30 Ağustos 2018 Perşembe

KUR’AN'DA AKLIN KULLANILMASI VE KADER ANLAYIŞI


KUR’AN'DA AKLIN KULLANILMASI VE KADER ANLAYIŞI

Kur’an’la ilgili olarak yazacağımız bu beşinci makalede, Kur’an’da aklın kullanılması ve kader konularında ne deniliyor, bunu açıklamaya çalışacağız.

Konuyu daha iyi anlayabilmemiz için, önce Kur’an’da aklın kullanılması ile ilgili ayetleri verelim.

ZÜMER SURESİ: 9. Ayet: “ ...Bilenlerle, bilmeyenler bir olur mu ? Ancak AKIL sahipleri bundan öğüt alır.”

17. ve 18. Ayetler : “...Ey Muhammed! Dinleyip de en iyi söze uyan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın doğru yola eriştirdikleri bunlardır. İşte onlar AKLI başında bulunanlardır.”

SAD SURESİ: 29. Ayet: “ Ey Muhammed! Sana indirdiğimiz bu kitap kutludur. Ayetlerini düşünsünler, AKLI olanlar ibret alsınlar.”

NAHL SURESİ : 12. ve 13. Ayet: “Geceyi, gündüzü, güneşi, ayı sizin emrinize vermiştir. Yıldızlar da O’nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphe yok ki, bunlarda AKIL eden kimseler için dersler vardır. Yeryüzünde bulunan rengarenk şeyleri de sizin için yaratmıştır. Şüphe yok ki, bunda da öğüt alan kimseler için ibret vardır. “

Ayetlerden görüldüğü gibi, Allah’ın yeryüzündeki yarattıklarından yararlanması için, insanoğluna akıl verdiği, doğru yola erişenlerin ve Kur’an ayetlerinden dersler çıkaranların da aklı başında bulunanlar olduğu belirtilmiştir. Yani, Allah’ın iyi kulları, iyi ve yararlı insan olmak için, aklını kullanıp, bu ayetlerden “öğüt alıp, ders çıkaranlar” olacaktır denilmektedir. Aklını kullanamayanların bu ayetlerden ders çıkaramayacğı anlatılmaktadır. Kısaca, Yüce yaradan insanoğluna AKLINI kullanmasını emretmektedir. Bu nedenle, Kur’an’da insanoğlu’nun diğer yaratılanlardan üstün tutulduğu belirtilmiştir.

Kur’an’da, Allah’a, Kur’an’a, Peygambere, meleklere ve ahiret gününe iman edilmesi sık sık geçmesine rağmen, “Kadere iman”diye geçen bir ayete rastlamadığımızı belirtmeliyim. Kadere imanın, Kur’an’daki ayetlere de aykırı düşeceği kanaatindeyim. Zira, Kur’an ayetlerinde, Allah insanlara iyi işler yapmayı öğütlemektedir. Dolayısıyla kötülük yapmasını men etmektedir. Bu, çok sayıda ayette de yer almaktadır. Burada, konu ile ilgili bazı ayetleri belirtmekte fayda görüyoruz.

KUR'AN'DA KADER-HAYIR VE ŞER

NİSA SURESİ: 79. Ayet: “ Sana ne iyilik gelirse, ALLAH’tandır. Ne kötülük gelirse, KENDİNDENDİR.”

BAKARA SURESİ: 286. Ayet: “ ALLAH, hiç kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını teklif etmez. Herkesin kazandığı sevap KENDİSİNE aiittir. Elde ettiği suç da yine KENDİSİNE aittir. “

ŞURA SURESİ: 30 Ayet: "Size gelip çatan her felaket ELLERİNİZLE işlediklerinizden dolayıdır."

Ayetler gayet açık ve net. Kur’an’ın bütünü okunup incelendiğinde, insanlara iyilik, yardımlaşma, dayanışma, yoksula, yetime, ve akrabalara yardım edilmesini öğütlemektedir. Kur’an, insanları kötü fiil işlemekten men etmektedir.

Makalemizi cuma hutbelerinde okunan Nahl suresinin 90. ayetiyle bitirelim.

Allah adaleti, iyiliği, yoksul akrabalara bakmayı buyurur. Fenalığı, hayasızlığı ve taşkınlığı men eder. Dinleyip ve tutasınız diye size öğüt verir.”

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
30.08.2018
*Kur’an’daki ayetler, Milliyet gazetesinin 1982 yılında din ve dil uzmanlarına hazırlattığı Türkçe çevirisinden alınmıştır.


29 Ağustos 2018 Çarşamba

KUR’AN’DA MEŞRU SAVUNMA DIŞINDA ADAM ÖLDÜRMEK VAR MI ?

KUR’AN’DA MEŞRU SAVUNMA DIŞINDA ADAM ÖLDÜRMEK VAR MI ?

Doksanlı yıllardan beri, batılı basın yayın organları ve entelektüelleri İslam dinini “terörizm” ile eşdeğer tutan kampanyalar yürütmektedir. Bu propagandalarına malzeme olarak da, kendi istihbarat örgütlerinin kurup yönlendirdiği terör örgütlerinin eylemlerini göstermektedirler. Bu örgütler aracılığı ile islam coğrafyasını kana bulamaktalar. Konunun daha iyi anlaşılması için, bu örgütlerin ne zaman ve nasıl kurulduğunu kısaca özetlemek gerekir.

Sovyetler Birliğinin 1979 yılında Afganistan’ı işgal etmesinden sonra, ABD, İslami grupları Sovyetlere karşı silahlandırıp destekledi. Sovyetlerin Afganistan’dan çekilmesinden sonra, bu örgütlerin içinde yer alan yabancılar ülkelerine döndü. CİA, bu militanlardan adam devşirerek, İslam ülkelerinde bunlara örgütler kurdurdu. El Kaide, İşid, Boko Haram gibi terör örgütleri bu tarihten sonra ortaya çıktı. Bu örgütler, Irak’ta, Suriye’de ve Libya’da vahşice katliamlar yaptılar. Eylemlerini de “İslam” ve “Din” adına yaptıklarını açıkladılar. Batı basını da, bu militanların kafa kesen videolarını yayınlandı. Videoları izleyenler, İslam dinine mensup olanları, kafa kesen, canlı bomba patlatan kişiler olarak algıladı. Böylece, İslam ülkeleri hedef tahtasına oturtuldu.

Katliamlar yapan bu örgütler, eylemlerinin dayanağı olarak Ku’an’ı Kerim’i gösteriyorlardı. Peki, din adına katliamlar yapan bu örgütlerin kendilerine dayanak yaptığı Kur’an’ı Kerim’de adam öldürme konusunda ne deniliyor ? Din de baskı ve zorlama var mı?   Önce konu ile ilgili ayetleri verelim. Sonra da yorumumuzu yapalım.

FURKAN SURESİ: 68. Ayet: “ Onlar Allah’ın yanında başka bir tanrı tutup ona tapmazlar. Allahın haram kıldığı cana HAKSIZ YERE KIYMAZLAR.”

ENAM SURESİ: 151. Ayet: “ Haklı olmadıkça cana kıymayın. Allah bunu size HARAM etmiştir.”

BAKARA SURESİ: 190. Ayet: “Sizinle savaşanlarla Allah yolunda savaşın. Aşırı gitmeyin. Zulmetmeyin. Şüphe yok ki, Allah ZULMEDENLERİ sevmez.”

194. Ayet: Hürmetler karşılıklıdır. Şu halde size kim tecavüz ederse, onun tecavüz ettiği gibi ona saldırın. “

216. Ayet: “ Savaş hoşlanmadığınız halde, size farz kılındı. Bazı şeyler vardır ki, hoşlanmazsınız. Fakat hayırlıdır. Bazı şeyler de vardır hoşlanırsınız. Fakat kötülüğünüzedir.”

MAİDE SURESİ: 32. Ayet: “ Bu yüzden İsrailoğulları’na şu hükmü yazdık. Kim cinayet işlememiş veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamış bir kimseyi öldürürse, bütün insanları ÖLDÜRMÜŞ gibi olur. Kim birisini ölümden kuratarırsa, bütün insanları KURTARMIŞ gibi olur. “

Dinde baskı ve zorlamanın olmadığını belirten ayetler de şunlardır:

GAŞİYE SURESİ: 21 VE 22. Ayet: “ Ey Muhammed! Artık sen onlara öğüt ver. Şüphe yok ki, sen ancak bir öğüt vericisin. Sen onların üzerinde bir BEKÇİ veya gözetleyici değilsin.”

ŞURA SURESİ: 48. Ayet: “Ey Muhammed! Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki, biz seni onlara bir BEKÇİ göndermedik. Sana ait olan görev sadece tebliğdir.”

BAKARA SURESİ: 256. Ayet: “ Dinde BASKI ve ZORLAMA yoktur.”

İSRA SURESİ: 54. Ayet: “...Ey Muhammed! Biz seni onların üstüne VEKİL göndermedik.”

Ayetler dikkatle incelendiğinde, “haksız adam öldürmenin yasaklandığı” savaşlarda düşmana “aşırıkık yapmayın” “zulmetmeyin” “ savaştan hoşlanılmadığı” “ dinde baskı ve zorlama”nın olmadığı belirtilmektedir. Bu ayetlerin neresinde terör ve katliamı onaylayan cümleler var ? Batılı ajanlar, ayetlerdeki bazı kelimeleri cümleden koparıp,  terör örgütlerine malzeme olarak sunuyor. Dini bilmeyen gençleri avlayarak, kendilerine eleman devşiriyorlar. Yani bir taşla iki değil, bir kaç kuş vurmuş oluyorlar.

Hz.Muhammed ve müslümanlar, kendilerini Mekke’den çıkaran, geride kalanlara işkence yaparak öldüren, yerleşmek zorunda oldukları Medine’ye saldırılar düzenleyenlere karşı, kendilerini savunmasınlar mı ? Kılıçlara kafalarını mı uzatsalardı ? Bugünkü hukuk anlayışında bile “meşru savunma” hak değil mi ? İşte ayetler'de bunlar anlatılmaktadır.

O halde, Kur’an’da, adam öldürme ve savaş konusunda ayetler gayet açık ve netken, nasıl oluyor da islam dini terörizmle eşdeğer olarak sunuluyor. Bunda bir art niyet yok mu ? Elbetteki amaç başka. Küresel güçler, İslam ülkelerini kendilerine ve dünya kamuoyuna “düşman “ algısı yaratarak, o ülkelerin  doğal kaynaklarına el koymak için yaptığı ve yapacağı katliam ve zulümlere meşruluk kazandırmak istemektedir. Terör örgütlerini organize etmesinin esas nedeni de budur. Bu algı operasyonlarına maalesef ülkemizdeki bazı “aydın” çevreler de katkı sunmaktadır. Bunlar, İslam dinini ve kültürünü araştırma, inceleme zahmetine katlanmadan, batılıların angaje ettiklerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyorlar. Çünkü ayakları bu toprağa basmıyor.

Emperyalistlerin İslam coğrafyasına yaptıkları bu saldırılar karşısında yöneticiler ne yapıyor ? İslam ülkelerinin yöneticileri aralarındaki kabile, mezhep ve siyasi rekabetleri nedeniyle birlikte hareket edemedikleri için; emperyalistlerin bu saldırı, pravakasyon ve propagandalarına cevap verememektedir. İslam ülkelerinin bir eksiği var, o da Mustafa Kemal ATATÜRK’ün savunduğu ilkelere sahip liderlerden yoksun olmasıdır.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
29.08.2018.
*Kur’an ayetleri Milliyet gazetesinin 1982 yılında din ve dil uzmanlarına hazırlattığı Türkçe çevirisinden alınmıştır.

28 Ağustos 2018 Salı

İSLAM DİNİNİ ARAPÇA DIŞINDA BİR DİLLE ÖĞRENMEK VE İBADET ETMEK kUR'AN'A UYGUN MU ?

İSLAM  DİNİNİ ARAPÇA  DIŞINDA BİR DİLLE  ÖĞRENMEK VE İBADET ETMEK KUR’AN’A  UYGUN MU ?

İslam dinine mensup ülkelerde din eğitimİ, aradan bin dört yüz yıl geçmesine rağmen, hala Arapça ile yapılmaktadır. Öyle bir anlayış yerleştirilmiş ki, sanki Arapça “kutsal” bir dil, o dilin dışında kalan dillerle İslam dinini öğrenmek ve ibadetleri yerine getirmek geçerli değildir. Bu anlayış, neredeyse bir tabu olmuş, onu kaldırmak dine aykırıymış gibi bir algı oluşturulmuş. Peki, İslam dininin kaynağı olan Kur’an’ı Kerim’de, ana dilde din eğitimi için ne deniliyor ? Bu konuyu Kur’an’da yer alan ayetlerle açıklamaya çalışacağız.

Kur’an’ı Kerim, Hicaz bölgesindeki Arap toplumuna Hz. Muhammed aracılığı ile, Arapça olarak indirilmişti. Kur’an’ın Arapça olmasının nedeni, bölgede yaşayanların konuştuğu dilin Arapça olmasından geliyordu. Bu, ayetlerde şöyle açıklanmaktadır:

İBRAHİM SURESİ: 4. Ayet: “ Her peygamberi apaçık anlatabilmesi için, kendi milletinin diliyle gönderdik.”

YUSUF SURESİ: 2. Ayet: “ Biz onu anlayasınız diye Arapça okunmak üzere gönderdik.”

FUSSİLET SURESİ: 44. Ayet: “ Biz bu Kur’an’ı yabancı bir dille meydana koysaydık, “Ayetleri açıklamak gerekmez miydi ? Bir Arap’a yabancı bir dille söylenir mi ?” diyeceklerdi.

Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Kur’an’ın okunup ders çıkarılması ve öğüt alınması için,  Hicaz’daki Arap toplumuna konuştukları ana dili olan Arapça ile gönderilmiştir. Yani amaç, Kur’an’ın okunup, anlaşılmasıdır. O halde, Arapça bilmeyen toplumların da Kur’an’ı kendi dillerinde öğrenmesi ve ibadetlerini de ana dilleriyle yapması gerekmiyor mu ?

İslam dininin öğrenilmesinde neden Arapça dilinde ısrar ediliyor ? Bunun gerekçesi nedir ? Bizim yorumumuz, din üzerinde çıkarı bnulunan ve dini kendi tekelinde tutmak isteyenlerin, halkın dini öğrenmesinin istenmemesidir. Çünkü, halk dinini kendi diliyle öğrendikten sonra, aracılara gerek kalmayacaktır. Dolayısıyla, aracıların da din üzerinde elde ettikleri “dokunulmazlık” ve “kutsallık” zırhı son bulacaktır. Sonuçta, menfaatleri bitecek ve istismar edecekleri bir alanı kaybetmiş olacaklardır. İtiraz ettikleri ve kabul etmedikleri esas nokta budur. Yoksa, onlar da dinin anlaşılması için, bütün milletlerin ana dilleriyle öğrenilmesi gerektiğini çok iyi biliyorlar. Dev bütçelere sahip Diayanet İşleri Başkanlığını yöneten koskoca profesörler bunu bilmez mi ? Elbette ki biliyorlar. Ancak, mevkilerini ve kariyerlerini riske atmak istemiyorlar. Eğer görevlerini hakkıyla yapmış olsalardı, ortalıkta bu kadar cemaat ve tarikat olur muydu ? FETÖ, İŞİD gibi terör örgütleri “ İslam” ve “din” adına masum insanları kandırıp, küresel güçlerin menfaatleri doğrultusunda kullanabilir miydi ? Hatalarını kabul etmedikleri gibi, bir de utanmadan Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyeti suçluyorlar. Yok efendim, “Cumhuriyet dindarlara baskı yapmış, insanlar da bu nedenle, tarikat ve cemaatlere yönelmiş.” Cumhuriyet ne yapmış ? Kur’an’ı Kerim’i bin yıl sonra Türkçeye çevirmiş, ezanın anlaşılması için, Türkçe ile okunmasını sağlamış.( 1932-1950 arasında ezan Türkçe okundu) Bunun neresi dine aykırı ? Camiilerde namaz kılınmasını mı engellemiş ? Oruç tutulmasını mı yasaklamış ? Halkın dini doğru öğrenmesi için İslam Enstitüleri açmış, Diyanet İşleri Başkanlığını kurmuş. Yunan işgalinde yıkılan, hasar gören camiilerin onarılması için bütçeye ödenek koyup yaptırmış. Bütün bu harcamalar devletin arşivinde mevcut. Neden yalan söylenip, iftira ediliyor ? Yalan ve iftira, İslam dininde haram değil mi ?

Sonuç olarak, İslam dininde ruhban (din adamı sınıfı) sınıfı yoktur. Ancak, egemenler ve onların denetiminde olan sözde “din” adamları (yönetici durumunda olanlar) ortak çıkarlar doğrultusunda birleşip, insanların gerçek dini öğrenmelerine ve gelişmelerine set çekmişlerdir. İslam ülkelerinin halkları bunların kurduğu barikatları yıkmadan özgür olamazlar ve bilimsel gelişmeleri yakalayamazlar. Bu barikatları yıktıklarında, gelişmiş ve kalkınmış ülkeler kategorisine dahil olacaklardır. Ve yeniden insanlığın gelişimine katkı sunmaya devam edeceklerdir.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
28.08.2018

* Kur’an ayetleri, Milliyet gazetesinin 1982 yılında dil ve din uzmanlarına hazırlattığı Türkçe çevirisinden alınmıştır.

14 Ağustos 2018 Salı

EHLİ SÜNNET İMAMLARINDAN EBU HANİFE : “ ŞERİAT DİN DEĞİLDİR “

EHLİ SÜNNET İMAMLARINDAN EBU HANİFE : “ ŞERİAT DİN DEĞİLDİR “

İlahiyatçı Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk hocanın kaleme aldığı “ İMAM-I AZAM SAVUNMASI” adlı eserle ilgili olarak daha önce üç ayrı makale yazmıştık. Ancak, İmam-ı Azam ‘ın (Ebu Hanife) “ Şeriat Din değildir” görüşünü yazmayı atladığımızı gördük. Bu makalemizde hem İmam-ı Azam’ın hem de Yaşar hoca’nın konu hakkındaki görüş ve yorumlarına yer vereceğiz.

Öncelikle Ehli-Sünnet imamlarından olan Ebu Hanife’nin konu hakkındaki görüşlerine yer vereceğiz. İmam-ı Azam “ Din ve Şeriat “ hakkında şöyle demektedir:

“DİN DEĞİŞMEZ AMA, ŞERİAT DEĞİŞİR “

“Tanrı elçileri, ayrı ayrı dinler üzerinde değillerdir. Onların hiç biri, hitap ettiği topluma, kendinden önceki peygamberlerin dinini terk etmeyi emretmemiştir. Onların tümünün dini bir tek dindi. Oysa ki, onların her biri, kendisinin tebliğ ettiği şeriata çağırmış, kendisinden önceki peygamberin şeriatına uymayı yasaklamıştır. Çünkü onların temsil ettikleri şeriatler pek çoktur ve farklıdır. “

“ Bunun içindir ki, Allah şöyle buyurmuştur: “ “Sizden her biri için bir yol-şeriat ve bir yöntem belirledik. Allah dileseydi sizi elbette bir tek ümmet yapardı. Ama size vermiş olduklarıyla sizi imtihana çeksin diye öyle yapmamıştır.”” (Maide suresi, 48. ayet)

İmamı Azam devamında şöyle demektedir:

“ Allah’ın dininde değişme yoktur. Din ne değiştirilir ne başka şekle sokulur. Ama Şeriatler değiştirilir, başka şekle sokulur. Çünkü, öyle şeyler vardır ki, Allah onu bir halk için helal kıldığı halde, başka bir halk için haram kılmıştır. Öyle şeyler vardır ki, Allah onu şu topluluk için emrettiği halde, bir başka topluluk için yasaklar. Kısacası, şeriatler hem çoktur, hem de değişiktir.“ (Ebu Hanife, el-Alimu vel-Müteallim, sayfa 16-17)

“ ŞERİAT NEDİR, NE DEĞİLDİR ? “

Yaşar Nuri hoca, kitabının 162. ve 163. sayfasında yukarıdaki başlıkla ilgili olarak, şöyle yazmaktadır:

“ Geniş su yolu, yöntem, tavır, kural gibi anlamları olan şeriat, bu şekliyle Kur’an’da tek bir yerde geçmektedir. CASİYE suresi, 18. ayet. Aynı kökten ve aynı anlamda bir de ŞİR’A sözcüğü vardır ki, onun geçtiği yer Maide suresi 48. ayettir. Şir’a, yol ve yöntem anlamındaki MİNHAC sözcüğü ile birlikte kullanılmıştır.”

“.... Şeriat, İslam veya Kur’an ile eşitlenemez. Şeriat, mezhep kabulleriyle, nihayet fıkıhla eşitlenebilir. Şeriatı İslam’la eşitlemek isteyen anlayış, bir çok kabulünün Kur’an’la ve zamanla çeliştiği anlaşılmış bulunan örfleri(gelenek-görenek-adetler) din yapmayı amaçlayan anlayıştır. Önce şeriatle dini eşitlemekte, sonra da devrini bitirmiş yorumlardaki bir takım kuralları din diye halkın önüne koymaktadır. Burada ALLAH ile aldatmanın tipik bir görünümüyle karşı karşıyayız.”

Yaşar hocanın söyledikleri bugün din adına söylenen ve yapılanlara ne kadar benziyor değil mi ? Hocaya neden saldırıldığını şimdi daha iyi anlıyoruz. Bizleri aydınlattığı için, hocamıza tekrar teşekkür ediyoruz. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.

Saygılarımla
Hamdullah Dedeoğlu
14.08.2018.





13 Ağustos 2018 Pazartesi

AHH, ZAVALLI KADIN

AHH,  ZAVALLI KADIN

Ahh, zavallı kadın,
Neler çektin bu dünyada.
Bir ev sahibi olamadan gittin buradan.
Hayaller kurdun hayatında.
Hep huzur aradın gittiğin yerlerde.

Kader mi, şans mı diyelim olanlara.
Keşke kalsaydın çocuklarının yanında.
Belki gelmeyecekti bütün bunlar başına.
İyisini ararken en kötüsünü yaşadın orada.

Mutluluk ifadesi vardı, son bakışlarında.
Yaşarken bulamadığın sevgi vardı arkanda.
Seni son yolculuğuna uğurladık kalabalıklar arasında.
Artık huzur içinde yatabilirsin son mekanında...


Yazan: Dedeoğlu
13.08.2018.



3 Ağustos 2018 Cuma

AMASYA’DAKİ İMAM RIZA OCAĞINA BAĞLI DEDELERİN KÖKENİ NEREDEN GELİYOR ?

İmam Rıza Ocağı mensuplarının Göynücek'e bağlı Kuyulu köyünde kaldıkları dönemde görev yaptıkları "Şeyh Kuyluca" zaviyesinin bugünkü kalıntıları.


AMASYA’DAKİ İMAM RIZA OCAĞINA BAĞLI DEDELERİN KÖKENİ NEREDEN GELİYOR ?

Bir önceki yazımızda Anadaolu’daki alevi dedelerinin kökeninin nereden geldiğini yazmıştık. Bu yazımızda biraz özele inerek, Amasya’daki İmam Rıza’lılar ocağına mensup dedelerin kökeninin nereden geldiğini yazacağız. Konu ile ilgili olarak elimizde yeterli belge Maalesef bulunmamaktadır. Bu makalemizde genellikle, İmam Rıza ocağına mensup dedelerin sözlü anlatımlarını esas alacağız. Ancak, bu anlatımları tarihi bilgilerle çakışanı geçerli sayacağız.

İmam Rıza Ocağının merkezi durumunda olan köyler, Tunceli, Erzincan, Malatya ve Elazığ il sınırları içersinde yer almaktadır. 8. yüz yıla kadar bu iller, Bizans haritalarında Ermenistan eyaletleri içinde görünmektedir. 9. ve 10. yüz yıldan itibaren, Abbasiler Bizansın doğu Anadolu sınırlarına Horasan ve Deylem bölgelerinde savaşçı ve akıncı aşiretleri yerleştirmeye başladılar. Bu aşiretler, Bizans içlerine akınlar yaparak yerli halkı  rahatsız ettiler. Bu nedenle, yerli halkın bir kısmı Anadolu’nun batısına ve güneyine iskan edildiler. Bu iskanlar, Bizans kaynaklarında yer almaktadır.

Bu akıncı aşiretlerle birlikte, Emevi zulmünden kaçıp, Horasan ve Deylem’e sığınan Ehli Beyt mensupları da Anadolu’ya geldiler. Sınır illerde tekke ve zaviyeler kurarark, hem yerli halka hem de Horasan ve Deylem’den gelenlere Ehli Beyt İslamını anlattılar. Bu sayede halkla güçlü bağlar kurdular. Yerli halkın bir kısmı da islam dinini benimsedi. Zira, o dönemde, Ortodoks hiristiyanlığın dışındaki mezheplere baskı yapılıyordu. Ehli Beyt mensuplarının inançlar konusunda özgür davranmaları yerli halkın sempatisini kazanmıştı. Yüz yıl önce “Monofizit” “Düalist” “Pavloscular” isimli hiristiyan mezhep mensuplarına karşı şiddet uygulanmış, çıkan isyanlarda binlerce kişi hayatını kaybetmişti. İsyana katılan yerli halkın bir kısmı da, imparator Vasiliyus tarafından Balkanlara sürülmüştü. Bu nedenle, bölge, nüfus olarak  çok yoğun değildi, araziler de boştu.

İMAM RIZA’LILARIN İLK YERLEŞTİĞİ KÖY

İmam Rıza’nın torunları olan Ehli Beyt mensuplarının ilk yerleştikleri yer bugün Tunceli iline bağlı olan Pertek ilçesinin Koçpınar köyüydü. Köyün  bulunduğu bölgenin daha önceki ismi Vasgird’di. İsminden de anlaşılacağı gibi,  isim Ermenice kökenlidir. Bu bölgeler daha önce de belirttiğimiz gibi Bizans imparatorlğunun Ermenistan Eyaleti sınırları içinde bulunuyordu. Bölgede bir kısım Ermeni hala yaşamaya devam ediyordu.

13. yüz yılın ilk çeyreğinde Moğolların Orta Asya, Horasan ve İran bölgelerini feth etmesinden sonra, batıya göçler başladı. Tarihi kaynaklara göre, göç edenlerin sayısı milyonları buluyordu. Bu ikinci göç dalgası ile birlikte Hacı Bektaşı Veli’nin de içinde olduğu Horasan Erenleri de Anadolu’ya geldiler. Abbasiler döneminde ve 11. yüz yılda Selçuklularla birlikte Anadolu’ya gelenlere Rum (Anadolu) erenleri, 13. asırda gelenlere de Horasan erenleri deniliyordu.

Anadolu Selçuklu devletinin Moğol saldırıları sonucunda yıkılmasından sonra, Anadolu’da çok sayıda beylikler kuruldu. Horasan erenlerinin sayısı daha fazla olduğu için, Anadolu’unun her tarafına dağıldılar. Her bir ocak mensubu tekkeler ve zaviyeler kurarak, halkı bir çatı altında toplamayı amaçladılar. Osmanlı’nın kuruluşunda bu tekke ve zaviyelerin etkisi büyük olmuştur. Tarihi kaynaklar da bunu teyit etmektedir.

İmam Rıza ocağına mensup dedelerinin soyu, İmam Rıza’nın torunu olan Musa Mübaraka’ya dayanmaktadır. Koçpınar köyünde ilk dergahlarını kuran Ehli Beyt mensupları daha sonra, kollara ayrılarak, Erzincan, Malatya, Sivas ve Elazığ’a yerleştiler. Buradan da batı illeri olan Yozgat, Tokat, Çorum ve Amasya’ya geldiler.

İmam Rıza ocağına mensup dedeler, bin yıl önce olduğu gibi, bugün de hizmetlerine devam ediyorlar. Hepsini saygı ve hürmetle anıyoruz.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
03. 08. 2018
Kaynaklar:
-İmam Rıza ocağı dedelerinden Yaşar Dal’la yapılan söyleşi
-İmam Rıza Ocağı dedelerinden Şahin Petek’le yapılan söyleşi
-Prof.Dr. John Holdon, Bizans Tarih atlası
-Aleksander Vasiliyev, Bizans tarihi,
-Hüseyin Yalçın, Alevilik Tarihi

YAŞLI EŞEĞİN HAKKI YOK MU ?


YAŞLI EŞEĞİN HAKKI YOK MU ?

Bir kral vardı İran’da.
On beş asır önce yaşamıştı orada.
Hüsrev’di adı, Nuşirvan diyorlardı lakabına.
Adaleti ile tanınmıştı dünya’da.
Çok bilgili bir veziri vardı arkasında.

Şikayetler için, ziller taktırmıştı saray kapılarına.
Zulume uğrayanları kabul ediyordu, tahtında.
Gelenler dertlerine deva buluyordu burada.
Herkese eşit davranıyordu sarayında.
Zillerin sesi kesilmişti, üç yıl sonra.

Bir gün bir zil sesi duydu, hiç beklemediği anda.
Sırtını zillere sürten bir eşek duruyordu kapıda.
Telallar gönderdi sahibini bulmaya.
Onu sorguya çektı sarayda.
Neden sahip çıkmadığını sordu ona.

“Yaşlandı, işimi görmüyor “ dedi krala.
Kral cevap verdi ona:
-On beş yıl iş yapmış sana.
Neden attın onu sokağa.
Ölünceye kadar bakacaksın buna.
Duyarsam bakmadığını,
Yatırırım seni falakaya.

Sevindi kara gözlüm bu karara.
Teşekkür etti krala.
Sahibinin arkasından gitti,
Bağıra,...bağıra....

Derleyen: Dedeoğlu
03.08.2018








Popular