9 Şubat 2018 Cuma

İLK KIZILBAŞ DEVLETİNİ KURAN ŞAH İSMAİL : "TOPLA, TÜFEKLE SAVAŞMAYI YİĞİTLİĞE HAKARET SAYARIM "


 İLK KIZILBAŞ DEVLETİNİ KURAN ŞAH İSMAİL :

"TOPLA, TÜFEKLE SAVAŞMAYI YİĞİTLİĞE HAKARET SAYARIM "

Alevilerin yedi ulu ozanından biri olan, cem ibadetlerinde semahı getiren kişi olarak bilinen ve tarihte ilk KIZILBAŞ devletini kuran ŞAH İSMAİL KİMDİR ? Hakkında onlarca kitap yazılan ve ŞAH HATAYİ mahlasıyla yazdığı deyişleri bugün de söylenen Şah İsmail’i ben de merak etmiştim. Kendisi hakkında çok derin olmamakla birlikte az da olsa, bilgiye sahiptim. Türkiye’deki kaynakların çoğu taraflı ve ön yargılıydı. Bu kaynakların büyük çoğunuluğu, onun ve kurduğu devlet olan Safevi’lerin aleyhineydi. Onlar, hem Şah İsmail’in İslami anlayışına, hem de Osmanlı’ya rakip olmasından dolayı olumsuz bakıyorlardı. Çünkü, yararlandıkları kaynaklar Osmanlı kaynaklarıydı. Oysa, Şah İsmail, Azerbeycan Türkleri arasında büyük üne sahipti. Azerbeycan’lılar, onu devletlerinin kurucusu ve ataları olarak görüyorlardı. Doğrusu neydi ? Şah İsmail Kimdi ? Her iki taraftaki kaynakları okuyup, inceledikten sonra, edindiğim bilgleri sizinle paylaşmak istedim.

Şah İsmail’i anlamamız için, önce dedesi Şeyh Cüneyt, sonra da babası şeyh Haydar’ı anlatmamız gerekecektir. Şeyh Cüneyt, Merkezi Erdebil’de bulunan Safevi dergahında dini eğitim almış, sonra Anadolu’ya geçerek Karaman, Halep, Maraş ve kilis vilayetlerinde görüşlerini yaymış bir dervişti. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, taraftarlarından yararlanmak için, onu himayesine alıp, kız kardeşi ile evlendird,. (M. 1459) Akkoyunlular adına Şirvanşah’la yapılan savaşta hayatını kaybetti. Oğlu şeyh Haydar (Şah ismail’in babası) dayılarının yanında büyümüş, onun kızıyla evlenmiş ve iyi bir eğitim almıştı. O da Azaerbeycan hakimi olan Şirvan hükümdarı ile yapılan bir savaşta hayatını kaybetmiş, geriye üç oğlu kalmıştı. Bunlar İbrahim, Sultan Ali ve İsmail’di. Akkoyunlu’da baş gösteren taht kavgaları neticesinde, Sultan Ali, yedi yaşında olan küçük kardeşi İsmail’in Şeyh olarak tanınmasını isteyerek, korumalarıyla birlikte onu Erdebil’e gönderdi. Ancak burada da can güvenliği nedenyle, Gilan bölgesinin hakimi olan Mirza Ali’nin sarayına sığındı. (M. 1494)

İLK KIZILBAŞ DEVLETİ KURULUYOR

 Ağabeyleri Sultan Ali ve ibrahim taht kavgalarında hayatlarını kaybetmişti. Mirza Ali, İsmail’e hoca olarak Şemseddin Lahici’yi tuttu. İsmail, ondan Kur’an’ı ve Farsça’yı öğrendi. Bu sırada Akkoyunlu hükümdarı olan Rüstem, Mirza Ali’den İsmail’in kendisine teslim edilmesini istedi. Ancak bu talebi reddedildi. Mirza Ali, Şia (Hz. Ali) taraftarıydı. İsmail yaklaşık altı yıl Gilan-Lahican’da kaldı. Altı yıl sonra, yedi koruması ile birlikte Erdebil’e geldi. Buradan Tarama bölgesine geçip, tarikat taraftarlarının toplanmasını istedi. Buraya yaklaşık bin beş yüz kişi gelmişti. Gelenlerin hepsi silahlı savaşçıydı. Kışı Ercüven denilen bölgede geçirdiler. Baharın gelmesiyle, Erzincan’a hareket ettiler. Erzincan yaylasına Şamlı, ustacalı, tekeli, Kaçar,Varsak Türkmenlerden katılımlar oldu. Burada yapılan kurultay’da, Şirvanşah Faruk Yesar’a karşı hareket edilmesi kararı alındı. (M. 1500) Gülüstan bölgesinde Cebani adlı bölgede yapılan savaşta Şirvan şahı yenildi ve hayatını kaybetti. Şahın Bakü’deki sarayı zapt edildi ve hazineleri Şah İsmail’in ordusunun eline geçti. Bir yıl sonra, Akkoyunlu’ların yeni hükümdarı Elvan, Şah ismail’e karşı ordusu ile harekete geçti. Tarihi kaynaklara göre, Akkoyunlu ordusu 30 bin, Şah İsmail’in ordusu 7 bin askerden oluşmuştu. Şah İsmail’in askerleri kırmızı renkl on iki dilimli bir şapka giymişlerdi. Kendilerine “ Kızılbaş” denilmelerinin nedeni de buydu. Onlar da bu ismi benimsemişti. İki ordu Nahçıvan’a bağlı Şerer adlı bölgede karşı karşıya geldi. (M. 1501) Kızılbaşların ordusu galip geldi, Elvan kaçtıysa da sonradan yakalanarak öldürüldü. Bu savştan sonra, Şah İsmail ve ordusu Tebriz’e girdi ve burada şahlığını ilan etti. Kurduğu devlete de “DEVLETİ KIZILBAŞ” adını verdi. Burada sikke bastırdı. Paranın üzerinde “ ALLAH’TAN BAŞKA TANRI YOKTUR. Hz. MUHAMMED ALLAH’IN ELÇİSİDİR. Hz. ALİ ALLAH’IN DOSTUDUR” yazıyordu. (Oktay Efendiyev, Azerbaycan Safeviler Devleti Tarihi Sayfa, 58)

Şah İsmail, M. 1510 yılına gelindiğinde, Diyarbakır’dan, Orta Asya’daki Ceyhun nehrine kadar olan bölgenin hakimi olmuştu. Şah İsmail, bütün bunlara 23 yaşında sahip olmuş, babasının hedeflerine ulaşmıştı.

Şah ismail, devletin resmi dilini türkçe (Azerbeycan dili)dinini de Hz. Ali-Ehli Beyt taraftarlığı (ŞİA) olarak belirledi. Bunu ilan ettiğinde bölgenin ezici çoğunluğu “ sünni” mezhebine bağlıydı. Ama, buna aldırmadı ve devletinin temellerini bu şekilde attı.

ÇALDIRAN SAVAŞI

Şah İsmail’in sıfırdan gelip, devlet kurduğunu en yakından bilenlerden birisi şüphesiz Yavuz Sultan Selim’di. Zira, Selim o zaman Trabzon’da şehzade olarak bulunuyordu. Bütün gelişmeleri yakından takip ediyordu. Safevi devletini, Osmanlı için, bir tehdit olarak görüyordu. Safevi devleti, Hindistan ve Çin’den gelen ipek ve baharat ticaretinin önemli bir kısmına sahip olmuştu. Ayrıca, Kuzey ve güney Azerbeycan ham ipek üretilen merkezlerin de başında geliyordu.

Yavuz Sultan Selim, babası ikinci Bayazıt’ı tahttan indirip, kardeşleri ile girdiği taht kavgasından yeniçerilerin desteği ile galip ayrıldı ve padişah oldu. (M.1512) Hedefinde doğu ve güney bölgelerini feth etmek vardı. Karşısında iki güç bulunuyordu. Güneyde Memluklular, doğuda Şah İsmail’in kurduğu “ Kızılbaş Safevi devleti” vardı. Şah ismail, Akkoyunlu ve Karakoyunlu devletlerinin bütün topraklarını ele geçirmiş, batıda Erzincan, Diyarbakır, Maraş’a kadar, doğuda Orta Asya’ya, Ceyhun nehrine kadar bölgenin hakimi olmuştu.

KATLİAMA KILIF ARANIYOR

Şah İsmail’in hakimiyeti altında olan bölgenin üçte ikisi “sünni” mezhebine bağlıydı. Anadolu’da ise, tam tersi bir durum vardı. Avrupalı ve Rus tarihçilerin kayıtlarına göre, On altıncı yüzyılda Anadolu’nun beşte dördü Hazreti Ali-Ehli Beyt taraftarlığı olan “ŞİA” mezhebine mensuptu. İkinci Bayazıt zamanında Anadolu’dan binlerce Türkmen, Şah İsmail’in kuvvetlerine katılmıştı. Şah İsmail’in ordusunun yarısından fazlası, Anadolu’dan giden, Tekeli, Ustacalı, Varsak, Şamlı Türkmenlerden meydana getirilmişti. Yavuz Sultan Selim bunun bilincindeydi. Şah İsmail’e karşı hareket yapabilmesi için, itibarının düşürülmesi ve fetih seferine gerekçe bulması gerekiyordu. İşte burada mezhep ayrılığını gerekçe yaptı ve karşı propagandaya geçti. “ Onun inancı sapıktır. Halifelere hakaret etmektedir. Hz. Ali’yi tanrı yerine koymaktadır” 1513 yılında Edirne’de yapılan toplantıda Safevi devletine karşı yapılacak savaşın gerekçesi de din adamlarının fetvalarıyla meşrulaştırıldı. İdrisi Bitlisi, “Selim- Şah -Name “ adlı kitabinda o gün alınan kararları şöyle özetliyor:

ANADOLU'DA  ALEVİ - TÜRKMEN KATLİAMI

“Bu toplantıda ilim ehliyle diyanet ve takva sahipleri bu hareket hakkında ve bunun kafirlere karşı cihat ve gaza bulunmaktan daha öncelikli olduğu konusunda fetva verdiler. ... Büyük imamlar şöyle dedi: Bu zalim taifesinin ortadan kaldırılması ve bu günahkar mülhit (din dışı) fırkanın yok edilmesi kudretli Sultan’ın kahredici vaadi için, kafirlerle Frenk ve Tatarlarla savaşmaktan daha öncelikli ve önemlidir.”

Bu propaganda kısmen etkili oldu. Ancak, Şah İsmail’le gireceği bir savaşta arka cepheyi de sağlama alması gerekiyordu. Bu nedenle, Anadolu’da Şah İsmail’e destek verebileceklerin isimlerinin tespiti için, devlet görevlilerine talimat verildi. Destek verebileceklerin sayısı kırk bin ile yüz bin arasında olduğu belirlendi. Yavuz sultan Selim, bunların etkisiz hale getirilmesini istedi. Bu kararla birlikte Anadolu’da bugünkü deyimle Alevilere karşı bir katliam başladı. Yüz bine yakın alevi ya kılıçtan geçirildi, ya da idam edildi. İdrisi Bitlisi o dönemde yapılanları övünerek şöyle anlatıyor:

“ Dediler ki, ister Şam’dan çıksın, ister Irak’tan olsun memleketleri nifak ehlinden ( Kızılbaşlardan-Alevilerden) temizleyelim. Aydın kalpli KÜRT beyleri sultana karşı ihlasta parlak ay gibiydiler. Davetçi olarak aralarında rehindim, dinin iyi hususunda şefaatçi bir arkadaştım. Sultanın (Yavuz’un) haberleriyle (emiri ile) Kızılbaşlar diri diri yokluk mülküne gittiler. (öldürüldüler.)”

SAVAŞ BAŞLIYOR

Yavuz Sultan Selim, gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra, 1514 baharında İstanbul’dan yola çıktı. Bu arada Şah İsmail ile mektuplaşmalar başladı. Şah İsmail savaşma taraftarı değildi. Ancak, Yavuz Sultan Selim, doğudaki ticaretin gelirlerine sahip olmak ve bölgeyi fethetmek istiyordu. Sonunda, iki ordu 23 Ağustos 1514’de, Van’ın Çaldıran mevkiinde karşı karşıya geldi. Osmanlı ordusunda üç yüz top ve ateşli silah olarak tüfek bulunuyordu. Safevi ordusunun ateşli silahı bulunmuyordu. Şah İsmail ateşli silahlarla savaşmayı “ yiğitliğe” ve “delikanlılığa” hakaret olarak görüyordu. Komutanları ateşli silahlar lonusunda kendisini uyardıysa da dinlemedi. Komutanları ayrıca gündüz değil, gece savaşmayı ve pusu kurmayı da önerdiler. Ancak, Şah İsmail, bunların hepsini reddetti.

Savaş, Safevi süvarisinin saldırısıyla başladı. Osmanlı ordusu zor da olsa, bu öncü kuvvetlerin saldırısını püskürttü. Saldırıların devamında Osmanlı ordusu, topları ve tüfekleri devreye soktu. Safevi sipahileri zor durumda kalmıştı. Topların ve tüfeklerin bulunduğu merkez kuvvetlerine karşı saldırıya geçtiler. Ancak başarılı olamadılar. Zira, topların etrafı deve, katır ve yük hayvanları ile sarılmıştı. Hayvanlar, zincirle birbirine bağlanmış, aşılmaz bir kale gibiydi. Onların arkasında da tüfekli yeniçeri askerleri bulunuyordu. Safevi süvarileri bu seti bir türlü aşamıyordu. Bu sırada, Fars hakimi Halil Zülkadir ve Kürt bölgelerinden gelen askerler savaş meydanında çekildiler. Buna rağmen, Safevi süvarileri saldırılarına devam etti. Bu saldırı sırasında Şah İsmail’in atı telef olmuş, etrafını yeniçeri askerleri sarmıştı. Bunu gören Sultan Ali isimli bir savaşçı, kendi atını Şah İsmail’e vererek, onu esir düşmekten kurtardı. Tüfekler devreye girdikten sonra, Safevi ordusu çok kayıp vermeye başladı ve geri çekildi. Savaşın galibi Osmanlı ordusu olmuştu.

YENİÇERİLER SAVAŞMAK  İSTEMİYOR

Yavuz Sultan Selim, orduyla birlikte Safevilerin baş şehri Tebriz’e kadar girdi. Onun amacı daha da ileriye gitmekti, ancak yeniçerilerin direnişi ile karşılaştı. Askerler geri dönmek istiyordu. Bunun üzerine, Yavuz Sultan Selim gerekçelerini yazılı olarak bildirilmesini istedi. Yeniçerilerin verdiği dilekçede şöyle deniliyordu:

“ ... kırk beş bine yakın insan bizim memleketimizde, yirmi bine yakını da İran topraklarında rafiz ve ilhad suçuyla kılıçtan geçirildi. Bizim mutassıp ulemamız da rafiz ve ilhad konusunda bizi haberdar etmedi. Sultanı dahi gafil avladılar. Bu günahsız insanların kanlarının dökülmesine sebep oldular. Müslümanları öldürmemiz için bizi tahrik ettiler. ... Gerçek Şudur ki, biz İranlılarla savaşmayacağız. Bizim savaşımız ancak mülkümüzde olur. Bu viran olmuş memleket bu kadar kanın akmasına değmez. “

Bu dilekçeden de anlaşılacağı gibi, askerler, karşısındakilerin söylendiği gibi olmadığını ve aynı dine ve aynı dile sahip olduklarını fark etmişlerdi. Bu dilekçeden sonra, Osmanlı ordusu geri çekildi ve kışı Amasya’da geçirdikten sonra, İstanbul’a döndü.

ALEVİ TÜRKMEN  TOPRAKLARI KÜRT BEYLERİNE VERİLİYOR

Bu savaştan sonra, Erzincan, Diyarbakır bölgeleri Osmanlı’nın yönetimine geçti. Osmanlı’da o bölgelere daha güneyde bulunan kürtleri getirip yerleştirdi. Bunun başına da, bu savaşta kendisine hem fikri yönden, hem de kürt beylerini savaşa destek olmaları için ikna eden İdrisi Bitlisi’yi görevlendirdi. Kürtlerin iskanıyla birlikte, Türkmen nüfusun bir kısmı göç etti,, bir kısmı Kürt beylerine tabii oldu. Tabi olanların hem mezhepleri, hem de dilleri değişti. On altıncı asırda sadece Diyarbakır çevresinde üç yüze yakın Türkmen köyü bulunduğu kayıtlarda yer alıyor. Bugün Türkmen ve Alevi olarak, sadece dokuz köy kalmıştır.

Sonuç olarak, savaşların ekonomik nedenlerden kaynaklandığı, bu savaşla da ortaya çıkmıştır. Geri kalan, din ve mezhep farklılıkları bir araçtır. Savaşlar bugün de aynı gerekçelerle devam etmiyor mu ? Çaldıran savaşından bin yıl önce, aynı bölgede Perslerle, Romalılar savaşıyordu. Bin yıl sonra Osmanlılarla, Safeviler savaştı. Bugün de onların yerine süper devletler bölgede hakim olmak için savaş yürütüyor. Değişen bir şey yok. Önemli olan onların planlarına piyon olmamak, başı dik ve bağımsız yaşamaktır.

24.10.2017
Hamdullah DEDEOĞLU
Kaynaklar:
-Oktay Efendiyev-Azerbaycan Safevi Devleti Tarihi
-Zeynel Coşar -40 bin Alevi öldurülmedi mi ?
- Reha Çamuroğlu-İsmail
-Vural Genç-İran tarihçilerinin kaleminden Çaldıran
-Hicabi Kırlangıç-İdrisi Bitlisi, Selim- Şah-Name

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular