Şia’nın
İsmaili’ye kolunudan olan Hasan Sabbah hakkında çok sayıda
roman ve makale yayımlandı. Bir iki tanesi hariç, hemen hemen
hepsi onu, suikastçı, din dışı, sahte cennet yaratmak,
müritlerine haşhaş (afyon) içirerek eylemler, suikastler
düzenlemekle suçlad. Peki gerçekler böyle miydi ? Bu makalemizde Hasan Sabbah’ın fikirlerini ve eylemlerini objektif olarak ele
alacağız.
Öncelikle,
bugüne kadar yayımlanan kitap ve romanlar, Marko Polo’nun
seyahatnamesi ve İran Selçuklu devletinin resmi tarih yazıcılarının
Hasan Sabbah hakkındaki tek taraflı yayınlarına dayanmaktaydı.
Hasan Sabbah’ın "Dai" ’lerinin yazdığı “ Sergzüzeşti
Seyuduna” (Efendinin Eylemleri-serüveni) adlı kitap ve
Alamut’daki tarihi kayıtlarının bulunması sonucunda,
gerçeklerin anlatıldığı gibi olmadığı ortaya çıktı. Bunu ortaya çıkaranlardan birisi de tarihçi Prof. Dr. Bernard
Lewis’tir. Belgeleri ve olayları tarafsız bir şekilde, tam bir
bilim adamı titizliği ile ele alan kitabı sağlam kaynaklara
dayanmaktadır. “Alamut Kalesi ve Hasan El Sabbah” adlı
kitabındaki bilgilerin kaynağını yukarıda ismini andığımız “
Sergüzeşti Seyuduna” adlı kitap ve konu ile ilgili M.G.S.
Hodgson, E.G. Browne, Prof. Nasrullah Felsefi, Ata Melik Cüveyni,
Mirza Muhammed Kazvini ve tarihçi Reşidüdin gibi yazarların
eserleri oluşturmaktadır. Her iki taraftaki yazı ve dökümanların
sonuçlarını aşağdaki bölümlerde açıklayacağız.
" SIR BEKÇİLERİ" HAŞHAŞÇI-SUİKASTÇI OLDU
Buna geçmeden once, bazı terimlerin anlamlarını izah etmemiz gerekecektir. Dai, Farsça olup, “çağrıcı”, “davetçi” anlamına gelmektedir. “Alamut”, kartal yuvası demektir. Bir de ayrıca İngilizce ve Fransızca’ya giren suikast ve suikastçı anlamına gelen “assasians” kelimesinin kökeni de Farsça’dır. Asses-bekçi demektir. Çoğulu Assesan’dır. Farsça’da çoğul ekleri an eki ile yapılır. Yani avrupalılar kelimenin anlamını bilmeden, bekçiyi, suikastçı yapmışlar. Bizimkiler de hiç araştırmadan olduğu gibi kabul etmişler. Hasan Sabbah ve Dai’leri, Assesan kelimesini gizli örgütlendikleri için “sır bekçileri” anlamında kullanıyorlardı. Avrupalılar da bu kelimeyi “suikastçı” olarak kendi dillerine alımışlar. Sayın Bernard Lewis, kitabında bu konulara açıklık getirmemiş. Biz, konu daha iyi anlaşılsın diye, bu kelimelerin anlamlarını belirttik.
HASAN SABBAH’IN HAYATI
Hasan
Sabbah’ın hayatını, Diyanet işleri Başkanlığı Vakfı’nın
yayımladığı İslam Ansiklopedisi ve Bernard Lewis’in yazdığı
kitaptan, ortak noktaları ele alarak özetleyeceğiz.
Hasan Sabbah, İran’ın Kum şehrinde Miladi yıla göre, 1054 yılında doğdu. Babası, Yemen’den Küfe’ye, daha sonra da İran’a göç etmişti. Babası “Şia”’nın (Hz. Ali taraftarı) önde gelen şahsiyetlerindendi. Felsefi ilimler, kelam, Mantık, Fıkıh, Matematik ve Astronomi eğitimi aldı. On yedi yaşında Mısır’daki Fatimilerin Irak bölgesi baş daisi İbn Attaş’la Rey’de tanıştı. Daha öce, Emire Zarrab adlı bir dai’den İsmaill’ye hakkında bilgi almıştı. Fatimiler, Şia’nın İsmaili’ye kolundandı. İmam Cafer, imam olarak büyük oğlu İsmail’i değil, küçük oğlu Musa Kazım’ı imam olarak seçmişti. Fatimiler bunu kabul etmeyip, imamlığın İsmail’in hakkı olduğunu söyleyerek, ayrı bir kol meydana getirmişti. Şia’dan ayrıldıkları en önemli konu buydu. Kuzey Afrika, Mısır ve Yemen’i hakimiyetleri altına almışlardı. Bu bölgeleri yaklaşık iki yüz elli yıl yönettiler. Mısır’daki meşhur El Ezher medresesini de Fatimiler kurmuştu.
Hasan
Sabbah, İbn Attaş’la tanıştıktan sonra, ondan etkilenerek,
İsmailli oldu. İbn Attaş, onu Mısır’a gönderdi. Burada üç
yıl kaldı. Oradaki Nizari -Mutasil taht kavgalarından Nizari’yi
destekledi. Nizari öldürülünce, Fatimi’lerden ayrılarak
bağımsız bir örgüt kurmak için, İran’a döndü. Dokuz yıl
İran’da dolaştı. Kirman, Yezd ve Huzistan’dan sonra, Hazar
denizi sahillerine geçti. Hedef bölgeler olarak, Gilan, Deylem ve
Mazenderan’ı seçti. Buradaki halkın çoğu Şia taraftarıydı.
Bölge hem dağlık, hem de daha önce merkezi hükümetlerin
kontrolü dışında kalmıştı. Hasan Sabbah yaklaşık üç yıl
bu bölgede çalıştı ve kendisine bağlı dai’ler yetiştirdi.
Dai’ler (çağrıcı-tebliğci-davetci) aracılığı ile yöre halkını kendine çekti.
Gelişmeleri Selçuklu veziri Nizamülmülk yakından izliyordu.
Vezir, Hasan Sabbah’ın yakalanması için emirler verdi. Bunu
öğrenen Hasan Sabbah, önce Kazvin’e, sonra da Rudbar vadisinde
saklanmaya başladı. Daha sonra bu vadide bulunan “Alamut”
kalesini, bir şia taraftarı olan Mehdi adlı yerel hakimden üç
bin altın karşılığında satın aldı. Buraya “Beldetül İkbal”
adını verdi. Kaleyi sağlamlaştırdı, içecek ve yiyecekler için
depolar yaptırdı. (M.1090) Kale deniz seviyesinden iki bin metre
yüksekteydi. Kaleye Alamut nehrinden geçilerek giriliyordu.
Yüksekliği beş yüz metreyi bulan kayaların üzerine yapılmıştı.
SELÇUKLULARLA ÇATIŞMA
Hasan
Sabbah, burada taraftarları arasında yaşlari 12-20 arasındaki
gençleri seçerek, onlara hem dini, hem de askeri eğitimler verdi.
Ancak vezir Nizamülmülk, Hasan Sabbah’ın ve taraftarlarının
peşini birakmıyordu. Taraftarlarını tutuklayıp, zindanlara
atıyordu. Vezirin önerisiyle, Selçuklu hükümdarı Melikşah,
Alamut kalesine harekat düzenledi. Ancak başarısız kaldı. Bu
kuşatmadan sonra, vezir Nizamülmülk, Hasan Sabbah’ın Ebu Tahir
Arrani adlı bir fedaisi tarafından hançerle öldürüldü.
(M.1092). Kısa bir süre sonra da, Sultan Melikşah hayatını
kaybetti.
Hasan
Sabbah bundan faydalanarak, Selçukluların denetiminde olan
Girdukruh, Şahdiz ve bazı küçük kaleleri ele geçirdi.
Melikşah’ın yerine geçen Berkyaruk da, İsmaillilere karşı
takibat ve tutuklamalara devam etti. Hasan Sabbah’ın fedaileri
sultan Berkyaruk’a da suikast düzenlediler. Ancak, sultan yaralı
olarak kurtuldu. Bunun üzerine, Berkyaruk üç yüz kadar
İsmailli’yi yakalatıp idam ettirdi.
Berkyaruk’tan
sonra, sultan olan Muhammed Tapar, Şahdiz kalesini kuşatarak
kaleyi geri aldı ve Kale hakimi Abdülmelik b. Attaş ve üç yüz
adamını öldürdü. Muhammed Tapar Alamut kalesine çok sayıda askeri harekat yapmasına rağmen ele geçiremedi.
Hasan Sabbah, Muhammed Tapar'dan sonra sultan olan Sencer’e elçiler göndererek barış içinde yaşamayı teklif etti. Sencer de kabul etti. Sencer dönemi barış içinde geçti.
Hasan
Sabbah 1124 yılında vefat etti. Ölmeden önce, halİfe olarak Türk kökenli Buzurg Ümit’i atadı.
Alamut
kalesi 1256 yılına kadar İsmaillilerin elinde kaldı. Moğollar,
orta Asya’dan başlayarak, Anadolu’ya kadar bütün coğrafyayı
hakimiyetine almışlardı. Bölgedeki bütün devletleri de
yıkmışlardı. Harzemşah ve Selçuklu devletine de son verdiler.
Moğolların bu saldırılarından kurtulamayacaklarını anlayan
İsmailliler, Alamut kalesini canlarının bağışlanması şartıyla
terk ettiler. Kale, Moğollar tarafından yıktırıldı. İsmailli
pir de daha sonra, Moğaol hükümdarı Hülagü tarafından
öldürüldü. Direniş kararı alan bazı kaleler de, mMoğallar
tarafından zapt edilerek yıktırıldı. Böylece, İsmaillilerin
İran’daki varlıkları son buldu. Küçük cemaatler şeklinde
yaşadılar. Bugün, Hindistan, Suriye’de halen taraftarları
bulunmaktadır.
" HAKSIZLIKLARA BOYUN EĞMEYİN "
Hasan
Sabbah, Abbasi halifesini tanımıyordu. Haifelğin Hz. Ali soyundan
gelenlerin hakkı olduğunu savunuyordu. Abbasi halefeliğine karşı mücadele etmesinin en büyük nedeni buydu. Kendisine ve taraftarlarına
karşı saldırı ve takibat yapan üst düzey yöneticilere karşı
eğittiği fedailer aracılığı ile suikastlar düzenliyordu.
İsmaillilerin en önemli suikastleri, Selçuklu veziri Nizamıülmülk,
Kudüs kralı Hiristiyan Monfart Conrad oldu. Bunun dışında,
suikastların hedefi ordu komutanları ve kendileri hakkında
karalama propagandası yapan bazı din adamlarıydı. Suikast silahı
olarak hançer kullanıyorlardı. Sıradan halka inançları ne
olursa olsun, Şia, Sünnü, Hiristiyan ve Yahudilere saldırıda
bulunmamışlardı. Hatta, Moğol saldırılarında kaçan her
inançtan halka, kalelerini açıp, onlara yiyecek, içecek ve
giyecek yardımında bulundular. Yerel güç sahiplerine karşı
yoksul halkı savundular.
Hasan
Sabbah’ın fedailerine haşhaş (afyon) içirdiği de tamamen bir
efsanedir. Afyon içen birisi hançer kullanarak suikast yapabilir mi
? Fedailer öyle bir eğitim almışlardı ki, bugünün deyimiyle
tam bir “ militan” olarak yetiştiriliyorlardı. Fedailer,
yaptıkları suikasten sonra kaçmayıp, “yaşasın efendimiz”
diyerek ölmeyi seçiyordu. Sağ kurtulmayı onursuzluk olarak
görüyorlardı.
Cennet
bahçeleri de doğru değil, zira vadi zaten bir cennet gibiydi. Su
bol olduğu için yeterli sebze ve meyva yetişiyordu. Kaledekilerin
yaşamları da ortaktı. Bütün yiyecek ve içeceklerini kendileri
üretiyorlardı.
Kaynaklarda
Hasan Sabbah’ın kanaatkar ve adaletli olduğu belirtiliyor.
Dailerinden Hüseyin Kaini’nin öldürülmesine adı karışan
oğlunu idamla cezalandırmıştır. Vaizlerinde, Haksızlıklara ve
kötülüklere boyun eğilmemesini öğütlemiştir.
DESTEKÇİLERİ VE YÖNETİCİLERİ
Hasan Sabbah, kırsal ve dağlık bölgelerde yaşayan halktan, Şehirlerde de küçük esnaf ve zenaatkardan destek bulmuştu. Dai’leri ise, eğitimli şehirlilerdi. Hasan Sabbah, fıkıh, astronomi, matematik konusunda uzmandı. Dai'lerden İbn Attaş hekimdi. Suriye’deki daisi, okul yöneticisi ve eğitimciydi. Prof Dr. Bernard Lewis’e göre, İsmailik, 9. ve 11. yüz yıla kadar entelektüel bir güç odağı haline gelmişti. Dönemin zirvedeki filozofu ve tıpçısı İbn Sina (980-1037) İsmailli taraftarıydı. O dönemde Alamut kalesi kütüphanesi de çok meşhurdu. Filizof, ilahiyatçı, astronom Nasureddin Tusi, üç yıl bu kütüphanede incelemelerde bulunmuştu.
BATILILARIN YALANLARI
Batılılar, suikastlerin “Haşhaşi” dedikleri İsmaillilerle başladığını ileri sürmekteler. Oysa, antik Yunandan beri, rakiplerini suikast ile safdışı bırakmak, her toplumda görülmüştür. Atina’da zalim Hippias, Roma’da Makedonya’lı 2. Phlip, Julius Caesar suikast sonucu katledilmişlerdi. İslam coğrafyasında ise, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali suikast sonucu şehit edilmişlerdi. Batılılar bunu islam'ı karalamak için bahane olarak kullanmıştır. Kendi tarihlerindeki suikastleri ise görmemezlikten gelmişlerdir. Suikast, İsmaililer için kendilerini savunma yöntemlerinden biriydi. Zira, Hasan Sabbah, Selçukluları ülkesini işgal edenler olarak görüyordu. Ayrıca halifeliğin Hz. Ali oğullarınjn hakkı olduğunu savunuyordu. Bu nedenle, Abbasi halifesini devirmek istiyordu. Selçuklular ise, Abbasi halifesinin koruyuculuğunu üstlenmişlerdi. Dolayısıyla, Hasan Sabbah hedefine ulaşmak için her türlü yöntemi meşru görüyordu. Ayrıca, Abbasi halifesi ve Selçuklu vezirleri İsmaili inançtakileri "düşman" olarak görüyordu.
Makalemizi,
değerli bilim adamı Prof. Dr. Bernard Lewis’in İsmailliler
hakkındaki değerlendirmeleriye bitirelim:
“ İsmailliler, Ortodoksi İslama karşı alternatif çıkaramadılar, Düzeni yıkamadılar. Sonuçta yenildiler. 15. yüzyılda, Türkler arasındaki devrimci ayaklanmalar ve İran’daki babai isyanları İsmaillilikten esinlenerek olmuştur.
....Şiilik,
Hint-Avrupa kökenli İranlıların Arap ve Türk hakimiyetine karşı
mücadelenin simgesidir. .....
....Hasan
Sabbah, kendisini islam dışı olmakla suçlayan, Selçuklu sultanı
Melikşah’a kibar ve ince bir dille kaleme aldığı cevabi
mektupta, inanaçlarını hakiki İslam olarak savunmuştur.”
Saygılarımla.
Hamdullah
DEDEOĞLU
02.11.2017
Kaynaklar;
--Diyanet
İşeri Başkanlığı Vakfı İslam Ansiklopedisi
--Prof.
Dr Bernard Levis “Alamut Kalesi ve Hasan el Sabbah”
--Vladamir
Bartol “Alamut Kalesi” (Roman)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.