kendineydi.
Ancak, kabileler Müslümanlara karşı Mekke’lilerle
ittifak kurmayacaklarına dair söz veriyorlardı. Medine’yi de dış saldırılara
karşı birlikte savunacaklardı. Savunma masraflarını da ortaklaşa
paylaşacaklardı. Sözleşmenin diğer bir önemli maddesi ise, çözülemeyen sorunlar
Hz. Muhammed’e götürülecekti. Madde de aynen şöyle deniliyordu:
“Bu yazıda gösterilen kimseler arasında
zuhurundan korkulan bütün öldürme yahut münazaa vakaların Allah’a ve Resulullah
Muhammed’e götürülmeleri gerekir.”
Bu maddeden de anlaşılacağı gibi, Hz. Muhammed’in
hem peygamberliği hem de siyasi liderliği kabul edilmiş oluyor, siyasi otorite
ile dini otorite bir kişide toplanmış oluyordu.
KADIN HAKLARI
İslamiyet’ten önce Medine’de kadının sosyal
hayattaki önemi çok azdı. Erkekler her konuda üstün bir konuma sahipti. Kadınlar
toplum hayatında bir eşya gibi alınıp, satılan bir mal gibiydi. İslam tarihi
profesörü Neşet Çağatay, “İslam’dan önce Arap tarihi ve Cahiliye çağı”
adlı eserinde İslam öncesindeki Arap kadının yerini şöyle anlatmaktadır:
“İslam öncesi Medine’de kadının miras
hakkı olmadığı gibi, kocası öldüğünde bizzat kendisi erkeğin varisleri
tarafından miras malı gibi pay edilirdi. Ayrıca erkekler istedikleri kadar
kadınla evlenebilirlerdi. Evlenilen kadınların sayısı ile ilgili bir sınırlama
yoktu. Kadın daha doğuştan aşağılanmaya başlardı. Bir kişinin erkek çocuğu
olursa, şenlik düzenler, yemekler verilir ve bunu günlerce kutlardı. Kız çocuğu
doğarsa, utanır suçlu psikolojisine kapılırdı. Toplum içine çıkmaktan da
çekinirlerdi.”
İslam felsefesi Profesörü İbrahim Agah Çubukçu da
“İslam’da kadın Hakları” isimli makalesinde İslamiyet’ten
önceki kadınların durumu hakkında şunları yazmaktadır:
“İslamiyet’ten önce Araplarda, bir
kadın on erkekle evlenebilirdi. Kadın doğan çocuğunu bunlardan sevdiğine nispet
ederdi. Erkek de bunu kabullenirdi. Ayrıca erkek, soylu bir nesil elde etmek
için, eşinin başka kimselerle düşüp kalkmasına izin verirdi. Cahiliye çağında
erkeklerin karılarını karşılıklı olarak değiştirme adetleri de vardı. Hür
kadınlar açıkça zina yapamazlardı. Fakat gizli dost tutanlara da sık sık
rastlanırdı.”
İslam’dan önceki Hicaz bölgesinde kadınların
durumu kısaca böyleydi. İslam’dan sonra ise, birden çok
kadınla evlenme sayısı en fazla dörtle sınırlandırılmış, kadına mirasta
pay alma hakkı verilmiş, zina yasaklanmış, erkeğin, kadını gerekçesiz boşaması
zorlaştırılmış, erkek ile kadının birbirlerinin tamamlayıcısı oldukları
belirtilmiştir. (Tövbe Suresi, 71. ayet)
Bu yenilikler bugüne göre, kadın-erkek eşitliği
olarak tanımlanamaz. Ancak, önceki duruma göre, büyük bir gelişme olarak ele
almak gerekir. Toplumlara yeni kural ve kaideleri kabul ettirmek o kadar kolay
bir şey değildir. O günkü Hicaz toplumunda kadınlara bu hakların
verilmesi bir devrimdir. Toplumların yüzyıllardır benimsemiş ve uygulamış
oldukları gelenek ve görenekleri bir anda yıkarak, yerine yenisini koyup kabul
ettirmek ancak kararlı bir duruşla mümkündür. Bunu gerçekleştirmek için de
örgütlü bir toplum olması gerekir. İşte Hz. Muhammed bunu
gerçekleştirmişti.
MESCİDİ NEBEVİYE VE SUFFA OKULU
Hz. Muhammed, Medine’ye hicret ettiğinde ilk
yaptığı işlerden birisi, Müslümanların ibadetlerini yerine getirmesi için bir
mescit yaptırmak olmuştu. “Mescid-i Nebeviye” olarak bilinen bu
mescit, kompleks bir yapıya sahipti. Sadece namaz kılınan, ibadet edilen bir
yer değildi. Eğitim yapılan, sosyal, askeri, ekonomik konuların da konuşulup
tartışıldığı bir yerdi.
Mescide daha sonra, ilaveler yapılarak kimsesiz
olanlara burada yatılı olarak din eğitimi, İslam ahlakı, İslam hukuku
konularında eğitim veriliyordu. “Suffa okulu” olarak
bilinen bu okulda, haftanın bir günü KADINLARIN eğitimine ayrılmıştı. Bu
da kadına tanınan bir ayrıcalıktı. Suffa okulunda dini ve hukukunu öğrenenler,
Medine dışındaki bölgelere eğitmen olarak gönderiliyordu. Onlara öğretmenlik
yapıyor, İslam dini ve ahlakını öğretiyorlardı. İslam dini bu öğreticilerin
sayesinde hicaz bölgesinde çok hızlı bir şekilde yayıldı ve taraftar buldu.
SONUÇ:
Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicret etmesi
hangi sonuçları doğurmuştur?
Maddeler halinde kısaca şöyle özetleyebiliriz.
1- Medine’de bir site-şehir devleti kurulmuştur.
2-Yeni bir dinin kurumları oluşturulmuştur.
3--Düzenli bir ordu meydana getirilmiştir.
4-Evlenme, boşanma, miras, alışveriş, borçlanma,
kira, diyet, kısas, ortaklık gibi konular hukuki kurallara bağlanmıştır.
5-Yaygın bir medrese eğitimi ile toplum yeni bir
kalıba sokulmuştur.
6-Kabile anlayışı yerine, daha birleştirici olan
“Ümmet” toplumu oluşturulmuştur.
7-Çoğulculuğa dayanan yazılı bir anayasa yürürlüğe
sokulmuştur.
Yukarıda maddeler halinde özetlediğimiz
değişimlere ne demeliyiz?
Toplumun eskimiş, yozlaşmış, insanların hak ve
hukukuna aykırı kural, gelenek ve göreneklerini yıkarak, onun yerine, örgütlü,
daha ileri ve modern bir toplum yaratma eylemlerine tarihte “DEVRİM”
denilir.
İşte Hz. Muhammed de bunu gerçekleştirmiştir.
Bazılarının anlamadığı da budur. Bin dört yüz yıl önceki yenilikleri bugüne
göre kıyaslayarak değerlendirme yapılamaz. Değişimleri o günkü şartlara ve
toplumların içinde bulundukları döneme göre değerlendirmek gerekir. Aksi
taktirde, bizden önceki toplumları “cep telefonlarını niye daha
önceden icat etmemişler” ya da “neden uçakla yolculuk
yapmamışlar” gibi saçma, sapan suçlamalarla itham etmemiz gerekir.
Toplumların gelişimi ve değişimi kısa zaman
dilimlerinde mümkün olmamaktadır. Bunun için önce alt yapıların, sonra da üst
kurumların değişmesi lazımdır. Yeniliklere bu gözle bakıldığında daha iyi
anlaşılacağı kanaatindeyim. Zira toplumların ilerlemesi hep böyle olmuştur.
Peygamber kelimesinin anlamı da “ÖNDER-LİDER”
anlamına gelmektedir. Peygamberlere verilen görev toplumu ileriye götürmek,
adil ve adaletli bir toplum inşa etmektir. Tarihsel olarak da bu böyledir.
Hz. İbrahim, Nemrut’un, Hz. Musa Firavun’un baskı
ve zulmüne karşı halkını savunmuş ve liderlik yaptığı topluma daha iyi bir
yaşam sağlamak için mücadele etmiştir. Hz. Muhammed de aynısını yapmıştır. Dinler
ve peygamberler tarihine bu gözle bakıldığında insanlığın geçmişini daha iyi
anlayabilir ve yorumlayabiliriz.
09.03.2019.
Hamdullah Dedeoğlu.
Kaynaklar:
--Diyanet İşleri Vakfı İslam Ansiklopedisi.
--M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet,
Medine Dönemi.
--Akademik Bakış Dergisi sayı 52, Yıl, 2015.
--Dr. Hikmet kıvılcımlı, Allah, Peygamber, Kitap,
Bilim ve gelecek kitaplığı.
--Prof. Dr. Neşet Çağatay, İslam’dan önce Arap
tarihi ve Cahiliye Çağı.
--Prof. Dr. İbrahim Agah Çubukçu, İslam’da kadın
Hakları adlı makalesi.
1 Mart 2019 Cuma
ŞAH İSMAİL’İN ŞİİRLERİNDEKİ “HATAYİ” MAHLASI NEREDEN GELİYOR ?
ŞAH İSMAİL’İN ŞİİRLERİNDEKİ “HATAYİ” MAHLASI NEREDEN GELİYOR ?
Popular
-
KERBELA’NIN İNTİKAMINI ALAN MUHTAR SEKAFİ KİMDİR ? Emevi halifesi Yezid’in ordusu tarafından Miladi 680 yılında Kerbela’da şehi...
-
KÜRDLER KÖYÜ- ALAKADI 1840 NÜFUS KAYITLARI KÜRDLER KÖYÜ-ARDIÇLAR KÖYÜ 1840 NÜFUS KAYITLARI KÜRDLER KÖYÜ -AKDAĞ 1840 NÜFUS KAYITLARI “ KÜRD...
-
ÇULPARA KÖYÜNÜN KISA TARİHÇESİ ÖNSÖZ Köyümüzün tarihini yazmamızın nedeni nedir? Bu sorunun cevabını herkes merak edecektir. B...
-
ALEVİLER NEDEN TAVŞAN ETİ YEMEZ ? Alevilerin tavşan eti yemediğni herkes bilir. Alevilere en çok sorulan sorulardan biri de buydu. Klas...
-
OSMANLI BELGELERİNDE TÜRKMAN EKRADI- (TÜRKMEN KÜRDÜ) AŞİRETLER Daha önceki yazılarımızda Osmanlı belgelerinde yer alan “EKRAD” kelimes...



