26 Mayıs 2024 Pazar

HACI BEKTAŞ VELİ’Yİ AVRUPA’DA NEDEN TANITMIYORUZ?


HACI BEKTAŞ VELİ’Yİ AVRUPA’DA NEDEN TANITMIYORUZ?

Bu makaleye başlamadan önce kendim için bir özeleştiride bulunmak istiyorum. Bunu yapmalıyım ki; aşağıda yazdıklarımı okuyanlar beni çok bilmiş ya da ukala kategorisine koymasınlar. Çünkü başkalarını eleştirirken kendimi bunun dışında tutmamın doğru bir tavır olmayacağını düşündüm. Ben de seksen öncesinde sol ideolojiyi savunanlar içinde yer almıştım. Doksanlı yıllarda, dini inançlar konusunda yanlış yaptığımız kanaatine vardım. Çünkü; sol ideoloji bir iktisat modeliydi. Emekçi sınıfların iktidarını savunuyordu. Dini bir inanç değildi. Bence, sol kesimin en büyük hatası inançlara ilgi duymaması oldu. Bu da egemenler tarafindan topluma “din karşıtı” olarak sunuldu. Bunun sonucunda toplumun büyük çoğunluğu karşı tarafa teslim edildi. Öyle bir algı oluşturuldu ki, mücadele sanki inananlarla, inançsızlar arasındaki bir mücadele gibi gösterildi. Bunun neticesinde başta sosyalist sol olmak üzere inançlı solcular bile toplum tarafından dışlandılar.  Bu algı hem Alevi  hem Ehli-Sünnet kesiminde aynı sonuçları doğurdu. Sosyalist solun gözünde Cami hocaları ne ise, Alevi dedeleri de aynıydı. Yani, bütün din adamları sömürünün bir aracı gibi gösterildi.

Sosyalist solun bu düşünce anlayışının kaynağı Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkelerdi. Yani, bizim aydınlar her zamanki gibi sosyalizm anlayışını da dışardan ithal etmişlerdi. Kendilerine özgü bir sosyalist anlayışı yaratamamışlardı. Solun, özellikle de sosyalist solun başarılı olamamasının nedenlerin başında bence bu gelmektedir. Oysa, İslam dinini tebliğ eden Hz. Muhammed  bir devrimciydi. Sonuçta, yeni bir iktisat modeli yaratmıştı. Buradan esinlenerek, köklerimize sahip çıkıp, kendimize has bir sosyalizm modeli oluşturabilirdik. Hz. Muhammed, Hicaz bölgesinde hüküm süren tefeci-bezirgan sınıfın hakimiyetine son vermiş, geniş kesimlerin çıkarlarını koruyan yeni bir ekonomik düzen kurmuştu. Sosyalist sol, teorilerini bu eksen üzerine kurmuş olsaydı, sanırım daha başarılı olurdu. Böylece hem camii hocalarının hem de Alevi dedelerinin desteğini kazanırdı.  Bu da toplum üzerinde etkili bir güç yaratırdı. Bu anlayış İslam ülkeleri nezdinde de bir model oluşturabilirdi. Devamında, İslam coğrafyasında Avrupa benzeri bir Rönesans ve reform hareketini doğurabilirdi. İslam ülkeleri de böylece yeniden akıl ve bilimle tanışmış olur, sanayide ve teknolojide bir sıçrama yapabilirdi. Örneğin; Japonya kendi inancını, geleneklerini dışlamadan bunu başarmıştı. Aynısını, İslam ülkeleri de yapabilirdi.

Bu girişten sonra asıl konumuza gelebiliriz. Doksanlı yıllardan sonra “İslamcı” hareketler dünyada yükselişe geçmişti. Ancak, olumlu yönde bir yükselişe değil, tersine daha tutucu ve daha bağnaz bir yöne oldu. Bunu destekleyen de doksanlı yıllardan sonra tek kutuplu dünyanın hakimi olan ABD’idi. ABD’nin karşısındaki Sosyalist blok yıkılmıştı. ABD’ye dünya jandarmalığının devamı için bir gerekçe gerekiyordu. Bu kez hedefinde İslam ülkeleri vardı. Bunu da sözde “İslamcı” örgütler aracılığı ile sağlamıştı. O örgütleri kuran, destekleyen ve yönlendiren de yine kendisiydi. Finansmanını sağlayan da ABD’ye bağımlı olan petrol zengini Arap ülkeleriydi. Kısaca; ABD bir taşla iki kuş değil, onlarca kuş avlamıştı.

Sözde “İslamcı” örgütlerin bu yükselişi beni İslam dininin kaynaklarını incelemeye yöneltti. İncelemelerim sonunda terör uygulayan o sözde “İslamcı” örgütlerin İslam dini ile ilgilerinin olmadığını tespit ettim. Zira, dinin kaynağı olan Kur’an’ı Kerim, haksız yere ve meşru savunma dışında insan öldürmeyi yasaklıyordu. Yine aynı şekilde tebliğ dışında; dinin silahla ya da zorla kabul ettirilmesi Kur’an’a aykırıydı."ılımli İslam" cıların din anlayışı ise şekilcilikten öte bir şey değildi. Bunlar da emperyalizmle iş birliği içindeydiler. Kısaca, üç yıllık araştırma ve incelemelerim sonunda; solun seksen öncesinde yanlış bir strateji izlediğini ve İslam dini hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığına kanaat getirdim.

Bu araştırmalarımı daha sonra Alevi-Bektaşi kaynaklarına yönelttim. Burada ikinci bir şok daha yaşadım. Özellikle de Hacı Bektaş Veli’nin hayatını ve düşüncesini öğrendikten sonra, kendi liderlerimize ve din önderlerimize çok büyük haksızlık yaptığımızı anladım. Hacı Bektaş Veli bizim yirminci yüz yılda sol adına savunduğumuz hümanist ve bilimsel düşünceyi 13. Yüzyılda savunmuş, ancak bizim bundan haberimiz olmamıştı. Üstelik Avrupa, Hacı Bektaş Veli’nin düşüncesine, ondan dört yüzyıl sonra kavuşmuştu. Biz aklı ve bilimi öne almayı Hacı Bektaş Veli’den değil, Avrupalı aydınlardan kopya çekerek almaya çalışmıştık. Ne kadar acı değil mi?

Yukarıda kısaca anlattığım gerçekler ışığında, Avrupa’daki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarımızın bulundukları ülkelerdeki insanlara gururla tanıtacakları bir liderleri var. O lider Hacı Bektaş Veli’dir. Hacı Bektaş Veli sadece Alevi-Bektaşilerin değil, tüm İslam coğrafyasının dini bir önderidir. Onun İslam anlayışını tanıttığımızda; dünya medeniyetine ve kültürüne çok önemli katkılar sunmuş olacağız. Böylece, İslam ülkeleri de dünyadaki hak ettikleri yeri almış olacaktır.

Son olarak, burada Alevi-Bektaşi inancından gelen aydınlara da iki kat görev düşmektedir. Unutmuş oldukları önderlerine karşı sorumlulukların bilincine vararak, yazacakları bilimsel makalelerle, düzenleyecekleri panel ve konferanslarla Avrupa toplumunu ve orada yaşayan vatandaşlarımızı aydınlatmalarını öneriyorum.  

Saygılarımla.

 Hamdullah Dedeoğlu.

01.06.2020.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular