9 Şubat 2018 Cuma

Hz. ALİ'YE SUİKASTİ MUAVİYE Mİ ÖRGÜTLEDİ ?

Hz. ALİ'YE SUİKASTİ MUAVİYE Mİ ÖRGÜTLEDİ ?

Dört halifeden sonra, İslam devletini ele geçiren Muaviye bin Süfyan kimdir ? İslam devletini nasıl elegeçirdi ? Hangi yöntemleri kullandı ? Bazılarınca çok saygın, bazılarına göre de despot ve saltanat rejimini getirmekle suçlanan, Muaviye gerçekte ne yapmıştı ? Bu makalemizde bu sorulara cevaplar vereceğiz.

Muaviye, Miladi takvime göre 602 yılında Mekke’de doğdu. Babası Ebu Süfyan, Mekke’nin yöneticilerinden olup, Kureyş kabilesinin Ümeyye (Emevi) oğullarındandı. Hazreti peygamber de, Kureyş kabilesinin Haşim oğullarındandı. Yani akrabaydılar. Ümeyye oğulları, Mekke’nin en zengin ailelerindendi. Mekke’nin siyasi ve askeri kararlarının alınmasında belirleyici güce sahiptiler. Haşimoğulları da, Kabe’nin din hizmetlerinden, hac ziyaretinde bulunanların konaklama, yeme ve içme işlerinin organizasyonundan sorumluydu. Kısaca, ticaret ve siyaset Ümeyye oğullarının, din işleri de Haşimoğullarının denetimindeydi.

Hz. Muhammed’in İslam dinini tebliğ etmeye başlamasından sonra, en büyük tepki Ümeyye oğullarından ve diğer zengin ailelerden geldi. Gelirlerin paylaşılması, hak, adalet talepleri çıkarlarına uygun gelmemişti. Hz. Muhammed, islam dinini benimsemiş olanlara baskı ve işkence yapılması nedenyle, Medine’ye göç etmek zorunda kaldı. (M.622) Medine’ye göç edenlerin Mekke’deki bütün mal varlıklarına el konulmuştu. Mekke’lilerin Şam’a çok büyük bir kervan gönderdiğinin öğrenilmesinden sonra, müslümanlar da dönüşte kervandaki mallara el koyarak misilleme yapmayı planlamıştı. Kervanın geçiş güzargahı, Bedir kuyularının bulunduğu mevkiydi. Müslümanlar üç yüz kişilik bir askeri güçle, Bedir kuyusunda mevzilenmişti. Ancak, kervanın başında bulunan Ebu Süfyan, bunu öğrenmiş ve Mekke’ye haber göndererek, kervanın korunması için bir ordu gönderilmesini istemişti. Mekke ordusu, bin kişilik bir kuvvetle Bedir kuyularına geldiğinde, kervan sahil yoluna dönerek, Mekke’ye yaklaşmıştı. Mekke ordusu, Ebu Süfyan’nın gönderdiği haberciler aracılığı ile karvanın kurtulduğunu öğrenmişti. Fakat, ordularının sayıca fazla olmasına güvenerek, geri dönmediler ve savaş kararı aldılar. Mekke ordusu bu üstünlüğüne rağmen, müslümanlara yenildiler. Yetmişe yakın ölü ve çok sayıda esir verdiler. Ölenlerin arasında, Mekke’nin önde gelen liderlerinden, Ebu Süfyan’ın kayınpederi Utbe, Utbe’nin kardeşi Şeybe, kayın biraderi Velid b. Utbe, Ebu Süfyan’nın büyük oğlu Hanzala ve Hz. Muhammed’in amcalarından Ebu Cehil’de vardı. Müslümanlar çok büyük bir zafer kazanmıştı. (M. 624)

Mekke’liler, Bedir’deki yenilgiyi unutmadılar. İki yıl sonra, Uhud savaşında bu kez müslümanlar ağır bir yenilgi aldılar. Hz. Muhammed’in amcalarından Hz. Hamza şehit oldu.(M.626) Bir yıl sonra da Medine’yi kuşattılar. Tarihe Hendek savaşı diye geçen çarpışmalarda başarılı olamadılar ve Mekke’ye dönmek zorunda kaldılar. Medine’liler güçlenirken, Mekke’liler her geçen gün zayıfladılar. Miladi takvime göre 630 yılında, Mekke, fethedildi. Mekke’nin fethinden sonra, Ümeyye oğulları da müslüman oldu.

“ OSMAN’I ALİ ÖLDÜRTTÜ”

Hz. Muhammed’den sonra, sırayla Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman halife oldular. 656 yılında Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra, Medine’liler Hz. Ali’yi halife seçtiler. Şam valisi Muaviye ve sahabelerden Zübeyr ve Talha Hz. Ali’nin halifeliğini tanımadılar. Muaviye, ince bir siyaset izleyerek, dolaylı yoldan, Zübeyr ve Talha’ya destek verdii. Hz. Ali’ye karşı onları kışkırttı. Böylece iki tarafı da zayıflattı. Cemel(deve) olayı denilen çatışmalarda Zübeyr ve Talha yenildiler. Ve hayatlarını kaybettiler.
Bu sırada, Muaviye, Hz. Osman’ın kanlı gömleği ile eşi Naileye ait kesik parmakları Şam’da teşhir ederek, “ Osman’ı, Ali öldürttü” diyerek propagandaya başladı. Oysa, Hz. Ali, Hz. Osman’ı korumak için iki oğlu Hasan ve Hüseyin’i göndermişti. İsyancıları engellemeye çalışmıştı. Bunu Muaviye’de biliyordu. Ancak, kendisine taraftar bulmak için, Hz. Osman’ın şehit edilmesini, kendi iktidarı için bulunmaz bir fırsat olarak görüyordu. Muaviye’nin yalanları Şam’lılar üzerinde öyle etkili olmuştu ki, neredeyse bütün halk Hz. Ali’ye düşman olmuştu.

Hz. Ali, devletin yönetim merkezini Medine’den Küfe’ye taşıdı. Muaviye’ye karşı güç kullanmak istemiyordu. Olayları kan dökmeden çözmek istiyordu. Oysa, Karşısında çok kurnaz, Suriye’nin zenginliklerine el koymuş, kendisine saraylar yaptırmış, krallar gibi hüküm süren biri vardı. Valilik görevini terk etmiyeceği gibi, bütün iktidarı isteyen bir emevi yöneticisi vardı. On yedi yıldır aynı görevi yapıyordu. Suriye’deki en büyük kabilelerden, Kelb kabilesinden bir kadınla siyasi evlilik yapmış, onların ve bölgedeki tüm zenginlerin desteğini almıştı.

Hz. Ali, Muaviye’ye bir elçi göndererek, biat etmesini (halifeliğini kabul etmesini) aksi taktirde, güç kullanacağını iletti. Muaviye, elçiyi yaklaşık üç ay oyaladı ve elçiyi göndermedi. Halkı örgütleyerek, kalabalıkların her gün gösteri yapmasını sağladı. Göstericiler, “ Osman’ın katillerine ölüm” diye bağırıyordu. Bu gösterileri gelen elçiye de izlettiriyordu. Elçi, Küfe’ye döndüğünde, gösterileri biraz da abartarak, “Hergün 50-60 bin kişi toplanıp gösteri yapıyor” diye aktardı.
Muaviye üç ay içinde ordusunu topladı, yiyecek ve içeceğini stokladı. Hz. Ali’yi destekleyenleri para ile satın almaya ve onlar arasında ikilik çıkarmaya çalıştı. Hz. Osman’ın görevden aldığı Mısır valisi Amr ibn As’ı kendi tarafına çekti. Ona tekrar Mısır valiliği önerisnde bulundu. O sırada Mısır valisi olan Kays’ın da kendisinden yana olduğunu yaydı. Bu propaganda öyle etkili oldu ki, Hz. Ali Kays’ı valilikten alarak, yerine Hz. Ebubekir’in oğullarından Muhammed’i atadı. Muaviye, bu arada Bizans sınırını da güvence altına almak için, Bizans imparatorluğu ile haraç vermeyi kabul eden bir anlaşma yaptı.

MIZRAK UÇLARINDA KUR’AN MUSHAFLARI

Hz. Ali, elçi döndükten sonra, Muaviye’nin biat etmiyeceğine karar vererek, savaş kararı aldı. Sıffin denilen yerde yaklaşık üç ay süren çatışmalar Hz. Ali’nin ordusunun lehine sonuçlanmak üzereyken, kurnazlığı ve hileleriyle meşhur olan Amr İbn ül As, Mızrak uçlarına Kur’an Mushaflarını taktırarak, “ Kur’an hakem olsun” diyerek, savaşı durdurdu. Hz. Ali her nekadar sevaşın devam etmesini istediyse de ordudaki” hariciler” diye adlandırılanlar savaşa devam etmeyeceklerini, “Kur’an mushaflarına karşı savaşmayız” dediler. Hz. Ali, hileyi anlamıştı, ama ordusunu savaşa ikna edemedi. Amr’ın bu hilesi Muaviye’nin mağlup olup, esir düşmesini engelledi. Amr ibnül As, Hz. Ali adına hakem olan Ebu Musa’yı kandırarak, Muaviye’yi halife ilan etti. Oysa, alınan ortak kararda her ikisinin de görevden alınarak, yeni bir halife seçimine gidilmesi kararlaştırılmıştı.(M. 657)

MALİK EŞTER’E SUİKAST

Sıffin savaşından sonra, “Hariciler” Hz. Ali’ye karşı konumlandılar. Bir kısmı tekrar geri döndüyse de dört bin kadarı geri gelmedi. Ve Hz. Ali’nin ordusuyla savaştılar. Önce Cemel, sonra Sıffin, sonra da haricilerle Nehravan’da yapılan savaşlar, Hz. Ali’nin ordusunu ve gücünü zayıflatmıştı. Muaviye’ye karşı askeri üstünlüğünü kaybetmişti. Suriye eyaleti Muaviye’nin yönetiminde bağımsız bir devlet gibi olmuştu.

Muaviye, Amr’ı , Mısır’a vali olarak atadı. Daha önce Mısır’da valilik yapan Amr, dengeleri çok iyi biliyordu. Mısır’daki güçlü kabileleri yanına çekerek, Muhammed Bin ebu Bekir’in ordusunu yendi ve onu vahşice katletti. Onun yerine atanan Malik Eşter’de, Muaviye’nin rüşvet vererk kandırdığı bir sınır görevlisi tarafından bal şerbeti içirilerek şehit edildi. Malik Eşter, Hz. Ali’nin ordusunda görev yapan komutanların en iyisiydi. Hz. Ali, onun için benim “sağ kolum” demişti. Muaviye, Melik Eşter’in şehit edilmesinden sonra, şöyle diyecekti: “ Sıffin savaşında Ali’nin sol kolu Ammar bin Yasir’i, Mısır yolunda da sağ kolu Malik Eşter’i saf dışı bıraktım. “ Bu olaylardan sonra, Mısır eyaletinin yönetimi de Muaviye’nin denetimine geçti.(M.658) Muaviye, en zengin iki eyaleti de ele geçirmiş, gücünü ikiye katlamıştı. Muaviye yönetim politikasını şöyle özetliyordu:

“ Parayla alacaksam konuşmaya gerek duymam. Konuşmayla halledeceksem, kırbaç kullanmam. Kırbaçla halledeceksem, kılıç sallamam.” Bu politik yöntem aslında ona ait değildi. Aynı siyaseti Roma imparatorluğu (Bizans) yıllardır uyguluyordu. Bunları muhtemelen hiristiyan danışmanlarından öğrenmişti. Bizanslılar da, satın alma, tehdit ve yeri geldiğinde askeri güc kullanıyordu. Zira, Şam eyaleti yıllarca Roma’nın yönetiminde kalmıştı. Muaviye, Bizansın(Roma) yönetim metodlarını örnek almıştı.

HZ. ALİ’YE SUİKASTI MUAVİYE Mİ ÖRGÜTLEDİ ?

Miladi takvime göre, 661 yılında, Hz. Ali, kimine göre mescit’de, kimine göre de evinden sabah namaza giderken silahlı üç haricinin saldırısına uğradı. Haricilerden ikisi olay yerinden kaçarken, Hz. Ali’yi zehirli kılıçla yaralayan Abdurahman Bin Mülcem ise, suikast sonrası ele geçirildi. Saldırıdan sonra, Hz. Ali’nin huzuruna getirilen İbn Mülcem tanıdıktı. Daha önce Hz. Ali’nin yanında görev almış ve Hz. Ali’den yardım gören bir kişiydi, Hz. Ali, Mülcemin zindana atılmasını, eğer hayatını kaybederse, kısas uygulanmasını, ancak eziyet edilmemesini istedi. Saldırıdan üç gün sonra, Hz. Ali şehit oldu, ibn Mülcem de idam edildi.

Sonradan yapılan aramalar sonunda, saldırıda yer alan diğer iki saldırgan da yakalandı ve olayın Hatam adlı bir kadın tarafından kurgulandığı anlaşıldı. Kadın, kendisi ile evlenmek isteyen Mülcem’den, Hz. Ali’yi öldürmesini ister. Kardeşi ve kocasının Hz. Ali’nin haricilerle yaptığı savaşta öldürüldüğünü iddia eder. Yanına da iki yardımcı verir. İki yardımcının yaptıkları saldırı boşa çıkınca, Mülcem saldırıyı kendisi gerçekleştirir. Ve Hz. Ali zehirli kılıçla başından yaralanır.

Burada dikkat çeken bir nokta bulunuyor. Sözde, haricilerden seçilen üç ayrı grup, aynı gün hem Hz. Ali’yi, hem Muaviye’yi, hem de Amr ibn ül As’ı öldürecekti. Alınan bu kararı, yakalanan hariciler, sorgularında “ itiraf” etmişlerdi. Ama ne tesadüftür ki, Amr, hasta olduğu için, Muaviye’de korumaların sayesinde bu suikastlerden kurtulmuştu. Elimizde kanıt bulunmuyor, ancak Muaviye’nin daha önceki suikast ve adam eksiltme yöntemleri göz önünde tutulduğunda, bu saldırının da planlanmış olduğu varsayılabilir. Ayrıca, Kadının söyledikleri ile Harici hareketin sözde aldığı kararlar arasında çelişkiler var. Böyle bir senaryo, Muaviye tarafından kurgulanmış olabilir. Bu senaryo gereği, Muaviye açısından peygamberin damadı ve yiğenini katletmiş birisi olmadığını kanıtlamak açısından kamuoyunu ikna etmek için de kolay olacaktı. Zira, Irak, Mekke, Medine ve Basra’da Ehlibeyt’e sevgi ve destek verenlerin sayısı oldukça yüksekti. Onların düşmanlığını kazanmak, Muaviye’nin yararına olmazdı. O yüzden direkt yerine, dolaylı olarak suikast eylemini el altından yönlendirmiş olabilir.. Bu kanaati güçlendiren bir olay da, daha sonra, Hz. Hasan’nın eşini oğluyla evlendireceği vaadiyle kandırıp, Hz. Hasan’ı zehirlettiği bilinmektedir. O yüzden, Muaviye’den bu tür eylemler her zaman beklenir.

UYDURULAN HADİSLER

Hz. Hasan, halifelik iddiasından çekilince, Muaviye rakipsiz kaldı. Devletin bütün eyaletlerinde denetimi ele geçirdi. Bu kez, kendisinden sonra oğlunun halifeliğini garantiye almak için, bölge valilerini Şam’a çağırdı. Karşı çıkanları görevden aldı. Ölene kadar görevinin başında kalan tek vali, Mısır valisi Amr ibn ül As’tı. Oğlunu halkın gözünde meşhur etmek için, Yezid komutanlığında İstanbul (Bizans) üzerine bir ordu gönderdi. Parayla tuttuğu,yazarlara “ İstanbul’u (Konstantinapolis) fetheden komutan, ne güzel komutan” “İstanbul’a ilk sefere çıkan ordunun günahları bağışlanmıştır” şeklinde hadisler uydurttu. Bu hadisleri uyduran da M. 629-630 yıllarında müslüman olan yahudi kökenli Ebu Hureyre’ydi. Öyle uydrma hadisler yazdırıldı ki, temizlemek artık ımkansız hale gelmişti. Sayıları binleri geçmişti. Onlardan bazıları şunlardı:” Muaviye’ye, Hz. Muhammed’e vahiy katipliği yaptığı sırada Cebrail aracılığı ile altın kalem geldi.”, “Ayetel kürsüyü, Muaviye altın kalemle yazdı. “ Ayetel kürsü diye belirtilen Bakara suresinin 255. ayeti, hicretin ilk yıllarında Medine’de inmişti. Yani, Muaviye o zamanlar müslüman bile değildi. Muaviye’nin vahiy katipliği yaptığı da yalandı.

KADERCİLİĞİ İMANIN ŞARTLARI ARASINA KOYDU

Muaviye kadere inanmayı imanın şartları arasına koydurdu. Bu yolla halifeliğin kendisine “Allah” tarafından verildiğini ileri sürdü. Propagandacıları halka şunları yayıyordu: “ Beni iktidara Allah getirdi. Halifelik Allah’ın bize verdiği mülktür. Ben de Allah’ın halifesi olduğuma göre, topraklardaki bütün tasarruf benim yetkimdedir. Allah halifelerini cehennemden uzak tutmuş, cenneti onlara vacip kılmıştır.” Oysa Nahl suresi 35. ayeti bunu reddetmektedir:
“Allah’a ortak koşanlar dediler ki, “ Eğer Allah isteseydi ne biz, ne de atalarımız Allah dışında bir şeye ibadet etmezdik, ona rağmen hiç bir şeyi haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de aynen böyle yaptılar. Resullere düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.”

Muaviye her şeyin, ( hayır ve şer’in) “Allah’ın taktiri olduğunu” ileri sürerek, yaptığı ve yapacağı tüm haksızlıklara ve cinayetlere bir gerekçe yaratmak istiyordu. Oysa, ayetlerde Allah iyilik yapmayı ve yardım etmeyi emrediyordu. Kötülük yapmayı men ediyordu. Yine aynı konuyla ilgili olarak Nisa suresinin 79. ayetinde şöyle deniliyordu:

“Sana ne iyilik gelirse Allahtan’dır. Ne kötülük gelirse, kendindendir.” Yani kötülüklerin sorumlusu insandı. Nisa suresinin 40. ayetinde bu açık bir şekilde belirtilir:

“ Şüphe yok ki, Allah haksızlık yapmaz. Zerre kadar iyilik olsa, onun sevabını kat kat artırır. İyilik yapana pek büyük mükafat verir.”

 Yine, Ali imran suresi 182. ayetinde, “ Allah kullarına zulm etmez” 140. Ayet’de de “ Allah, zalimleri sevmez” der. Kısaca, Allah iyilik yapmayı emrederken, kötülük yapmayı yasaklıyor.

CAMİLERDE (MESCİT) HZ. ALİ VE EHLİBEYT’E LANET OKUTTURDU

Muaviye islam devletinin tek hakimi olduktan sonra, Hz. Hasan’la yaptığı anlaşmaya aykırı olarak, cuma hutbelerinde Hz. Ali ve Ehlibeyt’e hakaret etmeyi, lanet okutmayı devam ettirdi. Bütün valilere gönderdiği emirlerde bunun yerine getirilmesini zorunlu kılmıştı. Hz. Muhammed’in sahabelerinden ve Hz. Ali’nin Cemel ve Sıffin savaşlarında ordu komutanlığını yapan Hucr bin Adiy, Küfe’deki mescit’de yapılan bu hakaret ve lanetlemelere karşı çıktı. Vali Ubeydullah, Hucr ve altı arkadaşını tutuklayarak, Şam’a gönderdi. Muaviye, Hucr ve arkadaşlarına Hz. Ali ve ailesine lanet okumaları halinde, serbest bırakılacaklarını söyledi. Hepsi de bunu şiddetle reddetti. Bunun üzerine, Hucr ve altı arkadaşı hunharca katledildiler. (M.671)

Muaviye’nin mescitlerde Hz. Ali ve ehlibeyt aleyhine lanet okutması, halkın tepkisini çekmişti. İnsanlar ibadetlerini evlerinde yapmaya başlamıştı. Halkı tekrar mescitlere çekmek için, uydrma hadislere devam ettiler: “ Cemaatla namaz kılmanın, evde namaz kılmaya göre, yetmiş kat sevabı vardır.” Böyle bir hadis olmadığı gibi Kur’an’a da aykırıydı. Kur’an’a göre, ibadet de, mekan sınırlaması yoktu. Her yer “Allah’ın mülküdür” deniliyordu. Yine bir uydrma hadis üretip, “ Üç cumaya üst üste gelmeyen dinden çıkmış olur.” şeklindeki sözleri yayıp, halkın tekrar mescitlere gelmesini teşvik etmek istedi.

Muaviye, halkı mescitlerde tutup, propaganda yapmak için, Cuma namazının önüne ve arkasına fazladan rekatlar ilave etti. Kısaca halka lanet ve bedduaları yaptırmak için elinden gelen herşeyi yaptı. Bunu yaparken de İslam’da olmayan kural ve gelenekleri de dinin içine soktu.

Hz. Ali, Muaviye’nin kullandığı yöntemlerden hiç birini kullanmadı. İstese, daha fazlasını yapabilirdi. Ama, O, bu tür yöntemleri dürüstlüğe, yiğitliğe ve insanlığa aykırı buldu. Düşman ordusunun Fırat nehrinin sularını kullanmasına bile müsaade etti. Sıffin savaşında daha fazla kanın dökülmemesi için, Muaviye’yi düelloya davet etti. Ama, Muaviye bu teklifi anında reddetti. O, insanları iyilikle, ikna ederek kazanmak istiyordu. Hz. Ali belki iktdarı kaybetti, ancak insanlığın erdemli ilkelerine sonuna kadar bağlı kaldı. Hem de hayatı pahasına. Erdemli olma ilkelerini bize miras bırakan tüm ehlibeyt mensuplarını tekrar minnet ve şükranla anıyoruz.

Muaviye’nin iktidara gelmek için yaptıklarını ve sonrasını kısaca özetledik. Saltanatını korumak için bütün yöntemleri kullanmıştır. En çok “din” i kullanmıştır. İnsanlar din üzerinden esir alınıp, onlara herşeyi yaptırmanın daha kolay olduğu bir kez daha görülmektedir. Aynı anlayış, bugün de devam etmektedir. Haksızlıklar, hukuksuzlıklar, zamlar, baskılar dini argümanlar kullanılarak " normal" gösterilmektedir.  ülke meseleleri , “inananlarla”, “inanmayanlar”  arasındaki bir olaymış gibi  gösterilerek, halkın dini inançları istismar edilmeye devam edilmektedir. İktidar için, herşey mübah görülmektedir. Aynen Muaviye’nin uyguladığı gibi. Bin dört yüz yıl sonra değişen bir şey yok gibi. Bunu nasıl aşabiliriz ? Tek yol var, akıl ve bilimle hareket etmek. Mustafa Kemal ne demişti; “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”
Halkı ilimle aydınlatmaya devam edeceğiz.

Saygılarımla.
Hamdullah DEDEOĞLU
14.11.2017.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular