OSMANLIYI ÇÖKÜŞE GÖTÜREN DİN ANLAYIŞI: YOBAZLIK
Buraya kadar İslam coğrafyasına egemen olan son bin
yılın din anlayışını anlattık. Özetleyecek olursak, şekilci olmaları nedeniyle
aklı kullanmayı unutmuş olmalarıdır. Oysa bunun karşısında aklı kullanmayı ve
Tanrının kullarına yani bütün insanlara eşit bakanlar da vardı. Bunlar Horasan
erenleri ve Anadolu erenleriydi. Bunlar, insanlara hem aklı kullanmayı hem
Tanrı sevgisi, hem insan sevgisi hem de doğa sevgisini öğretiyorlardı. Bu
yüzden Anadolu’daki yerli halkla çabuk kaynaştılar. Bütün dinlere, inançlara
saygı ve hürmet ettiler. Küçük bir beylik olan Osmanlı beyliğini, önce devlete,
sonra da imparatorluğa taşıyanlar da bu düşüncede olanlardı. Zorla olmuş
olsaydı bu kadar kısa zamanda kabul edilmeleri mümkün değildi. Eğer, zorla
olmuş olsaydı Arap orduları Suriye ve Mısır’ı çok hızlı fethetmelerine rağmen
Anadolu’da başarılı olurlardı. Türkmenlerin Anadolu’da kabul edilmelerinin en
büyük nedeni bütün inançlara saygılı olmalarıydı. Zira, o dönemde Bizans
imparatorluğu da farklı Hıristiyan gruplarına şiddet uyguluyordu. Arıyuscular,
Pavluscular bu katliam ve sürgüne uğrayanların başında geliyordu. Mısır ve
Suriye’nin daha çabuk fethedilmesinin nedeni, Arap kavminden olmalarından
kaynaklanıyordu. Anadolu’daki halkın çoğunluğu ise, Rum ve Ermeni halkından
oluşuyordu. Arap ordularına şiddetli direnç göstermelerinin nedeni de buradan
geliyordu.
Osmanlı devleti 16. Yüzyıla kadar topraklarını batıya
doğru genişletti. Yıkılan Bizans imparatorluğun boşluğunu doldurmuştu. Bu
tarihten sonra yüzünü daha önce Roma (Bizans) imparatorluğunun birer eyaleti
olan Suriye, Mısır ve Irak coğrafyasına çevirdi. 1516 yılındaki Mercidabık ve
Ridaniye savaşlarından sonra, Mısır ve Suriye Osmanlı topraklarına katıldı.
Doğu Anadolu ise, 1514 yılındaki Çaldıran savaşından sonra, Safevilerin elinden
çıkmıştı. Buradaki Türkmen aşiretler İran’a göç etmiş, Osmanlı onların yerlerine
İran ve Irak’tan gelen Kürt aşiretlerini iskan etmişti. Bu fetihlerden sonra
İmparatorluktaki nüfusun çoğunluğu Türk olmayan kavimlere geçmişti.
Osmanlı devleti sınırlarını genişlettikçe farklı
inançlara sahip toplumları da bünyesine alıyordu. Bunlar arasında farklı dillere
mensup olanlar gibi farklı mezheplere sahip olanlar da vardı. Devleti yöneten
hanedanlık Selçuklulardan itibaren Hanefi mezhebine mensuptu. Kırsal kesimdeki Türk
nüfus ise, daha çok batıni inanca sahip Kızılbaş, Bektaşi, Kalenderi
tarikatların etkisindeydi. Şehirlerde ve kasaba merkezlerinde oturan Türkler
ise daha çok Hanefi mezhebindendi. Doğu Anadolu’ya iskan edilen Kürt
aşiretlerin büyük çoğunluğu Şafii mezhebinden, Mısır, Suriye, Hicaz, Hanbeli
mezhebinden, Kuzey Afrika ise, Maliki mezhebindeydi. Hanefi mezhebi
dışındakiler dinde aklı kullanmayı reddeden mezheplerdi. Şekli ibadetleri imana
dahil ediyorlardı. Bu tablodan da anlaşılacağı üzere, nüfusun çoğunluğu tutucu
mezhep mensuplarından meydana geliyordu. İleriki yıllarda imparatorluğun
geleceğini de bu tutucu olanlar belirleyecekti. Çünkü, yeni fethedilen bu
bölgelerden başkent İstanbul’a binlerce din adamı gelecekti.
Yeni fethedilen bölgelerle birlikte Osmanlı’nın
Türkmenlere bakış açısı da değişmişti. Arap kavmi “Necip Millet”, Türkler
“Etrak-ı Bi idrak” (anlaması kıt) olarak anılmaya başlandılar. Kurucu unsur
olan Türk kavmi dışlanmaya doğru gidiyordu. Bunun sonucu olarak da Anadolu’daki
çok sayıda Türkmen aşireti kendilerine değer verileceğini açıklayan Safevilere
yöneldi. Osmanlı ise, bunu şiddet ve katliamla önlemeye çalıştı. Konu ile
ilgili ferman ve fetvalardan örnekler verdiğimizde Osmanlı’nın durumunu daha
iyi anlatmış olacağız:
“ZÜLKADİR BEYLERBEYİNE HÜKÜM:
“İran ile ilişkisi bulunan Rafizileri (Alevi-Kızılbaş)
başka bir nedenle suçlayarak toplayıp öldürün. Yalnız Rafizi olanları hapsedin.
Sonucu da başkente bildirin. (Fermanın bir sureti Halep Beylerbeyine
yollanmıştır.)” 29 Nolu Mühimme defteri, No:488, yıl, 1576.
“İran ile ilişkisi bulunan Alevi-Rafizilerin gizlice
araştırılması, bunların başka bir bahaneyle idam edilmeleri.” 29 Nolu Mühimme
defteri, No: 489, yıl 1576.
BOZOK BEYLERBEYİNE HÜKÜM:
“Kızılbaşlıkla suçlanan kişilerin yazıldığı defter suretleri gönderilmişti. Bu kişiler soruşturulsunlar. Kızılbaşlıkları gerçekse, idam edilsinler. Lakin, yalnız ithamla kalmışsa, (Kızılbaş oldukları kanıtlanmamışsa bunlar Kıbrıs’a sürülsün)” 30 Nolu Mühimme defteri, karar no:488, 1577
ŞEYHÜLİSLAM EBUSSUUD’UN KIZILBAŞLARIN ÖLDÜRÜLMESİ
HAKKINDAKİ FETVASI
“Soru: Kızılbaş topluluğunun dine göre topluca
öldürülmesi helal midir?”
“Cevap: Kızılbaşların topluca öldürülmeleri elbette
dinimize göre helaldir. Bu en büyük kutsal savaştır. Bu yolda ölmek şehitliğin
en ulusudur.”
Padişahlar tarafından Kızılbaşlar aleyhine fermanlar
ve Şeyhülislam tarafından fetvalar verilirken, yine aynı yıllarda, Hacı Bayram
Veli’nin kurucusu olduğu Bayramiyye tarikatına mensup şeyhlerden İsmail Maşuki inançlarından
dolayı Şeyhülislam’ın verdiği fetva ile idam ediliyordu. Tutucu ve bağnaz
düşünce devleti o kadar sarmıştı ki, sözde din adamlarının baskısı ile dine
aykırı gerekçesiyle medreselerde okutulan Matematik ve Felsefe dersleri
programdan kaldırılıyordu.
Yukarıdaki örnekler İmparatorluğa hakim din anlayışının
ne kadar bağnazlaştığını ve yobazlaştığını açıkça bize göstermektedir. Devlete
hakim anlayış, kendi inancında olmayan herkese düşman gözüyle bakmış, bunlara
karşı çok sert ve acımasız uygulamalar yapmıştı. Bunun için de fermanlar ve
fetvalar yayınlamıştı. Oysa, aynı yüz yılda Avrupa’da Rönesans ve Reform
hareketleri başlamış, Amerika kıtasına ulaşılmış, icatlar ve yenilikler
yapılmıştı. Osmanlı ise, koyu bir taassubun içinde erimeye devam ediyordu. Bu gerici
uygulamalar yetmezmiş gibi, Ulema sınıfı Osmanlı’nın güç kaybetmesini ise, şeriatın
yeterince uygulanmamasına bağlıyordu. İstanbul Camii’lerinde vaizlik ve
padişahlara dini konularda danışmanlık yapan Kadızadelerden Mehmet efendinin
yaptığı önerilerden örnekler verdiğimizde karanlığın boyutunu daha da net anlatmış
olacağız. İşte o öneriler:
--Canlı resim yapmak haramdır.
--Tavla ve satranç bulunan eve melek girmez.
--Güvercin uçuran şeytandır.
--Ney, Tambur ve ağızla çalınan tüm sazlar haramdır.
--Bir kimse bıyığını kesen bir fakihe “çok çirkin
olmuşsun” derse kafir olur.
--Hamamda selam vermek ve almak haramdır.
İşte Osmanlı’daki din anlayışının geldiği son nokta
burasıdır. Bizim İlahiyat fakültelerinde akademisyenlik yapanlar, Ebussuud gibi
Şeyhülislamlara, Vaiz Kadızade Mehmet efendilere, Üstüvani gibi din adamlarına
“Alim” “İslam bilgini” diyebilmektedir. Bunlara bu sıfatları verenlerin
kalitesi ve fikir yapısı da ortaya çıkmıyor mu? Bu sıfatları neden veriyorlar?
Aradan beş yüz yıl geçmiş olmasına rağmen, kendileri de aynı düşünceye sahip de
ondan veriyorlar.
Sonuç olarak, din anlayışı bu olan bir devlet
Avrupa’daki yenilikleri anlayabilir miydi? Sanayi devrimini yakalayabilir miydi?
Sanat da, edebiyat da, felsefe de, müzikte ve diğer güzel sanatlarda ileri
gidebilir miydi? Nitekim gidemedi. Neden? Aklı kullanmayı dışladığından, özgür
düşünceyi engellediğinden çağın
gerisinde kaldı. İmparatorluk dünyadaki yeniliklere ayak uyduramadığı için çöktü. Onun bakiyesi üzerinde Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. Ancak,
imparatorluğun çöküşüne neden olan zihniyetin 21. yüz yıl versiyonu yine
sahnedeki yerini almış görünüyor. Geçmişten hiç ders almadan bütün gücüyle
Cumhuriyete kazma indirmek için fırsat kolluyor. Oysa, bilmiyorlar ki, dünyanın
tekeri ileriye doğru gidiyor. Bu saatten sonra, o tekeri geriye götürebilecek
güce sahip olamayacaklarını göremiyorlar. Ama, maalesef olan yine ülkemize
oluyor. Yobaz düşünce bünyeyi sarınca bırakmıyor. Beyindeki örümceklenmeler
temizlenemiyor. Dolayısıyla ağı delip dışa çıkamıyor.
Hamdullah Dedeoğlu
16.05.2020.
Kaynaklar:
--Alevilikle ilgili Osmanlı Belgeleri, Baki Öz, Can
yayınları, birinci baskı 1995.
--Pehlül Düzenli, Şeyhülislam Ebussuud Efendi
Fetvaları ışığında Osmanlı Sünniliği, 2005.
--Yrd. Doç. Dr. İbrahim Baz, Dinde Tasfiyeci zihniyetin 17. Yüz yıldaki temsilcisi
Kadızadeliler
adlı makalesi.
--Türkiye Tarihi, Cem yayınları.
--Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı’da Zındıklar ve Mülhidler
--Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.