23 Aralık 2018 Pazar

GÖYNÜCEK İLÇESİ VE KÖYLERİNE İSKAN EDİLEN AŞİRETLER


GÖYNÜCEK İLÇESİ VE KÖYLERİNE İSKAN EDİLEN AŞİRETLER

Göynücek ilçesi ve köylerinin bulunduğu bölge Selçuklu sultanı Alparslan’ın komutanlarından Danişmend Gazi tarafından 1075-1080 yılları arasında fethedilmişti. Danişmend Gazi ile birlikte gelen aşiretlerin başında Mamalu ve Beğdilli aşiretleri bulunuyordu. Dolayısıyla bu bölgeye ilk yerleşenler, Danişmendli, Beğdilli ve Mamalu aşiretlerine bağlı obalardı. Ancak daha sonra, Osmanlılar döneminde Akkoyunlu, Karakoyunlu, Dulkadir beyliği ve Halep Türkmenlerinden de iskan edilen aşiretler oldu.Bu bölge, önce Bozok (Bugünkü Yozgat) eyaletine, Osmanlılar zamanında da Sivas eyaletinin Zile kazasına bağlıydı. Kayıtlarda iskan edilen aşiretlerin köyleri belirtilmediği için; hangi köyün hangi aşiretlerden meydana geldiğini kesin olarak tespit etmek mümkün olmamaktadır. Ancak, köylerin isimleri ve ailelerin soyadları bize ipucu verebilir. Biz de buradan yola çıkarak Göynücek, Mecitözü, Ortaköy, Çekerek, Aydıncık ilçelerine iskan edilen aşiretleri resmi kayıtlara göre tespit etmeye çalıştık. Bu kayıtlara göre, bölgeye iskan edilen aşiretler şunlardır:

GÖKÇELİ AŞİRETİ: Türkman yörükanı taifesindendir. Ziraatcı (çiftci) olup, Mamalu aşiretine bağlıdır.
ANAMASLI-ALAMASLI: Konar-Göçer Türkman Yörükanı taifesindendir. Diğer adı Karacalu’dur. Pehlivanlı aşiretine bağlıdır.
TATLU-TATALU: Türkman taifesindendir. Danişmendli aşiretine bağlıdır.
TECERLİ: Konar-Göçer Türkman tafesindendir. Beğdilli aşiretine bağlıdır.
HARBENDELU-HUDABENDLU: Konar-Göçer Türkman taifesindendir. Beğdilli aşiretine bağlıdır.
KÖSE KETHUDA: Türkman taifesindendir. Mamalu aşiretine bağlıdır.
GAFARLU: Türkman taifesindendir. Bozulus’a bağlıdır.
MİRZA CEMAATİ: Türkman taifesindendir. Beğdilli aşiretine bağlıdır.
MİLLİ -MİLLİ OĞULLARI: Türkman Ekradı Ulus taifesindendir. Badıllı aşiretine bağlıdır.
KILIÇLI CEMAATİ: Türkman Ekradı Yörükan taifesindendir. Boynuyoğunoğlu aşiretine bağlıdır.
CİHANBEYLİ-CANBEYLİ: Konar-Göçer Türkman Ekradı taifesindendir. Beğdilli aşiretine bağlıdır. Diğer adı Yediboy aşiretidir.
ÇEPNİ CEMAATİ: Konar-Göçer Türkman yörükanı taifesindendir. Çepni cemaati Bozulus’a bağlıdır.
ŞARKLI CEMAATİ: Türkman taifesindendir. Mamalu aşiretine bağlıdır.

Yukarıda ismini belirttiğimiz ilçelere bağlı köylere mensup olanlar, soylarının hangi aşiretlere dayandığını bu verilerden yararlanarak bulabilirler.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
23.12.2018
Kaynaklar:
--Dr: Musa Sezer, 1695 Avarız (vergi) defterlerine göre, Zile kazası
--Dr. Murat Hanilçe, 1455-1575 Zile kazasında Türk yer adları.
--Dr. Ebubekir Güngör, 1838-1841 Kızılkümbed Nüfus defterleri
--Cevdet Türkay, Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler.



22 Aralık 2018 Cumartesi

OSMANLI DÖNEMİNDE AMASYA SANCAĞI'NA BAĞLI KAZA VE NAHİYELER

    Amasya, 2020.

OSMANLI DÖNEMİNDE AMASYA SANCAĞI’NA BAĞLI KAZA  VE NAHİYELER 

Amasya vilayeti fethedildiği 1075 yılından, 1386 yılına kadar Danişmendli beyliği, Selçuklu devleti, Eratna beyliği hakimiyeti altında kalmıştı. Bu tarihten sonra, Osmanlı hakimiyetine geçti. Bir dönem (1490’a kadar) yeni kurulan Rum eyaletinin merekzi olarak kaldı. Rum eyaleti merkezi daha sonra Sivas’a taşınarak “ Sivas eyaleti “ adını aldı. Amasya da bu tarihten sonra, Sivas eyaletine bağlı bir sancak olarak kaldı. Ancak, Amasya Osmanlı döneminde önemli bir konumdaydı. Şehzadelerin yönetiminde olan şehirlerin başında geliyordu. Coğrafi olarak stratejik bir konumu vardı. O nedenle, önemini hiç bir zaman kaybetmemiştir.

Amasya Osmanlı hakimiyetine girdikten sonra, kendisine bağlı çok sayıda kaza ve nahiye bulunuyordu. Yazımızın bugünkü konusu Amasya sancağına bağlı bu kaza ve nahiyelerin geçmişi olacaktır. O kaza ve nahiyeler şunlardı:

ORTAKÖY: 1903’den, 1918’e kadar Amasya sancağı Mecitözü kazasına bağlı bir nahiyedir. 1918’den sonra, Mecitözü kazası ile birlikte Çorum sancağına bağlanmıştır. 1959 yılında Çorum’a bağlı bir ilçe olmuştur.
AŞTAVUL-AŞTAĞUL: 1465’den 1530’a kadar Amasya sancağına bağlı bir nahiyeydi. Bugün Çorum ili Ortaköy ilçesine bağlı bir köydür.
MECİTÖZÜ: 1868’den, 1918’e kadar Amasya’ya bağlı bir kazaydı. 1924’de Çurum ilinin bir ilçesi olmuştur. İlk çağlardaki adı, Eukatia, sonra Avkat, Avkat Hacıköy ve en son Mecitözü adını almıştır.
ZÜNNUNABAD: 1642’den, 1868’e kadar Amasya sancağına bağlı bir kazaydı. 1868-1880 arasında nahiye olarak kaldı. Şimdiki adı Söğütyolu köyü olup, Mecitözü ilçesine bağlıdır.
ELVAN ÇELEBİ: 1889-1902 arasında Amasya’ya bağlı bir nahiyeydi. Bugün Mecitözü ilçesine bağlı bir köydür.
GEDİKSARAY: 1855’den, 1878’e kadar kaza, 1954’e kadar nahiye, bugün Göynücek ilçesine bağlı bir köydür. Diğer adı Varay-Veray’dır.
GELİNKİRAZ-GELİNGİRAS: 1530’da nahiye, 1642’de kaza, 1880’de nahiye, şu anda Merzifon ilçesine bağlı bir köy olan Sarıbuğday köyüdür.
ILISU: 1920-1926 arasında kaza. 1926-1946 arası nahiye, bugün Göynücek ilçesine bağlı bir köydür.
KARAYAKUP: 1889-1918 arasında nahiye. Bugün Göynücek ilçesine bağlı bir köydür.
DOĞANTEPE: 15. Yüzyılda ismi Geldiklan-Abad, 1904’de Zara, 1960’dan sonra Doğantepe ismini almıştır. 1490-1889 arasında kaza, 1889-1923 arasında nahiye, bugün Amasya Merkeze bağlı bir beldedir.
SULUOVA: 1889’daki ismi Hakala, 1903’de Alevi, 1944’de Suluova (Suluca) adını almıştır. 1889-1957 arasında nahiyeydi. 1957’de ilçe olmuştur.
VEZİRKÖPRÜ: 15. Yüz yıldaki ismi Gedegara, 1870’de Köprü, 1926’da Vezirköprü adını almıştır. Bizans döneminde pisikoposluk merkeziydi. İsmi Andrepa olarak geçiyordu. 1855’den, 1926’ya kadar Amasya’ya bağlı bir kazaydı. Bu tarihten sonra Samsun ilinin bir ilçesi olmuştur.
HAVZA: 15. yüzyıldaki ismi Simre-i Ladik'tir. 1470-1867 arasında nahiyeydi. 1926’ya kadar Amasya ‘ya bağlı bir kazaydı. Bu tarihten sonra Samsun ilinin bir ilçesi olmuştur.
LADİK: Bizans dönemindeki adı LAODİKYA PONTİKA’dır. 1490-1517 arasında nahiyeydi. 1517-1923 arasında Amasya’ya bağlı bir kazaydı. 1926’da nahiye, sonra da kaza olarak Samsun iline bağlandı.
ARGOMA: 1490-1500 arası nahiyeydi. Bugün Merzifon merkezinde kalmıştır.
GÜMÜŞ: 1490- 1517 arasında nahiye, 1517-1884 arasında kaza, 1924’de nahiye olmuştur.
HACIHAMZA: 1855-1860 arasında Amasya’nın bir kazasıydı. Bugün Çorum ilinin bir ilçesi olmuştur.
ZEYTUN: 1880’den 1924’e kadar Amasya’ya bağlı bir nahiyeydi. 1924’de Osmancık ilçesine bağlandı. Bugünkü adı Kamil beldesidir.
KAYI: 1889-1902 arasında nahiyeydi. Bugün Mecitözü ilçesine bağlı bir köydür.
KIŞLACIK: 1889-1802 arasında nahiyeydi. Bugün Mecitözü ilçesine bağlıdır.
KIZILTEPE: 1889-1895 arasında nahiyeydi. Bugün Osmancık ilçesine bağlı bir köydür.
OSMANCIK: Pontus dönemindeki adı Aflanos’tur. 1855-1894 arasında Amasya’ya bağlı bir kazaydı. 1895’de Çorum sancağının bir kazası olmuştur.
SARI SÜLEYMAN: 1889-1902 arasında nahiyeydi. Bugün Alaca ilçesinin bir köyüdür.
SAZ: 1855-1866 arasında kazaydı. Bugün Çorum merkeze bağlı bir köydür.
ŞEYHMUSTAFA: 1903-1912 arasında nahiyeydi. Bugün Çorum’a bağlı bir köydür.
YENİKIŞLA: 1889-1902 arasında nahiyeydi. Bugün Çorum Cemilbey beldesine bağlı bir köydür.
MERZİFON: 1517’den beri Amasya’ya bağlı bir kazadır. İlk çağlardaki adı Phazemon, Ortaçağda, Marsivan, Bizans döneminde Neopololis, Osmanlı döneminde İsmi Merzifonabad’dı.
LOŞDİĞİN: Diğer adı Çaybaşı’dır. 1903-1912 arasında Amasya’ya bağlı bir nahiyeydi. Bugün Merzifon ilçesine bağlı olan Türnük köyüdür.
ZUĞU: Diğer adı Zük-ı Mikail’dir. 1881-1902 arasında Amasya’ya bağlı bir nahiyeydi. Bugün Merzifon ilçesine bağlı bir köydür.
EZİNEPAZAR: 1490’dan beri Amasya’ya bağlı bir nahiyedir.Diğer adı YAVAŞ'tır. Bugün Amasya merkeze bağlıdır.
ZİĞALA: 1855’de Amasya’ya bağlı bir nahiyeydi. Bugün Amasya merkeze bağlıdır. İsmi Aydınca olmuştur.
AKDAĞ: 1490’da Amasya’ya bağlı bir nahiyeydi. 1861’de kaza, 1889’da tekrar nahiye oldu. Bugün Amasya merkeze bağlı olup adı Çiğdemlik beldesi olmuştur.
ZİLE: 1868-1881 arasında Amasya'ya bağlı bir kazaydı. 1881'den sonra, Tokat sancağına bağlanmıştır.
İNÖZ: 1889-1902 yılları arasında Ladik kazasına bağlı bir nahiyeydi.
İSKİLİP: 1889-1902 yılları arasında Amasya'ya bağlı bir kazaydı. 1895'de Çorum sancağına bağlandı. İskilip kalesinin eski adı ZENGİBAR'dı.
KANLICI-KAĞNICI: 1889-1902 yılları arasında Gümüşhacıköy'e bağlı bir nahiyeydi. Şimdiki adı Saraycık olup, Gümüşhacıköy'e bağlıdır.
KARAABDAL: 1903-1023 Yılları arasında Ladik kazasına bağlı bir nahiyeydi. Şimdiki adı Şeyhli olup, Ladik'e bağlı bir köydür.
KARAHALİL: 1903-1918 yıllaraı arasında Havza'ya bağlı bir nahiyeydi. Şmdiki adı Çakıralan olup, Havza ilçesine bağlı bir köydür.
KARAYAKA: 1880'DE Erbaa'ya bağlı bir nahiyeydi.
MÖREK: 1902-1912 yılları arasında nahiyeydi. Şimdiki ismi Ormanözü olup, Amasya'ya bağlı bir köydür.
ORTAKLAR: 1889-1902 yılları arasında Vezirköprü'ye bağlı bir nahiyeydi. Şimdi Havza'ya bağlı bir köydür.
OYMAAĞAÇ: 1889-1902 yılları arasında Vezirköprü'ye bağlı bir nahiyeydi.
PAŞA: 1889-1902 yılları arasında Vezirköprü'ye bağlı bir nahiyeydi.
SALLAR: 1889-1902 yılları arasında Gümüşhacoköy'e bağlı bir nahiyeydi.
SARAYCIK: 1905-1923 yılları arasında nahiyeydi. Şimdiki adı Bacakoğlu olup, Gümüşhacıköy'e bağlıdır.
SEPETLİ: 1889-1891 yılları arasında Erbaa'ya bağlı bir nahiyeydi. Şimdiki ismi Destek olup, Taşova ilçesine bağlıdır.
SİVRİKESE: 1889-1902 yılları arasında Havza kazasına bağlı bir nahiyeydi.
SONİSA: 1530-1924 yılları arasında Erbaa'a kazasına bağlı bir nahiyeydi. Şimdiki ismi Uluköy olup, Taşova ilçesine bağlıdır.
TEKKE: 1911-1953 yılları arasında nahiyeydi. Şimdi Taşova ilçesine bağlıdır.
TURHAL: 1454-1868 yılları arasında Amasya sancağına bağlı bir kazaydı. Diğer adı Keşan'dır. 1889'da Tokat sancağına bağlanmıştır.
YEMİŞENBÜKÜ: Taşova ilçesinin merkezi olmuştur.
YENİCE: 1889-1902 yılları arasında Havza kazasına bağlı bir nahiyeydi. Şimdi Havza'ya bağlı bir köydür.

Osmanlı belgelerine göre, Amasya sancağına bağlı kaza ve nahiyelerin  kısa tarihçelerini belirttik. Eksik kalanlar da olabilir. Biz geçmişe kısa bir yolculuk yapmak istedik.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
22.12.2018
Kaynaklar:
--Fevzi Gür, Salih Kahriman, Amasya Nüfus deftereleri, 1840, Amasya Belediyesi yayınları.
--Tahir Sezen, Osmanlı Yer adları, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü yayınları No: 26

EK: 1480-1643 AMASYA SANCAĞI HARİTASI, Oktay Özel'in Amasya Sancağı isimli doktora tezinden alınmıştır.












18 Aralık 2018 Salı

ZİLE KAZASINA İSKAN EDİLEN AŞİRETLER

ZİLE KAZASINA İSKAN EDİLEN AŞİRETLER

Bugün Tokat iline bağlı olan Zile ilçesinin ilk çağlardaki adı ZELA, Roma dönemindeki adı Firgaye’dir. Osmanlı döneminde ise, Zile adını almıştır. Zile kazasını ele almamızın nedeni, Göynücek ilçesi ve köylerinin daha önce Zile kazasına bağlı olmasındandır. Zile kazasına iskan edilen aşiretleri tespit ettiğimizde, bölgemizdeki aşiret yapılanmasını da çözmüş olacağız. Böylece, köylerin hangi aşiretlerden oluştuğunu bulmak daha kolay olacaktır. Bunu anlamak için, Zile kazasının 15. yüz yıldan başlayarak nereye bağlı olduğunu belirtmenin yararlı olacağı kanaatindeyim. Zile ilçesinin geçmişi kısaca şöyle:

-1454-1517: Sivas (Rum eyaleti) eyaletinin Tokat sancağına bağlı bir kaza.
-1520-1562: Tokat sancağına bağlı bir kaza.
-1600-1855 :Sivas eyaletine bağlı bir sancak.
-1855-1867 : Sivas eyaletine bağlı bir kaza.
1868-1871: Amasya sancağına bağlı bir kaza.
1872: Tokat sancağına bağlı bir kaza.
1873-1880 Amasya sancağına bağlı bir kaza.
1881-1923: Tokat sancağına bağlı bir kaza.
1923: Tokat iline bağlı bir ilçe.

Osmanlı imparatorluğu döneminde, Zile kazasına iskan edilen ve kayıtlara geçen aşiretler şunlardır:

--Cunkarlu: Yörükan (Moğol kökenli)
--Ağcakoyunlu: Konar-göçer Türkman taifesinden.
--Ballı-Balluca: Konar-Göçer Ekrad taifesinden.
--Çapan: Konar-göçer Türkman taifesinden.
--İlbeğli-Elbeğli: Türkman taifsinden.
--Zaharanlı: Konar-Göçer Ekrad taifesinden.
--Akçakoyunlu: Konar-göçer Türkman yörükanı taifesinden.
--Akkuzulu: Türkman taifesinden.
--Anamaslı: Konar-göçer Türkman taifesinden.
--Aygad:--
--Bağırganlı:-
--Ceridler: Konar-göçer Türkman Yörükanı taifesinden.
--Çallu: Türkman taifesinden.
--Çepni: Konar-göçer Türkman yörükanı taifesinden.
--Çokşuruk: Türkman yörükanı.
--Çonkar yörükleri: Yörükan taifesinden. (Moğol kökenli)
--Danişmendli: Konar-göçer Türkman Yörükanı taifesinden.
--Erkili: Yörükan taifesinden.
--Eyübasanlu: Konar-göçer Türkman taifesinden.
--Gevanlu: Ekrad Yörükanı taifesinden.
--Gökçeler: Türkman yörükanı taifesinden.
--Geven: Konar-göçer Türkman taifesinden.
--Hacılar: Yörükan taifesi.
--Hacıfakılı: Türkman yörükanı.
--İymirli: Türkman yörükanı.
--İsafakulu: Konar-göçer Türkman yörükanı.
--İzzeddinli: Konar-göçer Türkman taifesinden.
--Karafakihli: Yörükan taifesinden.
--Karamuklu: Yörükan taifesinden.
--Karasar: Yörükan taifesinden.
--Kethudalı: Türkman yörükanı.
--Kıllı-Kıllacalı: Yörükan taifesi.
--Kırıklı: Yörükan taifesi.
--Kurugöl: Yörükan taifesi.
--Mirhanoğlu: Yörükan taifesi.
--Muradlı: Türkman taifesinden.
--Nallu: Yörükan taifesinden.
--Rişvanlı: Konar-göçer Türkman Ekradı taifesinden.
--Sarıhamzalı: Yörükan taifesi.
--Sofular: Türkman yörükanı taifesinden.
--Şarkipare: Türkman taifesinden.
--Tatlu-Tatalu: Türkman taifesinden.
--Tirkanlı: Konar-göçer Ekrad yörükanı taifesinden.
--Uslu: Türkman yörükanı.

Zile ilçesi Osmanlı hakimiyetinden önce, Danişmendli beyliği sınırları içindeydi. O döneme ait kayıtlar elimizde olmadığı için, daha önce Zile kazasında iskan edilen aşiretleri bilemiyoruz.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
17.12.2018

Kaynaklar:
--Cevdet Türkay, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiret ve cemaatler.
--Tahir Sezen, Osmanlı yer adları.






16 Aralık 2018 Pazar

İMAM EBU HANİFE (İMAM-I AZAM) : " İBADETLER İMAN'I ARTIRMAZ "


İMAM EBU HANİFE (İMAM-I AZAM) : " İBADETLER İMAN'I ARTIRMAZ "

Daha önceki makalelerimizde Ehli Sünnet mezheplerinden “Hanefi” mezhebinin kurucusu olan İmam Ebu Hanife’nin hayatını ve bazı görüşlerini yazmıştık. Bugünkü yazımızda, Ebu Hanife’nin öncülük ettiği “Mürcie “ fırkasının islam anlayışını  ele alacağız. Ayrıca, İmam-ı Azam’ın bu fırkanın hangi koluna mensup olduğunu belirteceğiz.

Fırkanın düşüncelerine gelmeden önce, “Mürcie” nin kelime anlamını belirtmekte fayda görüyorum. Mürcie, arapça bir kelime olup, “ beklemek”, “tehir etmek”, “ ümit etmek” anlamlarını kapsamaktadır.

Mürcie fıkrası ile ilgili bu makalemizde, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ve Prof. Dr. Sönmez Kutlu hocalarımızın “ MÜRCİE” fırkası hakkındaki yayınlarını ana kaynağımız olarak kulllanacağız.

Mürcie fırkasının doğuş yeri Küfe’dir. Ortaya çıkmasının esas nedeni EMEVİLER’in Arap kavmi dışındaki müslüman halkları MEVALİ-KÖLE olarak görmesidir. Emeviler, Mevali olarak nitelendirdikleri halkı müslüman görmüyor ve onlardan cizye-vergi alıyordu. Mürcie fırkası mensupları bu anlayışa karşı çıkıp, bütün müslüman halkların eşit ve aynı haklara sahip olduğunu savunuyordu. Bu fırkanın görüşleri yayılarak, Horasan, Maveraünehir ve Suriye coğrafyasında çok sayıda taraftar buldu. Fırkanın temsilcilerine de bölgelerin isimleri olarak, “Horasan Mürciesi”, “Suriye Mürciesi”, Küfe Mürciesi” deniliyordu. Fırkanın önemli ikinci düşüncesi ise, İslam dininde esas olanın Allah’a iman olduğunu belirterek, amellerin (ibadetlerin) imanı artırıp ya da eksiltmeyeceğini savunmasıdır. Mürcie’nin Küfe’deki en önemli temsilcisi Ebu Hanife, Horasan’da Haris bin Süreyc, Suriye’de ise, Geylan bin Mervan’dı.

İBADETLER İMANI ARTIRMAZ

Mürcie fırkası Kur’an’daki ayetlerin farklı yorumlanmasını “fikir özgürlüğü” olarak görüyor, yorumların da da akılcılığı esas alıyordu. Bu fıkranın diğer görüşlerini şöyle özetleyebiliriz:

-İman amelle (ibadetle) artmaz.
-Bütün müminler iman konusunda aynıdır. Birinin diğerine üstünlüğü yoktur.
-Amelleri terk etmek veya günah işlemek imanı azaltmaz. Ya da mümin olmaktan çıkmazlar.
-Günah işleyenlerin affedilip, affedilmeyeceğini Allah bilir. O dilerse, affeder, dilemezse cezalandırır.
-Ameller (İbadetler) iman değildir.
-İman kalple gerçekleşen bir tastiktir.

Mürcie fırkasının bazı temsilci ve taraftarlarının hem Emeviler, hem de Abbasiler devrinde kadılık ve imamlık yapmasına rağmen, İmam ebu Hanife gibileri bu görevleri kabul etmemişlerdir. Yani bu konuda fırka içinde farklılıklar bulunmaktadır. Örneğin; İmam ebu Hanife, Hz. Ali’nin torunlarından Zeyd’in Emevilere karşı miladi 739 ‘daki isyanını maddi ve manevi olarak desteklemiştir. Yine Mürcie’nin Horasan’daki temsilcilerinden olan Haris bin Sureyç, Emevilere karşı on üç yıl süren isyanlarda bulunmuştur. Sureyc’in bu isyanlarına bazı Türk hakanları da destek vermiştir.

Tarihi kaynaklar, Horasan ve Maveraünnehir bölgesinde tanınan Türk asıllı Ebu Mansur Maturidi ile Hoca Ahmet Yesevi’nin islamın tasavufi yorumunda, Mürcie’nin etkisi altında kaldıklarını belirtmektedirler.

İmam ebu Hanife’nın Mürcie fırkasının Küfe temsilcisi olduğunu belirtmiştik. Ancak, Mürcie fırkası kendi içinde farklı gurupları barındırıyordu. Makalemizi, İmam-ı Azam’ın Mürcie’nin hangi kolundan olduğunu Yaşar Nuri Öztürk hocamızın yazmış olduğu İMAMA-I AZAM SAVUNMASI” adlı eserindeki bölümüyle tamamlayalım.

Mürcie’nin bazı kolları, ibadeti tamamen gereksiz gibi gösterdikleri için bir takım deist felsefe şubeleri gibi düşünülebilir. İmam-ı Azam, Mürcie’nin kollarından hangisine mensuptur ? Bu soruya net bir cevap vermek çok zordur. Ebul Hasan El Eşar’i, İmam-ı Azam ve mezhebine uyanların esas aldığı Mürcie’liği, Mürcie mezhebinin dokuzuncu kolu olarak gösteriyor ve onları şöyle tanıtıyor:”

“ “Ebu Hanife ve arkadaşlarının bağlı olduğu bu kola göre, iman, peygamber’i ve onun getirdiklerini dil ile ikrar edip, bunların ayrıntılarını, açılımlarını imanın içine dahil etmez.” “ (Yaşar Nuri Öztürk, İmamı Azam Savunması, Sayfa,188)

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
16.12.2018.

Kaynaklar:
--Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk, İmamı Azam Savunması
--Prof.Dr. Sönmez Kutlu, Mürcie Mezhebinin doğuşu




14 Aralık 2018 Cuma

YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILMASI VE BEKTAŞİ DERGAHLARIN KAPATILMASI “VAKAYI HAYRİYE” Mİ?

YENİÇERİ OCAĞININ KALDIRILMASI VE BEKTAŞİ DERGAHLARIN KAPATILMASI “VAKAYI HAYRİYE” Mİ?

Yeniçeri Ocağı Orhan Bey zamanında kurulmuş ve Osmanlı’yı beylikten devlete, devletten de imparatorluğa taşımıştı. Yaklaşık beş yüz yıl hizmet vermişti. Ancak, II. Mahmut döneminde zamanın sözde “din” adamlarının tazyiki ile 1826 yılında kaldırıldı. Yeniçeri kışlaları top ateşine tutulmuş ve içerisindeki dört bin civarındaki yeniçeri askeri katledilmişti. Katliam kışla dışında da devam etmiş, aileleri ile birlikte Belgrad ormanlarına sığınan binlerce yeniçeri, orman ateşe verilerek burada can vermişlerdi. Osmanlı tarihçileri bu olaya “VAKAY-I HAYRİYE” (Hayırlı olay) adını vermişlerdi. Yeniçerilerin kuruluşundan itibaren din eğitiminden sorumlu olan Bektaşi dergahları kapatılmış, çoğu da yıktırılmış ve içinde bulunan belge, kitap ve yazma eserler de yaktırılmıştı. Konumuzu kısaca özetledikten sonra bu makalemizde olayın nedenleri ve sonuçları üzerinde durabiliriz.

Yeniçeri ocağının düzenli bir askeri gücü yanında, şehirlerde bugünün polis, zabıta gibi görevleri de bulunuyordu. Yani sivil halkla da iç içeydi. Dolayısıyla, suistimal, yolsuzluk ve keyfi davranış gösteren bireysel eylemler de oluyordu. Aynen bugün bu görevleri yerine getiren kurumlarda çalışanların yapmış oldukları şahsi davranışlar gibi. Birinci neden buydu. İkincisi, Osmanlı’nın 18. ve 19. yüzyılda kaybettiği toprakların sorumlusu olarak gösteriliyordu. Üçüncüsü, padişahların iktidara gelmesinde tayin edici bir güç odağı olmasıydı. Yeniçerilerin desteğini alan şehzadenin padişah olmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Örneğin; Yavuz Sultan Selim’in babası II. Beyazıt’a ve kardeşlerine karşı yürüttüğü mücadelede başarıya ulaşmasının arkasında Yeniçerilerin desteği bulunuyordu. Yani, Yeniçeriler destek vermeseydi, Yavuz Sultan Selim’in padişah olması çok zordu. Bazen, Sadrazam (başbakan) ve padişahların değişmesinde yeniçeri ocağının isyanları da oluyordu. Ancak, onları bu eylemlere teşvik eden saray ailesine mensup şehzadeler ve onların annelerinin etkileri büyüktü. Her nedense, tarihçiler olayın bu yönünü ya görmüyorlar ya da Osmanlı’nın resmi tarihçilerinin çizmiş olduğu sınırların dışına çıkmak istemiyorlar. Yeniçeri ocağının kaldırılmasını isteyen çevreler bu gerekçeleri ileri sürerek, esas sorumlusunun da Yeniçeri ocağının dini açıdan bağlı bulunduğu Bektaşi dergahlarını hedef gösteriyorlardı.

 II. Mahmut’un Sadrazamı tarafından yazılan gerekçede, Bektaşilerin “Tanrı tanımaz (Mülhid)” oldukları, “şarap içtikleri”  “ibadetleri terk ettikleri”  “Cem ayini düzenledikleri” dolayısıyla “Şer’an katli vacip”  (öldürülmeleri gerekir) oldukları ifade ediliyordu. Topkapı sarayında yapılan toplantıya, Şeyhülislam Kadızade Tahir Efendi, Anadolu ve Rumeli kazaskerleri, Ehli-sünnet mensubu tarikatlar Nakşibendi, Rufai, Halveti temsilcileri de katılmıştı. Padişah II. Mahmut da kafes arkasında bu toplantıyı izliyordu. Toplantının sonunda, Bektaşi tekkeleri “SAPKIN” olarak görülmüş ve kapatılmalarına karar verildi. Kararda, altmış yıldan önce var olanların dışında kalan dergah ve tekkelerin yıkılması ve mallarına el konulması, kapatılmayan tekke ve zaviyelere de Nakşibendi ve Rufai tarikatına mensup şeyhlerin atanması hükme bağlanıyordu.

Bu karardan sonra, İstanbul ve imparatorluk sınırları dahilindeki çok sayıda Bektaşi dergahı yıktırıldı. İçinde bulunan belge, kitap ve tarihi değeri olan el yazmaları yakıldı. Darphanede tutuklu bulunan Bektaşi ileri gelenlerinden Yedikule tekkesi şeyhi Hüseyin Baba, Kıncı Salih Baba, İstanbul Ağasızade Ahmet Baba 10 Temmuz 1826’da idam edildiler. İstanbul’daki olaylar gerekçe gösterilerek, Hacı Bektaş’daki dergahta postnişin olan Hamdullah Dede de yargılanmış, önce idam cezasına çarptırılmış sonra da Amasya’ya sürgün edilmişti.

Böylece, beş yüz yıllık bir tarihi olan Yeniçeri Ocağı kaldırılmış oldu. II. Mahmut devrinde pek çok reform yapılmasına rağmen, Osmanlı’nın toprak kaybetmesi engellenemedi. Yunanistan bağımsızlığını kazandı. Rus orduları Bayburt’a kadar olan bölgeyi işgal ettiler. Kafkasya ve Kırım Rusya’nın eline geçti. Yani Osmanlı’nın toprak kaybetmesinin nedeni tek başına Yeniçeri ocağı değildi. Esas neden, Avrupa’nın yapmış olduğu yeniliklerin Osmanlı tarafından atlanmış olmasıydı. Ancak, Yeniçeri ocağının olumsuz yönleri abartılarak devlet yönetimine yeniliklere karşı çok daha tutucu olan tarikat temsilcileri getirildi. Oysa, Bektaşi tarikatının felsefesi imparatorluk için daha iyi sonuçlar verebilirdi. Çünkü Bektaşilik inancında bütün insanlara aynı gözle bakılıyordu. Yeniliklere de açık bir düşünceye sahipti. Farklı inançlara da saygı gösteren bir anlayış hakimdi. Müslüman olmayan toplumları bu düşünceyle bir arada tutmak daha kolay olabilirdi. Aynen İngiltere’nin deniz aşırı ülkelerde uyguladığı gibi, dinlere ve inançlara müdahale etmeden insanlar bir arada tutulabilirdi. Üstelik devletin kurucu unsurlarından bir damarı da kesilmemiş ve Alevi-Bektaşi halk da dışlanmamış olurdu. Bu ülkemiz için de daha yararlı neticeler verirdi. Bize göre Yeniçeri ocağının kaldırılması ve Bektaşi dergahların kapatılması hiç de hayırlı olmamıştır. Ama maalesef bunlar çok geride kaldı. Bari bundan sonra aynı hataları yapmayalım. Farklı inançlara ve fikirlere saygı ve hoş görü ile bakalım. Fikir ve vicdan özgürlüğünü ülkemizde hakim kılalım.

Hamdullah Dedeoğlu

Kaynaklar:

-Serkan Erduğan, Bektaşi Tekkelerinin kapatılması ve Hamdullah Efendi adlı makalesi, Alevilik-Bektaşilik araştırma dergisi 2018/17

-Eray Yılmaz, Yeniçeri Kırımı ve Bektaşi Tekkelerinin Tasfiyesi, Türk kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma dergisi, 2016

 

 

 


6 Aralık 2018 Perşembe

ALEVİ İNANCINDAN TAVİZ VERMEYEN BİR TÜRKMEN BOYU: BEĞDİLLİ


ALEVİ İNANCINDAN TAVİZ VERMEYEN BİR TÜRKMEN BOYU: BEĞDİLLİ

Oğuzların Yıldızhan oğullarından olan Beğdilli boyu, alevi inancından taviz vermeyen ve bu inancına bağlı kalan boyların başında gelir. Elbette diğer Tükmen boylarından da alevi inancını devam ettirenler var. Örneğin, Çepni, Karkın, Peçenek ve Bayad gibi. Ancak, diğer boylarda çoğunluk “ sünni “leşmesine rağmen, Beğdilli boyu bunun dışında kalmıştır. Hem de çok eza ve cefa çekmesine rağmen. Bunun nedeni neydi ? Safevi kızılbaş devletine niçin destek verdiler ? Bütün bu sorulara cevaplar vermeye çalışacağız.

Tarihçi-yazar Prof. Dr. Faruk Sümer hocanın kaleme aldığı “ OĞUZLAR (TÜRKMENLER) “ Adlı eserini bu makalemizde ana kaynağımız olarak kullanacağız.

Beğdilli boyu, Selçuklularla birlikte Anadolunun fethinde yer almıştı. Beğdilli obalarından bir kısmı doğu Anadolu’yu, bir kısmı Halep bölgesini, bir kısmı da orta Karadeniz, Bozok, Sivas bölgesini kendilerine yurt edinmişlerdi. Boyun büyük kısmı Danişmendli ve Dulkadir beyliği sınırları içinde yaşıyordu. Bu bölgeler 15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılın başlarında Osmanlı hakimiyetine geçti. Ancak, Osmanlı hakimiyetinden sonra ağır vergiler ve devlet memurlarının aşırı baskıları konar - göçer olan aşiretleri rahatsız etmişti. O yüzden, Safevi tarikat lideri Şah İsmail’in “devlet kurma” çağrılarına gönüllü olarak katıldılar. Halep vilayetindekiler “Şamlu”, Anadolu’daki obalar “Rum”lu olarak destek verdiler. Destek veren obalar şunlardı: Bozkoyunlu, Arablu, Tatalu, Harbendelu, Balabanlı, Avcılı, Biçerli, Dimlekli, Kürtler, Tecirli, Kuzucaklı, Karacalu, Bayburtlu, Arapgirli, Çemişgezekli ve Kerematlu.

Bu göçlerden sonra Beğdilli boyundan Anadolu’da kalanların sayısı azalmıştı. Kanuni döneminde 1525-26 yıllarında yapılan vergi sayımlarında Halep eyaletinde kırka yakın oba kalmıştı. Bu obalardan ikisi dikkat çekiciydi. Obanın birisi “Hoca Ali Şeyh”, diğeri “Boz Geyikli” adını taşıyordu. Defterde, şeyhlerin dualarının kabul gördüğü, her iki obaya kurbanlar getirildiği, yetiştirilmek üzere öğrenci bulunduğu belirtilmektedir. Belgede ayrıca şeyhler için “kadimden er ocağına mensup” oldukları da ifade edilmektedir. “ Kadimden er ocağı” Ehlibeyt mensuplarını belirtmek için kullanılan bir deyimdi. Dolayısıyla Beğdilli boyu (aynı ad altında diğer Türkmen boylarının da içinde olduğu Beğdilli aşireti) Horasan’dan Anadolu’ya gelirken beraberinde ehlibeyt mensuplarını da getirmişti. Ehlibeyt yanlısı kalmasının en önemli nedeni buydu. Bozgeyikli dedenin Hacı Bektaşı Veli dergahından el alarak Halep’e geldiği, Halep ve Gaziantep Türkmenlerinin sözlü kültürlerinde yer almaktadır. Bozgeyikli dedenin türbesi, Halep’e bağlı Münbiç ilçesinin Bozgeyikli köyünde bulunmaktadır.

Anadolu’da kalan Beğdilli boyuna bağlı olan obalar 1691 yılında Rakka’ya sürgün edildiler Sürgün nedeniyle çok zor günler yaşayan Beğdilli obalarının dertlerini yine Beğdilli bir ozan olan Taşdemir yazdığı şiirlerinde şöyle dile getirmektedir:

Kadıoğlu Yusuf Paşa gelende
Yalan dünya benim derdi Beğdilli
Seksen bin evle Rakka’ya iskan olanda
Tayı, Muvali’yi kırdı Beğdilli

Döğülür davullar, iniler dağlar
Harbiler çağrışır analar ağlar
Gürleyip Fiyahan’a konduğu çağlar
Şemseddin’den ubur etti Beğdilli

Döğüldü davullar, çekildi sancak
Koç yiğit atına takındı poncak
Hamed il-Abbas bu işi tuttu ancak
Göç ile düşmana vardı Beğdilli

Şeyh efendi böyle çaldı kalemi
Namı tuttu Beğdilli’nin alemi
Annek süddoğlu Hüseyin Çelebi
Çarhacımız Cafer olsun Beğdilli

Kara bayrak salsak Şark evi yırak
Kara gün olanda aşiret gerek
Şunda iyi bir nam kazandı Soyban Barak
Binde birin oma dikti Beğdilli

Taş-Demir’im de söyler özünden
Methedelim Beğdilli’nin yazından
Ala Bucak Ketele’nin düzünden
Hamed’in sancağını bastı Beğdilli

(* Tayı ve Muvalli,  Beğdilli ile çatışan iki Arap aşiretidir. )

Yine bir diğer şiirde ise, alevi inancına vurgu yapılarak,

Çağrışı çağrışı yayladan inin
İnin Ayn Elize bir SEMAH dönün
Beğden izin oldu koruya konun
Firuz bey Acem’e gitti durnalar

Anadolu’da kalan Beğdilli’ler Rakka’da sürgün hayatı yaşarken, Şah İsmail’in çağrısına uyup İran’a giden Beğdilli’ler orada el üstünde tutuldular. Ordu komutanıı, vali olarak Safevi devletinin asilzadeleri arasında yer aldılar. Safevi devletinin topraklarını Fırat’dan, Orta Asya’daki Seyhun ve Ceyhun nehirlerine kadar genişlemesine katkı sundular. Sıfırdan bir devlet kurup, onu imparatorluğa taşıdılar.

Makalemizi Faruk Sümer hoca’nın Safevi Devleti il ilgili sözleriyle bitirelim.

Safevi devleti kurucusu Şah İsmail, 1525 yılında vefat etti. Onun çok cesur ve yaman bir savaşçı olduğunu biliyoruz. Ana dili Türkçe idi. Kendisi Farsça’dan daha çok Türkçe şiirler yazmıştır. Esasen Safevi devletinin ordusunda ve sarayında konuşulan mutad dilin Türkçe olduğunu biliyoruz. Farsça daha çok yazı dili olarak kullanılıyordu. Hiç şüphe yoktur ki, Safevilerin sarayı Selçukluların sarayından daha fazla Türk idi.”

.... Safevi hareketi Anadolu’dan altıncı, fakat en devamlı ve en kalabalık bir göç hareketine sebep olmuştur. Bu göçler İran’daki Türk unsurunu kuvvetlendirerek bilhassa Azerbaycan’da nüfusça da hakim bir duruma getirmiş, buna karşılık Doğu ve Güney doğu Anadolu’daki Türk unsurunu zayıflatmıştır. Şurası muhakkaktır ki, doğu Anadolu Safevi idaresinde kalsaydı, bir müddet sonra burada Türkçe’den başka hiç bir dil konuşulmıyacaktı. Osmanlı idaresi bu bölgedeki göçebe Türk unsurunu dahi yerinde tutamadı. Onların bir kısmı İran’a, bir kısmı da Orta Anadolu’ya göç etmek zorunda kaldılar. “

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
06.12.2018.

Popular