28 Kasım 2018 Çarşamba

AMASYA’DAKİ İMAM RIZA OCAĞININ KISA TARİHÇESİ



Zile Kazası ORTAPARE nahiyesine ait defterde Ehlibeyt-Sadat kayıtlarını gösteren Osmanlıca defterin nüshası. (Dr. Musa Sezer'den alınmıştır. Kendilerine tekrar teşekkürlerimi iletiyorum.)
Kayıtlarda ehlibeyt mensuplarının Seyyid RECEB, Seyyid MEHMED VE Seyyid CUMA oldukları belirtilmektedir.


Amasya, 2020.

AMASYA’DAKİ İMAM RIZA OCAĞININ KISA TARİHÇESİ

Anadolu’nun islamlaşmasına ve Türk kültür ve edebiyatının bugünlere taşınmasında büyük katkıları olan alevi dede ocaklarının kökeni nereden geliyor ? Soyları gerçekten ehli beyt’e mi dayanıyor ? Yoksa, Türklerin bir önceki inançları olan Şamanizm’deki din adamlarına mı dayanıyor ? Bu sorulara tarihi belge ve bilgilerle cevaplar vereceğiz. Bunun yanında, özele inerek Amasya'daki Alevi dede ocakları içinde yer alan İmam Rıza Ocağına mensup dedelerin Anadolu’ya ilk gelişleri ile başlayarak bugüne kadarki yerleşimlerini ve tarihçesini anlatmaya çalışacağız.

Anadolu coğrafyası insanoğlunun medeniyet kurup yerleşik düzene geçtiği ilk yerlerinden biridir. Yazıyı ilk bulan Sümerler’den başlayarak, Hititler, Lidya’lılar ve onlarcası bu topraklarda devletler ve imparatorluklar kurdular. Son iki bin yılda, Roma, Selçuklu ve Osman’lılar bu coğrafyaya hakim oldular. Biz bu makalemizde, son iki bin yılın özetini yapmaya çalışacağız.

ROMA DÖNEMİ

Roma krallığı, M. Ö. 8. yüzyılda Anadolu’nun Troya-Truva bölgesinden (Çanakkale) İtalya’ya giden Etrüskler tarafından kuruldu. Roma krallığı daha sonraki yüzyıllarda büyüyerek imparatorluk haline geldi. Anadolu ise, Roma’lıların bir eyaleti olmuştu. Roma’lıların tek rakibi doğudaki Persler, yani İranlılardı. Aralarındaki hakimiyet mücadelesi M.S. 7. yüzyıla kadar devam etti. Romalıların inancı çok tanrılıydı. En büyük tanrıları Zeus’tu. Kuzey Afrika, Mısır, Suriye ve Filistin Roma imparatorluğu'nun eyaletlerindendi. Filistin’de Yahudi olan Yahuda devleti bulunuyordu. Bir Yahudi tapınağında (Havra-Sinagog) din eğitimi almış olan Hz. İsa, takriben M. 50 yılında Museviliği (yahudiliği) dejenere eden-yozlaştıran ve kendi çıkarları için kullanan hahamlara karşı peygamberliğini ilan etti. Hiristiyanlık Roma topraklarında hızla yayıldı. Roma imparatorları M. 312 yılına kadar Hiristiyan inancına karşı çok sert tutum aldılar. Hiristiyan inancına sahip kitleler yaklaşık iki yüz elli yıl baskı ve katliama uğradılar. Hiristiyanlığın  M. 312 yılında imparataorluğun resmi dini olarak kabul edilmesinden sonra, eski ile yeni arasında, hirirstiyanlık dini içinde de farklı mezhepler arasında çetin mücadeleler oldu. Sonunda imparatorluğun Avrupadaki başkenti Roma  Katolik mezhebinin, Konstantinapolis'teki (İstanbul) yönetim ortadoksluğun merkezi oldu. Batidaki Roma daha sonra parçalanarak krallıklara ayrıldı. Doğudaki Roma yönetimi (Bizans) 1453 yılına kadar hüküm sürmeye devam etti.

10. VE 11. YÜZYILDA DOĞU ANADOLU

Roma imparatorluğunun doğudaki rakibi Sasaniler(Persler) devletine, Hz. Muhammed’in kurduğu İslam devleti tarafından Hz. Ömer devrinde son verildi. (M. 644) İran toprakları, Orta Asya’ya kadar İslam imparatorluğunun denetimine geçti. Hz. Ali’nin M. 661 de şehit edilmesimden sonra, İslam imparatorluğunun yönetimi Muaviye ile birlikte Emevilere geçti. Emeviler ile Hz. Ali taraftarları arasında çok kanlı mücadeleler oldu. Hz. Ali’nin evlatlarından Hz. Hüseyin’in M. 680 yılında Emevi ordusunca Kerbela’da şehit edilmesinden sonra, Ehlibeyt mensupları canlarını kurtarmak için İran’a, Horasan’a ve Orta Asya’ya göç ettiler. Ehlibeyt mensupları, bu bölgedeki halkı Emevilere karşı örgütlemeye başladılar. Bölge halkı Emevilerin yönetiminden memnun değildi. M. 749 yılında Horasanlı Eba Müslim komutasındaki ordu Emevilerin iktidarını yıkarak, yerine Hz. Muhammed’in amca çocukları olan Abbasoğullarını iktidara getirdi. Abbasilerin ilk döneminde ehlibeyt mensupları rahat bir nefes aldılar. İslam dinini zorla değil, anlatarak, adalete dayanan hoşgörülü anlayışını tebliğ ettiler. Bu dönemden sonra, islam dinine karşı İran ve orta Asya’da olumlu bir görüş oluştu.

Gerek Emeviler, gerekse de Abbasiler döneminde doğu Anadolu’nun bir kaç şehri (Urfa, Malatya, Adıyaman) islam devleti tarafından fethedilmişti. Ancak kalıcı olamamışlardı. Bizanslılar daha sonra bölgeyi tekrar ele geçirmişti. 10. yüzyılın sonu, 11. yüzyılın başlarında Abbasiler doğu Anadolu bölgesine İran’ın Deylem ve Horasan bölgelerinden savaşçı kabileleri iskan etmeye başladı. Bu kabilelerle birlikte din adamları ve daha önce İran topraklarına hicret eden ehlibeyt mensupları da geldi. Bu tarihte ehlibeyt yanlısı Zeydiler devleti Hz. Hasan’ın torunlarından Hasan bin Zeyd tarafından Deylem'de kurulmuş ve altmış dört yıl yaşamıştı. Ondan sonra da, Büveyhoğulları Deylem bölgesinde beyliklerini kurmuşlardı. (M. 920) Büveyhoğulları Abbasi halifesi üzerinde söz sahibi olmuşlardı. Halifeye istediklerini yaptırabiliyorlardı. Doğu Anadolu bölgesine iskan edilen kabilelerin büyük çoğunluğunu Deylem ve Horasan bölgesinden gelenler oluşturuyordu. Bu kabileler, Bizansın doğu sınırında yaşayan yerli halkı taciz etmeye, onlara karşı saldırılarda bulunmaya başladılar. 6. yüzyıl Bizans haritalarında bu bölgelerde Ermeni eyaletleri bulunuyordu. (ek ilgili harita Bizans Tarih atlası sayfa, 62 ve s. 158) Bu saldırılardan sonra imparatorluk, bölgedeki halkı şehirlere ve batı bölgelerine iskan etmeye başladı. Bunların boşalttığı bölgelere ise, Deylem ve Horasan’dan getirilen kabileler yerleşiyordu.

9. yüzyılda doğu Anadolu bölgesinde yaşayan farklı inanç ve mezhepteki halk baskılar nedeniyle, Bizans imparatorluğuna isyan etmişti. İsyan kanlı bir şekilde bastırıldıktan sonra, yerli halkın bir kısmı balkanlara sürgün edilmişti. Sürgün edilenlerin arasında Boşnakların ataları da vardı. Bu nedenle, bölge nüfus olarak da çok kalabalık değildi.

Kabilelerle birlikte gelen ehlibeyt mensupları, doğu Anadolunun Malatya, Erzincan, Elazığ ve bugünkü Tunceli bölgesinde tekke, zaviye ve dergahlar kurdular. Yerli halktan da islamı benimseyenler oldu. Büveyhoğullarının halife üzerindeki etkisinin sürdüğü M. 1055 yılına kadar doğu Anadolu’daki iskan politikasına devam edildi. Bu tarihten sonra, sahneye Selçuklular çıktı. Gazneli devletini 1040 tarihinde Dandanakan savaşında yenen Selçuklular, İran’a, Afganistan’a ve Horasan bölgesine hakim oldular. İran’daki Büveyhoğulları devletine de son verdiler. Abbasi halifesinin korumasını üstlendiler. İran Selçukluları ile birkikte gelen Türkmenler de Anadolunun doğusunu ve güneyden Halep’e kadar olan yerleri kendilerine yurt yaptılar. Türkmenlerle birlikte gelenlerin arasında  ehlibeyt mensupları da bulunuyordu. Onlar da kendilerinden bir öncekileri takip ederek, tekkeler, zaviyeler ve dergahlar kurdular. Hem yerli halka, hem de Deylem’den, Horasan’dan gelenlere islam dinini anlatıp benimsetmeye çalıştılar.

MALAZGİRT SAVAŞI

Doğu sınırında Selçuklu tehlikesini gören Bizans imparatoru Romen Diyojen, ülkesini korumak amacıyla, Konstantinapolis’ten güçlü bir orduyla doğuya hareket etti. 1071 Ağustosunda Malazgirt önlerine geldi. İki ordu burada karşı karşıya geldi. Bizans ordusundaki paralı Peçenek askerleri savaş başladıktan sonra saf değitirerek, Selçukluların yanında yer aldı. Böylece Bizans ordusunun sayı ve silah üstünlüğü ortadan kalkmış oldu. Selçuklu sultanı Alparslan’ın çok iyi taktikleri ve savaş manevraları sonunda, Bizans ordusu feci bir yenilgi aldı. İmparator Diyojens esir düştü. Ordusu dağıldı. İmparator fidye karşılığı serbest bırakıldı. Konstantinapolis’e (İstanbul) döndüğünde tahttan indirildi, gözlerine mil çekilerek zindana atıldı. Ve orada öldü.

Malazgirt zaferinden sonra, Türklerin Anadolu’ya girişini engelleyecek bir kuvvet kalmamıştı. Oğuz Türkmenleri kısa bir sürede, orta karadeniz ve orta Anadolu’yu ele geçirdiler.Türkmenlerle birlikte ehlibeyt mensupları da bu aşiretlerle Anadolu’nun içlerine kadar geldiler. Burada tekke ve zaviyeler kurarark bölgenin islamlaşmasına katkıda bulundular.

Anadoluya yerleşen Türkmenler Merkezi Konya’da olan Selçuklu sultanlığına bağlı beylikler kurdular. Bazı beylikler ise onların hükümranlığını tanımayarak bağısızlıklarını ilan ettiler. Danişmendliler, Mengücekliler gibi. Daha sonra bu beylikler de Selçuklu sultanlığın hakimiyetine geçti.

CENGİZ HAN VE MOĞOLLAR

Orta Asya’daki Moğol, Tatar ve Türk kabilelerini bir devlet çatısı altında toplayan Cengiz Han M. 1200’lerin başında önce Harzemşahlar devletini yıktı. Daha sonra da bütün Horasan ve İran’ı fethetti. Bu istiladan kaçan Oğuz Türkmenleri batıya doğru göç etmeye başladılar. Bu gelenlerle Anadolu’daki nüfus dengesi Bizans’ın aleyhine iyice bozuldu. Tarihçiler, 13. yüzyılda Anadolu’da tahminen toplam 4-5 milyon insan yaşadığını belirtmekteler. Bu nüfus sayısından da Anadolu’nun boş olduğu anlaşılmaktadır. Zira, son iki yüz yılda Araplarla yapılan savaşlarda ve veba salgınlarında çok sayıda insan hayatını kaybetmişti. Türkmenlerin gelmesiyle Anadoluya hareket ve bereket gelmişti. Çarşılar, pazarlar şenlenmiş, viran olmuş köylerdeki boş olan arazilerde üretim başlamıştı.

Moğol istilası İran’la sınırlı kalmamıştı. Irak ve Anadoluyu da işgal ettiler. 1243 yılında Kösedağı savaşında Selçuklu ordusunu yenerek selçuklu devletine son verdiler. Moğol istilası sırasında orta Anadolu’da bulunan Türkmen kabilelerin büyük bir kısmı güneye, Suriye’ye inerek Memluklulara sığındılar. Memluklu ordusu, Baybars’ın komutasında, Türkmenlerin desteği ile Moğolları yendi. Suriye ve Mısır’ı Moğol istilasına uğramaktan kurtardı. Moğollar ilk ve tek mağlubiyetlerini böylece tatmış oldular. Moğolların zayıflamasından sonra, güneye inen aşiretler Memlukluların desteği ile tekrar iç Anadolu ve orta Karadenizdeki topraklarına geri döndü.

Moğolların Anadolu’daki hakimiyetleri takriben yetmiş yıl sürdü. Bu süreçte dağılan Selçuklu devleti yerine, yeniden beylikler dönemi başladı. Eratna beyliği, Karesi beyliği, Osmanlı beyliği, Saruhan, Menteşe, Karaman, Dülkadir beyliği bunların başlıcalarıydı. Maraşta kurulan Dulkadirli beyliği Memlukların desteğini alarak topraklarını Sivas ve Bozok(Yozgat) eyaletine kadar genişletti. Bu bölgelerde hakimiyet, Moğollara bağlı olan Eratna beyliğinin elinde bulunuyordu.

OSMANLI DÖNEMİ

Selçuklu devletinin yıkılmasından sonra, beylikler arasında hakimiyet mücadelesi başladı.13. Yüzyılın sonunda Bursa yöresini kendine yurt edinmiş olan Osmanlı beyliği ön plana çıkmaya başladı. Önce, batı Anadolu’da bulunan beylikleri yıkarak hakimiyetine aldı. En son yıkılan beylik Dülkadirli oldu. (M. 1522) Osmanlı devleti 1514’de Safeviler devletini yendikten sonra, doğu Anadolu’da tam hakimiyet ve kontrolü sağlamış oldu. Osmanlı imparatorluğu, 1516 Mercidabık, 1517 Ridaniye savaşlarından sonra Memluklar devletine de son verdi. Suriye ve Mısır Osmanlı’nın birer eyaletleri oldu.

OSMANLI KAYITLARINDA EHLİBEYT MENSUPLARI

Bu bölgelerin Osmanlı imparatorluğu’na katılmasından sonra ilk tahrir defterleri (Sayım-kayıt) 1519’da yapıldı. Başbakanlık arşivlerinde bulunan 1570-71 yılına ait 502 nolu Humus sancağı tahrir defterinde Sadat (Seyyid)- ehlibeyt mensuplarına rastlamaktayız. Fırat üniversitesi öğretim üyelerinden Yard. Doç. Dr. Enver Çakar tarafında yazılan ve üniversiteye ait Sosyal Bilimler Dergisinin 2002 yılındaki sayısında yayınlanan “ 16. yüzyılda Suriye’de yaşayan Türkmenler” adlı incelemede, Ehlibeyt mensupları Boğayirli Türkmen cemaati içinde "12 nefer" olarak görünmektedir. Salur Türkmenlerinin kayıtlarının tutulduğu defterin alt kısmında not olarak da şöyle denilmektedir:

“ Adı geçen bu on iki nefer, Seyyid evladı Seyyid olup, Türkmen taifesinden Boğayirli cemaatinin yanında bulunmakta, sorulduğunda ellerinde olan belgelerini-kimliklerini ibraz edip, reaya kabul edilmelerini, bu sebeple tarik-i Şeri’i dahil olmaya, vergiye tabi herhangi bir malları bulunmamakla beraber, ileride lazım olacağından, isimlerinin vilayet defterine kayıt edilmelerini talep etmişlerdir.”

Yukarıdaki bu kayıtdan da görüleceği gibi, Türkmen aşiretleri içinde yüzlerce ehlibeyt mensubu bulunmaktaydı. Ehlibeyt mensupları değişik boy ve cemaatlerin içine dağılarak, onlara islam dini konusunda bilgi veriyor ve onlara din hizmeti veriyordu. Aynı Hacı Bektaş Veli’ye bağlı dervişlerin oğuz Türkmenlerine İslamı anlatıp, aydınlatıp ve din hizmetlerini görmesi gibi. Bu örnek yukarıda anlattığımız ve kayıtlara dayanan bilgileri bir kez daha doğrulamaktadır. Burada şunu da görmekteyiz; Türkmen aşiretleri ehlibeyt mensuplarını kabul etmekle, bunu kendi aşiretleri için bir “şeref”, “haysiyet” ve “onur” vesilesi yapmaktaydılar. . Böylece, bir “üstünlük “ ve “ululuk” kazanmış oluyorlardı.

İMAM RIZA OCAĞI DEDELERİ

Ehlibeyt mensuplarının Abbasiler döneminde ve Malazgirt savaşından sonra doğu Anadolu’ya iskan edilen aşiretlerle birlikte Urfa (Ruha),Malatya, Erzincan, Elazığ ve bugünkü Tunceli bölgesine yerleştiklerini belirtmiştik. 1523 ve 1530 tarihli Osmanlı devletine ait Tahrir (kayıt-sayım) defterlerinde ehlibeyt mensupları Sadat-Seyyid olarak kaydedilmiş olup, vergiden de muaf tutulmuşlardır. Bu kayıtlarda yukarıda söylediklerimizi teyit etmektedir.

Aşiretlerin batı Anadolu’ya yerleşmeleriyle birlikte onlar da yani ehlibeyt mensupları da aynı bölgelere geliyordu. Tekke ve zaviyelerini onlara yakın yerlerde kuruyorlardı. İmam Rıza’nın torunları da, aşiretlerle birlikteydi. Bu birliktelik Horasan'dan beri devam ediyordu. Zira İmam Rıza'nın türbesi Horasan bölgesindeki Meşhed şehrinde bulunuyordu. Buradaki ehlibeyt mensuplarının bilgili  ve din hizmetlerini yürütebilecek olanlar farklı aşiretlere gönderiliyordu. Bu yüzden, Anadolu’da her aşiretin bağlı olduğu dede ocakları bulunuyordu. Dedelerin din hizmeti verdikleri bu kişilere “talip” deniliyordu. Bu nedenle, eğer bir dedenin talibi varsa, bu onun ehlibeyt’ten geldiğini kanıtlayan bir göstergeydi. Hiçbir aşiret sahte bir dedenin etrafında toplanıp ibadet yapmazdı. Zira, dede olan kişinin mutlaka bağlı olduğu ailesinden (ocak'tan) icazet alması gerekiyordu. Bu, bir nevi oto kontrol sistemiydi. Bu yolla yabancı bir kişinin dedelik yapması engelleniyordu.

BEĞDİLLİ-DANİŞMENDLİ-MAMALU AŞİRETLERİNE İSKAN KARARI

İmam Rıza ocağına mensup dedelerden bazıları Beğdilli, Danişmendli ve Mamalu aşiretleri ile birlikteydi. Bu aşiretler  Anadolu’da Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Yozgat, Kırşehir ve Niğde bölgelerini kendilerine yurt edinmişlerdi. Bu bölgeler Osmanlı’ya katılmadan önce, Dulkadirli ve Danişmendli beyliklerinin hakimiyetindeydi. Osmanlı yönetimi, 17. yüzyıldan itibaren zaman zaman baş gösteren isyanları önlemek ve aşiretleri yerleşik düzene geçirmek için, beylikleri meydana getiren aşiretlerin bir arada bulunmasını sakıncalı görüyordu. Bu nedenle, bütün eski beyliklerdeki aşiretleri küçük parçalara ayırarak, sancaklara dağıtma politikası izlemeye başladı. Beğdilli, Danişmendli, Mamalu aşiretleri de bu iskan politikasına dahildi. 1691 yılıında Oğuzların Beğdilli boyundan olan Tatalu-Dadalu, Karacalu, Kürtler, Bozkoyunlu, Kuzucuklu, Balabanlı, Taş-Baş, Dimleklü, Ulaşlu, Bayındır cemaatleri hakkında Rakka, Hama, Humus sancaklarına iskan kararı çıktı. Bu aşiretler daha önce de Moğol istilası sırasında bu bölgelere sığınmışlardı. Bölgeyi de biliyorlardı. Ancak, oradaki Arap aşiretlerinin saldırılarına ve tecavüzlerine uğramışlardı. Bu nedenle, istekli değillerdi. Ancak, Beğdilli boyu reisi Firuz beyin emrine itaat etmek zorundaydılar. Firuz beye iskan emri de padişah’tan gelmişti. Gitmek zorundaydılar. Beğdilli ve bağlı cemaatlerin büyük çoğunluğu anılan bölgeye gittiler.  Geriye kalanlar da imparatorluğun değişik eyalet ve kazalarında iskan edildiler.

Değerli bilim insanı rahmetli Prof. Dr. Faruk Sümer hoca, “OGUZLAR-TÜRKMENLER” adlı eserinde Beğdilli boyunun Rakka’ya iskanı ile ilgili olarak şunları yazmaktadır:

“ Hatıralara göre Beğdilli boyunun beği iskan başı Firuz beğ, “” Bu fena yerlerde yaşanmaz”” diyerek bir kısım oba ile beraber İran’a gitmiştir. (Şah İsmail’in Safevi devletine) Oymakların başında bulunan beğlerin Osmanlı devletinin kendilerine itibar göstermemesi, mevki vermemesi ve bilhassa devlet memurlarının haksız muameleleri karşısında İran’a gittikleri bir vakıadır. XV. Yüzyıl ile XVI. Yüzyılın ilk çeyreğindeki göçebe beğ ailelerinin daha sonra görülmemesinde onların İran’a gitmiş olmaları mühim bir amil (etken-sebep) olsa gerekir. İran’da ise, onlar Türk asilzadesi arasına dahil ediliyorlar ve yüksek memuriyetlere geçiriliyorlardı. Bu sebeple Firuz beğin İran’a gitmiş olduğu kabul edilebilir. Nitekim şu şiir Firuz beğin İran’a gittiğini açıkça anlatıyor:

Seherden avazın bağrımı deler.
Durnanın kanadı köz gibi yanar.
Kaldırmış kanadın yavru baş sanar.
Firuz beğ Acem’e gitti durnalar.

Yedi atlı ile bindik Allah emanet.
Yetmiş bin evliya eylesin himmet.
Yurdumu beklesin oğlum Muhammed.
Firuz beğ Acem’e gitti durnalar.

Çağrışı, çağrışı yayladan inin.
İnin Ayn Elize, bir SEMAH dönün.
Beğden izin oldu koruya konun.
Firuz beğ Acem’e gitti durnalar.

Benden selam eyle Hazna hatuna.
Çıkarsın alları kara bağlasın.
Küçük oğlu ile gönül eğlesin.
Firuz beğ Acem’e gitti durnalar. “

*Elize, Rakka eyaletinde bir yer.
**Hazna hatun Firuz beyin eşi

Beğdilli Firuz beyi anlatan şiir’den de anlaşılacağı gibi, iskana tabi olan cemaatlerin alevi oldukları anlaşılmaktadır. Şiirde “ İnin Ayn Elize bir semah dönün” denilerek inançlarına bağlılıkları  ve Firuz  beyin ailesine olan hasret ve özlem  anlatılmaktadır.

İMAM RIZA OCAĞINA MENSUP DEDELERİN KAYITLARI

Suriye eyaletine iskan edilen cemaatlerden bir kısmı Arap aşiretlerinin saldırılarına ve Rakka’nın çöl iklimine dayanamayarak eski yerlerine geri döndüler. Bir kısmı da daha sonra Antep ve Kilis bölgelerine yerleştiler. İşte bu eski yerlerine gelenlerden biri de Tatalu-Dadalu cemaatine mensup olanlardı. 1695 yılına ait vergi defterlerinde Sivas eyaleti Zile sancağına bağlı Ortapare kazası bölümünde ehlibeyt mensuplarının kayıtlarına rastlamaktayız.

Dr. Musa Sezer’in Osmanlı arşivlerine dayanarak yazdığı “ 1695 yılındaki Avarız (vergi) Defterlerine Göre Zile ve Bağlı Köylerdeki Kabileler” isimli araştırmaya göre, Ortapare kazasına bağlı Kara kışla köyünde Tatalu-Dadalu aşireti (Tat Kara Çesar) içinde ehlibeyt mensubu SADAT bir hane, Kavak köyünde ise, üç hane yer almaktadır. Bu köylerden Karakışla bugün Çorum Ortaköy ilçesine bağlı olan Büyük kışla köyü, Kavak köyü ise, Amasya Göynücek ilçesine bağlı olan Kuyulu kavaklı köyüdür. Büyük kışla köyündekiler yerlerinde kalmaya devam ederken Kavak köyündekiler ise, 1850–1860 yılları arasında bugün Amasya’ya bağlı olan Göynücek ilçesinin Çulpara ve Koyuncu köylerine göç etmişlerdir. Çulpara ve Koyuncu köylerinde ikamet eden ehlibeyt mensuplarının Soy kütüğü kayıtları da bunu doğrulamaktadır. Bu kayıtlar da alevi dede ocaklarının soy ve kökeninin Ehli-Beyt'e dayandığını göstermektedir.

İmam Rıza ocağına mensup dedeler, Amasya, Sivas, Tokat, Yozgat, Çorum, Tunceli, Erzincan, Malatya ve Elazığ’da hizmetlerine bugün de devam etmektedirler.

Saygılarımla.
Hamdullah Dedeoğlu
28.11.2018.

Kaynaklar:
--Dr. Arif Sarı, Dulkadirli Türkmenlerin Yurtları hakkında
--Prof. Dr. Yusuf Hallaçoğlu, İslam ansiklopedisi, Beydili maddesi
--Yard. Doç. Dr. Enver Çakar, 16. yüzyılda Suriye’de Yaşayan Türkmenler
--Prof. Dr. John Haldon, Bizans Tarih Atlası
--Hüseyin Yalçın, Alevilik Tarihi
-- Muharrem Uçan, Alevi Devletleri.
--Dr. Musa Sezer, Zile kazası ve bağlı kabileler adlı makalesi.
--Doç.Dr. Hasan Yaşaroğlu, Taberistan Zeydileri
--Prof.Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler)
--İmam Rıza ocağından Hüseyin Solmaz, Yaşar Dal ve Şahin Petek dede ile yapılan Röportajlar
--Cevdet Türkay, Osmanlı imparatorluğu’nda Aşiret, Cemaat ve Oymaklar

*** Aşagıdaki haritada  Bizans imparatorluğu'unun (Roma) V1. yüzyıldaki sınırlarını göstermektedir. 39-40-41-42 numaralı vilayetler " Armenia" (Ermenistan) olarak gösterilmiştir. Diğer haritada ise, 10. yüzyılda Abbasi imparatorluğunun sınırlarını göstermektedir. ( Prof. Dr. John Haldon, Bizans Tarih Atlası, Sayfa 62, 158, Alfa Yayınları)

****Tat Kara Çesar Kabilesindeki Seyyit-Sadat -Ehli Beyt Mensuplarını gösteren kayıtlar. 











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular