22 Mart 2024 Cuma

HAMDULLAH DEDEYİ YARGILAYAN ŞERİAT MAHKEMESİ : "NEDEN DUALARI TÜRKÇE OKUYORSUNUZ ? "





Hamdullah Dede'nin Amasya  Şehir Merkezindeki Türbesi.

HAMDULLAH DEDEYİ YARGILAYAN ŞERİAT MAHKEMESİ: “ NEDEN DUALARI TÜRKÇE OKUYORSUNUZ  ? "

Osmanlı ordusunun bel kemiğini oluşturan Yeniçeri ocağı, 1826’da ikinci Mahmut döneminde kapatılmış, Ocağın inanç olarak bağlı bulunduğu Hacı Bektaş Dergahı postnişini Hamdullah dede İstanbul’da meydana gelen olaylardan sorumlu tutulmuştu. Kırşehir’deki Şeriat mahkemesinde yapılan duruşmalar on gün sürmüş, mahkeme Hamdullah dede ve sekiz Dergah görevlisi hakkında idam kararı vermişti. Mahkemenin idam kararı Hamdullah Dede’nin soyunun Ehli Beyt’e dayanması nedeniyle, padişah tarafından bozularak Amasya’ya sürgüne çevrilmişti. Padişah, Ehlibeyt katliamcısı olarak tarihe geçmekten çekinmişti. Bu kararı almasında, mahkeme heyetinde yer alan miralay Abdullah Hüseyin efendinin katkısının da bulunduğu anlaşılmaktadır. Abdullah Hüseyin efendinin duruşmaları bilinçli olarak uzatmasının nedeninin, padişahı uyarmak için zaman kazanmaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Zira, o dönemde Kırşehir-İstanbul arası gidip gelmek takriben bir haftalık zamandan az değildi.

Mahkemedeki soruları ve suçlamaları okuduğumda hayretler içinde kaldım. Bir kadının ya da müftünün ithamları bu kadar basit, mantık dışı ve cahilce olabileceğini tahmin edememiştim. İmparatorluk yaşamış bir devletin din adamlarına bunu yakıştıramadığımı tekrar tekrar belirtmeliyim. Bu örnek, Osmanlı devletinin kuruluşundaki değerlerden ne kadar uzaklaştığını ve bilimden ne kadar koptuğunu gösteren en büyük delildir. Osmanlı’nın neden sanayi devrimini atladığını, neden Avrupa’daki Reform ve Rönesans hareketlerini yaşamadığını daha iyi anladım. Bu yargılamada da görüleceği gibi, sözde din adamlarının toplum yaşamında ne kadar etkili olduğu açıkça görülmektedir. Bu sözde din adamları, Osmanlı’da yeni bir sınıf ve tabaka oluşturmuşlar ve bütün yenilikleri kendi “din” anlayışlarına aykırı bulmuşlar. 

Mahkemede önemli bulduğum beş suç iddiasını ele alıp, İslam’ın esas kaynağı olan Kur’an’ı Kerim’de yer alan ayetlerle cevap vermek istiyorum. Önce mahkeme heyetini tanıyalim. Hamdullah Dedeyi yargılayan Kırşehir’deki Şeriat mahkemesi şu üyelerden oluşuyordu..

Baş Kadı: Hacı Müfit Efendi

KATİP: Mevlana İsmail Efendi.

MÜFTÜ: Hacı İlmullah Halim Efendi.

Konya Kadısı: Aksaraylı Abdul Kayyum Efendi

Müşavir Miri Alay Kaymakam: Abdullah Hüseyin Efendi.

“ EHLİ SÜNNET DIŞINDAKİLERİN KATLİ VACİP, KANI HELALDİR “

1- Baş kadı Hacı Müfit Efendi Şeriat mahkemesinde ilk sorusuna şöyle başlıyor: “Kanı helal Şeyh Senin ve mensubunun kanı helaldir. Sapkın bidat (İslam dışı) mezhebinden tövbe et. Sonra cevap ver. Şu anda birkaç saat, birkaç dakikalık zamanın var. Ehli sünnet yolundan ayrıldığına tövbe et”

İlk sorusu böyle olan birisi için ne denilir. "Ön yargılı, daha yargılamadan idam kararını önceden vermiş, içinde büyük bir kin ve öfke taşıdığı açıkça görülüyor" denmez mi?. Kelime-i şahadet getiren, yani, Allah’ın birliğine inanan, Hz. Muhammed’i peygamber olarak gören bir din adamına böyle hitap edilir mi? Kaldı ki, farklı bir inanca mensup olsalar bile, böyle bir suçlama yapılır mı? Üstelik Ehli-Sünnet mezhepleri dediği Abbasi halifesi Kadir Billah'ın 1029 yılında aldığı bir karara dayanmaktadır. Yani Abbasi halifesi kendi hanedanlığının devamıni sağlamak için İslam coğrafyasinda yer alan dort mezhebi yasal saymış, kendi iktidarina destek vermeyenleri de islam dışı goren bir karar almış olmasıdır. Kadı Efendinin  "dört Hak mezhebi" dediği de buna dayanmaktadır. Şimdi Halifenin aldiğı bu kararı Kur’an’da yer alan ayetlere göre değerlendirelim.

BAKARA SURESİ, 256. Ayet: “Dinde BASKI, ZORLAMA yoktur”

ŞUARA SURESİ: 48. Ayet :  “ .... Biz seni onlar üzerine BEKÇİ göndermemişiz. Sana düşen, tebliğden başka bir şey değildir.”

GAŞİYE SURESİ : 21. 22. Ayet: “Artık Kur’an ile uyar. Çünkü sen, Kur’an ile uyaran-düşündüren birisin. Üzerlerine musallat bir DESPOT değilsin. Başlarına dikilip, satır, satır bir şeyler dikte ettiren bir zorba değilsin.”

Kur’an’daki ayetler gayet açık, ancak sözde din adamının Kur’an’dan bi haber (habersiz) olduğu anlaşılıyor. Sonuç olarak kadının bu iddiasi Kur'an'a aykırıdır.

KADI: Sen şu mezhebini anlat.

HAMDULLAH DEDE: El Hamdülillah Müslümanım. Ehli İslam, Cemaati Ali  Resul mezhebindenim.

KADI: Sus be densiz, EHLİ SÜNNET dışındaki olanlar İslam dışı, kendileri kafir, kanları helaldir, Katli vaciptir.

Hamdullah Dede Hazreti Muhammed’in ve onun ehli beytinin yolundan olduğunu söylüyor. Fakat, kadı efendi bunun ne anlama geldiğinden de bi haber olduğu anlaşılıyor. Ehli Beyt ile ilgili olan Kur’an ayeti de şöyledir:

ŞURA SURESİ : 23. Ayet: “ Allah’ın, iman edip, barışa-hayra yönelik işler yapanlara müjdelediği, işte budur. De ki, ben buna karşılık sizden, yakın akrabamı-Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik-güzellik üretirse onun için, o ürettiğine bir güzellik daha ekleriz. Çünkü, Allah Gafur’dur, Çok affeder, Şekur’dur, iyiliğe karşılık verir. “

Ayrıca, peygamber efendimiz Hz. Muhammed, bırakalım Müslümanları farklı dinde olanların inanç ve ibadet özgürlüğünü savunmuştur. Konuyla ilgili hadis şöyledir:

“ Medine sözleşmesi, Müslümanlarla birlikte, Medine’li Yahudilerin din ve vicdan hürriyeti gibi temel haklarını da güvence altına almıştır. Yemen’e vali olarak gönderdiği Muaz B. Cebel’e Yahudilere dinleri konusunda problem çıkarmaması talimatını vermiştir. (Belazuri, Sayfa 71, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)

“ HAYIR VE ŞER ALLAH’TANDIR “

2-KADI: Hayrın, Şer’in Allah’tan geldiğine niçin inanmıyorsun? Bu sapıklık değil mi? Bu küfür değil mi?

HAMDULLAH DEDE: Allah hayrı yaratır. Allah’ın adı ve sıfatları içinde acıyan, bağışlayan, esirgeyen, seven, affeden, nimet veren adları olduğu halde, ŞER ADI yoktur. Suçlu, o fiili işleyendir.

 Hamdullah dede, bunu söylerken, aslında yine Kuran’a dayanmaktadır. Ancak, kadının buna da bilgisi cevap vermiyor. Kur’an’daki ilgili ayet şöyledir:

NİSA SURESİ: 79. Ayet: “İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah’tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindedir.”

ŞURA SURESİ 30 Ayet: "Size gelen çatan her felaket ellerinizle işlediklerinizden dolayıdır."

3- KADI: Gayrı Müslümleri dergahta misafir etmişsiniz. Onlarla dost olmuş, sohbet etmişsiniz. Bu işlediğiniz cürüm katlinizi gerektirir.

HAMDULLAH DEDE: Biz, misafirperveriz. Misafirlerimiz arasında din, mezhep ayırımı yapmayız. Bu dinimizde de vardır.

Kadı efendi misafir kabul edip, ağırlamayı da büyük bir suç sayıyor. Bunun için bile öldürülmeleri gerektiğini söylüyor. Meğerse, İŞİD kafası on dokuzuncu yüzyılda da varmış. Kökleri bayağı eskiymiş. Konuyla ilgili olarak, Hazreti Muhammed’in bir hadisini aktarmak yerinde olacaktır.

“Peygamberimiz kendileriyle görüşmek üzere Medine’ye gelen NECRAN Hristiyanlarının Mescidi Nebeviye’de AYİN yapmalarına Müsaade etti. (İbni Hişam Cilt 2. sayfa 206, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)

4-KADI: Şeyh Efendi, Allah Arapça konuşuyor, Kur'an'ı Kerim Arapça'dır. Peygamber Arapça konuşuyor.  Siz neden duaları Türkçe okuyorsunuz?

HAMDULLAH DEDE: Ahalimiz Arapça bilmiyor. Türkçe konuşuyor. Dualarımızın anlaşılması için, kendi dilimiz olan Türkçe ile okuyoruz.

MÜFTÜ: Ayetin manası sizi ilgilendirmez. MANASINI anlamadan okunan daha sevaptır.

Şimdi bu kadıya ne demeli? Rahmetli Aşık Mahzuni Şerif’in sözleri gelip yerini buluyor. “ Hey Arapça okuyup, yazanlar Allah Türkçe bilmiyor mu? ”   Böyle bağnaz ve tutucu birine nasıl cevap verilebilir? Her şeyi yaratan, bilen Allah, neden kendisine TÜRKÇE dua eden kulunu anlamasın. Bu kadı efendi herhalde bundan da habersiz. Cehaletin bu kadarına da pes doğrusu. Kur'an Arap kavmine indiği için, daha kolay anlaşılsın diye onların diliyle yazılmıştır. Arapça bilmeyenlere de Kur’an’ı kendi dillerinde öğrenmesi Kur'an'a uygun değil mi? Bre cahil. Konu ile ilgili ayetler şöyledir:

ZUHRUF SURESİ 23. Ayet: " Apaçık kitaba and ederim ki, biz onu anlayasınız diye Arap'ça bir Kur'an yaptık. "

FUSUSULET SURESİ: 44. Ayet: " Biz bu Kur'an’ı yabancı bir dille meydana koysaydık, ... Bir Arap'a yabancı bir dille söylenir mi? diyeceklerdi."

5-MÜFTÜ: Dinimiz akıl dinidir dermiş sin? Dinimiz, akıl dini olsaydı inanmayı imanın şartı olarak kabul etmezdik.

HAMDULLAH DEDE: Allah kitabında “Aklınızı kullanın” buyurur. Kur’an’daki ayetler bunu emrediyor.

Konuyla ilgili ayetler şunlardır:

ENAM SURESİ: 151. Ayet : “ De ki onlara, hadi gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını yüzünüze karşı okuyayım: Hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın. Ana-babaya çok iyi davranın. Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Biz sizi de onları da rızıklandırırız. Kötülüklerin görünenine de gizli kalanına da yaklaşmayın. Allah’ın saygın ve aziz kıldığı cana, bir hakkı savunmak dışında kıymayın. Allah size bunları önerdi ki, AKLINIZI işletebilesiniz. “

BAKARA SURESİ: 44. Ayet: “İnsanlara hayırda erginliği-dürüstlüğü emredip de öz benliklerinizi unutuyor musunuz? Üstelik de kitabı okuyup, durmaktasınız. Hala AKLINIZI kullanmayacak mısınız? “

KASAS SURESİ: 60.Ayet: “ Nasiplendirildiğiniz şeyler şu iğreti hayatın yararından ve süsünden ibarettir. Allah’ın katındaki ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Hala AKLINIZI işletmeyecek misiniz? “

NAHL SURESİ: 12. Ayet: " ...Şüphe yok ki, bunlarda akıl eden kimseler için dersler vardır."

ZÜMER SURESİ: 9. Ayet: " ....Ey Muhammed! de ki, bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ? Ancak AKIL sahipleri bundan öğüt alırlar."

ZÜMER SURESİ: 17 ve 18. Ayetler: "...Ey Muhammed! Dinleyip de en iyi söze uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın doğru yola eriştirdikleri bunlardır. İşte onlar AKLI başında bulunanlardır. "

SAD SURESİ: 29. Ayet: " Ey Muhammed! Sana indirdiğimiz bu kitap kutludur. Ayetleri düşünsünler. AKLI olanlar ibret alsınlar. "

RUM SURESİ: 28. Ayet: “ Size öz benliklerinizden bir örnek verdi: Ellerinizin altında bulunanlardan, size verdiğimiz rızıklarda, sizinle aynı haklara sahip, birbirinizden çekindiğiniz gibi, kendilerinden çekineceğiniz ortaklarınız olur mu? İşte biz, AKLINI işletebilecek bir topluluk için ayetleri böyle fasıllara ayırarak açıklıyoruz. “

 Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Hamdullah dedenin bütün savunmaları ve konuşmaları Kur’an’a dayanmaktadır. Kur’an’ı çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Ancak, karşısındakilerin bundan mahrum oldukları açıkça görülmektedir. Şeriat mahkemesinde kadılık yapanların bilgi, kültür ve din eğitiminden ne kadar yoksun olduğu, çok kaba, yüzeysel, ön yargılı bir bakış açısına sahip oldukları görülmektedir. Eğitimde Arap alfabesinin yerine Latin alfabesine geçilmesine karşı çıkan Şeyhülislam’ın gerekçesi “ Şeriat’a aykırıdır “ kararı olmuştu. Şeyhülislam’ı bu düşüncede olan bir devletin kadısından ve müftüsünden daha ne beklenir ki? Osmanlı’daki adaleti bu düşüncedekiler mi sağlayacak? Buna adalet denilir mi? Bu düşüncedeki bir devlet ayakta kalabilir mi? Bilime, akla kapalı olan bir toplum düzeni dünyadaki gelişmeleri yakalayabilir mi?

Çürümüş ve kokuşmuş bu sistemi yıkıp, yerine cumhuriyeti ve modern hukuk mahkemelerini kuran büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ü saygı ve minnetle anıyorum. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.

Saygılarımla.

Hamdullah DEDEOĞLU

14.10.2017

KAYNAK: Hamdullah Çelebi'nin Savunması, İsmail Özmen-Yunus Koçak, 

* Kur’an’daki ayetler, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ve Milliyet Gazetesinin yayınladığı Kur'an'ı Kerim çevirisinden alınmıştır.

 

İŞİD-DEAŞ VE EL KAİDE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN FİKİR KAYNAĞI VAHABİLİK Mİ ?

İŞİD-DEAŞ-EL KAİDE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN FİKİR KAYNAĞI VAHABİLİK Mİ?

İslam coğrafyasını kasıp kavuran El Kaide, İŞİD (DEAŞ), BOKO HARAM gibi terör örgütlerinin İslam anlayışı nedir? Eylemlerine gerekçe yaptıkları ideolojinin kaynağı nereden geliyor? Bugün ki makalemizde bu sorulara cevaplar vereceğiz.

Yukarıda isimlerini verdiğimiz terör örgütlerinin eylemlerine gerekçe yaptıkları “İslam” anlayışı Vahabiliğe dayanmaktadır. Diyanet işleri başkanlığı da yayınladığı “DEAŞ DEHŞETE DAYALI BİR DİN İSTİSMARI” adlı kitapçıkta aynı tespiti yapmaktadır. O halde, makalemizin konusu olan Vahabilik neyi savunmaktadır? Önce onların fikirlerini bilmemiz gerekiyor. Sonra da bu fikirlerin Kur’an’a ve İslam dinine aykırı olup olmadıklarını bakmamız gerekiyor. Makalemizde ana kaynağımız Prof. Dr. Yusuf Yörükan’ın 1953 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisinde yayınlanan “VAHABİLİK” adlı inceleme yazısı olacaktır.

Vahabilik mezhebinin kurucusu olan Muhammed bin Abdulvahab, 1703’de Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı Hicaz bölgesinin Uyeyne kasabasında doğdu. 1791’de Deriye (Riyad) kentinde öldü. Babası Hanbeli mezhebinin imamlarındandı. Önce babasından, sonra da Mekke, Medine ve Şam vilayetlerinde Şafii ve Hanefi imamlardan din eğitimi gördü. Ancak aldığı bu din eğitiminden sonra çok farklı bir İslam anlayışını benimsedi. Bu nedenle hem ailesinden hem de çevresinde tepki çekti. Bunun üzerine fikirlerini yaymak için çöl bedevilerini kendisine hedef kitle seçti. İbni Abdulvahab, Müslüman kitlesinin altı yüz yıldan beri aldatıldığını, tarikatlara girdiklerini, türbeleri ziyaret ettiklerini, ibadetlerini ihmal ettiklerini, bu nedenle bunların mallarının “gerçek Müslümanlara helal” olduğunu telkin ederek, çöl bedevilerini yağma ve talana teşvik etti. Ve etrafına topladığı bedevilerle bölgedeki halkın mallarına zorla el koymaya başladı.

 Kendisine bağlı bir kitle yaratan İbni Abdulvahab, 1730 yılında Deriye (Riyad) kasabasına yerleşti. Bir süre sonra, Deriye kasabasının kabile reisi, Muhammed bin Suud’a kendi görüşlerini kabul ettirdi. Kabile reisi Deriye ve çevresindeki köylerde yaşayanları İbni Abdulvahab’a tabi kıldı. Burada iyice güçlenen Vahabiler saldırılarını daha da artırdılar. Kabile reisi İbni Suud, elde edilen ganimetlerden PAY alıyordu. Bölgenin yerel yöneticileri Vahabilere karşı mücadelede başarısız kalıyorlardı. Vahabilerin kontrol ettikleri bölgeler her geçen gün artıyordu. Osmanlı devleti ise, o yıllarda Ruslarla savaş halindeydi ve balkanlardaki iç isyanlarla uğraşıyordu. 

VAHABİLERİN İNGİLİZ DESTEĞİ İLE OSMANLI DEVLETİNE İSYANI

İbni Vahab öldüğünde, Necid ve Yemen’in büyük bir kesimi Vahabilerin denetimine geçmişti. Kendisinden sonra mezhebin başına oğlu Abdülaziz geçti. Onun döneminde bölge halkına yapılan talan ve yağma saldırıları Mekke, Medine, Irak ve Mısır’a kadar ulaştı. Kerbela’ya gönderdiği yağmacılar, Hz. Hüseyin’in türbesindeki altın, gümüş ve kıymetli eşyaları alarak Deriye’ye getirdiler. İran şahı, Osmanlı’ya gönderdiği mektuplarda saldırganların cezalandırılmasını, aksi taktirde bu işi kendilerinin yapacağını bildirdi. Durumun önemini kavrayan Osmanlı yöneticileri, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’ya yetki vererek asilerin yakalanmasını ve cezalandırılmasını, bölgenin de tekrar huzura kavuşturulmasını istediler. Mısır valisi ve oğlu İbrahim İki koldan Hicaz bölgesine girdiler. Vahabilerin ele geçirdiği yerleri onlardan temizlediler. İbni Vahab’ın iki oğlu bu çatışmalarda öldü. Vahabi hareketinin başında bulunan diğer oğlu Abdullah yakalanarak İstanbul’a gönderildi. İstanbul’daki yargılamadan sonra idam edildi.

Vahabi hareketi belli bir süre ortadan kalkmıştı. Ancak ileriki yıllarda İngilizlerin de desteğini alarak, Osmanlı devletine savaş açtılar. Ve Hicaz bölgesini denetim altına aldılar. Birinci dünya savaşının sonunda da yine İngilizlerin desteği ile Hicaz bölgesindeki bugünkü Suudi Arabistan devletini kurdular.

Vahabi hareketin ve bugünkü Suudi Arabistan’ın kuruluşunu kısaca özetledik. Şimdi asıl konumuza gelelim. Vahabilik neyi savunmaktadır? Diğer mezheplerden farkı nedir?

VAHABİLİĞİN İSLAM ANLAYIŞI

1-Dinde aklı kullanmayı reddederler. Hukuki içtihatları (yorumları), fen bilimlerini, felsefeyi kabul etmezler.

2-İbadetleri (namaz-oruç) imandan sayarlar. İbadetlerin yerine getirilmesinin imanı artırdığını ileri sürerler.

3-Kabirler üzerine türbe yapılmasını, ziyaret edilmesini dine aykırı bulurlar.

4-Tevhidde Kelime-i Şahadeti yeterli bulmazlar. İbadetlerin de yapılmasını şart koşarlar.

5-Vakıf müesseselerini reddederler, batıl bulurlar.

6-Namazın cemaatle kılınmasını şart koşarlar. Beş vakit namazın Camii’de kılınmasını mecburi sayarlar.

7-Sigara ve nargile içenler sarhoş olarak kabul edilir, cezası kırk değnektir.

8-Dinde tasavvufu reddederler. Tarikata girmeyi şirk (Allah’a ortak koşma) sayarlar.

9-Peygamberin hatıralarını anmayı, Hırka-i Şerif, Sakal-ı şerif ziyaretlerini şirk olarak kabul ederler.

10-Hz. Muhammed’e “Seyyiduna” ve “Mevlana” diyenleri kafir olarak kabul ederler.

11-Nazar boncuğu takmayı şirk olarak kabul ederler.

Yukarıda Vahabiliğin kısaca din anlayışını özetledik. Görüleceği gibi, savunduğu fikirler tamamen İslam’a aykırı, fanatik ve saldırgan bir yapıya sahiptir. Kendileri gibi inanmayan ve düşünmeyen her kesi düşman olarak kabul etmektedirler. Ve onlara karşı şiddet kullanmayı, onların can ve mallarının gasp edilmesini ve ortadan kaldırılmasını kendi anlayışına göre “HELAL” görmektedir. İşte İŞİD ve EL KAİDE gibi terör örgütleri de bunu savunmaktadır. Savundukları fikirlerle ve yaptıkları eylemlerle İslam coğrafyasını kan deryasına çevirmişlerdir. İslam coğrafyasını sömürgeleştirmek isteyenlere zemin hazırlamışlar ve onların piyonu olmuşlardır. Aynen birinci dünya savaşında İngiliz emperyalistlerine hizmet ettikleri gibi bugün de bu görevlerine devam etmektedirler. Oysa, İslam dini ilim ve fenne önem vermiş “ilim Çin’de dahi olsa gidip alın” demiştir. Vahabi anlayış ise, İslam’ı bağnaz, tutucu, gerici ve saldırgan bir din gibi sunmaktadır.

Vahabiliğin İslam anlayışını reddeden konuyla ilgili ayetler şunlardır:

ZÜMER SURESİ: 9. Ayet: “ …Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak AKIL sahipleri bundan öğüt alır.”

SAD SURESİ: 29. Ayet: “Ey Muhammed! Sana indirdiğimiz bu kitap kutludur. Ayetlerini düşünsünler. Aklı olanlar ibret alsınlar.“

ENAM SURESİ: 151. Ayet: “Haklı olmadıkça cana kıymayın. Allah bunu size haram etmiştir.”

BAKARA SURESİ: 256. Ayet: “Dinde baskı ve zorlama yoktur.”

Kur’an’daki ayetler gayet açıktır. Kur’an, aklı kullanmayı emrederken, meşru savunma dışında insan öldürmeyi ve zulmetmeyi yasaklamıştır. Ayetler açık olmasına rağmen, terör örgütleri eylemlerini “dinin gereği” gibi sunmaya devam etmektedirler. Terör örgütlerinin bu anlayışına İlahiyatçı-yazar Prof. Dr. Yusuf Yörükan’ın VAHABİLİK hakkındaki inceleme yazısı ile cevap vermeye devam edelim. Yusuf Yörükan Hoca, Vahabilik hakkında şöyle yazmaktadır:

“ Dinde akla yer vermemek meselesine gelince: Bu, evvela İslam ruhuna, peygamberin yoluna ve Kur’an-ı Kerim’in beyyine ayetine, tefekkür edin, nazar edin, emirlerine muhaliftir. Eğer din akla kıymet vermiyorsa, FİKİR ve VİCDAN hürriyeti yoktur. Anlamadan inanmak zorla inandırmaktır. Bu da taassup ve istibdatı doğurur. Zihinleri uyuşturur. İnsanlar gerçekleri hurafelerden ayıramaz olur. Halbuki Müslümanlık hurafelerle mücadele eden ve batıl itikatları reddeden, hamle verici bir dindir. Hz. Peygamber Müslüman olmak için müracat edenlere: “” Evvela, batıl itikatları ve hurafeleri terk edeceğinize söz verin, ondan sonra size Müslümanlığı tebliğ ederim“” demiştir.”

Yusuf hoca dinde aklı kullanmayı reddeden Abbasi halifelerinden ve Endülüs devletini yönetenlerden örnekler vererek şöyle devam etmektedir:

“… İslam tarihinde akılcılarla, nasiyecilerin (dinde aklı kullanmayı reddedenler) çarpıştığı devirler göz önüne alınmalıdır. Abbasi halifelerinden MEMUN ve halefleri zamanında AKILCILIK hüküm sürüyordu. Bu devir, İslam’da ilim ve medeniyetin ilerlediği ve insanların refaha kavuştuğu bir devirdir. MÜTEVEKKİL zamanında Ahmet İbni Hanbel’in nüfuzu dolayısıyla nassiyecilik (nakilcilik) hakim olunca, medeniyet ışığı süratle karardı. Abbasi devrinin insanları bir daha refah göremediler. ENDÜLÜS’de fikir hürriyeti yaşandığı devirde Avrupa’yı uyandıran bir medeniyet vücuda geldiği halde, HANBELİLİK orada hakim duruma geçtikten sonra, çok geçmeden Endülüs devleti yıkıldı. “

İlahiyatçı-yazar, Prof. Dr. Yusuf Yörükan yetmiş yıl önce Vahabilik konusunda bunları yazıp, İslam ülkelerini aydınlatmaya çaba sarf ederken, Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda yeterli bilgilendirme ve halkı aydınlatma görevini yerine getirebiliyor mu?  Konu ile ilgili olarak bir kitapçık yayınlamakla bu iş bitiyor mu?  Cuma hutbelerinde bu terör örgütlerinin savunduğu İslam anlayışının Kur’an’a aykırı olduğu anlatılamaz mı? Elinde yüz binin üzerinde kadrosu bulunan bir teşkilat basın-yayın ve televizyon aracılığı ile halkı aydınlatamaz mı? Açık oturumlar, paneller ve konferanslar düzenleyemez mi? Bu terör örgütleri ile sadece güvenlik güçleri mi mücadele edecek? Özellikle İlahiyat fakültelerindeki akademisyenlerin güvenlik güçlerine fikri olarak destek vermeleri gerekmiyor mu? Terör örgütlerine karşı canlarını siper eden güvenlik mensupları neden yalnız bırakılıyor?  Diyanet İşleri Başkanlığının tüm bu sorulara cevap vermesi gerekiyor. Öyle göstermelik olarak bir broşür yayınlamakla bu iş olmaz. Yayınladıkları kitapçıktaki dili de ne yazık ki sıradan insanların anlaması mümkün değildir. Kitapçıklarda ve broşürlerde kullanılan dil akademik bir değil, basit ve sade olmalıdır. Ayrıca Diyanetin artık mezhepçi damardan da kurtulması gerekiyor. Fetö’yü anlatıyor, ŞİA’ya benzetiyor, DEAŞ’ı anlatıyor, Hasan Sabbah’a benzetiyor. Dünyaya mezhepçi gözlüğü ile bakınca böyle oluyor. Bir türlü objektif olamıyor. Diyanetin kadroları bugünkü olaylara, Abbasi Halifesi Kadir Billah’ın bin yıl önce mezhepler hakkında almış olduğu kararlar doğrultusunda bakıyorlar. Bir türlü yirmi birinci yüzyıla gelemiyorlar.   

Makalemizi bitirirken, halkımızı din maskeli terör örgütlerine karşı bilinçlendirmek ve onları aydınlatmak hepimizin görevi olmalıdır. Ancak başta da bu görev Diyanet İşleri Başkanlığına düşmektedir. Zira bu fikri mücadeleyi ancak geniş olanaklara ve donanımlara sahip bir kurum yapabilir. Diyanet, bazılarına destek olmak ve popülist açıklamalar yapmak yerine, mezhepçi gözlüğünü çıkartarak asli görevine dönmelidir.

Saygılarımla.

23.09.2019

Hamdullah Dedeoğlu

 

 


7 Mart 2024 Perşembe

AMASYA BABA İLYAS CEM EVİ İNŞAATINA DESTEK GECESİ YAPILDI




Baba İlyas Cem evi inşaatı destek gecesinin açış konuşmasını Cem Vakfı Amasya Şubesi Başkanı Haydar Kılıç Dede yaptı.


Amasya Milletvekilleri Sayın Hasan Çilez, Sayın Reşat Karagöz ve Sayın Halük İpek  dayanışma  gecesine katılarak destek verdiler. 


Baba İlyas Cem evi inşaatına destek gecesine Amasya Belediye başkanı sayın Dr. Bayram Çelik eşi ile birlikte  katıldılar.


Müzisyen ve saz sanatçısı Özgür Akkız Deyiş ve düvazlar söyledi. 

Sanatçı Gökhan Göbel de sazı ve sözüyle geceye katkıda bulundu.

AMASYA BABA İLYAS CEM EVİ İNŞAATINA DESTEK GECESİ YAPILDI

Amasya’da yapımı devam eden Baba İlyas Cem Evi inşaatına destek amacıyla yemekli ve müzikli bir gece düzenlendi.

Büyük Amasya Otelinde düzenlenen geceye Amasya Belediye Başkanı Dr. Bayram Çelik, Amasya AK Parti Milletvekilleri Haluk İpek, Hasan Çilez, CHP Amasya Milletvekili Reşat Karagöz, AK Parti Amasya Belediye Başkan adayı Mehmet Uyanık, CHP Amasya Belediye başkan adayı Turgay Sevindi, İyi Parti Amasya Belediye Başkan adayı Erhan Ciğer katılarak destek verdiler.

Gecenin açılış konuşmasını CEM VAKFI Amasya Şubesi Başkanı Haydar Kılıç Dede yaptı. Haydar Kılıç Dede yaptığı konuşmada, sekiz yüz yıl sonra Baba İlyas Horasani’nin yaptığı hizmeti devam ettireceklerini, aş evi ve misafirhanenin ayırım yapmadan herkese açık olacağını, Cem Evinde Alevi İslam anlayışını yaşatmaya devam edeceklerini söyledi.

Dayanışma gecesi Amasyalı müzisyen ve saz sanatçısı Özgür Akkız’ın söylediği deyiş ve düvazlarla sona erdi.  

1 Mart 2024 Cuma

İMAM RIZA OCAĞININ AĞUÇAN OCAĞI İLE BAĞLANTISI NEREDEN GELİYOR ?




1523 yılında  Harput sancağının Kuzabad nahiyesine bağlı olan Sün Kürd (Sinokürd) ve Sün Türk (Sinotürk) köylerinin hane sayıları ve ödeyecekleri vergi miktarı. Tahrir (kayıt) defterinde yer alan bilgilere göre, Sün Kürd köyünde 43 evli (Hane), 23 bekar, Sün Türk köyünde 19 evli (Hane), 9 bekar erkek nüfus yaşamaktadır. Defterdeki kayıtlarda ayrıca Sinokürd köyündeki zaviyeye ait vergiden muaf iki çiftlik bulunduğu da yer almaktadır. (Ahmet Gündüz, 998 nolu Tahrir defterine göre, Musul, Mardin, Çermik, Harput ve Çemişgezek Sancaklarının Mukayeseli Tahlili, Yüksek Lisans tezi,  Sayfa 341, Fırat Üniversitesi,1993)

İMAM RIZA OCAĞININ AĞUÇAN OCAĞI İLE BAĞLANTISI NEREDEN GELİYOR?

İsmi alevi ocakların başında gelen Ağuçan (Ağuiçen) ocağının geçmişini merak etmiştim. Rahmetli dedem (kendisi İmam Rıza ocağının dedelerindendi) asıl köklerimizin Elazığ’daki Sün köyünden geldiğini, İmam Rıza ve Ağuçan ocağına mensup dedelerin buradan Anadolu’ya dağıldıklarını söylemişti. Araştırmalarım sonunda dedemin verdiği bilgilerin tarihi kayıtlarla örtüştüğünü gördüm. Edindiğim bilgilerin özeti şöyle:

Ağuçan ocağının kurucusu, Ebul Vefa Kürdi, ya da diğer ismiyle Ebul Vefa Bağdadi’dir. Asıl ismi Muhammed olup, 1026 da Irak’ın Kusan kentinde doğmuş ve 1107 yılında Bağdat’da vefat etmiştir. İslam ansiklopedisindeki bilgilere göre Ebul Vefa, 4. İmam Zeynel Abidin’in soyundandır. Abbasi halifesinin baskıları sonucu önce Hakkari bölgesindeki Kürt aşiretlerine sığınmış (ismindeki Kürdi eki buradan gelme) ve onları kendisine bağlamış, daha sonra da Urfa bölgesinde faaliyetlerine devam etmiştir. Ebul Vefa’nın ölümünden sonra, akrabalarından olan Seyyid Mençek Urfa’da zaviye kurmuş ve Ebul Vefa’nın takipçisi olmuştur. 1530 yılındaki Diyarbakır eyaletine ait tahrir defterlerindeki kayıtlar da bunu doğrulamaktadır. 998 numaralı tahrir defterinin Ruha (Urfa) livası bölümünde  “Mençek zaviyesi “ “ Mençek medresesi “ Mençek köyü “ ve “ Mençek değirmeni “  şeklinde kayıtlar bulunmaktadır. Doç. Dr. Ahmet Nezihi Turan'da "16. Yüzyılda Ruha (Urfa)" sancağı adlı yüksek lisans tezinde, Vefai tarikatının Urfa'da Mençek isimli zaviyesinin bulunduğunu, Memlukluların Şam melikine  (Beyi) ait vakıf gelirlerinin bu zaviyeye aktarıldığını belirtmektedir. (Sayfa, 160) Bu bilgiler de Seyyid Mençek’in Urfa bölgesinde irşatta bulunduğunu ve yöredeki insanları kendisine talip, diğer deyimle mürit yaptığı anlaşılmaktadır. Seyit Mençek’in oğullarının Şam’a kadar gittiği ve orada zaviyeler kurduğu da yine Şam eyaletinin 401 numaralı 1535 tarihli tahrir defterindeki kayıtlarda yer almaktadır.

KOCA SEYYİD VE SÜN KÖYÜ

Araştırmacı yazar Hamza Aksüt’ün televizyondaki konuşmalarından verdiği bilgilere göre, Seyit Mençek dört kardeşti. Koca Seyyid, Mir Seyyid ve Köse Seyyid. Kardeşlerden Koca Seyyid, 12. Yüzyılın başlarında bugün Elaziğ ilinin Keban ilçesine bağlı olan Sün köyüne gelerek burada zaviye kurmuş ve bölgedeki halka islam dinini tebliğ etmiştir. Bölgedeki Kürt, Türkmen ve yerli halktan da kendisine mürid edinmiştir. Türbesi de aynı köydedir. 1530 tarihli 998 numaralı Diyarbakır eyaletine ait tahrir (Kayıt-sayım) defterindeki kayıtlarda Hamza Aksüt'ün verdiği bilgileri doğrulamaktadır. Aynı kayıtlarda “ Sun Kürd” ve “ Sun Türk “ adlı iki köy bulunmaktadır. “Sun” kelimesinin “sine” anlamında olduğu anlaşılmaktadır. Tahrir defterlerinin bazı bölümlerinde “Sun-Sün” “ Sino” şeklinde yer almaktadır. “Sun Kürd” “Kürd Sineli”  “Sun Türk” “ Türk sineli” olup, “Sine Milli ocağı” gibi bir aidiyet belirtmek için kullanılmış olması gerekir. (İran'daki Kürdistan eyaletinin yönetim merkezinin ismi Farsça'da Senendec, Kürtçe'deki ismi ise, Sine'dir. İsim buradan gelmiş de olabilir.) Bu iki köyden de görüleceği gibi, Koca Seyyid’in hem Türk hem de Kürd kökenli talipleri olduğu anlaşılmaktadır. Bunu doğrulayan bilgeler de elimizde bulunmaktadır. Şöyle ki; 1530 tarihli Diyarbakır eyaletine ait defterlerde “Sun” köylerinin Harput (Harpurt) livasına bağlı Kuzabad nahiyesine bağlı olduğu yer almaktadır. Kuzabad nahiyesinin de Harput’un batısında yer aldığı belirtilmektedir. 1523 tarihli Harput sancağına ait tahrir defterindeki bilgiler de bunu teyit etmektedir., Bu defterdeki kayıtlara göre, Sün Kürd köyünde 43 hane, Sün Türk köyünde ise, 19 hane yaşamaktadır.

Diyarbakır eyaletine ait aynı defterlerde Cihanbeyli aşiretinin Harput sancağında oturduğu belirtilmektedir. Bazı obaları İmam Rıza ocağına bağlı olan Cihanbeyli aşireti Osmanlı arşiv uzmanı Cevdet Türkay’ın yazdığı “ Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler” eserinde “ Türkman Ekradı” olarak gösterilmiştir. 16. Yüzyılda büyük bir aşiret olan Cihanbeyli aşireti bünyesinde hem Türk, hem de Kürt kökenli cemaatleri barındırıyordu. Örneğin Cihanbeyli’nin kendisi oğuzların Beydili boyuna mensup gösterilirken, kendisine bağlı olan Herdili aşireti “ Ekrad” -Kürt olarak tanımlanmıştır. Bu da yukarıda verdiğimiz bilgileri doğrulamaktadır. 16. Yüzyılda Harput sancağında bulunan Cihanbeyli- Canbeyli-Canbek aşiretinden bazı obalar bugün Sivas’a bağlı Kangal ilçesinde yaşamaktadırlar. Canbek aşireti yetkilileri de Harput’tan geldiklerini teyit etmektedirler. Sivas’a gelen bazı aşiret mensupları buradan ayrılarak Bozok eyaletine (Tokat, Çorum, Yozgat, Amasya) yerleşip burada köyler kurmuşlardır. Bu obalarla birlikte İmam Rıza ocağına mensup dedeler de aynı bölgelere yerleşmişlerdir. Örneğin; İmam Rıza ocağına mensup dedeler bugün Yozgat ilinin Çekerek ilçesine bağlı Kırkdilim, Amasya Göynücek ilçesine bağlı Koyuncu ve Çulpara köyünde ikamet etmeye devam etmektedirler. 1830 tarihli Çorum ve 1838-1841 Kızılkünbed nüfus kayıtları da bu bilgileri doğrulamaktadır. Nüfus defterlerinde, Cihanbeyli aşiretine mensup köy ve mezralar ayrı sayfalarda yer almıştır. Kırk Dilim mezrası da Cihanbeyli aşiretine bağlı olarak gösterilmiştir.

AĞUÇAN VE İMAM RIZA  İSMİ NEREDEN GELİYOR ?

Yukarıdaki bilgileri verdikten sonra Ağuçan ve İmam Rıza isimleri nereden gelmektedir ? Yazar Hamza Aksüt’ün verdiği bilgilere göre, Seyyid Mençek zaviyesini Urfa’da bulunan “Ağuç-Avuç” çayı ya da Ağuç deresine yakın bir yerde kurmuştur. İsmini de bu çaydan almaktadır. (An eki Farsçada çoğul eki olup, Türkçedeki ler-lar eki gibidir. Ağuçan-Ağuçlular anlamına gelmektedir. Bir aidiyeti belirtmek için kullanılmıştır. H. Dedeoğlu) Bu görüş bize de daha doğru gelmektedir. Ancak gelenekten gelen söylenceye göre, Ağuçan dedesi zehir (ağu) içmiş, ancak aynı zehir etkisiz bir şekilde vücudundan dışarı çıkmıştır. Bu kerametten dolayı ocağa “ Ağu içen “ ocağı denilmiştir.

Yazara göre, İmam Rıza ocağı ise, Ağuçan ocağına mensup Seyyidlerden Rıza ismli tarafından kurulmuştur. Daha sonradan başına “ imam” eki getirilmiştir. Ocağın, Türbesi İran’ın Meşhed şehrinde bulunan 8. İmam Rıza ile ilgisi bulunmamaktadır. 

Yazar Hamza Aksüt'ün İmam Rıza Ocağı hakkında söyledikleri ile, Doç. Dr. Sadullah Gülten'in verdiği bilgiler çelişmektedir. Sadullah Hoca, "OSMANLI-VEFA-İ TARİKATI İLİŞKİLERİNE BİR KATKI" adlı makalesinde, Vefai tarikatı ile bağlantılı alevi ocaklarını sayarken İmam Rıza Ocağını buna dahil etmemiştir. Sayın Gülten, Vefai tarikatından gelen alevi ocaklarını şöyle sıralamaktadır. Sarı Saltuk, Şeyh Çoban, Ağu İçenler, Delil Bircan, Üryan Hızır, İmam Zeynel Abidin, Dede Karkın, Kara Pirbad, Şeyh Hasan. (Sayfa, 4)

İmam Rıza ve Ağuçan ocağı hakkında edindiğimiz bilgilerin özetini sizlere sunduk. Bazı konularda farklı düşünceler olsa da bize göre, İmam Rıza Ocağına mensup dedelerin geldikleri yer Horasan Bölgesinin Meşhed şehrinde bulunan 8. İmam Rıza'nın türbesidir. Sözlü gelenekten gelen bilgiler de bu yöndedir. Dedem de hep Horasan'dan geldiğimizi ifade etmiştir. 

Yukarıdaki bilgilerden de görüleceği gibi Ağuçan ocağı ve diğer alevi ocakların tarihi bin yıl öncesine dayanmaktadır. Biz bu yazımızda bu ocaklardan sadece ikisini ele aldık. Türkiye’de yüzün üzerinde ocak bulunmaktadır. Ağuçan ocağının önemli merkezlerden biri Tunceli’nin Hozat ilçesine bağlı Bargini köyündedir. İmam Rıza ocağının bir diğer merkezi de yine Tunceli iline bağlı olan Pertek ilçesinin Koçpınar köyündedir.

Saygı ve hürmetle.
Hamdullah Dedeoğlu
10.09.2019

***Yazar Hamza Aksüt'ün Ağuçan ve İmam Rıza Ocağı ile ilgili verdiği bilgiler  TV 10 kanalında yapmış olduğu konuşmalarından alınmıştır. 

Ekler:
--1530 tarihli 998 nolu Diyarbakır Tahrir Defteri CİLT 1, Devlet  Arşivleri Genel müdürlüğü yayınları.
--401 Nolu Şam eyaleti Tahrir Defteri, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları.
--Kızılkünbed Nüfus defterleri,  Dr. Ebubekir Güngör, Aydıncık Belediyesi Yayınları.
--1523 Tarihli Harput Sancağı Tahrir defteri, Ahmet Gündüz Yüksek Lisans Tezi.
















Sayın Ahmet Gündüz'ün yüksek lisans tezinde Sinokürd ve Sinotürk köyleri ile ilgili bölüm. Buradaki bir haneyi ortalama beşle çarpmak gerekir. Zira bu kayıtlarda sadece vergi verecek olan erkek nüfusun sayımı yapılıyordu. Kadınlar ve çocuklar bu sayıma dahil edilmiyordu.


Doç. Dr. Sadullah Gülten'in  Vefai tarikatı ile ilgili makalesinde  alevi ocaklarının geçtiği bölüm:



FETÖCÜ EMRE USLU’YA CEVAP: “ALEVİLER KİMSENİN APARATI OLMAZ. O SİZE MAHSUSTUR”

 FETÖCÜ EMRE USLU’YA CEVAP: “ALEVİLER KİMSENİN APARATI OLMAZ. O

SİZE MAHSUSTUR”

Ergenekon ve Balyoz davalarının baş tetikçilerinden “Taraf” gazetesi yazarı Emre Uslu tertiplerine Amerika’da da devam ediyor. Youtube da videolar yayınlayan Emre Uslu "yeni devlet" ile "eski devlet" arasında bir mücadele yaşandığını, eski devlet yanlılarının iktidara karşı Fenerbahçe taraftarını, Alevileri, Kemalistleri “mobilize ettiğini” ve  bu kitleleri yeni bir “gezi olayı” için bir araç ve aparat olarak kullanmayı amaçladığını ileri sürmektedir.

 Emre Uslu, kışkırtma amacı taşıyan bu analizleri ile neyi amaçlamaktadır? Fetö’nün basın ve yayın alanındaki temsilcilerinin son zamanlarda yayınladıkları yazı ve videolarda dolaylı olarak AKP iktidarına selam çaktıkları anlaşılmaktadır. Öyle ki hızını alamayan Emre Uslu, AKP iktidarı tarafından Cumhuriyet rejiminin tabutuna “son çivi” çakıldıktan sonra Anıt Kabrin bir “utanç” müzesi olarak tarihteki yerini alacağını dahi söyleyebilmektedir. Bu yorumlardan da Fetöcülerin “eski-yeni” devlet çatışmasında AKP iktidarına destek olacakları açıkça ifade edilmektedir. Bu mesajların ayrıca FETÖ’nün, AKP ile “barışma” amacı taşıdığı da görülmektedir. AKP iktidarının da tıpkı Ergenekon ve Balyoz davalarında Fetö unsurlarını nasıl bir aparat olarak kullandıysa, yine aynı şekilde onların “beceri” ve “yeteneklerinden” faydalanması da muhtemel görülmektedir.

Fetöcü Emre Uslu’nun Alevi kitlesini de dahil ederek Youtube da yayınladığı kışkırtıcı yayınlarına kendi sitesinde cevap verilmesinin yararlı olacağını düşündüm. Zira meydanın bu tip provokatörlere bırakılmasının doğru olmayacağı kanaatindeyim. Bu tip kışkırtıcılar amaçlarına ulaşmak için her şeyi mübah gören bir anlayışa sahiptirler. Ergenekon ve Balyoz davalarında “Yargıda Alevi cuntası var” “Orduda Alevi cuntası var” şeklinde yaptıkları tertiplere devam edecekleri anlaşılmaktadır. Buna karşı bütün Alevi dernek ve vakıfların çok uyanık olması gerekmektedir.

 Fetöcü Emre Uslu’ya kendi sitesinde verdiğim cevap aynen şöyledir:

 “Emre Bey, geçmişte AKP’ye verdiğiniz desteği dolaylı olarak sürdüreceğiniz anlaşılıyor. Herhalde yeni bir misyon üstlenmişsiniz. Kafanızı yine Aleviliğe ve Alevilere takmışsınız. Ergenekon ve Balyoz davalarında sizin cenahtan “Alevi cuntası” yalanlarının kime hizmet ettiğini biliyoruz. 1. Ordu komutanı olan Trabzonlu Çetin Doğan’ı bile Alevi yaptınız. Onlarca masum insanın hayatını kararttınız. Bunun vebali sizin üzerinizde duruyor. Aleviler sizin iddia ettiğiniz gibi kimsenin aparatı olmaz. Kimse de Alevileri bu amaçla kullanamaz. O sizin yapacağınız bir görev. Çünkü bu konuda sabıkanız var. Kemalizm’i de kimse tarihe gömemez. Sizin gibi bir güruhun gücü nasıl yetmediyse, diğerlerinin gücü de yetmez. Çünkü Kemalizm gücünü emperyalizme karşı vermiş olduğu bağımsızlık mücadelesinden alıyor. Sizin gibi bir tarikat veya cemaatten değil. Size tavsiyem senaryolarınıza Alevileri dahil etmeyin. Zira sizin Aleviler hakkında ne düşündüğünüzü çok iyi biliyoruz. Başka kapıya gidin Olur mu? “

 Hamdullah Dedeoğlu

04.01.2024








Popular