29 Ekim 2024 Salı

SOL’UN EMPERYALİZMLE İMTİHANI

 

SOL’UN EMPERYALİZMLE İMTİHANI

Son otuz yılda sol-sosyalist parti ve örgütlerin değerlerinden koptuğuna şahit olmaktayız. Bu kopuş neticesinde boşluğu Avrupa’da aşırı sağ, İslam ülkelerinde ise, İslam görünümlü gerici partiler doldurdu. Birisi aşırı milliyetçiliği, diğeri de yedinci yüzyıldaki şeriat hükümlerini kendilerine referans almış bulunmaktadırlar. Peki bu iki akımın yükselişi nasıl oldu? Bu makalemizde bunu ele alacağız.

Bize göre bunun nedeni, 1990’lı yıllarda iki kutuplu dünyanın tek kutba dönüşmesi ve ABD’nin dünyanın tek süper gücü olmasıdır. Sovyetler Birliği ve doğu blokunun çökmesi ile  rakipsiz kalan ABD, dünya hegemonyasında pervasız saldırılarına hız verdi. İlk hedefi petrol ve doğalgaz kaynaklarının yer aldığı Ortadoğu bölgesi oldu. En zayıf halka olarak da Irak’ı seçmişti. Bunun nedeni, halkına zulmeden bir diktatör olan Hüseyin Saddam’ın ülkenin başında bulunmasıydı. Zira, bu durum ABD’nin işini biraz daha kolaylaştırmıştı. Ülke içinde birlik dağılmış, halk yönetimden nefret ediyordu. Ayrıca ABD daha önce örgütlediği  "ILIMLI İSLAM" görünümlü KESNİZANİ tarikatı aracılığı ile Irak ordusunun generallerini de kendisine bağlamıştı.  Bu nedenlerden dolayı, ABD fazla bir direniş görmeden Irak’ı işgal etti. Bu işgal sonucunda yüz binlerce Iraklı kadın ABD askerlerinin tecavüzüne uğradı. Yüz binlerce insan da hayatını kaybetti. Tüm bunlar olurken, ideolojilerinin temel dayanağı emperyalizme karşı olmak olan sol ve sosyalist partiler ne yaptı? Avrupa’daki ve Türkiye’deki solun büyük çoğunluğu maalesef bu işgale ve katliamlara sessiz kaldı. Sloganları da şöyleydi: “NE SAM NE SADDAM” Bu sloganın özü emperyalist işgali dolaylı olarak onaylamaktı. Meydanı boş bulan ABD ve Avrupalı işbirlikçileri önce Libya’ya arkasından da Suriye’ye saldırdılar. Tüm bunları yaparken bir tarafta yıllar öncesi yetiştirdikleri ve örgütledikleri "ILIMLI İSLAMCI" partileri  diğer taraftan da radikal Selefi-Vahabi mezhebine mensup terörist grupları işgallerde piyon olarak kullandılar.  

ABD ve Avrupalı ortakları, İslam coğrafyasına bu saldırı ve işgalleri gerçekleştirirken dünyadaki Sol partiler neden sessiz kaldılar? Emperyalistler önce “Liberal sol” adıyla sosyalist partileri ele geçirip işlevsiz hale getirdiler. Yani diğer bir deyimle sol partileri devşirdiler. Sonra da örgütledikleri "sol" gruplara “Çevreciler-Yeşiller Partisi” adı altında onlarca dernek ve örgütçükler kurdurdular. Bu da yetmedi sol partileri LGBT destekçisi yaptılar. Tüm bunları sözde “ilericilik” “modernlik” adıyla pompaladılar. Kısaca Emperyalizm, karşısında en büyük direnç olarak gördüğü sol-sosyalist partileri tasfiye etti. Sonuçta onları da kendisine bağımlı kıldı. Son örnek Filistin ve Lübnan halkına yapılan saldırılardır. Avrupa'daki sol-sosyalist partiler saldırı ve işgale uğrayan halkı desteklemek yerine, tam tersine Siyonist İsrail yönetiminin yanında mevzilendiler. Bu örnekler de sol ve sosyalist partilerin geldiği son noktayı bize açık olarak göstermektedir.

O halde, sol-sosyalist partiler ne yapmalı? Öncelikle köklerine ve ideolojilerine geri dönmelidirler. Yirmi birinci yüzyılın koşullarına uygun yeni stratejiler belirlemelidirler. Emperyalizme karşı en geniş ittifakı oluşturmalıdırlar. Emperyalist saldırılara karşı direnen tüm parti ve devletlerle birleşik cephe kurmalıdırlar. Emperyalist saldırılar ancak bu şekilde alt edilebilir. Zira karşıdaki güçler dünyadaki en büyük askeri ve ekonomik gücü elinde bulunduruyorlar. Bunlara karşı ülke bazındaki mücadele ile başarı elde edilemez. Emperyalizme karşı yapılacak olan mücadeleye sol partilerin önderlik yapması zorunludur. Herhangi dini bir inançla ya da mezheple bu önderlik sağlanamaz. Zira din veya mezhep kökenli örgütler bu birleşik cepheyi kuramazlar, birleştirici olamazlar, liderlik de yapamazlar. Emperyalist saldırılara ancak sol partilerin önderliğinde kurulacak birleşik cephe stratejisi ile başarı elde edilebilir. Aksi taktirde, dünyamızı çok kötü bir gelecek beklemektedir.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu.

29.10.2024.

23 Ekim 2024 Çarşamba

SÖMÜRGE TEORİSİNİN SONU: İŞBİRLİKÇİ OLMAK

 
SÖMÜRGE TEORİSİNİN SONU: İŞBİRLİKÇİ OLMAK

Konuya yabancı olanlar başlıktaki sömürge teorisinin ne olduğunu bilmeyebilirler. Ya da genç nesil yetmişli yıllarda yapılan konu ile ilgili tartışmaları okumamış olabilirler. Bu teorinin içeriğini kavramadan PKK'nın yaptığı eylemlerin analizini ya da mantığını anlayamayız. O halde, bu teori nedir? Neyi savunmaktadır?

“Sömürge” teorisi yetmişli yıllarda çokça tartışılan bir teori ve görüştü. Bu tezi savunanlar, "Marksist" solun büyük çoğunluğunu oluşturuyordu. Geçmişte bu tezi savunanlar bugün de PKK ve türevlerinin yanında yer almaya devam etmektedirler. Bu teori, kısaca şunu savunuyordu: 

“Kürtlerin yaşadığı bölgeler (Kürdistan) egemen devletlerin işgali altındadır. İşgalciler, Türkiye Cumhuriyeti, İran, Irak ve Suriye'dir. Baş düşmanlar bu devletlerdir. Bu devletlere karşı, silahlı kurtuluş mücadelesi meşru bir haktır. Bunu da ulusların kendi kaderini tayin hakkından almaktadır. Baş düşmanlara karşı, bütün devletlerle iş birliği yapmak ve onların desteğini almak hakkımızdır." 

PKK ve bu teoriyi savunan diğer sol örgütler, bu tezleri “Marksist" ve " Leninist “ tezler olarak sundular. Peki, bu tezler gerçekten öyle miydi?

1- Sömürge ülke Teorisi:

Marksist doktrine göre, bir devletin sömürgeci olabilmesi için; kapitalist bir ülke ve aynı zamanda emperyalist olması gerekir. Peki, Türkiye, İran, Irak ve Suriye hem kapitalist hem de emperyalist bir ülke midir? Bırakın emperyalist olmayı, kendileri emperyalizmin tehditi, bazıları da bugün maalesef  emperyalistlerin işgali altındadır. Sömürgesi olan devletlere baksalar her şeyi aslında görebilecekler. Lenin’in birinci dünya savaşı sırasında Osmanlı devleti ve sömürgeciler için söylediklerine baksınlar. Sömürgeciler, ABD, İngiltere, Hollanda, Fransa, İspanya, Portekiz, İtalya gibi kapitalist ve emperyalist ülkelerdi. Lafla, sözle bir ülke emperyalist olabilir mi ? Bu teori, gerçek sömürgeci ve emperyalistleri perdelemeye hizmet eden bir teoridir. Bu tezi savunanların bugün hangi noktaya geldiğini aşağıda açıklayacağız.

2-Baş düşmanlar bölge ülkeleridir. Onlara karşı herkesle iş birliği yapılabilir:

Bölge ülkelerini baş düşman olarak gören bu teorinin savunduğu mantığın vardığı sonuç ortadır. Eğer, bölge ülkelerini baş düşman alırsanız, emperyalizmin beş yüz dolarlık maaşlı askeri olursunuz. ABD'nin çıkarları için savaşırsınız. Emir, komuta da onlarda olur. Onlar ne emir ve hedef verirse, onların talimatlarını yerine getirmek zorunda kalırsınız. ABD, kendi vatandaşlarına üç bin dolar maaş verirken, PYD -PKK'nin Suriye’de sahaya sürdüğü militanlara da beş yüz dolar maaş ödemektedir. Sonuçta, beş yüz dolara ABD'nin paralı askeri olursunuz. Sizi de hayali bir devlet vaadi ile uzun süre bölge ülkeleri üzerinde kullanabileceği bir sopa olarak sallayacaktır. 

ABD'nin, El kaide, İŞİD gibi örgütleri kurup, bölgeyi ele geçirme operasyonlarına kılıf yaptığını gazete okuyan herkes bilir. Hala bunları anlamayan varsa, onların iyi niyetinden şüphe etmek gerekir. ABD, kurduğu ve örgütlediği bir örgütü, bir yenisi ile değiştiriyor. Onun da kullanma süresi dolunca, diğerlerine yaptığını ona da yapacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. O halde, sonucu nasıl değerlendirmek lazım? Emperyalizmle iş birliği yapana sol terminolojide ne denilir?  "İşbirlikçi" denir. Bu sol görünümlü olunca işbirlikçi olmaktan muaf mı oluyor? Kesinlikle hayır. 

3-Kürdistan işgal altındadır:

Söz konusu bölge ve şehirleri, kim ve ne zaman işgal etmiş? İleri sürdükleri bölge birinci dünya savaşından önce Osmanlı imparatorluğuna aitti. Osmanlı devleti millet temelinde değil, ümmeti esas alan ve resmi dini de İslam olan bir imparatorluktu. Feodal, yani tarım ve hayvancılığın hakim olduğu bir ekonomiye sahipti. Diğer bir deyimle, kapitalist ve emperyalist bir ülke değildi. Kürt halkı da diğerleri gibi aynı haklara sahipti. Yani, İngilizlerin ve Fransızların Afrikalı siyahilere yaptıkları gibi, Kürt halkı esir alınıp, köle pazarlarında satışa çıkarılmadılar. Ya da zorla şeker kamışı tarlalarında çalıştırılmadılar. Osmanlı Devleti, oradaki yönetimi tamamen Kürt beylerine bırakmıştı. Üstelik, Osmanlı devletinin kendisi de yarı sömürge durumundaydı. Bunu Lenin de yazılarında belirtmektedir. Eğer bir baskıdan bahsedilecekse, feodal beylerin halka yaptıkları vardır. Ağa ve beylerin bölgedeki hakimiyeti hala devam ediyor. Nedense, bu sözde Marksistler Ondan hiç söz etmiyor. Hani, Marksiszm işçi ve köylü sınıfın temsilcisi ve savunucusuydu?

Yetmişli, seksenli ve doksanlı yıllarda Kürt halkının üzerinde baskılar vardı. Doğrudur, ona da ayırım yapılmadan, hepimiz o baskılara karşı çıktık ve demokratik haklarını savunduk. O dönemde, Kürtçe kaset dinlemek bile yasaktı. İnsan haklarından ve demokrasiden yana olanlar, bunlara karşı çıktı ve bugün Kürtçe TV, Radyo, gazete kurmak ve yayınlamak serbestse, o mücadelelerin katkısı ile oldu. Bu mücadeleler inkar edilebilir mi?

İşgal terimini kullananlara soruyorum: batıda milyonlarca Kürt kökenli vatandaşımız bulunuyor. O zaman, batı da “Kürtlerin işgali altında” mı diyeceğiz. Kürt kökenli vatandaşlarımız bugün Türk kökenlilerle aynı haklara sahipler. Kürt köylüsünün ürettiği buğdaya da Türk kökenli çiftçinin ürettiği buğdaya da aynı taban fiyat verilmektedir. Kürt kökenli işçi de Türk kökenli işçi de aynı asgari ücreti almaktadır. Ezilme ve sömürülme varsa; bu herkes için geçerlidir.

Ayrıca şunu da belirtmekten geçemeyeceğiz. Ülkemizi işgal edenlere karşı yapılan savaşlarda, birlikte mücadele edilmedi mi? Çanakkale'de, Erzurum'da, Maraş'ta ve Urfa'da emperyalist işgalcilere karşı verilen savaşta şehitler verilmedi mi? Emperyalistler Kürt, Türk ayırımı mı yaptı? Bağımsızlık savaşında hem Kürt hem Türk ve diğer halktan insanların kanı akmadı mı? Bu saçma, bir o kadar da mantıksız olan “İşgal” ve “Sömürge “teorisine aklı başında hangi insan inanır? Bunu körü körüne savunana vatansever, yurtsever, solcu denilir mi?

4- Ulusların kendi kaderini tayin hakkı:

Sovyet devriminin lideri Lenin, bu ilkeyi yirminci yüzyılın başında Avrupalı emperyalistlerin işgalinde olan sömürge ve yarı sömürge durumundaki ülkelerin bağımsızlıklarını elde etmeleri için savunmuştur. Bizim gibi ülkelerdeki hareketler için söylememiştir. O dönemde Afrika, Asya ve Güney Amerika'da çok sayıda ülke, İspanya, Portekiz, Hollanda, Fransa, İngiltere ve ABD'nin ya işgali ya da sömürgesi durumundaydı. Lenin, Osmanlı devleti için "yarı sömürge" deyimini kullanmıştır. Kendisi yarı sömürge olan bir devlet, emperyalist ve sömürgeci olabilir mi?

Çanakkale-Gelibolu yarımadasının işgalinde İngiliz ordusunun yarısı, sömürge ülkelerin askerlerinden oluşuyordu. Bugün o ülkeler bağımsız birer devlet olmuşlardır. O günkü dünya haritasına baksalar bunu çok rahat görecekler. Çin, Hindistan, Kore, Vietnam gibi ülkeler buna örnektir. Bu ülkeler, o yıllarda batılı emperyalistlerin sömürgesi durumundaydı. Lenin, sömürge durumunda olan bu ülkeler için "Ulusların kendi kaderini tayin etme" ilkesini savunmuştur. Osmanlı devletinin durumunda olan ülkeler için değil. Ancak, niyet başka olunca her şeye bir kılıf uyduruluyor. İnsanlar da söylenenlere inanabiliyor.

EMPERYALİSTLERE ALET OLMAYIN

Sonuç olarak, bu tezlere dayanarak, terör eylemleri yapanlara ve emperyalistlerin piyonu durumuna düşenlere şu çağrıyı yapmalıyız:

Emperyalistlerin paralı askeri olmayın. Bu, Anadolu topraklarında yaşayanlara yakışan bir tutum değildir. Öz eleştiri yapın. Sömürge teorisinden vazgeçin. Batılı emperyalistler bugün var, yarın yoklar. Bizler, yine bölgede birlikte yaşamaya devam edeceğiz. Onların bölgeyi ele geçirmek için halkları birbirine kırdırma politikalarına alet olmayın. Bölge ülkeleri İran, Türkiye, Irak ve Suriye kendileri için tehdit olarak gördükleri "Kürdistan" görünümlü ABD taşeronu bir devletin oluşumuna ve devamına kesinlikle izin vermez ve vermeyecektir. Kürt halkının menfaati de bölge ülkeleri ile birlikte barış içinde bir arada yaşamaktan geçmektedir. Batılı emperyalist devletlerin desteği ile bir devlet kurmada ısrar etmek, en fazla Kürt halkına zarar verecektir. Bunu görmek için kahin olmaya gerek de yoktur. Birinci dünya savaşı sırasında Ermeni milliyetçisi Taşnak ve Hınçak partilerinin izlediği yolda ısrar etmek, felaketlere ve çok büyük ızdıraplara yol açacaktır. Ermeni kökenli gazeteci-yazar Hrant Dink’in o dönemle ilgili Malatya’da yaptığı konuşmayı tekrar tekrar okumanızı öneriyorum.

Emperyalistlerle iş birliği yaparak, Osmanlı devletine savaş açan Hınçak ve Taşnak Ermeni Milliyetçisi partiler, masum Ermeni halkının acı çekmesine ve yurtlarından ayrılmasına neden oldu. Siz de aynı yoldan ısrar etmeyin. Yüzlerce yıldır birlikte yaşamış, kader birliği yapmış halklar olarak gelin, bölgemizi daha modern, daha uygar, refahtan herkesin eşit pay aldığı ülkeler yapalım. Hatta, daha da ileriye giderek, bölge ülkelerinin ortak pazarını kuralım. Nerede bir haksızlık ve ayırım olursa, hep birlikte karşı çıkalım. Birlik ve beraberlikten güç doğar. O zaman hiçbir güç de ülkemiz ve bölgemiz üzerinde oyunlar kurmaya cesaret edemez. Ülkelerimizin ve bölge halkının da bizden beklediği budur.

Saygılarımla.

Hamdullah DEDEOĞLU

13.09.2017.

21 Ekim 2024 Pazartesi

SOLCU’DAN İŞBİRLİKÇİ OLUR MU?

 

SOLCU’DAN İŞBİRLİKÇİ OLUR MU?

Neden böyle bir başlık attık? Okuyucularımız elbette ki bunu merak etmişlerdir. Bu başlığı atmamızın nedeni kendilerine “solcu” diyen bazılarının emperyalistlerden hem maddi yardım almaları hem de dünyanın en büyük işgalci emperyalist devleti ile iş birliği içinde olmalarıdır. Bugünkü makalemizde sol ideoloji ile emperyalizm yan yana gelebilir mi? Gelirse buna ne demeliyiz? Onun üzerinde duracağız. 

Sol kelimesi, hepimizin bildiği gibi 1789 Fransız burjuva devrimi ile ortaya çıkmıştır. Fransız meclisinin solunda oturup Cumhuriyeti savunanlara “solcu”, meclisin sağında oturup Kralı ve monarşiyi savunanlara da “sağcı” denilmiştir. Görüldüğü üzere sağcılar kraldan yana bir tavır alıp statükoyu savunurken, solcular monarşinin yerine daha modern bir sistem olan cumhuriyeti savunmuşlardır. 

Yani kısaca solcular tarih boyunca hep toplumun ilerlemesi yönünde mücadele etmişlerdir. Destekçileri de yoksul köylü, ezilen işçi ve yoksul halk kitleleri olmuştur. Uluslararası alandaki çizgisi ise, hep ezilen, sömürülen, işgale uğrayan ve katliamlara maruz kalan halklara ve milletlere destek olmuştur. Vietnam, Kore, Kamboçya ve Laos’un Amerikan emperyalizmi tarafından işgal edilmesine karşı çıkmışlar ve işgale uğrayan halkların yanında yer almışlardır.

Ancak kendilerini solda gören bazı Avrupalı sol ve sosyalist partiler, Sovyetler Birliğinin 1989 da dağılmasından sonra bu çizgiden uzaklaşıp, dünyanın en büyük emperyalist gücü olan ABD’nin safında yer almaya başladılar. Yani geldikleri ve sahip oldukları köklerinden uzaklaşmaya başladılar. İzledikleri bu çizgiye de “Liberal sol” dediler. Liberal sol, emperyalizmle iş birliğini normal görürken, köklerinden kopmayan devrimci ve ilerici sol partiler eski çizgilerini devam ettirdiler. Ancak bunlar azınlıkta kaldılar. Büyük çoğunluk emperyalizmin safına geçmişti. 

Ülkemizde maalesef bu gelişmelerden payına düşeni fazlası ile aldı. Yetmişli ve seksenli yıllarda kendilerine Marksist-Leninist diyen o keskin solcuların bir kısmı 2024 yılına geldiğimizde bir de baktık ki ABD emperyalizmi ile iç içe geçmişler. ABD ve diğer emperyalist ülkeler ile birlikte “Özgür ve bağımsız” bir devlet kurmak için ortak askeri tatbikatlar yapıyor, yeni müttefiklerinden her türlü silah yardımı alıyor, besledikleri asker sayısı kadar ABD’nin devlet bütçesinden kendilerine kaynak aktarılıyor. 

Keskin solcuların geldiği son nokta işte burası. Oysa ağızlarından düşürmedikleri Deniz Gezmiş ve arkadaşları idama giderken “KAHROLSUN EMPERYALİZM” diye haykırmıştı. Bunlar ise, emperyalizmle birlikte bölgeye “demokrasi ve özgürlük” getireceklermiş. Yani bunlar, ABD ve batılı emperyalistlerin Irak, Suriye ve Libya’ya götürdüğü “Özgürlük” ve “Demokrasiyi” getireceklermiş.  Emperyalistlerin getirdiği Demokrasi ve Özgürlüğe bakın; yüz binlerce kadına tecavüz, milyonlarca insanın katledilmesi, milyonlarca insanın mülteci durumuna düşürülmesi. Alın size emperyalistlerin Özgürlük ve Demokrasisi. Tepe tepe kullanın. 

Şimdi biz bu eski keskin solculara ne diyeceğiz? Sol jargonda emperyalizmin safında yer alan ve onunla hareket edenlere ne denilir: “İşbirlikçi” denilir.  İşbirlikçinin “sağcısı” “dincisi” olur da “solcusu” olmaz mı? Maalesef oluyor. Tarih bize bunu da gösterdi. Keşke bunları yazmak zorunda  kalmasaydık. Bunları yazarken inanın onlar adına ben çok üzüldüm. Hem solcuların verdiği mücadeleyi kirlettiler hem de onların değerlerini ayaklar altına aldılar. Yazıklar olsun. 

Sol ideolojinin savunduğu değerler adına nice insanlar hayatlarını kaybetti, niceleri sakat kaldı, niceleri de cezaevlerinde işkencelerden geçti. İnsan geçmişini inkar eder mi? Yıllarca savunduğu davasına ihanet eder mi? Yazıklar olsun… Yazıklar olsun…

Emperyalistlerle işbirliği yapanlara her kim siyasi destek veriyorsa onlara da yazıklar olsun… Tarih, bir gün bu işbirlikçileri mutlaka yargılayacaktır.

Hamdullah Dedeoğlu

21.10.2024.








5 Ekim 2024 Cumartesi

ALEVİLİĞİN YAZILI KAYNAKLARI

 

ALEVİLİĞİN YAZILI KAYNAKLARI

Ülkemizdeki halkın bilinç altında Aleviliğin yazılı kaynaklarının bulunmadığı ve sözlü geleneğe dayanan bir inanç olduğu şeklinde bir algı oluşturulmuş. Oysa, Aleviliğin sahip olduğu kaynaklar diğer ekollerden daha fazladır. Türkiye ve İslam coğrafyasındaki halk ozanlarının neredeyse tamamı Alevi-Bektaşi gelenekten gelmişlerdir. Alevi-Bektaşi ozanlarının nefeslerini, türkülerini, deyişlerini, düvazlarını çıkartırsanız, geriye Anadolu kültürü ve sanatı diye bir şey kalmaz. Alevi ozanlar tüm bu deyişlerde, Kur’an’da yer alan önemli ayetleri, Hz. Ali’nin cenklerini, faziletini ve İslam dininin özü olan iyi ahlak ve adaletli olmayı işlemişlerdir. Kısaca, geniş kitlelerin okuma yazma bilmediği dönemlerde insanlara dinin gereklerini sözlü olarak ulaşmasını sağlamışlardır. Ozanların ve Alevi din önderlerinin elinde yazılı kaynaklar olamadan bu bilgileri insanlara aktarmaları mümkün olabilir miydi? İşte biz de bugünkü makalemizde Aleviliğin yazılı kaynaklarını ele alıp,  değerlendirmelerde bulunacağız. Bu makalemizde ana kaynağımız Alevi-Bektaşi Kültür ve Cem Evi Daire Başkanı  sayın Ali Rıza Özdemir’in “Aleviliğin Yazılı Kaynakları” isimli eseri olacaktır. Eserde yer alan kaynakları kısa kısa özetlemeye çalışacağız.

1-KUR’AN’I KERİM: Kur’an, bütün Müslümanlar tarafından tartışmasız bir şekilde dinin ana kaynağı olarak kabul edilir. Hz. Muhammed’e inen Kur’an’ı Kerim, Hz. Ali tarafından kayda alınmış ve yazıya aktarılmıştır. Dolayısıyla Kur’an, Alevilikte bütün yazılı ve sözlü eserlerin ana kaynağını oluşturur. Alevi şairleri de bunu şiirlerinde sık sık belirtirler. Alevi ozanların en kudretli şairi Pir Sultan Abdal bunu şöyle şiirleştirmiştir:

“Pir Sultan’ım eydür şad olup güldü.

Kabe-i Şerif’ten bir nida geldi.

Hakk’ın emri ile dört kitap indi.

Okuyan Muhammet, yazan Ali’dir.”

Alevi ozanlardan Kul Himmet de bir dörtlüğünde şöyle der:

Hakkın emriyle Cebrail indi.

İndi de namına Sultan’ı sundu.

Allah Muhammet’e selam gönderdi.

Muhammet’sin deyü bendin çözündü.”

2-HADİSLER: Hadisler, Hz. Muhammed’in söz ve davranışlarından oluşur. Aleviliğin yazılı kaynaklarında, Hz. Muhammed’in söz ve davranışları ile birlikte Ehli Beyt mensuplarının ve on iki İmamların sözlü ve yazılı eserleri de önemli bir yer tutar. Şah İsmail Hatayi bir şiirinde Hz. Muhammed hakkında şöyle der:

“Şu aleme nur doğdu.

Muhammed’in doğduğu gece.

Yeşil kandiller indi.

Muhammed’in doğduğu gece.”

Pir Sultan Abdal da bir şiirinde şunları söyler:

“Muhammet’tir gönlümüzün aynası.

Salavat verenin nur olsun sesi.

On sekiz bin alemin Mustafa’sı.

Ya Muhammet sana imdada geldim.”

Hazreti peygamberin vefatından sonra çok sayıda hadis uydurulmuştur. Bu hadislerin Hz. Muhammed’in sözleri olup olmadığının Kur’an ayetleri ile karşılaştırılması gerekmektedir. Bu konuda Hz. Muhammed Mina’da okuduğu bir hutbede şöyle demiştir:

“Ey insanlar! Benden size gelen ve Allah’ın kitabına uygun olanları ben söylemişimdir. Size ulaşan ve Allah’ın kitabına aykırı olan şeyleri ise, ben söylememişimdir.”

3-RİSALELER: Risale, kısa düz yazılardan ve dörtlüklerden meydana gelen eserlere verilen bir isimdir. Aleviliğin yazılı kaynakları içinde önemli bir yer tutar. En önemlileri, Hoca Ahmet Yesevi’ye ait olan Divan’ı Hikmet, Fakrname, Adabı Tarikat, Risale der Makamat-ı Erba’in ve Kalplerin Aynası eserlerdir. Bunun dışında Baba İlyas Horasani’ye ait Cihad Name, Ebul Fütuh Razi’ye ait Hüsniye, Hacı Bektaş Veli’ye ait Makalat, Şerh-i Besmele, Fatiha Tefsiri, Fevaid, Makalat-ı Gaybiye ve Keliamtı Ayniye isimli eserleri en tanınanlarıdır. Bu risaleler dışında, Kaygusuz Abdal’a, Fuzuli’ye ve Virani’ye ait risaleler de bulunmaktadır.

4-VELAYETNAMELER: Aleviliğin yazılı kaynakları arasında Velayetnameler de önemli yer tutar. Bu velayetnamelerde dini önderlerin hayatından kesitler ve kerametleri anlatılmaktadır. Bunların en bilinenlerin içinde Hacı Bektaş Veli Velayetnamesi, Otman Baba Velayetnamesi, Abdal Musa Velayetnamesi, Seyyid Ali Velayetnamesi, Şücaeddin Baba Velayetnamesi, Koyun Baba Velayetnamesi, Demir Baba Velayetnamesi, Piri Baba Velayetnamesi, Veli Baba Velayetnamesi yer almaktadır.

5-MENAKIBNAMELER: Bir Veli’nin kerametlerini ve yaşadığı olayları anlatan eserlere verilen bir isimdir. Menakıbnameler Aleviliğin yazılı kaynaklarındandır. En önemlileri, Hacım Sultan Menakıbnamesi, Karaca Ahmed Sultan Menakıbnamesi ve Kaygusuz Abdal Menakıbnamesi’dir.

6-BUYRUKLAR: Aleviliğin yazılı kaynakları arasında Buyruklar özel bir yere sahiptir. Buyruklar tarih boyunca Aleviler arasında elden ele dolaşmış, Alevi inancının sonraki nesillere aktarılmasında anahtar bir rol oynamıştır. İki ayrı buyruk eseri bulunmaktadır. Birincisi İmam Cafer Buyruğu, diğeri de Şeyh Safi Buyruğudur. Her iki buyruk da Alevilerin inançlarını, ibadetlerini, felsefesini ve sosyal ilişkileri düzenleyen bir içeriğe sahiptir.

7-FÜTÜVVETNAMELER: Fütüvvet, cömert, yiğit anlamına gelmektedir. Fütüvvet geleneği; Hazreti Muhammed’in Hz. Ali için söylediği “La feta illa Ali, La Seyfe İlla Zülfikar” (Ali’den başka Yiğit, Zülfikar’dan başka keskin kılıç yoktur) hadisine dayanmaktadır. Alevilikle ilgili Fütüvvetnameler Arapça, Farsça ve Türkçe yazılan Ahi Loncalarına ait Fütüvvetnameleridir. Fütüvvet ehli, yollarını “Ali yolu” sayarlar. Ehli Beyt sevgisini en büyük fazilet olarak kabul ederler. En bilinen Fütüvvetname “ FÜTÜVVETNAME-İ Cafer Sadık” tır.  

Yazar Abdülbaki Gölpınarlı Fütüvvet’i şöyle tanımlar:

“Fütüvvet, iyi huylardır. Nefisle mücadele etmek, Tanrı buyruklarını tutmak, kendini halka vakfetmek, iyilikte bulunmak, cömert olmak, konuk sevmek, din ve mezhep farkı gözetmeksizin bütün insanlara sevgi beslemek, ihtiyaçlarını gidermeye çalışmak ve herkesi bir görüp kendisini herkesten aşağı tutmaktır. “

8-İCAZAETMAMELER: İcazetnameler birçok alanda kullanılmıştır. Alevilik açısından söz konusu olan icazetnameler tarikat icazetnameleridir. Bunlar Mürşit ocağının Mürşidi olarak kabul edilen otoritenin kendi ocağına bağlı pir ocaklarından uygun gördüğü kimselere verdiği irşat iznidir. İcazet verilen bu kişiye Pir denir. Taliplerden icazet verilen kişiye ise “Dikme Dede” denir. İcazetnameler özel tören ve ritüellerle verilir. Alevilikte bu icazetnameler genellikle Hacı Bektaş Dergahı ile Erdebil Tekkesi tarafından verilmiştir.

9-ERKANNAMELER: Erkannameler, dua, aşure, kurban, nikah, namaz, Nevruz,  gibi günlük hayatta gerekli olan inanç ve ibadet uygulamalarını içermektedir. Erkannameler esas olarak Bektaşi geleneğinde Cem törenlerinin kural ve işleyişinin açıklandığı metinlerdir. En bilineni Balım Sultan Erkannamesidir. Orijinal adı Erkan-name-i Bektaşiyan ve Kavanin-i Yeniçeriyan’dır.

10-SECERELER: Şecere, bir soyun, bir ailenin bilinen en eski atasından başlayarak son üyelerine kadar bütün bireylerini bir kökten çıkan ağaç görünümü içinde gösteren çizelgelerdir. Alevi ocakları Şecerelere çok önem verirler. Çünkü topluma liderlik yapmak için Hz. Muhammed’in soyundan geldiklerinin resmi kayıtlarını ellerinde tutmak zorundadırlar. Alevi Şecereleri genel olarak şu içeriklerden oluşur:

Besmele, Allah’a Hamd ve övgü, Hz. Muhammed’e salat ve selam, Ayet ve Hadislere atıflar, Yolun ilkeleri, Nasihatler, Şecerenin verildiği kişinin soy silsilesi, dualar, imzalayan kişi ve makam, Mühür, Tarih ve Şahitler.

Aleviliğin yazılı kaynakları bunların dışında ozanların, şairlerin yazdıkları ve söyledikleri şiir, deyiş ve düvazlardan oluşmaktadır.

Yukarıda verdiğimiz bilgilerden de görüleceği gibi, Aleviliğin yazılı kaynaklarının değişik tarihlerde merkezi otoriteler tarafından yok edilmesine rağmen, özellikle Ocakzade Dedeler ve Bektaşi Babalar tarafından bugünlere taşındığı ve yaşatıldığı anlaşılmaktadır. Bu da Alevi toplumunun çok dirayetli olduğunu ve zengin bir kültüre sahip olduğunu göstermektedir.

 Aleviliğin yazılı kaynaklarını özetlemiş olduk. Konuya duyarlı ve meraklı arkadaşlara Sayın Ali Rıza Özdemir’in Kripto Kitabevi tarafından yayınlanan “ALEVİLİĞİN YAZILI KAYNAKLARI” isimli eserini okumalarını öneriyorum.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

05.10.2024

Popular