16 Mart 2018 Cuma

İSLAM DÜNYASI İMAM GAZALİ'Yİ AŞABİLECEK Mİ ?

İSLAM DÜNYASI İMAM GAZALİ'Yİ AŞABİLECEK Mİ?

Son günlerde İslam dünyasının içinde bulunduğu durum, bütün yönleriyle tartışılmaya başlandı.  Bu tartışmaların yapılması elbette ki olumludur. En azından, farklı fikirlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Biz de bu tartışmalara katılmak ve fikirlerimizi açıklamak istedik. Farklı fikirlere hatta en zıt fikirlere dahi, özgürlük tanınması taraftarıyız. Aksi taktirde, dört yüz yıl daha yerlerde sürünmeye devam ederiz.

DOĞAL KAYNAKLAR 

Dünyadaki en değerli doğal kaynak olan enerji (petrol ve doğalgaz) rezervlerin büyük çoğunluğu İslam ülkelerinin elinde bulunmaktadır. Hammadde kaynaklarından en fazla gelir elde eden de yine aynı ülkelerdir. O halde, dünyanın en geri ve iç çatışmaların yoğun olduğu ülkeler neden İslam coğrafyasında bulunuyor? Bunun bir nedeni yok mu? Batılı ülkeler bu üstünlüğü nasıl ele geçirdi? Neler yaptılar? Bu soruların cevabını verdiğimizde, çözümü de bulmuş olacağız.

AVRUPA'DA KEŞİFLER VE REFORM HAREKETLERİ

Hz. Muhammed'in İslam dinini tebliğ etmesinden önce, dünyada iki süper devlet bulunuyordu. Doğuda Pers imparatorluğu, (Sasaniler) diğeri de batıda bizim Bizans dediğimiz Roma İmparatorluğu hakim güçtü. Hz. Muhammedd'in kurmuş olduğu İslam devleti, kısa bir sürede Perslerin hakimiyetine son vererek onun mirasını devir aldı. Daha sonra da Roma'nın bazı eyaletlerini fethetti. Böylece Pers medeniyetinin tamamına, Roma medeniyetinin de bir kısmına sahip oldu. Dünya medeniyetine de yaklaşık üç yüz elli yıl katkı sundu. Daha sonra sırayla, Selçuklukar ve son olarak da Osmanlılar Bizans'ın hakimiyetine tamamen son vererek, bunu zirveye taşıdılar. Hem Pers hem de Roma medeniyetinin mirasçısı ve taşıyıcısı oldular. Bu imparatorluk da liderliğini yaklaşık üç yüz elli yıl devam ettirdi.

Sonuç olarak, İslam coğrafyası, sekizinci yüz yıldan, on altıncı yüz yıla kadar bilime, sanata ve edebiyata büyük katkılarda bulundu. Dünya medeniyetine, bilim insanı, yazar ve şair kazandırdı. En ünlüleri, İbni Rüşt, İbni Haldun, Farabi, Ömer Hayyam, İbni Sina'ydı. Bunlar aklın ve bilimin temsilcileriydiler.

Ancak, Avrupalıların coğrafi keşifler yapması ve deniz ticaretini ele geçirmesi ile, dengeler on altıncı yüz yıldan itibaren değişmeye başladı. Kilisenin toplum üzerindeki baskısını kırmışlardı. Rönesans ve Reform hareketlerini başlatmışlardı. Üstelik çok zengin bir kıta olan Amerika'yı fetih etmişlerdi. Oradaki doğal kaynakları (altın, gümüş) kendi ülkelerine transfer ediyorlardı. Tüm bunları da doğudan öğrendikleri ile gerçekleştirmişlerdi. Örneğin; barut ve pusulayı Çinlilerden, Matematik, tıp ve gök cisimleri ile ilgili bilgileri de İslam ülkelerinden almışlardı. Yani doğudan almış oldukları bilgileri, bir üst dereceye taşıyarak öne geçmişlerdi. Doğu, özellikle de İslam ülkeleri buna seyirci kaldı. Çünkü, Aklı ve bilimi unutmuştu.

YENİ BİR SINIF DOĞDU “ULEMA”

Peki bunun nedeni neydi? Bizce bunu nedeni, devletlerin yönetiminde ağırlıkları artan “din adamı” “ulema” denilen sınıftı. Aslında, İslamiyet'te ruhban sınıfı yoktu. Ama, yıllar içinde böyle bir tabaka oluşmuştu. Hem maddi hem de manevi dünya ile ilgili konularda fetva vermeyi kendilerinde bir hak görüyordu. Örneğin matbaanın gelişini engelleyerek, sanayi ürünlerine “cin işi” şeytan işi” “gavur icadı” diyerek, toplumun önüne barikat kurdular. Bunu hem düşünsel boyutta hem de fiiliyatta yaptılar. Bir başka örnek de Galata kulesinden Üsküdar'a kanat takarak uçan, Hazerfan Çelebi'nin cezalandırılması için fetva vermeleridir.

Ulema sınıfı, üretmeden, halkın sırtından geçinmeye alışmıştı. Yeni fikirlerin, yeni icatların kendi hakimiyetlerini önce sorgulayıp, sonra da etkisizleştireceğini biliyordu. Onun için, yeniliklere karşı çıkıyorlardı. Bunların düşüncesinin kaynağını meşhur GAZALİ'nin fikirleri oluşturuyordu. Gazali ve onun ekolünden gelenler, İslam ülkelerinin önünü tıkamışlardı. Akıl ve bilimin yerine, nakli bilgileri öne alarak, toplumdaki yeniliklerin ve keşiflerin önüne set çekmişlerdi. Toplumu şekli ibadetlerin içine hapsetmişlerdi. Atatürk'ün ilk on beş yılını saymazsak, ülkemiz de buna dahildir. Bugün Cuma hutbelerinde hala “namaz dinin özüdür”, “namaz dinin direğidir” sözleri tekrar edilmeye devam edilmektedir. Eğer gerçekten namaz dinin temeli ve özü olsaydı, yüce yaratan, peygamber efendimize İslam dinini tebliğ etme görevini verir miydi? İslamiyet’ten önce namaz yok muydu? Peygamber efendimiz hadislerinde, dinin özünün ahlak, adalet, yoksula ve yetime yardım etmek olduğunu defalarca söylemiştir. Yine konuyla ilgili olarak MAUN suresi buna örnektir. Maun suresinde müşriklerin kıldıkları namaz kınanmakta ve riya içinde oldukları belirtilmektedir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Kısaca, dinin özünün namaz olmadığı hem ayetlerle hem de hadislerle sabittir.

İMAM GAZALİ VE KADERCİLİK

İmam Gazali ve ekolünün diğer bir anlayışı da kaderci olmasıdır. Kaderci anlayış, İslam ülkelerini tembelliğe ve uyuşukluğa sevk etti. Oysa, İslam dini her şeyi kadere bağlayan bir din değildir. Tam tersine, akıldan, üretmekten yanadır. Aklın kullanılması ile ilgili çok sayıda ayet bulunmaktadır. Bunlardan bazı ayetleri vermek istiyorum;

BAKARA suresi 44. ayet de şöyle denilmektedir:

İnsanlara hayırda erginliği/dürüstlüğü emredip de benliklerinizi unutuyor musunuz? Üstelik de kitabı okuyup durmaktasınız. HALA AKLINIZI kullanmayacak mısınız? “

ENAM SURESİ 151. ayet de aklı kullanmayı belirtir:

De ki onlara hadi gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını yüzünüze karşı okuyayım: Hiçbir şeyi O'na ortak koşmayın. Ana-babaya çok iyi davranın. Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Biz sizi de onları da rızıklandırırız. Kötülüklerin görünenine de gizli kalanına da yaklaşmayın. ALLAH'ın saygın ve azizi kıldığı cana, bir hakkı savunmak dışında kıymayın. ALLAH size bunları önerdi ki, aklınızı işletebilesiniz.“

Yine konu ile ilgili olarak, kaderci anlayışı reddeden, NİSA SURESİNİN 79. AYETİNDE şöyle denilmektedir:

“ Sana gelen her iyilik ALLAH'TANDIR. Başına gelen kötülük de kendindendir. “

Yukarıdaki ayetlerden de görüleceği gibi, Kur'an devamla aklın kullanılmasını emretmektedir. Yani tembelliği ve boş oturup konuşmayı men etmektedir.

Abbasiler döneminde lüks içinde yaşayan Gazali, İslam dünyasının ünlü bilim adamları olan İbni Sina ve Farabi’yi de “ KAFİR” olmakla itham etmiştir. Felsefe eğitimine de karşı çıkmıştır. Böyle bir şahsın ekolünü benimsemiş olanlar bilim ve teknolojide başarı elde edebilir mi?

KALKINMA NASIL OLACAK?
Sorunu ortaya koyduktan sonra, şimdi çözüm önerilerimizi ve yapılması gerekenleri sunabiliriz:

1-İslam ülkeleri aklı ve bilimi tekrar öne almalıdır.

2-Toplumlar İslam'dan önceki Mekke durumundan kurtarılmalıdır.

3-Mesleki ve teknik liselere ağırlık verilmelidir.

4-Üniversiteler üretime katılmalı, bütçeden AR-GE'ler için pay ayrılmalıdır.

5-Yerli sanayi koruma altına alıp, desteklenmelidir.

6-Kobiler aşırı vergi ve sigorta yükünden kurtarılmalıdır.

7-Tarım sektörü, sanayi ile uyum içinde yeniden yapılandırılmalı ve üretilen mallara alım garantisi verilmelidir.

8-Çiftçiye, Ucuz mazot, tohum ve gübre sağlanmalıdır.

Yapılması gerekenleri başlıklar halinde belirttik. Şüphesiz bunların tek tek ele alınıp, detaylandırılması gerekir. Bunlar her zaman yapılabilecek işlerdir. Yeter ki, İslam ülkeleri yönetim olarak bir kalkınma stratejisi belirlesinler. O zaman uygulama daha kolay olacaktır. Ülkelerimiz de dışa bağımlı olmaktan kurtulmuş olacaktır.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

13.06.2017.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular