9 Şubat 2018 Cuma

“ALEVİLER NEDEN NAMAZ KILMAZ ?”

“ ALEVİLER NEDEN NAMAZ KILMAZ ? ”

Namaz kelimesi, dilimize Farsça'dan geçmiştir. Anlamı, Allah'a secde etmek, dua etmektir.(1) Türkçe karşılığı niyaz'dır. Aynı anlama gelmektedir. Arapça karşılığı ise, salat’tır.

Kendisini “sünni” olarak gören bazı kişiler bir alevi ile karşılaştıklarında ilk sorduğu soru, “Aleviler neden namaz kılmaz “ olmuştur. Bunu duyan bir alevi daha önce de, bu tür sorularla mutlaka muhatap olmuştur. O yüzden yadırgamaz. Ancak soruyu soran kişi, kendisine şu sorunun sorulmasını da istemez, “ neden namaz kılıyorsun ? ”  Allah'a yapılan ibadet başkası için değildir. Herkes ibadetini kendisi için yapar. İslam dininin bu temel kuralını bile bilmez. Ancak, egemen olan anlayış, bunu sormayı kendisine bir vazife sanır. İbadetin kul ile Allah arasında olduğunu, bu hakkın kendisinde olup, olmadığını sorgulama ihtiyacını dahi duymaz. Çünkü, kendi din anlayışının en doğru ve üstün olduğuna inanır. Karşısındakini  ise, " eksik " birisi olarak algılar. Namazı ise, tek başına dinin özü olarak görür. Bu anlayış maalesef yaygın bir inançtır. Çünkü, kendisine böyle öğretilmiştir.

KUR'AN'DAKİ NAMAZ

Şimdi gelelim konumuza. İslam dininin ana kaynağı Kur'an'dır. Kur'an-ı Kerim'de namaz-salatla ile ilgili  en açık ayet, Bakara suresinin 238-239. ayetleridir. Aynen şöyledir:

Namazları-duaları ve orta namazı-orta duayı koruyun. Tam bir saygıyla Allah'ın huzurunda kıyam edin! Bir korku ve endişe duyarsanız yürüyerek veya binit üzerinde yerine getirin. Güvene kavuştuğunuzda bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı zikredin. “ ( Kuran- ı Kerim Meali, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, sayfa 48-49)

Ayetten de anlaşılacağı gibi, orta namaz-duadan bahsedilmektedir. Yani günde üç kez namaz-dua edildiği, orta kelimesi ile öğle namaz-dua kast edildiği anlaşılmaktadır. Aleviler bu ayeti esas alarak, namaz-dua'nın günde beş değil, üç kez olduğuna inanmaktadırlar. Beş vakit namaz-duanın ve ritüellerinin EMEVİLER döneminde, uygulamaya girdiğini belirtmekteler. Ancak beş vakit namazın kılınmasına da saygı duyarlar. Allah’a daha fazla dua edilmesinde bir sakınca görmezler. Allah ile kul arasındaki ibadet şekline hürmet ederler. Bakara suresindeki ayette, namaz-dua ile “Allah'ı zikredin” deniliyor. Türkçeye çevirirsek “Allah'ı anın-yakarın” denilmektedir. Yani, esas amaç Allah'ı anmak, yalvarmak ve ona secde etmektir.

Çocukluğumun bir kısmı köyde geçtiği için, rahmetli dedem, (kendisi Alevi dedesiydi) her sabah güneş doğmadan kalkar, kıbleye dönerek, ellerini açar dua eder ve secde ederdi. Bugün bu ibadet şekli her yerde var mıdır bilemiyorum. Köyden şehire göç nedeniyle, bunu öğretecek ve yapacak ortamlar olmadığından, unutulmuş olduğunu tahmin ediyorum. Bütün köylülerin yaptığını da söylemek istemiyorum. Kırsal kesimde bu ibadeti yapmak her zaman mümkün olmayabiliyordu. Bu açığı kapatmak için, dedeler her hafta, perşembeyi cumaya bağlayan gece, (özellikle kışın) “CUMALIK” denilen Cem'lerde, insanlara toplu ibadet yaptırırlardı. Burada iki rekat namaz kılınırdı. (iki kez secde edilirdi. BUGÜNKÜ Cem'lerde de aynısı yapılmaktadır.) Köylülere dini bilgilerin yanında, dürüst ve adaletli olmaları, bir birlerinin haklarına saygılı olmaları öğretilirdi. Cem ibadetine katılma kuralları da çok ağır ve sertti. Örneğin, evli olup kız kaçıran, gerekçesiz ikinci evlilik yapan, hırsızlık, adam öldürme gibi yüz kızartıcı ve ağır suç işleyenler Cem'e alınmazlardı. Bunun yanında küs olanlar dahi, barışmadan Cem ibadetine katılamazlar. Hafif suç işleyenler ise, dede tarafından belirlenen cezaları yerine getirdikten sonra ibadete katılırdı. Görüldüğü gibi, şartlar ve kriterler Cami'ye gitmekten çok çok ağırdır.

Yukarıda anlattıklarımız göz önüne alındığında, Alevilik'deki ibadetin, Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in Mekke'deki ibadetine yakın olduğu görülecektir. Peygamber efendimiz de, inananların evinde toplanarak, onlara dini bilgilerle birlikte, ahlaki kurallar da öğretiyordu.(örneğin ERKAM B. EBUL ERKAM'ın evinde) Aynı Cem'lerde olduğu gibi kadın, erkek birlikte ibadet ediyordu. (MÜZEMMİL SURESİ 20. AYET) Bu ibadet şekli Medine'ye hicret edene kadar devam etmiştir. Bugün Cami'lerde kadın-erkek birlikte ibadet edebiliyor mu ? Yine peygamber efendimiz döneminde, mescitler hem ibadet, hem kültür, hem eğitim, hem de sosyal faaliyetlerin merkeziydi. Oysa, camiler bugün sadece namaz kılınan ve yazın Arapça Kur’an öğretilen bir merkez olarak işlev görmektedir. Ayrıca, Osmanlı döneminde Aleviler (Kızılbaşlar, ışıkçılar v.b.) İslam dinini  iktidardakilerden  farklı yorumlamaları nedeniyle, Şeyhülislamlar tarafından haklarında verilen  fetvalar bulunuyordu. Bu fetvalarda, “Öldürülmeleri vacip, malları da helal” sayılıyordu. Bu şartlarda camilerde (Mescitlerde) ibadet etme şansları var mıydı ? Olayın tersini düşünelim; Ehli sünnet mezhebinde olanlar hakkında da aynı doğrultuda bir fetva bulunsaydı, bugün Anadolu'da “Sünnü-Hanefi-Şafii” mezhebinden kaç kişi kalırdı ? Kaldı ki, “Sünnü” mezhebinde olanların hepsinin namaz kıldığı nereden tespit edilebiliyor ? Osmanlı döneminde, Anadolu'da cami-mescit sayısının beş-altı bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Köylerde ve küçük kasabalarda cami yapımı Cumhuriyetten sonra hızlı bir şekilde artmıştır. Yani, Hanefi mezhebinden olanların da camii ile ilgileri çok eski değildir. Ayrıca, ehli-sünnet mezhepleri de peygamber efendimizin vefatından dört yüz yıl sonra Abbasi halifesi Kadir Billah döneminde kabul edilmiştir. Diğer islami yorumlar ise, yasaklanmıştır. Bu da ayrı bir konudur. Üstelik, İslamiyet dört mezheple sınırlandırıldığında (M.1029) Mezheplerin imamları olan Ne Ebu Hanife, Ne İmam Şafi, ne İmam Maliki, ne de imam Ahmet bin Hanbel yaşamıyorlardı. 

Ülkemizdeki Ehli-Sünnet mezhebinin bağlı bulunduğu İmam-ı Azam'ın (Ebu Hanife) İslam anlayışı, bugün uygulananlar ile de uyumlu değildir. Zira, Ebu Hanife, şekli değil, özü esas alır. Eğer öyle olsaydı, Emevilerin şekilci anlayışına karşı çıkmaz ve ZİNDANLARA atılmazdı. Bugün okullarda öğretilen din dersleri de İmam-ı Azam'ın (İmam Ebu Hanife) Kur'an yorumundan uzaktır. Zira, dinin özü yerine, selefi ve Vahabilikten kaynaklanan şekilci anlayış öğretilmektedir. Önlem alınmazsa, ilerde EL KAİDE, İŞİD-DAEŞ benzeri örgütlerin üremesi için zemin  müsait olacaktır.

Anadolu'daki İslam anlayışı, halifeliğin Osmanlı'ya geçmesine kadar, nispeten daha hoş görülü ve akılcıydı. Hilafetten sonra, Yavuz Sultan Selim ile birlikte iki bine yakın “din adamı”nın MISIR'DAN getirilmesi, bu geleneğin yavaş yavaş ortadan kalkmasına neden olmuştur. Yani aklı unutup, şekli ön plana çıkartmıştır. Oysa, bu şekli ibadetler İslam dininden önce de vardı. Mekke'deki müşrikler de namaz kılıp, oruç tutuyor, Kabe'yi tavaf ederek, haç vazifesini yapıyorlardı. Bu durumu çok güzel anlatan Maun suresi buna delildir. Maun suresinde şöyle denilmektedir:

MAUN SURESİNDEKİ NAMAZ

Gördün mü o, dini yalan sayanı ? İşte odur yetimi itip kakan, yoksulu doyurmayı özendirmez o. Lanet olsun o namaz kılanlara-dua edenlere ki, namazlarından-dualarından gaflet içindedir onlar ! Riyaya sapandır onlar, gösteriş yaparlar. Ve onlar, kamu hakkının yerine ulaşmasına-zekata-yardıma-iyiliğe engel olurlar. “ (Kuran-ı Kerim Meali- Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk. s. 573)
Mekke döneminde peygamber efendimize indiği belirtilen bu ayetlerin gerekçesi ise, ilahiyatçılar tarafından şöyle anlatılmaktadır:

Mekke'de yaşayan yoksul bir kişi, peygamber efendimize gelerek yardım ister. Efendimiz de, onu daha varlıklı olan Ebu Cehil'e gönderir.* Fakat, Ebu Cehil, yardım yapmadığı gibi, o kişiyi bir de azarlar. Maun suresi, bunun üzerine peygamber efendimize, nail olmuştur. “

Maun suresinden de anlaşılacağı gibi, sadece ibadet etmekle, dinin gerekleri yerine getirilmiş olmaz. Dinin özü; iyi ahlak, adalet, yetime ve yoksula yardım etmektir. Peygamber efendimiz de, bunu bir çok hadiste belirtmiştir. İşte, Alevilerin İslam anlayışı bunu esas alır. Ayrıca, Hacı Bektaş-ı Veli'nin Kuran-ı Kerim'i özetleyen, “Eline, beline ve diline sahip ol” ilkesini kendisine rehber edinmiştir.

Sonuç olarak, Aleviler Cem’lerde iki rekat namaz kılmaktadır. Muharrem ayında oruç tutmaktadır. Dolayısıyla, “ Aleviler namaz kılmaz” iddiaları dayanaktan yoksundur. Sadece Allah’a ulaşmak ve yakınlaşmak için yaptıkları ibadetlerin şekli farklıdır. Ama, İslam’ın özüne bağlıdırlar. Allah'a, Kitaba, peygamberlere, meleklere ve ahirete iman etmektedirler. Önemli olan budur. İslam dininin esası da iman'dır. " Ehli sünnet" imamlarından ve Türkiye'deki büyük çoğunluğun bağlı bulunduğu Hanefi mezhebinin  imamı olan Ebu Hanife de aynısını belirtmiştir. Konuyu merak edenlere Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ün " İMAMI AZAM SAVUNMASI" adlı eserini okumalarını öneriyorum. 

Saygılarımla.
14.02.2017
Yazan: Hamdullah DEDEOĞLU

(1)-Türkçe'deki Namaz kılmak kelimesinin, Farsça’daki karşılığı, “dua okumak” anlamına gelen “namaz handen “ şeklindedir.

*Ebu Cehil, Bedir savaşında müslümanlar tarafından öldürülmüştür. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular