“ ALEVİLER NEDEN NAMAZ
KILMAZ ? ”
Namaz
kelimesi, dilimize Farsça'dan geçmiştir. Anlamı, Allah'a secde
etmek, dua etmektir.(1) Türkçe karşılığı niyaz'dır. Aynı
anlama gelmektedir. Arapça karşılığı ise, salat’tır.
Kendisini “sünni” olarak gören bazı kişiler bir alevi ile karşılaştıklarında ilk sorduğu soru, “Aleviler neden namaz kılmaz “ olmuştur. Bunu duyan bir alevi daha önce de, bu tür sorularla mutlaka muhatap olmuştur. O yüzden yadırgamaz. Ancak soruyu soran kişi, kendisine şu sorunun sorulmasını da istemez, “ neden namaz kılıyorsun ? ” Allah'a yapılan ibadet başkası için değildir. Herkes ibadetini kendisi için yapar. İslam dininin bu temel kuralını bile bilmez. Ancak, egemen olan anlayış, bunu sormayı kendisine bir vazife sanır. İbadetin kul ile Allah arasında olduğunu, bu hakkın kendisinde olup, olmadığını sorgulama ihtiyacını dahi duymaz. Çünkü, kendi din anlayışının en doğru ve üstün olduğuna inanır. Karşısındakini ise, " eksik " birisi olarak algılar. Namazı ise, tek başına dinin özü olarak görür. Bu anlayış maalesef yaygın bir inançtır. Çünkü, kendisine böyle öğretilmiştir.
KUR'AN'DAKİ NAMAZ
Şimdi
gelelim konumuza. İslam dininin ana kaynağı Kur'an'dır. Kur'an-ı
Kerim'de namaz-salatla ile ilgili en açık ayet, Bakara suresinin
238-239. ayetleridir. Aynen şöyledir:
“Namazları-duaları
ve orta namazı-orta duayı koruyun. Tam bir saygıyla Allah'ın
huzurunda kıyam edin! Bir korku ve endişe duyarsanız yürüyerek
veya binit üzerinde yerine getirin. Güvene kavuştuğunuzda
bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah'ı zikredin.
“ ( Kuran- ı Kerim Meali, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, sayfa
48-49)
Ayetten
de anlaşılacağı gibi, orta namaz-duadan bahsedilmektedir. Yani
günde üç kez namaz-dua edildiği, orta kelimesi ile öğle
namaz-dua kast edildiği anlaşılmaktadır. Aleviler bu ayeti esas
alarak, namaz-dua'nın günde beş değil, üç kez olduğuna
inanmaktadırlar. Beş vakit namaz-duanın ve ritüellerinin EMEVİLER döneminde,
uygulamaya girdiğini belirtmekteler. Ancak beş vakit namazın
kılınmasına da saygı duyarlar. Allah’a daha fazla dua
edilmesinde bir sakınca görmezler. Allah ile kul arasındaki ibadet
şekline hürmet ederler. Bakara suresindeki ayette, namaz-dua ile
“Allah'ı zikredin” deniliyor. Türkçeye çevirirsek “Allah'ı
anın-yakarın” denilmektedir. Yani, esas amaç Allah'ı anmak,
yalvarmak ve ona secde etmektir.
Çocukluğumun
bir kısmı köyde geçtiği için, rahmetli dedem, (kendisi Alevi
dedesiydi) her sabah güneş doğmadan kalkar, kıbleye dönerek,
ellerini açar dua eder ve secde ederdi. Bugün bu ibadet şekli her
yerde var mıdır bilemiyorum. Köyden şehire göç nedeniyle, bunu
öğretecek ve yapacak ortamlar olmadığından, unutulmuş olduğunu
tahmin ediyorum. Bütün köylülerin yaptığını da söylemek
istemiyorum. Kırsal kesimde bu ibadeti yapmak her zaman mümkün
olmayabiliyordu. Bu açığı kapatmak için, dedeler her hafta, perşembeyi cumaya bağlayan gece, (özellikle kışın) “CUMALIK”
denilen Cem'lerde, insanlara toplu ibadet yaptırırlardı. Burada
iki rekat namaz kılınırdı. (iki kez secde edilirdi. BUGÜNKÜ
Cem'lerde de aynısı yapılmaktadır.) Köylülere dini bilgilerin
yanında, dürüst ve adaletli olmaları, bir birlerinin haklarına
saygılı olmaları öğretilirdi. Cem ibadetine katılma kuralları
da çok ağır ve sertti. Örneğin, evli olup kız kaçıran,
gerekçesiz ikinci evlilik yapan, hırsızlık, adam öldürme gibi
yüz kızartıcı ve ağır suç işleyenler Cem'e alınmazlardı.
Bunun yanında küs olanlar dahi, barışmadan Cem ibadetine
katılamazlar. Hafif suç işleyenler ise, dede tarafından
belirlenen cezaları yerine getirdikten sonra ibadete katılırdı.
Görüldüğü gibi, şartlar ve kriterler Cami'ye gitmekten çok çok
ağırdır.
Yukarıda
anlattıklarımız göz önüne alındığında, Alevilik'deki
ibadetin, Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in Mekke'deki ibadetine
yakın olduğu görülecektir. Peygamber efendimiz de, inananların
evinde toplanarak, onlara dini bilgilerle birlikte, ahlaki kurallar
da öğretiyordu.(örneğin ERKAM B. EBUL ERKAM'ın evinde) Aynı
Cem'lerde olduğu gibi kadın, erkek birlikte ibadet ediyordu. (MÜZEMMİL SURESİ 20. AYET) Bu ibadet şekli Medine'ye hicret edene kadar devam etmiştir. Bugün
Cami'lerde kadın-erkek birlikte ibadet edebiliyor mu ? Yine
peygamber efendimiz döneminde, mescitler hem ibadet, hem kültür,
hem eğitim, hem de sosyal faaliyetlerin merkeziydi. Oysa, camiler
bugün sadece namaz kılınan ve yazın Arapça Kur’an öğretilen
bir merkez olarak işlev görmektedir. Ayrıca, Osmanlı döneminde
Aleviler (Kızılbaşlar, ışıkçılar v.b.) İslam dinini iktidardakilerden farklı yorumlamaları nedeniyle, Şeyhülislamlar tarafından
haklarında verilen fetvalar bulunuyordu. Bu fetvalarda,
“Öldürülmeleri vacip, malları da helal” sayılıyordu. Bu
şartlarda camilerde (Mescitlerde) ibadet etme şansları var mıydı ? Olayın
tersini düşünelim; Ehli sünnet mezhebinde olanlar hakkında da aynı
doğrultuda bir fetva bulunsaydı, bugün Anadolu'da “Sünnü-Hanefi-Şafii”
mezhebinden kaç kişi kalırdı ? Kaldı ki, “Sünnü” mezhebinde
olanların hepsinin namaz kıldığı nereden tespit edilebiliyor ?
Osmanlı döneminde, Anadolu'da cami-mescit sayısının beş-altı bin
civarında olduğu tahmin edilmektedir. Köylerde ve küçük kasabalarda cami
yapımı Cumhuriyetten sonra hızlı bir şekilde artmıştır.
Yani, Hanefi mezhebinden olanların da camii ile ilgileri çok eski
değildir. Ayrıca, ehli-sünnet mezhepleri de peygamber efendimizin vefatından dört yüz yıl sonra Abbasi halifesi Kadir Billah döneminde kabul edilmiştir. Diğer islami yorumlar ise, yasaklanmıştır. Bu da ayrı bir konudur. Üstelik, İslamiyet dört mezheple sınırlandırıldığında (M.1029) Mezheplerin imamları olan Ne Ebu Hanife, Ne İmam Şafi, ne İmam Maliki, ne de imam Ahmet bin Hanbel yaşamıyorlardı.
Ülkemizdeki Ehli-Sünnet mezhebinin bağlı bulunduğu İmam-ı Azam'ın (Ebu Hanife)
İslam anlayışı, bugün uygulananlar ile de uyumlu değildir.
Zira, Ebu Hanife, şekli değil, özü esas alır. Eğer öyle
olsaydı, Emevilerin şekilci anlayışına karşı çıkmaz ve
ZİNDANLARA atılmazdı. Bugün okullarda öğretilen din dersleri de
İmam-ı Azam'ın (İmam Ebu Hanife) Kur'an yorumundan uzaktır.
Zira, dinin özü yerine, selefi ve Vahabilikten kaynaklanan şekilci
anlayış öğretilmektedir. Önlem alınmazsa, ilerde EL KAİDE,
İŞİD-DAEŞ benzeri örgütlerin üremesi için zemin müsait olacaktır.
Anadolu'daki
İslam anlayışı, halifeliğin Osmanlı'ya geçmesine kadar, nispeten daha hoş görülü ve akılcıydı. Hilafetten sonra, Yavuz
Sultan Selim ile birlikte iki bine yakın “din adamı”nın
MISIR'DAN getirilmesi, bu geleneğin yavaş yavaş ortadan kalkmasına
neden olmuştur. Yani aklı unutup, şekli ön plana çıkartmıştır.
Oysa, bu şekli ibadetler İslam dininden önce de vardı. Mekke'deki
müşrikler de namaz kılıp, oruç tutuyor, Kabe'yi tavaf ederek,
haç vazifesini yapıyorlardı. Bu durumu çok güzel anlatan Maun
suresi buna delildir. Maun suresinde şöyle denilmektedir:
MAUN SURESİNDEKİ NAMAZ
“Gördün
mü o, dini yalan sayanı ? İşte odur yetimi itip kakan, yoksulu
doyurmayı özendirmez o. Lanet olsun o namaz kılanlara-dua
edenlere ki, namazlarından-dualarından gaflet içindedir onlar !
Riyaya sapandır onlar, gösteriş yaparlar. Ve onlar, kamu hakkının
yerine ulaşmasına-zekata-yardıma-iyiliğe engel olurlar. “
(Kuran-ı Kerim Meali- Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk. s. 573)
Mekke
döneminde peygamber efendimize indiği belirtilen bu ayetlerin
gerekçesi ise, ilahiyatçılar tarafından şöyle anlatılmaktadır:
“ Mekke'de
yaşayan yoksul bir kişi, peygamber efendimize gelerek yardım
ister. Efendimiz de, onu daha varlıklı olan Ebu Cehil'e gönderir.*
Fakat, Ebu Cehil, yardım yapmadığı gibi, o kişiyi bir de
azarlar. Maun suresi, bunun üzerine peygamber efendimize, nail
olmuştur. “
Maun
suresinden de anlaşılacağı gibi, sadece ibadet etmekle, dinin
gerekleri yerine getirilmiş olmaz. Dinin özü; iyi ahlak, adalet,
yetime ve yoksula yardım etmektir. Peygamber efendimiz de, bunu bir
çok hadiste belirtmiştir. İşte, Alevilerin İslam anlayışı bunu esas alır. Ayrıca, Hacı Bektaş-ı Veli'nin Kuran-ı
Kerim'i özetleyen, “Eline, beline ve diline sahip ol” ilkesini
kendisine rehber edinmiştir.
Sonuç
olarak, Aleviler Cem’lerde iki rekat namaz kılmaktadır. Muharrem
ayında oruç tutmaktadır. Dolayısıyla, “ Aleviler namaz kılmaz”
iddiaları dayanaktan yoksundur. Sadece Allah’a ulaşmak ve
yakınlaşmak için yaptıkları ibadetlerin şekli farklıdır. Ama, İslam’ın özüne bağlıdırlar. Allah'a, Kitaba, peygamberlere, meleklere ve ahirete iman etmektedirler. Önemli olan budur. İslam dininin esası da iman'dır. " Ehli sünnet" imamlarından ve Türkiye'deki büyük çoğunluğun bağlı bulunduğu Hanefi mezhebinin imamı olan Ebu Hanife de aynısını belirtmiştir. Konuyu merak edenlere Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'ün " İMAMI AZAM SAVUNMASI" adlı eserini okumalarını öneriyorum.
Saygılarımla.
14.02.2017
Yazan:
Hamdullah DEDEOĞLU
(1)-Türkçe'deki
Namaz kılmak kelimesinin, Farsça’daki karşılığı, “dua
okumak” anlamına gelen “namaz handen “ şeklindedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.