8 Şubat 2018 Perşembe

EHLİ BEYT TARAFTARI HASAN SABBAH SUİKASTÇI MI, İHTİLALCİ Mİ ?

EHLİ BEYT TARAFTARI  HASAN SABBAH SUİKASTÇI MI, İHTİLALCİ Mİ ?

Şia’nın İsmaili’ye kolunudan olan Hasan Sabbah hakkında çok sayıda roman ve makale yayımlandı. Bir iki tanesi hariç, hemen hemen hepsi onu, suikastçı, din dışı, sahte cennet yaratmak, müritlerine haşhaş (afyon) içirerek eylemler, suikastler düzenlemekle suçlad. Peki gerçekler böyle miydi ? Bu makalemizde Hasan Sabbah’ın fikirlerini ve eylemlerini objektif olarak ele alacağız.

Öncelikle, bugüne kadar yayımlanan kitap ve romanlar, Marko Polo’nun seyahatnamesi ve İran Selçuklu devletinin resmi tarih yazıcılarının Hasan Sabbah hakkındaki tek taraflı yayınlarına dayanmaktaydı. Hasan Sabbah’ın "Dai" ’lerinin yazdığı “ Sergzüzeşti Seyuduna” (Efendinin Eylemleri-serüveni) adlı kitap ve Alamut’daki tarihi kayıtlarının bulunması sonucunda, gerçeklerin anlatıldığı gibi olmadığı ortaya çıktı. Bunu ortaya çıkaranlardan birisi de tarihçi Prof. Dr. Bernard Lewis’tir. Belgeleri ve olayları tarafsız bir şekilde, tam bir bilim adamı titizliği ile ele alan kitabı sağlam kaynaklara dayanmaktadır. “Alamut Kalesi ve Hasan El Sabbah” adlı kitabındaki bilgilerin kaynağını yukarıda ismini andığımız “ Sergüzeşti Seyuduna” adlı kitap ve konu ile ilgili M.G.S. Hodgson, E.G. Browne, Prof. Nasrullah Felsefi, Ata Melik Cüveyni, Mirza Muhammed Kazvini ve tarihçi Reşidüdin gibi yazarların eserleri oluşturmaktadır. Her iki taraftaki yazı ve dökümanların sonuçlarını aşağdaki bölümlerde açıklayacağız.

" SIR BEKÇİLERİ" HAŞHAŞÇI-SUİKASTÇI OLDU

Buna geçmeden once, bazı terimlerin anlamlarını izah etmemiz gerekecektir. Dai, Farsça olup, “çağrıcı”, “davetçi” anlamına gelmektedir. “Alamut”, kartal yuvası demektir. Bir de ayrıca İngilizce ve Fransızca’ya giren suikast ve suikastçı anlamına gelen “assasians” kelimesinin kökeni de Farsça’dır. Asses-bekçi demektir. Çoğulu Assesan’dır. Farsça’da çoğul ekleri an eki ile yapılır. Yani avrupalılar kelimenin anlamını bilmeden, bekçiyi, suikastçı yapmışlar. Bizimkiler de hiç araştırmadan olduğu gibi kabul etmişler. Hasan Sabbah ve Dai’leri, Assesan kelimesini gizli örgütlendikleri için “sır bekçileri” anlamında kullanıyorlardı. Avrupalılar da bu kelimeyi “suikastçı” olarak kendi dillerine alımışlar. Sayın Bernard Lewis, kitabında bu konulara açıklık getirmemiş. Biz, konu daha iyi anlaşılsın diye, bu kelimelerin anlamlarını belirttik.

HASAN SABBAH’IN HAYATI

Hasan Sabbah’ın hayatını, Diyanet işleri Başkanlığı Vakfı’nın yayımladığı İslam Ansiklopedisi ve Bernard Lewis’in yazdığı kitaptan, ortak noktaları ele alarak özetleyeceğiz.

Hasan Sabbah, İran’ın Kum şehrinde Miladi yıla göre, 1054 yılında doğdu. Babası, Yemen’den Küfe’ye, daha sonra da İran’a göç etmişti. Babası “Şia”’nın (Hz. Ali taraftarı) önde gelen şahsiyetlerindendi. Felsefi ilimler, kelam, Mantık, Fıkıh, Matematik ve Astronomi eğitimi aldı. On yedi yaşında Mısır’daki Fatimilerin Irak bölgesi baş daisi İbn Attaş’la Rey’de tanıştı. Daha öce, Emire Zarrab adlı bir dai’den İsmaill’ye hakkında bilgi almıştı. Fatimiler, Şia’nın İsmaili’ye kolundandı. İmam Cafer, imam olarak büyük oğlu İsmail’i değil, küçük oğlu Musa Kazım’ı imam olarak seçmişti. Fatimiler bunu kabul etmeyip, imamlığın İsmail’in hakkı olduğunu söyleyerek, ayrı bir kol meydana getirmişti. Şia’dan ayrıldıkları en önemli konu buydu. Kuzey Afrika, Mısır ve Yemen’i hakimiyetleri altına almışlardı. Bu bölgeleri yaklaşık iki yüz elli yıl yönettiler. Mısır’daki meşhur El Ezher medresesini de Fatimiler kurmuştu.

Hasan Sabbah, İbn Attaş’la tanıştıktan sonra, ondan etkilenerek, İsmailli oldu. İbn Attaş, onu Mısır’a gönderdi. Burada üç yıl kaldı. Oradaki Nizari -Mutasil taht kavgalarından Nizari’yi destekledi. Nizari öldürülünce, Fatimi’lerden ayrılarak bağımsız bir örgüt kurmak için, İran’a döndü. Dokuz yıl İran’da dolaştı. Kirman, Yezd ve Huzistan’dan sonra, Hazar denizi sahillerine geçti. Hedef bölgeler olarak, Gilan, Deylem ve Mazenderan’ı seçti. Buradaki halkın çoğu Şia taraftarıydı. Bölge hem dağlık, hem de daha önce merkezi hükümetlerin kontrolü dışında kalmıştı. Hasan Sabbah yaklaşık üç yıl bu bölgede çalıştı ve kendisine bağlı dai’ler yetiştirdi. Dai’ler (çağrıcı-tebliğci-davetci) aracılığı ile yöre halkını kendine çekti. Gelişmeleri Selçuklu veziri Nizamülmülk yakından izliyordu. Vezir, Hasan Sabbah’ın yakalanması için emirler verdi. Bunu öğrenen Hasan Sabbah, önce Kazvin’e, sonra da Rudbar vadisinde saklanmaya başladı. Daha sonra bu vadide bulunan “Alamut” kalesini, bir şia taraftarı olan Mehdi adlı yerel hakimden üç bin altın karşılığında satın aldı. Buraya “Beldetül İkbal” adını verdi. Kaleyi sağlamlaştırdı, içecek ve yiyecekler için depolar yaptırdı. (M.1090) Kale deniz seviyesinden iki bin metre yüksekteydi. Kaleye Alamut nehrinden geçilerek giriliyordu. Yüksekliği beş yüz metreyi bulan kayaların üzerine yapılmıştı.

SELÇUKLULARLA ÇATIŞMA

Hasan Sabbah, burada taraftarları arasında yaşlari 12-20 arasındaki gençleri seçerek, onlara hem dini, hem de askeri eğitimler verdi. Ancak vezir Nizamülmülk, Hasan Sabbah’ın ve taraftarlarının peşini birakmıyordu. Taraftarlarını tutuklayıp, zindanlara atıyordu. Vezirin önerisiyle, Selçuklu hükümdarı Melikşah, Alamut kalesine harekat düzenledi. Ancak başarısız kaldı. Bu kuşatmadan sonra, vezir Nizamülmülk, Hasan Sabbah’ın Ebu Tahir Arrani adlı bir fedaisi tarafından hançerle öldürüldü. (M.1092). Kısa bir süre sonra da, Sultan Melikşah hayatını kaybetti.

Hasan Sabbah bundan faydalanarak, Selçukluların denetiminde olan Girdukruh, Şahdiz ve bazı küçük kaleleri ele geçirdi. Melikşah’ın yerine geçen Berkyaruk da, İsmaillilere karşı takibat ve tutuklamalara devam etti. Hasan Sabbah’ın fedaileri sultan Berkyaruk’a da suikast düzenlediler. Ancak, sultan yaralı olarak kurtuldu. Bunun üzerine, Berkyaruk üç yüz kadar İsmailli’yi yakalatıp idam ettirdi.

Berkyaruk’tan sonra, sultan olan Muhammed Tapar, Şahdiz kalesini kuşatarak kaleyi geri aldı ve Kale hakimi Abdülmelik b. Attaş ve üç yüz adamını öldürdü. Muhammed Tapar Alamut kalesine çok sayıda askeri harekat yapmasına rağmen ele geçiremedi.

Hasan Sabbah,  Muhammed Tapar'dan sonra sultan olan Sencer’e elçiler göndererek barış içinde yaşamayı teklif etti. Sencer de kabul etti. Sencer dönemi barış içinde geçti.
Hasan Sabbah 1124 yılında vefat etti. Ölmeden önce, halİfe olarak Türk kökenli Buzurg Ümit’i atadı.

Alamut kalesi 1256 yılına kadar İsmaillilerin elinde kaldı. Moğollar, orta Asya’dan başlayarak, Anadolu’ya kadar bütün coğrafyayı hakimiyetine almışlardı. Bölgedeki bütün devletleri de yıkmışlardı. Harzemşah ve Selçuklu devletine de son verdiler. Moğolların bu saldırılarından kurtulamayacaklarını anlayan İsmailliler, Alamut kalesini canlarının bağışlanması şartıyla terk ettiler. Kale, Moğollar tarafından yıktırıldı. İsmailli pir de daha sonra, Moğaol hükümdarı Hülagü tarafından öldürüldü. Direniş kararı alan bazı kaleler de, mMoğallar tarafından zapt edilerek yıktırıldı. Böylece, İsmaillilerin İran’daki varlıkları son buldu. Küçük cemaatler şeklinde yaşadılar. Bugün, Hindistan, Suriye’de halen taraftarları bulunmaktadır.

" HAKSIZLIKLARA  BOYUN EĞMEYİN "

Hasan Sabbah, Abbasi halifesini tanımıyordu. Haifelğin Hz. Ali soyundan gelenlerin hakkı olduğunu savunuyordu. Abbasi halefeliğine karşı mücadele etmesinin en büyük nedeni buydu. Kendisine ve taraftarlarına karşı saldırı ve takibat yapan üst düzey yöneticilere karşı eğittiği fedailer aracılığı ile suikastlar düzenliyordu. İsmaillilerin en önemli suikastleri, Selçuklu veziri Nizamıülmülk, Kudüs kralı Hiristiyan Monfart Conrad oldu. Bunun dışında, suikastların hedefi ordu komutanları ve kendileri hakkında karalama propagandası yapan bazı din adamlarıydı. Suikast silahı olarak hançer kullanıyorlardı. Sıradan halka inançları ne olursa olsun, Şia, Sünnü, Hiristiyan ve Yahudilere saldırıda bulunmamışlardı. Hatta, Moğol saldırılarında kaçan her inançtan halka, kalelerini açıp, onlara yiyecek, içecek ve giyecek yardımında bulundular. Yerel güç sahiplerine karşı yoksul halkı savundular.

Hasan Sabbah’ın fedailerine haşhaş (afyon) içirdiği de tamamen bir efsanedir. Afyon içen birisi hançer kullanarak suikast yapabilir mi ? Fedailer öyle bir eğitim almışlardı ki, bugünün deyimiyle tam bir “ militan” olarak yetiştiriliyorlardı. Fedailer, yaptıkları suikasten sonra kaçmayıp, “yaşasın efendimiz” diyerek ölmeyi seçiyordu. Sağ kurtulmayı onursuzluk olarak görüyorlardı.
Cennet bahçeleri de doğru değil, zira vadi zaten bir cennet gibiydi. Su bol olduğu için yeterli sebze ve meyva yetişiyordu. Kaledekilerin yaşamları da ortaktı. Bütün yiyecek ve içeceklerini kendileri üretiyorlardı.
Kaynaklarda Hasan Sabbah’ın kanaatkar ve adaletli olduğu belirtiliyor. Dailerinden Hüseyin Kaini’nin öldürülmesine adı karışan oğlunu idamla cezalandırmıştır. Vaizlerinde, Haksızlıklara ve kötülüklere boyun eğilmemesini öğütlemiştir.

DESTEKÇİLERİ VE YÖNETİCİLERİ

Hasan Sabbah, kırsal ve dağlık bölgelerde yaşayan halktan, Şehirlerde de küçük esnaf ve zenaatkardan destek bulmuştu. Dai’leri ise, eğitimli şehirlilerdi. Hasan Sabbah, fıkıh, astronomi, matematik konusunda uzmandı. Dai'lerden İbn Attaş hekimdi. Suriye’deki daisi, okul yöneticisi ve eğitimciydi. Prof Dr. Bernard Lewis’e göre, İsmailik, 9. ve 11. yüz yıla kadar entelektüel bir güç odağı haline gelmişti. Dönemin zirvedeki filozofu ve tıpçısı İbn Sina (980-1037) İsmailli taraftarıydı. O dönemde Alamut kalesi kütüphanesi de çok meşhurdu. Filizof, ilahiyatçı, astronom Nasureddin Tusi, üç yıl bu kütüphanede incelemelerde bulunmuştu.

BATILILARIN  YALANLARI

Batılılar, suikastlerin “Haşhaşi” dedikleri İsmaillilerle başladığını ileri sürmekteler. Oysa, antik Yunandan beri, rakiplerini suikast ile safdışı bırakmak, her toplumda görülmüştür. Atina’da zalim Hippias, Roma’da Makedonya’lı 2. Phlip, Julius Caesar suikast sonucu katledilmişlerdi. İslam coğrafyasında ise, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali suikast sonucu şehit edilmişlerdi. Batılılar bunu islam'ı karalamak için bahane olarak kullanmıştır. Kendi tarihlerindeki suikastleri ise görmemezlikten gelmişlerdir. Suikast, İsmaililer için kendilerini savunma yöntemlerinden biriydi. Zira, Hasan Sabbah, Selçukluları ülkesini işgal edenler olarak görüyordu. Ayrıca halifeliğin Hz. Ali oğullarınjn hakkı olduğunu savunuyordu. Bu nedenle, Abbasi halifesini devirmek istiyordu. Selçuklular ise, Abbasi halifesinin koruyuculuğunu üstlenmişlerdi.  Dolayısıyla, Hasan Sabbah hedefine ulaşmak için her türlü yöntemi meşru görüyordu. Ayrıca, Abbasi halifesi ve Selçuklu vezirleri İsmaili inançtakileri "düşman" olarak görüyordu.

Makalemizi, değerli bilim adamı Prof. Dr. Bernard Lewis’in İsmailliler hakkındaki değerlendirmeleriye bitirelim:

“ İsmailliler, Ortodoksi İslama karşı alternatif çıkaramadılar, Düzeni yıkamadılar. Sonuçta yenildiler. 15. yüzyılda, Türkler arasındaki devrimci ayaklanmalar ve İran’daki babai isyanları İsmaillilikten esinlenerek olmuştur.
....Şiilik, Hint-Avrupa kökenli İranlıların Arap ve Türk hakimiyetine karşı mücadelenin simgesidir. .....
....Hasan Sabbah, kendisini islam dışı olmakla suçlayan, Selçuklu sultanı Melikşah’a kibar ve ince bir dille kaleme aldığı cevabi mektupta, inanaçlarını hakiki İslam olarak savunmuştur.”

Saygılarımla.
Hamdullah DEDEOĞLU
02.11.2017

Kaynaklar;
--Diyanet İşeri Başkanlığı Vakfı İslam Ansiklopedisi
--Prof. Dr Bernard Levis “Alamut Kalesi ve Hasan el Sabbah”
--Vladamir Bartol “Alamut Kalesi” (Roman)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular