22 Mart 2024 Cuma

HAMDULLAH DEDEYİ YARGILAYAN ŞERİAT MAHKEMESİ : "NEDEN DUALARI TÜRKÇE OKUYORSUNUZ ? "





Hamdullah Dede'nin Amasya  Şehir Merkezindeki Türbesi.

HAMDULLAH DEDEYİ YARGILAYAN ŞERİAT MAHKEMESİ: “ NEDEN DUALARI TÜRKÇE OKUYORSUNUZ  ? "

Osmanlı ordusunun bel kemiğini oluşturan Yeniçeri ocağı, 1826’da ikinci Mahmut döneminde kapatılmış, Ocağın inanç olarak bağlı bulunduğu Hacı Bektaş Dergahı postnişini Hamdullah dede İstanbul’da meydana gelen olaylardan sorumlu tutulmuştu. Kırşehir’deki Şeriat mahkemesinde yapılan duruşmalar on gün sürmüş, mahkeme Hamdullah dede ve sekiz Dergah görevlisi hakkında idam kararı vermişti. Mahkemenin idam kararı Hamdullah Dede’nin soyunun Ehli Beyt’e dayanması nedeniyle, padişah tarafından bozularak Amasya’ya sürgüne çevrilmişti. Padişah, Ehlibeyt katliamcısı olarak tarihe geçmekten çekinmişti. Bu kararı almasında, mahkeme heyetinde yer alan miralay Abdullah Hüseyin efendinin katkısının da bulunduğu anlaşılmaktadır. Abdullah Hüseyin efendinin duruşmaları bilinçli olarak uzatmasının nedeninin, padişahı uyarmak için zaman kazanmaya yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Zira, o dönemde Kırşehir-İstanbul arası gidip gelmek takriben bir haftalık zamandan az değildi.

Mahkemedeki soruları ve suçlamaları okuduğumda hayretler içinde kaldım. Bir kadının ya da müftünün ithamları bu kadar basit, mantık dışı ve cahilce olabileceğini tahmin edememiştim. İmparatorluk yaşamış bir devletin din adamlarına bunu yakıştıramadığımı tekrar tekrar belirtmeliyim. Bu örnek, Osmanlı devletinin kuruluşundaki değerlerden ne kadar uzaklaştığını ve bilimden ne kadar koptuğunu gösteren en büyük delildir. Osmanlı’nın neden sanayi devrimini atladığını, neden Avrupa’daki Reform ve Rönesans hareketlerini yaşamadığını daha iyi anladım. Bu yargılamada da görüleceği gibi, sözde din adamlarının toplum yaşamında ne kadar etkili olduğu açıkça görülmektedir. Bu sözde din adamları, Osmanlı’da yeni bir sınıf ve tabaka oluşturmuşlar ve bütün yenilikleri kendi “din” anlayışlarına aykırı bulmuşlar. 

Mahkemede önemli bulduğum beş suç iddiasını ele alıp, İslam’ın esas kaynağı olan Kur’an’ı Kerim’de yer alan ayetlerle cevap vermek istiyorum. Önce mahkeme heyetini tanıyalim. Hamdullah Dedeyi yargılayan Kırşehir’deki Şeriat mahkemesi şu üyelerden oluşuyordu..

Baş Kadı: Hacı Müfit Efendi

KATİP: Mevlana İsmail Efendi.

MÜFTÜ: Hacı İlmullah Halim Efendi.

Konya Kadısı: Aksaraylı Abdul Kayyum Efendi

Müşavir Miri Alay Kaymakam: Abdullah Hüseyin Efendi.

“ EHLİ SÜNNET DIŞINDAKİLERİN KATLİ VACİP, KANI HELALDİR “

1- Baş kadı Hacı Müfit Efendi Şeriat mahkemesinde ilk sorusuna şöyle başlıyor: “Kanı helal Şeyh Senin ve mensubunun kanı helaldir. Sapkın bidat (İslam dışı) mezhebinden tövbe et. Sonra cevap ver. Şu anda birkaç saat, birkaç dakikalık zamanın var. Ehli sünnet yolundan ayrıldığına tövbe et”

İlk sorusu böyle olan birisi için ne denilir. "Ön yargılı, daha yargılamadan idam kararını önceden vermiş, içinde büyük bir kin ve öfke taşıdığı açıkça görülüyor" denmez mi?. Kelime-i şahadet getiren, yani, Allah’ın birliğine inanan, Hz. Muhammed’i peygamber olarak gören bir din adamına böyle hitap edilir mi? Kaldı ki, farklı bir inanca mensup olsalar bile, böyle bir suçlama yapılır mı? Üstelik Ehli-Sünnet mezhepleri dediği Abbasi halifesi Kadir Billah'ın 1029 yılında aldığı bir karara dayanmaktadır. Yani Abbasi halifesi kendi hanedanlığının devamıni sağlamak için İslam coğrafyasinda yer alan dort mezhebi yasal saymış, kendi iktidarina destek vermeyenleri de islam dışı goren bir karar almış olmasıdır. Kadı Efendinin  "dört Hak mezhebi" dediği de buna dayanmaktadır. Şimdi Halifenin aldiğı bu kararı Kur’an’da yer alan ayetlere göre değerlendirelim.

BAKARA SURESİ, 256. Ayet: “Dinde BASKI, ZORLAMA yoktur”

ŞUARA SURESİ: 48. Ayet :  “ .... Biz seni onlar üzerine BEKÇİ göndermemişiz. Sana düşen, tebliğden başka bir şey değildir.”

GAŞİYE SURESİ : 21. 22. Ayet: “Artık Kur’an ile uyar. Çünkü sen, Kur’an ile uyaran-düşündüren birisin. Üzerlerine musallat bir DESPOT değilsin. Başlarına dikilip, satır, satır bir şeyler dikte ettiren bir zorba değilsin.”

Kur’an’daki ayetler gayet açık, ancak sözde din adamının Kur’an’dan bi haber (habersiz) olduğu anlaşılıyor. Sonuç olarak kadının bu iddiasi Kur'an'a aykırıdır.

KADI: Sen şu mezhebini anlat.

HAMDULLAH DEDE: El Hamdülillah Müslümanım. Ehli İslam, Cemaati Ali  Resul mezhebindenim.

KADI: Sus be densiz, EHLİ SÜNNET dışındaki olanlar İslam dışı, kendileri kafir, kanları helaldir, Katli vaciptir.

Hamdullah Dede Hazreti Muhammed’in ve onun ehli beytinin yolundan olduğunu söylüyor. Fakat, kadı efendi bunun ne anlama geldiğinden de bi haber olduğu anlaşılıyor. Ehli Beyt ile ilgili olan Kur’an ayeti de şöyledir:

ŞURA SURESİ : 23. Ayet: “ Allah’ın, iman edip, barışa-hayra yönelik işler yapanlara müjdelediği, işte budur. De ki, ben buna karşılık sizden, yakın akrabamı-Ehlibeytimi sevmeniz dışında bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik-güzellik üretirse onun için, o ürettiğine bir güzellik daha ekleriz. Çünkü, Allah Gafur’dur, Çok affeder, Şekur’dur, iyiliğe karşılık verir. “

Ayrıca, peygamber efendimiz Hz. Muhammed, bırakalım Müslümanları farklı dinde olanların inanç ve ibadet özgürlüğünü savunmuştur. Konuyla ilgili hadis şöyledir:

“ Medine sözleşmesi, Müslümanlarla birlikte, Medine’li Yahudilerin din ve vicdan hürriyeti gibi temel haklarını da güvence altına almıştır. Yemen’e vali olarak gönderdiği Muaz B. Cebel’e Yahudilere dinleri konusunda problem çıkarmaması talimatını vermiştir. (Belazuri, Sayfa 71, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)

“ HAYIR VE ŞER ALLAH’TANDIR “

2-KADI: Hayrın, Şer’in Allah’tan geldiğine niçin inanmıyorsun? Bu sapıklık değil mi? Bu küfür değil mi?

HAMDULLAH DEDE: Allah hayrı yaratır. Allah’ın adı ve sıfatları içinde acıyan, bağışlayan, esirgeyen, seven, affeden, nimet veren adları olduğu halde, ŞER ADI yoktur. Suçlu, o fiili işleyendir.

 Hamdullah dede, bunu söylerken, aslında yine Kuran’a dayanmaktadır. Ancak, kadının buna da bilgisi cevap vermiyor. Kur’an’daki ilgili ayet şöyledir:

NİSA SURESİ: 79. Ayet: “İyilik ve güzellikten sana her ne ererse Allah’tandır. Kötülük ve çirkinlikten sana ulaşan şeyse kendi nefsindedir.”

ŞURA SURESİ 30 Ayet: "Size gelen çatan her felaket ellerinizle işlediklerinizden dolayıdır."

3- KADI: Gayrı Müslümleri dergahta misafir etmişsiniz. Onlarla dost olmuş, sohbet etmişsiniz. Bu işlediğiniz cürüm katlinizi gerektirir.

HAMDULLAH DEDE: Biz, misafirperveriz. Misafirlerimiz arasında din, mezhep ayırımı yapmayız. Bu dinimizde de vardır.

Kadı efendi misafir kabul edip, ağırlamayı da büyük bir suç sayıyor. Bunun için bile öldürülmeleri gerektiğini söylüyor. Meğerse, İŞİD kafası on dokuzuncu yüzyılda da varmış. Kökleri bayağı eskiymiş. Konuyla ilgili olarak, Hazreti Muhammed’in bir hadisini aktarmak yerinde olacaktır.

“Peygamberimiz kendileriyle görüşmek üzere Medine’ye gelen NECRAN Hristiyanlarının Mescidi Nebeviye’de AYİN yapmalarına Müsaade etti. (İbni Hişam Cilt 2. sayfa 206, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi)

4-KADI: Şeyh Efendi, Allah Arapça konuşuyor, Kur'an'ı Kerim Arapça'dır. Peygamber Arapça konuşuyor.  Siz neden duaları Türkçe okuyorsunuz?

HAMDULLAH DEDE: Ahalimiz Arapça bilmiyor. Türkçe konuşuyor. Dualarımızın anlaşılması için, kendi dilimiz olan Türkçe ile okuyoruz.

MÜFTÜ: Ayetin manası sizi ilgilendirmez. MANASINI anlamadan okunan daha sevaptır.

Şimdi bu kadıya ne demeli? Rahmetli Aşık Mahzuni Şerif’in sözleri gelip yerini buluyor. “ Hey Arapça okuyup, yazanlar Allah Türkçe bilmiyor mu? ”   Böyle bağnaz ve tutucu birine nasıl cevap verilebilir? Her şeyi yaratan, bilen Allah, neden kendisine TÜRKÇE dua eden kulunu anlamasın. Bu kadı efendi herhalde bundan da habersiz. Cehaletin bu kadarına da pes doğrusu. Kur'an Arap kavmine indiği için, daha kolay anlaşılsın diye onların diliyle yazılmıştır. Arapça bilmeyenlere de Kur’an’ı kendi dillerinde öğrenmesi Kur'an'a uygun değil mi? Bre cahil. Konu ile ilgili ayetler şöyledir:

ZUHRUF SURESİ 23. Ayet: " Apaçık kitaba and ederim ki, biz onu anlayasınız diye Arap'ça bir Kur'an yaptık. "

FUSUSULET SURESİ: 44. Ayet: " Biz bu Kur'an’ı yabancı bir dille meydana koysaydık, ... Bir Arap'a yabancı bir dille söylenir mi? diyeceklerdi."

5-MÜFTÜ: Dinimiz akıl dinidir dermiş sin? Dinimiz, akıl dini olsaydı inanmayı imanın şartı olarak kabul etmezdik.

HAMDULLAH DEDE: Allah kitabında “Aklınızı kullanın” buyurur. Kur’an’daki ayetler bunu emrediyor.

Konuyla ilgili ayetler şunlardır:

ENAM SURESİ: 151. Ayet : “ De ki onlara, hadi gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını yüzünüze karşı okuyayım: Hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın. Ana-babaya çok iyi davranın. Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Biz sizi de onları da rızıklandırırız. Kötülüklerin görünenine de gizli kalanına da yaklaşmayın. Allah’ın saygın ve aziz kıldığı cana, bir hakkı savunmak dışında kıymayın. Allah size bunları önerdi ki, AKLINIZI işletebilesiniz. “

BAKARA SURESİ: 44. Ayet: “İnsanlara hayırda erginliği-dürüstlüğü emredip de öz benliklerinizi unutuyor musunuz? Üstelik de kitabı okuyup, durmaktasınız. Hala AKLINIZI kullanmayacak mısınız? “

KASAS SURESİ: 60.Ayet: “ Nasiplendirildiğiniz şeyler şu iğreti hayatın yararından ve süsünden ibarettir. Allah’ın katındaki ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. Hala AKLINIZI işletmeyecek misiniz? “

NAHL SURESİ: 12. Ayet: " ...Şüphe yok ki, bunlarda akıl eden kimseler için dersler vardır."

ZÜMER SURESİ: 9. Ayet: " ....Ey Muhammed! de ki, bilenlerle bilmeyenler bir olur mu ? Ancak AKIL sahipleri bundan öğüt alırlar."

ZÜMER SURESİ: 17 ve 18. Ayetler: "...Ey Muhammed! Dinleyip de en iyi söze uyan kullarımı müjdele. İşte Allah'ın doğru yola eriştirdikleri bunlardır. İşte onlar AKLI başında bulunanlardır. "

SAD SURESİ: 29. Ayet: " Ey Muhammed! Sana indirdiğimiz bu kitap kutludur. Ayetleri düşünsünler. AKLI olanlar ibret alsınlar. "

RUM SURESİ: 28. Ayet: “ Size öz benliklerinizden bir örnek verdi: Ellerinizin altında bulunanlardan, size verdiğimiz rızıklarda, sizinle aynı haklara sahip, birbirinizden çekindiğiniz gibi, kendilerinden çekineceğiniz ortaklarınız olur mu? İşte biz, AKLINI işletebilecek bir topluluk için ayetleri böyle fasıllara ayırarak açıklıyoruz. “

 Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Hamdullah dedenin bütün savunmaları ve konuşmaları Kur’an’a dayanmaktadır. Kur’an’ı çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Ancak, karşısındakilerin bundan mahrum oldukları açıkça görülmektedir. Şeriat mahkemesinde kadılık yapanların bilgi, kültür ve din eğitiminden ne kadar yoksun olduğu, çok kaba, yüzeysel, ön yargılı bir bakış açısına sahip oldukları görülmektedir. Eğitimde Arap alfabesinin yerine Latin alfabesine geçilmesine karşı çıkan Şeyhülislam’ın gerekçesi “ Şeriat’a aykırıdır “ kararı olmuştu. Şeyhülislam’ı bu düşüncede olan bir devletin kadısından ve müftüsünden daha ne beklenir ki? Osmanlı’daki adaleti bu düşüncedekiler mi sağlayacak? Buna adalet denilir mi? Bu düşüncedeki bir devlet ayakta kalabilir mi? Bilime, akla kapalı olan bir toplum düzeni dünyadaki gelişmeleri yakalayabilir mi?

Çürümüş ve kokuşmuş bu sistemi yıkıp, yerine cumhuriyeti ve modern hukuk mahkemelerini kuran büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ü saygı ve minnetle anıyorum. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.

Saygılarımla.

Hamdullah DEDEOĞLU

14.10.2017

KAYNAK: Hamdullah Çelebi'nin Savunması, İsmail Özmen-Yunus Koçak, 

* Kur’an’daki ayetler, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ve Milliyet Gazetesinin yayınladığı Kur'an'ı Kerim çevirisinden alınmıştır.

 

İŞİD-DEAŞ VE EL KAİDE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN FİKİR KAYNAĞI VAHABİLİK Mİ ?

İŞİD-DEAŞ-EL KAİDE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN FİKİR KAYNAĞI VAHABİLİK Mİ?

İslam coğrafyasını kasıp kavuran El Kaide, İŞİD (DEAŞ), BOKO HARAM gibi terör örgütlerinin İslam anlayışı nedir? Eylemlerine gerekçe yaptıkları ideolojinin kaynağı nereden geliyor? Bugün ki makalemizde bu sorulara cevaplar vereceğiz.

Yukarıda isimlerini verdiğimiz terör örgütlerinin eylemlerine gerekçe yaptıkları “İslam” anlayışı Vahabiliğe dayanmaktadır. Diyanet işleri başkanlığı da yayınladığı “DEAŞ DEHŞETE DAYALI BİR DİN İSTİSMARI” adlı kitapçıkta aynı tespiti yapmaktadır. O halde, makalemizin konusu olan Vahabilik neyi savunmaktadır? Önce onların fikirlerini bilmemiz gerekiyor. Sonra da bu fikirlerin Kur’an’a ve İslam dinine aykırı olup olmadıklarını bakmamız gerekiyor. Makalemizde ana kaynağımız Prof. Dr. Yusuf Yörükan’ın 1953 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisinde yayınlanan “VAHABİLİK” adlı inceleme yazısı olacaktır.

Vahabilik mezhebinin kurucusu olan Muhammed bin Abdulvahab, 1703’de Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı Hicaz bölgesinin Uyeyne kasabasında doğdu. 1791’de Deriye (Riyad) kentinde öldü. Babası Hanbeli mezhebinin imamlarındandı. Önce babasından, sonra da Mekke, Medine ve Şam vilayetlerinde Şafii ve Hanefi imamlardan din eğitimi gördü. Ancak aldığı bu din eğitiminden sonra çok farklı bir İslam anlayışını benimsedi. Bu nedenle hem ailesinden hem de çevresinde tepki çekti. Bunun üzerine fikirlerini yaymak için çöl bedevilerini kendisine hedef kitle seçti. İbni Abdulvahab, Müslüman kitlesinin altı yüz yıldan beri aldatıldığını, tarikatlara girdiklerini, türbeleri ziyaret ettiklerini, ibadetlerini ihmal ettiklerini, bu nedenle bunların mallarının “gerçek Müslümanlara helal” olduğunu telkin ederek, çöl bedevilerini yağma ve talana teşvik etti. Ve etrafına topladığı bedevilerle bölgedeki halkın mallarına zorla el koymaya başladı.

 Kendisine bağlı bir kitle yaratan İbni Abdulvahab, 1730 yılında Deriye (Riyad) kasabasına yerleşti. Bir süre sonra, Deriye kasabasının kabile reisi, Muhammed bin Suud’a kendi görüşlerini kabul ettirdi. Kabile reisi Deriye ve çevresindeki köylerde yaşayanları İbni Abdulvahab’a tabi kıldı. Burada iyice güçlenen Vahabiler saldırılarını daha da artırdılar. Kabile reisi İbni Suud, elde edilen ganimetlerden PAY alıyordu. Bölgenin yerel yöneticileri Vahabilere karşı mücadelede başarısız kalıyorlardı. Vahabilerin kontrol ettikleri bölgeler her geçen gün artıyordu. Osmanlı devleti ise, o yıllarda Ruslarla savaş halindeydi ve balkanlardaki iç isyanlarla uğraşıyordu. 

VAHABİLERİN İNGİLİZ DESTEĞİ İLE OSMANLI DEVLETİNE İSYANI

İbni Vahab öldüğünde, Necid ve Yemen’in büyük bir kesimi Vahabilerin denetimine geçmişti. Kendisinden sonra mezhebin başına oğlu Abdülaziz geçti. Onun döneminde bölge halkına yapılan talan ve yağma saldırıları Mekke, Medine, Irak ve Mısır’a kadar ulaştı. Kerbela’ya gönderdiği yağmacılar, Hz. Hüseyin’in türbesindeki altın, gümüş ve kıymetli eşyaları alarak Deriye’ye getirdiler. İran şahı, Osmanlı’ya gönderdiği mektuplarda saldırganların cezalandırılmasını, aksi taktirde bu işi kendilerinin yapacağını bildirdi. Durumun önemini kavrayan Osmanlı yöneticileri, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’ya yetki vererek asilerin yakalanmasını ve cezalandırılmasını, bölgenin de tekrar huzura kavuşturulmasını istediler. Mısır valisi ve oğlu İbrahim İki koldan Hicaz bölgesine girdiler. Vahabilerin ele geçirdiği yerleri onlardan temizlediler. İbni Vahab’ın iki oğlu bu çatışmalarda öldü. Vahabi hareketinin başında bulunan diğer oğlu Abdullah yakalanarak İstanbul’a gönderildi. İstanbul’daki yargılamadan sonra idam edildi.

Vahabi hareketi belli bir süre ortadan kalkmıştı. Ancak ileriki yıllarda İngilizlerin de desteğini alarak, Osmanlı devletine savaş açtılar. Ve Hicaz bölgesini denetim altına aldılar. Birinci dünya savaşının sonunda da yine İngilizlerin desteği ile Hicaz bölgesindeki bugünkü Suudi Arabistan devletini kurdular.

Vahabi hareketin ve bugünkü Suudi Arabistan’ın kuruluşunu kısaca özetledik. Şimdi asıl konumuza gelelim. Vahabilik neyi savunmaktadır? Diğer mezheplerden farkı nedir?

VAHABİLİĞİN İSLAM ANLAYIŞI

1-Dinde aklı kullanmayı reddederler. Hukuki içtihatları (yorumları), fen bilimlerini, felsefeyi kabul etmezler.

2-İbadetleri (namaz-oruç) imandan sayarlar. İbadetlerin yerine getirilmesinin imanı artırdığını ileri sürerler.

3-Kabirler üzerine türbe yapılmasını, ziyaret edilmesini dine aykırı bulurlar.

4-Tevhidde Kelime-i Şahadeti yeterli bulmazlar. İbadetlerin de yapılmasını şart koşarlar.

5-Vakıf müesseselerini reddederler, batıl bulurlar.

6-Namazın cemaatle kılınmasını şart koşarlar. Beş vakit namazın Camii’de kılınmasını mecburi sayarlar.

7-Sigara ve nargile içenler sarhoş olarak kabul edilir, cezası kırk değnektir.

8-Dinde tasavvufu reddederler. Tarikata girmeyi şirk (Allah’a ortak koşma) sayarlar.

9-Peygamberin hatıralarını anmayı, Hırka-i Şerif, Sakal-ı şerif ziyaretlerini şirk olarak kabul ederler.

10-Hz. Muhammed’e “Seyyiduna” ve “Mevlana” diyenleri kafir olarak kabul ederler.

11-Nazar boncuğu takmayı şirk olarak kabul ederler.

Yukarıda Vahabiliğin kısaca din anlayışını özetledik. Görüleceği gibi, savunduğu fikirler tamamen İslam’a aykırı, fanatik ve saldırgan bir yapıya sahiptir. Kendileri gibi inanmayan ve düşünmeyen her kesi düşman olarak kabul etmektedirler. Ve onlara karşı şiddet kullanmayı, onların can ve mallarının gasp edilmesini ve ortadan kaldırılmasını kendi anlayışına göre “HELAL” görmektedir. İşte İŞİD ve EL KAİDE gibi terör örgütleri de bunu savunmaktadır. Savundukları fikirlerle ve yaptıkları eylemlerle İslam coğrafyasını kan deryasına çevirmişlerdir. İslam coğrafyasını sömürgeleştirmek isteyenlere zemin hazırlamışlar ve onların piyonu olmuşlardır. Aynen birinci dünya savaşında İngiliz emperyalistlerine hizmet ettikleri gibi bugün de bu görevlerine devam etmektedirler. Oysa, İslam dini ilim ve fenne önem vermiş “ilim Çin’de dahi olsa gidip alın” demiştir. Vahabi anlayış ise, İslam’ı bağnaz, tutucu, gerici ve saldırgan bir din gibi sunmaktadır.

Vahabiliğin İslam anlayışını reddeden konuyla ilgili ayetler şunlardır:

ZÜMER SURESİ: 9. Ayet: “ …Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak AKIL sahipleri bundan öğüt alır.”

SAD SURESİ: 29. Ayet: “Ey Muhammed! Sana indirdiğimiz bu kitap kutludur. Ayetlerini düşünsünler. Aklı olanlar ibret alsınlar.“

ENAM SURESİ: 151. Ayet: “Haklı olmadıkça cana kıymayın. Allah bunu size haram etmiştir.”

BAKARA SURESİ: 256. Ayet: “Dinde baskı ve zorlama yoktur.”

Kur’an’daki ayetler gayet açıktır. Kur’an, aklı kullanmayı emrederken, meşru savunma dışında insan öldürmeyi ve zulmetmeyi yasaklamıştır. Ayetler açık olmasına rağmen, terör örgütleri eylemlerini “dinin gereği” gibi sunmaya devam etmektedirler. Terör örgütlerinin bu anlayışına İlahiyatçı-yazar Prof. Dr. Yusuf Yörükan’ın VAHABİLİK hakkındaki inceleme yazısı ile cevap vermeye devam edelim. Yusuf Yörükan Hoca, Vahabilik hakkında şöyle yazmaktadır:

“ Dinde akla yer vermemek meselesine gelince: Bu, evvela İslam ruhuna, peygamberin yoluna ve Kur’an-ı Kerim’in beyyine ayetine, tefekkür edin, nazar edin, emirlerine muhaliftir. Eğer din akla kıymet vermiyorsa, FİKİR ve VİCDAN hürriyeti yoktur. Anlamadan inanmak zorla inandırmaktır. Bu da taassup ve istibdatı doğurur. Zihinleri uyuşturur. İnsanlar gerçekleri hurafelerden ayıramaz olur. Halbuki Müslümanlık hurafelerle mücadele eden ve batıl itikatları reddeden, hamle verici bir dindir. Hz. Peygamber Müslüman olmak için müracat edenlere: “” Evvela, batıl itikatları ve hurafeleri terk edeceğinize söz verin, ondan sonra size Müslümanlığı tebliğ ederim“” demiştir.”

Yusuf hoca dinde aklı kullanmayı reddeden Abbasi halifelerinden ve Endülüs devletini yönetenlerden örnekler vererek şöyle devam etmektedir:

“… İslam tarihinde akılcılarla, nasiyecilerin (dinde aklı kullanmayı reddedenler) çarpıştığı devirler göz önüne alınmalıdır. Abbasi halifelerinden MEMUN ve halefleri zamanında AKILCILIK hüküm sürüyordu. Bu devir, İslam’da ilim ve medeniyetin ilerlediği ve insanların refaha kavuştuğu bir devirdir. MÜTEVEKKİL zamanında Ahmet İbni Hanbel’in nüfuzu dolayısıyla nassiyecilik (nakilcilik) hakim olunca, medeniyet ışığı süratle karardı. Abbasi devrinin insanları bir daha refah göremediler. ENDÜLÜS’de fikir hürriyeti yaşandığı devirde Avrupa’yı uyandıran bir medeniyet vücuda geldiği halde, HANBELİLİK orada hakim duruma geçtikten sonra, çok geçmeden Endülüs devleti yıkıldı. “

İlahiyatçı-yazar, Prof. Dr. Yusuf Yörükan yetmiş yıl önce Vahabilik konusunda bunları yazıp, İslam ülkelerini aydınlatmaya çaba sarf ederken, Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda yeterli bilgilendirme ve halkı aydınlatma görevini yerine getirebiliyor mu?  Konu ile ilgili olarak bir kitapçık yayınlamakla bu iş bitiyor mu?  Cuma hutbelerinde bu terör örgütlerinin savunduğu İslam anlayışının Kur’an’a aykırı olduğu anlatılamaz mı? Elinde yüz binin üzerinde kadrosu bulunan bir teşkilat basın-yayın ve televizyon aracılığı ile halkı aydınlatamaz mı? Açık oturumlar, paneller ve konferanslar düzenleyemez mi? Bu terör örgütleri ile sadece güvenlik güçleri mi mücadele edecek? Özellikle İlahiyat fakültelerindeki akademisyenlerin güvenlik güçlerine fikri olarak destek vermeleri gerekmiyor mu? Terör örgütlerine karşı canlarını siper eden güvenlik mensupları neden yalnız bırakılıyor?  Diyanet İşleri Başkanlığının tüm bu sorulara cevap vermesi gerekiyor. Öyle göstermelik olarak bir broşür yayınlamakla bu iş olmaz. Yayınladıkları kitapçıktaki dili de ne yazık ki sıradan insanların anlaması mümkün değildir. Kitapçıklarda ve broşürlerde kullanılan dil akademik bir değil, basit ve sade olmalıdır. Ayrıca Diyanetin artık mezhepçi damardan da kurtulması gerekiyor. Fetö’yü anlatıyor, ŞİA’ya benzetiyor, DEAŞ’ı anlatıyor, Hasan Sabbah’a benzetiyor. Dünyaya mezhepçi gözlüğü ile bakınca böyle oluyor. Bir türlü objektif olamıyor. Diyanetin kadroları bugünkü olaylara, Abbasi Halifesi Kadir Billah’ın bin yıl önce mezhepler hakkında almış olduğu kararlar doğrultusunda bakıyorlar. Bir türlü yirmi birinci yüzyıla gelemiyorlar.   

Makalemizi bitirirken, halkımızı din maskeli terör örgütlerine karşı bilinçlendirmek ve onları aydınlatmak hepimizin görevi olmalıdır. Ancak başta da bu görev Diyanet İşleri Başkanlığına düşmektedir. Zira bu fikri mücadeleyi ancak geniş olanaklara ve donanımlara sahip bir kurum yapabilir. Diyanet, bazılarına destek olmak ve popülist açıklamalar yapmak yerine, mezhepçi gözlüğünü çıkartarak asli görevine dönmelidir.

Saygılarımla.

23.09.2019

Hamdullah Dedeoğlu

 

 


7 Mart 2024 Perşembe

AMASYA BABA İLYAS CEM EVİ İNŞAATINA DESTEK GECESİ YAPILDI




Baba İlyas Cem evi inşaatı destek gecesinin açış konuşmasını Cem Vakfı Amasya Şubesi Başkanı Haydar Kılıç Dede yaptı.


Amasya Milletvekilleri Sayın Hasan Çilez, Sayın Reşat Karagöz ve Sayın Halük İpek  dayanışma  gecesine katılarak destek verdiler. 


Baba İlyas Cem evi inşaatına destek gecesine Amasya Belediye başkanı sayın Dr. Bayram Çelik eşi ile birlikte  katıldılar.


Müzisyen ve saz sanatçısı Özgür Akkız Deyiş ve düvazlar söyledi. 

Sanatçı Gökhan Göbel de sazı ve sözüyle geceye katkıda bulundu.

AMASYA BABA İLYAS CEM EVİ İNŞAATINA DESTEK GECESİ YAPILDI

Amasya’da yapımı devam eden Baba İlyas Cem Evi inşaatına destek amacıyla yemekli ve müzikli bir gece düzenlendi.

Büyük Amasya Otelinde düzenlenen geceye Amasya Belediye Başkanı Dr. Bayram Çelik, Amasya AK Parti Milletvekilleri Haluk İpek, Hasan Çilez, CHP Amasya Milletvekili Reşat Karagöz, AK Parti Amasya Belediye Başkan adayı Mehmet Uyanık, CHP Amasya Belediye başkan adayı Turgay Sevindi, İyi Parti Amasya Belediye Başkan adayı Erhan Ciğer katılarak destek verdiler.

Gecenin açılış konuşmasını CEM VAKFI Amasya Şubesi Başkanı Haydar Kılıç Dede yaptı. Haydar Kılıç Dede yaptığı konuşmada, sekiz yüz yıl sonra Baba İlyas Horasani’nin yaptığı hizmeti devam ettireceklerini, aş evi ve misafirhanenin ayırım yapmadan herkese açık olacağını, Cem Evinde Alevi İslam anlayışını yaşatmaya devam edeceklerini söyledi.

Dayanışma gecesi Amasyalı müzisyen ve saz sanatçısı Özgür Akkız’ın söylediği deyiş ve düvazlarla sona erdi.  

1 Mart 2024 Cuma

ÇULPARA KÖYÜNÜN KISA TARİHÇESİ


 


AMASYA İLİ GÖYNÜCEK İLÇESİNE BAĞLI

ÇULPARA KÖYÜNÜN KISA TARİHÇESİ

ÖNSÖZ                                                                                   

Köyümüzün tarihini yazmamızın nedeni nedir? Bu sorunun cevabını herkes merak edecektir. Bizi de buraya götüren, işte bu merak oldu. Zira, biz kimiz? nereden geldik? Bu tür sorulara kimse net cevap veremiyordu. Elimizde sözlü gelenekten gelen bilgiler bulunuyordu. Ancak, bu bilgiler de zamanla unutulup gidecekti. Ayrıca, sözlü gelenekten gelen bu bilgilerin resmi belgelerle doğrulanması gerekiyordu. Aksi taktirde, hiçbir anlamı olmayacaktı. Bu tarihçeyi yazmamızın diğer bir nedeni de gelecek nesillere yazılı bir kaynak bırakmak istememizdir. Bunun dayanağı da “Geçmişi olmayanın geleceği olmaz” ilkesidir. Temennimiz, bizden sonraki nesillerin geçmişimize sahip çıkarak, örf ve adetlerimizi, inancımızı, gelenek ve göreneklerimizi devam ettirmeleridir. Toplumların kalkınmasında ve gelişmesinde manevi değerlerin önemi küçümsenemez. Eğer, siz çocuklarınıza kendi kültürünüzü, geleneklerinizi, göreneklerinizi ve inancınızı öğretmezseniz, birileri gelir sizin adınıza o bilgileri verir; sonucunda da hiç onaylamayacağınız bir durumla karşılaşırsınız. Buna benzer olayları ailelerimiz geçmişte yaşadılar. Ve bugün de hala yaşamaya devam etmektedirler. O nedenle, ileride daha büyük acı olaylarla karşılaşmamak için çocuklarımıza mutlaka bu manevi değerlerimizi öğretmeliyiz.

Köyümüzün tarihini ele alırken asıl kaynaklarımız resmi belgeler ve yazılı eserler olacaktır. Sözlü bilgileri ise, bu belge ve kayıtlarla doğrulandığı oranda kullanacağız. Köyümüzün tarihini anlatırken zaman zaman komşu köylerden de bahsedeceğiz. Zira, komşu köylerle olan bağlantılarımız ve ilişkilerimiz en az beş yüz yıl öncesine dayanmaktadır. Yani, onlarla çok eskilere dayanan ortak bir geçmişimiz bulunmaktadır. Tarihçeyi yazarken, kronolojik sıralamayı takip edeceğiz. Önce Anadolu’nun kısa bir tarihçesini anlatacağız. Daha sonra, Selçuklu devleti ile başlayıp Osmanlı devleti ile bitireceğiz. Ancak oraya geçmeden önce herkesin merakını giderelim. Köyümüzdeki nüfusun büyük çoğunluğunu Anadolu’nun doğusundan, Diyarbakır eyaletinin Çemişgezek sancağından gelenler oluşturmaktadır. Resmi kayıtlara göre, Milli aşiretine bağlı Hasan Odabaşı obası köyümüzü kışlak olarak kullanıyordu. Yazın ise, sözlü geleneğe göre, yaylak olarak kullandıkları Tokat ili sınırları içinde olan Dumanlı yaylasına gidiyorlardı. Milli aşiretinin köyümüze gelişini, ileriki bölümlerde daha uzun bir şekilde anlatacağız. Bu bilgileri özetledikten sonra köyümüzün tarihçesine geçebiliriz. Ancak, daha iyi anlamamız için Anadolu'nun geçmişini de kısaca anlatmamız gerekecektir. Zira, bizden önce Anadolu topraklarında yaşayan bir halk vardı. Şimdi buradan başlayalım.

SELÇUKLU DEVLETİNDEN ÖNCE ANADOLU

Anadolu, Doğu Roma İmparatorluğunun (Bizans) hakimiyetinde olan bir bölge idi. Nüfusun çoğunluğunu batıda Rumlar, doğuda ise, Ermeniler meydana getiriyordu. İki toplum arasında yer yer mücadeleler oluyordu. Zira, Rumlar Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebine bağlıyken, Ermeniler aynı dinin Gregoryan mezhebine mensuptu. İmparatorluğun başkenti Konstantinapolis (İstanbul) idi. İsmini Roma imparatoru Konstantin’den almıştı. Zira, şehir 4. Yüzyılda imparator Konstantin tarafından inşa edilmişti. Roma İmparatorluğun sınırları Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında geniş bir alanı kapsıyordu. Başkent Roma’dan bütün imparatorluğu yönetmek zor olduğundan, 4. Yüzyılda yönetim ikiye bölünmüştü. Trakya, Anadolu, Mısır ve Şam coğrafyası (Suriye-Lübnan-Ürdün) Konstantinapolis’te oturan İmparatora, Britanya (İngiltere), Avrupa ve Kuzey Afrika’daki topraklar ise, Roma’da ikamet eden imparatora bağlıydı.

Onuncu yüzyıla gelindiğinde, İmparatorluğa ait Kuzey Afrika, Mısır, Şam coğrafyası ve Anadolu’nun güneyinin bir kısmı Amid (Diyarbakır), Mardin, Urfa, İslam imparatorluğunun (Emevi-Abbasi) denetimine geçmişti. Bu bölgelerin çok hızlı bir şekilde el değiştirmesinin nedenlerinin başında, nüfusun büyük çoğunluğunun Arap kavminden olması geliyordu. Ancak, on birinci yüzyıldan itibaren imparatorluk, Arap-İslam ordularına karşı kaybettiği toprakları tekrar ele geçirmek için büyük bir çabanın içine girmişti. Fakat bu yüzyılda da karşısına doğudan başka bir güç gelmişti. Bunlar, Orta Asya, Horasan ve İran’dan gelen Oğuz Türkmenleriydi. Oğuz Türkleri, 1040 yılında Gaznelileri yenmiş ve İran içlerine girmeye başlamıştı. 1070 yılına geldiğinde Selçuklular imparatorluğun doğu sınırlarına komşu olmuştu. Selçukluların bir diğer kolu da güneyden Antakya’ya kadar fetih hareketlerine başlamıştı. Başkent’ten gelişmeleri izleyen İmparator Roman Diyojens tehlikenin farkına varmıştı. Zira, doğu sınırındaki bazı kaleler Selçuklular tarafından ele geçirilmişti. 1071 yılında büyük bir orduyla Konstantiniye’den yola çıktı. Doğu sınırında kaybedilen kaleleri geri aldı. Sultan Alp Arslan yönetimindeki Selçuklu ordusu ise, Şii Fatimi halifesinin elinde bulunan Halep şehrini feth etmek için yola çıkmıştı. Bizans ordusunun doğu Anadolu’ya geldiğini öğrenince, fetih hareketinden vaz geçerek Bizans ordusunu karşılamak üzere tekrar doğuya hareket etti. Bizans-Selçuklu arasındaki barış görüşmeleri sonuçsuz kalınca, iki ordu Malazgirt’de karşı karşıya geldi. İki yüz bin kişilik Bizans ordusuna karşı, Alp Arslan’ın ordusu altmış bin kişiden oluşuyordu. Fakat Bizans ordusunun esas gücünü paralı askerler meydana getiriyordu. Bunların bir kısmı da Türk kökenli Kıpçak ve Peçeneklerdi. Sultan Alp Arslan Savaştan önce bu Türk kökenli askerlerin komutanları ile diyaloğa geçti. Ve onları kendi tarafında yer almaları için ikna etti. Savaş başladıktan sonra Kıpçak ve Peçenekler Selçukluların tarafına geçti. Peçenek ve Kıpçakların saf değiştirmesiyle, Bizans Ordusunun sağ ve sol kanatları savunmasız kalmıştı. Alp Arslan’ın başarılı taktikleri sonucu Bizans ordusu dağıldı ve büyük bir yenilgi aldı. İmparator esir alındı ve daha sonra fidye karşılığı serbest bırakıldı. İmparator İstanbul’a döndüğünde gözlerine mil çekilerek zindana atıldı. Bir yıl sonra da zindanda hayatını kaybetti.

SELÇUKLULAR VE BEYLİKLER

Malazgirt zaferinden sonra Oğuz Türklerinin Anadolu’ya girişini durduracak bir güç kalmamıştı. Selçuklu sultanı Alp Arslan, ordu komutanlarına Anadolu’nun fetih emirlerini vererek kendisi İran’a döndü. Oğuzlar hem güneyden hem de doğudan Anadolu’yu feth etmeye başladılar. Konya, Selçuklu sultanlığının başkenti olurken, Anadolu’nun diğer bölgelerinde Sultanlığa bağlı yarı bağımsız beylikler kuruldu. Köyümüzü kuranların geldiği bölge olan Çemişgezek bölgesini ise, Mengücek Gazi Bey feth etmişti. Kurduğu beyliğe de “Mengücek Beyliği” adını vermişti.

Konya’daki Selçuklu sultanlığı önce haçlı seferleri ile, daha sonra da doğudan gelen Moğollarla mücadele etmek zorunda kaldı. Moğollarla yapılan 1243 yılındaki Kösedağ savaşı yenilgisinden sonra dağılma sürecine girdiler. Anadolu seksen yıl kadar Moğolların denetiminde kaldı. Moğolların taht kavgalarından sonra, Anadolu’da tekrar beylikler dönemi başladı. Çemişgezek bölgesine önce Karakoyunlular, sonra Akkoyunlular sahip oldu. 16. Yüzyılın başında doğu Anadolu, Akkoyunların yerine geçen Şah İsmail liderliğindeki Safeviler devletinin denetimine geçti. Ancak bu durum fazla sürmedi, 1514’de Safevileri Çaldıran savaşında yenen Yavuz Sultan Selim, Çemişgezek bölgesi dahil tüm doğu Anadolu’yu Osmanlı topraklarına kattı.

OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİ

Tekrar köyümüze dönecek olursak, Çulpara köyü ile ilgili ilk kayıtlara bölge Osmanlı devletinin denetimine geçtikten sonra, 1520 ile 1576 yıllarını kapsayan 26 numaralı “DEFTER-İ MUFASSAL-I LİVA-İ AMASYA CİLDÜ’L EVVEL” adlı tahrir (kayıt-sayım) defterinde rastlamaktayız. İlgili defterde Çulpara köyü, Amasya sancağının Geldiklan Abad (Zara-Doğantepe) nahiyesinin bir köyü olarak yer almaktadır. İsmi “Çul Pare” olarak belirtilen köyün ödeyeceği vergi ise, altı yüz akçe olarak belirtilmiştir. Bu defterde yer alan köylerdeki vergi mükelleflerinin isimleri belirtilmesine rağmen, Çulpare’dekilerin isimlerinin defterde yer almadığı görülmektedir. Bu da Çulpare’nin henüz yerleşik bir köy değil, bir mezra olduğunu göstermektedir. Zira altı yüz akçe verginin mezrayı kullanma bedeli olduğu tahmin edilmektedir. Aynı eserde toprakları bugün köylülerimiz tarafından işletilen Doğan Köy de bulunmaktadır. Defterde, köyde Otuz iki erkek nüfusun yaşadığı, önceki sahiplerinin buradan ayrıldıkları, köy arazisinin ise çiftçilik yapan Birüniyan (Dışarıcıyan) aşiretine bağlı Pirinçiyan obası ile koyun ve keçi yetiştiren konar-göçer İnallu aşiretine bağlı “Cemaat-ı Etrakiye” (Türkler Cemaati) mensupları tarafından kullanıldığı ifade edilmektedir. Pirinçiyan ve Cemaat-ı Etrakiye’nin bu araziler karşılığında devlete 3.200 akçe vergi ödeyeceği de belirtilmektedir. Çulpare köyüne ait verginin de merayı kullanan Cemat-i Etrakiye’ye ait olduğunu tahmin etmekteyiz. Zira her iki köyün toprakları iç içe bulunuyordu. Burada İnallu aşiretine değinmek gerekecektir. İnallu aşireti, bölgemize yerleşen “Ulu Yörük” kabilesini meydana getiren aşiretlerden biriydi. Aşiretin yerleştiği alan bugünkü Göynücek, Mecitözü, Ortaköy ve Alaca ilçesinin topraklarını kapsıyordu. Aşiretin ismi İran’da Büyük Selçuklu devletini kuran Tuğrul Beyin kardeşi olan İbrahim Yinal’dan geliyordu. 1055-1060 yılları arasında İran ve Irak coğrafyasında iki kardeş arasında iktidar mücadelesi yaşanmış, İbrahim Yinal yenilmiş, aşireti de Halep bölgesine kadar çekilmişti. İki kardeş arasında ayrıca mezhep konusunda da ayrılıklar bulunuyordu. Tuğrul Bey Bağdat’daki “Sünni” Abbasi halifesinin yanında yer alırken, İbrahim Yinal Kahire’deki Şii-İsmaili Fatimi (Alevi) halifesini desteklemişti. Yani, Doğan Köy arazisini işletenler büyük ihtimalle aleviydi.

Sözlü gelenekten aktarılan bilgilere göre, Doğan Köyün arazisini ekip-biçen Pirinçiyan cemaati 19. Yüzyılın ikinci yarısında (Takriben 1880-1890) Kale Boğazı ve yakın köylere göç ettiler. Arazilerini ise, “Mılla Dede”nin oğlu Hasan Dede’ye (Rıza Dedenin babası) sattılar. Yine sözlü gelenekten gelen bilgilere göre, Amasya Mufassal (vergi kayıt) defterinde (1530-1576) “Çul Pare” ve Doğan köy meralarını kullanan İnallu aşiretinden Cemaat-ı Etrakiye (Türkler cemaati) mensuplarının bugün “Kaya” ve “Topal” soyadları ile tanınan ailelerin dedeleri olduğu tahmin edilmektedir.

1830-1844 NÜFUS DEFTERLERİ

İnanç yönünden Hacı Bektaş Veli dergahına beş yüz yıl bağlı olan Yeniçeri ordusunun, Padişah II. Mahmut tarafından 1826 yılında kaldırılmasından sonra, yeni orduya asker almak için 1830 yılında nüfus sayımına başlandı. Köyümüzle ilgili en geniş bilgilere de bu sayımda rastlamaktayız. Amasya sancağının Mecitözü nahiyesine bağlı olan Çul Para köyü, Milli aşiretine mensup Hasan odabaşı obasının kışlağı olarak yer almaktadır. Köyün Kışlak olarak belirtilmesi daha henüz yerleşik düzene geçilmediğini göstermektedir. Zira yine sözlü gelenekten gelen bilgilere göre, yirminci yüzyılın başlarına kadar Çul Para köyünü kışlak olarak kullanan Hasan Odabaşı obası, yaz aylarında hayvanlarını otlatmak için Tokat ili sınırları içinde kalan “Dumanlı” yaylasına göç ediyordu. 

Köyümüze ait nüfus bilgilerine ise, Dr. Sabit Genç hocamızın bir makalesinde ulaştık. Kendisine bu araştırmalarından dolayı tekrar teşekkür ediyoruz. Amasya Sosyal Bilimler Lisesinde görev yapan Dr. Sabit Genç hocamızın Sosyal Bilimler Dergisinde yayınlanan 1830-1844 nüfus sayımlarına dayanarak hazırladığı “19. Yüzyılda Aşiretlerin İskanı ve Ortaya Çıkan Sorunlar: Mecidözü Aşiretler örneği” isimli makalesine göre, köyümüz Milli aşiretinden "Hasan Odabaşı" obası tarafından kışlak olarak kullanılmaktadır. Hasan Odabaşı obasında, 1830-1831 sayımında 157 erkek nüfus bulunmaktadır. 1838-1839 sayımında 50 hanede 137, 1843-1844 sayımında 47 hanede 136 erkek nüfus yaşamaktadır. Bu sayılara bir o kadar da kadın nüfus eklenmelidir. Zira sayımlarda sadece erkek nüfus sayılıyordu. Aynı makalede, Hasan Odabaşı obasına mensup aileler Cilalı oğlu (Şıh Oğlu) kışlağında 1830-1831 sayımında 121, 1838-1839’da 115, 1843-1844 sayımında ise, 125 erkek nüfus bulunmaktadır. Koyuncu kışlağında (Koyuncu köyü) ise, 1830-1831 sayımında aynı obadan 40, 1838-1839’ da 20, 1843-1844 sayımında 7 hanede 21 erkek nüfus yaşamaktadır. Bu verilerden de görüleceği gibi, üç köyün de akraba ailelerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Aynı makalede, Milli aşiretine mensup Yazıcı oğlu obasının Gafarlı, Kellik-Gellik, Şarklı, Baş Ermeni (Baş Pınar), Çayan ve Eymirli-Imırli köylerini kışlak olarak kullandığı belirtilmektedir. Hasan Bey obasının Badan (Yeşilova), Karagözoğlu ve Kuyucak köyünü, Kalecikli obasının Kavakalan, Büyük Kışla köyünü, Süleyman Ağa obasının Cevizli köyünü, Tencirli obasının da yine Gafarlı köyünü kışlak olarak kullandığı belirtilmektedir. Hane ve nüfuslar incelendiğinde, nüfus sayısında düşüş olduğu görülmektedir. Bunun nedenleri arasında başka yerlere göç etme, vergiden ve askere gitmekten kaçınmak olduğu tahmin edilmektedir.

1838-1839 yılında yapılan nüfus sayımında Çulpara kışlağında 50 hanede 137 erkek nüfusun yaşadığını belirtmiştik. Bu sayımlarda aileler lakapları ile kayıt edilmişlerdir. Bu lakaplar incelendiğinde ailelerin bugünkü soyadlarını buradan aldıkları görülecektir. Kayıtlarda yer alan aileler ve lakaplar şöyle:

Baş oğlu Halil bin Ali (Ali oğlu Halil), Köse oğlu İbrahim bin Ali, Tohurcan oğlu Mehmet bin Kethuda, Tohurcan oğlu Kara İmam Mehmet bin Ali, Göcek İsmail oğlu Hüseyin Bin İsmail, Baş oğlu Mustafa bin İbrahim, Melek Mustafa oğlu Hüseyin bin Ali, Solak oğlu Ali Böz bin Hasan, Deli Musa oğlu Yusuf bin Hüseyin, Akbıyık oğlu Ali bin Ali, Nevruz oğlu Hasan bin Mehmet, Şip Dudak oğlu Mehmet bin İbrahim, Gavur oğlu İbrahim bin Ali, Mender oğlu yetim Ahmet bin Ali, Kara Arslan oğlu Yusuf bin Hacu, Mehmet bin deli Kethuda, Solak oğlu İsmail bin Hüseyin, İlyas oğlu Halil bin Ali, Solak oğlu Hasan bin Ali, Safran oğlu Hasan bin Mustafa, Hüseyin bin Topal Hasan, Miri oğlu Mehmet bin Mustafa, Kara Çavuş oğlu Çavuş Bektaş bin Mehmet, Evek oğlu Ahmet bin Mustafa, Kara Savaş oğlu Ali bin Ali, Kamber oğlu İsmail bin Osman, Zeynep oğlu Musa bin Hasan, Kuyucaklı oğlu Yusuf bin Ali, Ali bin deli Doğan, Çolak İsmail oğlu Hüseyin bin Mustafa, Hatun oğlu Hüseyin bin deli Boşnak oğlu Mehmet, Civelek oğlu Hasan bin Hüseyin, Kır oğlu Ali bin Mehmet, Kebir oğlu Zülfü bin Osman, Topal oğlu Hüseyin bin Cafer, Boz oğlu Ali bin Boz Bektaş, Reçko oğlu Bektaş bin Halil.

ÇEMİŞGEZEK SANCAĞI

Diyarbakır eyaletinin bir sancağı olan Çemişgezek, Osmanlı devletinin topraklarına Safevi devleti hükümdarı Şah İsmail ile Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim arasında 1514’de yapılan Çaldıran savaşından sonra katılmıştı. Sözlü gelenekten gelen bilgilere göre, Milli aşiretine bağlı Hasan Odabaşı obası Amasya’ya, Çemişgezek sancağından gelmişti. Araştırmalarımız sonunda, Hasan Odabaşı obasının kayıtlarına, Fırat Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Enver Çakar’ın “KEBAN KÖYLERİNİN DEMOGRAFİK YAPISI” adlı eserinde ulaştık. Fırat Üniversitesi Harput Araştırmalar Dergisi Cilt 6, Sayı 12, Sayfa, 10,17,18,19 ve 27’de yer alan bilgilere göre, Hasan Odabaşı Obasının batıya göç etmeyen diğer üyelerinin Çemişgezek sancağına bağlı Kirnir-Girnir, yöredeki adıyla Kırnıran nahiyesinin bir köyü olan “Mişellü Sufla (Aşağı Mişellü) köyünde yaşamaya devam ettikleri görülmektedir. Sayın Enver Çakar’ın Aşağı ve Yukarı Mişellü köyleri hakkında verdiği bilgileri aynen aktarıyoruz:

 “MİŞELLÜ SUFLA KÖYÜ (Aşağı Mişelli): 19. Yüzyılın ilk yarısında Çemişgezek kazasının Kirnir nahiyesine bağlı bir köy olup, HARABE, BOSTAN ve KARKİD adlı üç mezrası vardı. 1835 yılında mezralarıyla birlikte, köyün toplam Müslüman hane sayısı 47, erkek nüfusu ise, 151 (tahminen 302 kadın ve erkek) idi. Bunlardan 33 hane ve 110 erkek (tahminen 230 kadın ve erkek) nüfus Mişellü Sufla’da, 8 hane ve 25 nüfus Karkid’de, 4 hane ve 12 nüfus Bostan’da, 2 hane ve 4 nüfus ise, Harabe mezrasında bulunuyordu. Yine Harabe mezrasında oturan Akuşaklı 9 hane de deftere sonradan ilave edilmiştir. Köyün ihtiyarı Hüseyin oğlu Mustafa’ydı. Öte taraftan, Karkid mezrasında Rum milletinden olan 2 hane ile bu hanelerde oturan 4 erkek nüfusun varlığı da tespit edilmektedir. Kardeş olan bu hane sahipleri, öyle anlaşılıyor ki, madencilik yapmak amacıyla Keban’a gelmiş, fakat sonra Karkid’e yerleşerek tarımla meşgul olmuşlardır. Çünkü bu coğrafyada yerli Rum nüfus bulunmamaktaydı. Aşağı Mişelli köyü, Keban Baraj Gölünün altında kaldığı için bugün mevcut değildir. Bu sebeple, mezrası olan Karkid köy statüsü kazanmıştır. Ve BÜKÜMLÜ yeni adıyla bilinmektedir.”

“1835 yılında Aşağı Mişelli’de yaşayan ailelerden biri YOĞURT BABA ailesidir. Yoğurt Babanın Molla Hüseyin ve Mehmed adlı iki oğlu vardı. Molla Hüseyin’in yaşları 7 ila 1 arasında değişen 3 oğlu, Mehmed’in de yaşları 8 ile 3 arasında değişen 4 oğlu vardı. Yine bu köyde dikkat çeken bir başka sülale de ODABAŞI OĞULLARI’dır. Bunlardan Yusuf Kahya’nın 3 hane ve bu hanelerde oturan 5 erkek nüfusu, Ali’nin de 3 hane ve 10 erkek nüfusu vardı. Karkid mezrasında da MİŞELLİ OĞLU, UMUR OĞLU VE KARKİD OĞLU haneleri dikkat çekmektedir. Bunlardan Mişelli oğlu sülalesinin 3 hane ve 11 erkek nüfus, Umuroğlu’nun 2 hane ve 6 erkek nüfusu, Karkid oğlu ailesinin de bir hane ve 3 erkek nüfusu bulunmaktaydı.”

 “1840 yılında ise, Mişelli Sufla köyü 42 hane ve 130 erkek (tahminen 260 kadın ve erkek) nüfusa sahipti. Bundan başka, Harabe mezrasının 2 hane ve 5 erkek nüfusu, Karkid mezrasının 7 hane ve 21 erkek nüfusu, Bostan mezrasının da 4 hane ve 10 erkek nüfusu bulunmaktaydı. Karkid ve Bostan mezralarındaki gayri Müslim nüfusu ise, 4 hane ve 8 erkek (tahminen 16 kadın ve erkek) nüfustan ibaretti.”

“MİŞELLİ ULYA KÖYÜ (Yukarı Mişelli): Bugün TAŞKESEN adını taşımaktadır. 19.Yüzyılın ilk yarısında Çemişgezek kazasının Kirnir nahiyesine bağlı bir köydü. 1835 yılında bu köyün 66 hane ve 218 erkek (tahminen 436 kadın ve erkek) Müslüman nüfusu vardı. Köyün ihtiyarı Güdük oğlu Karaca Mehmed, imamı da Monla İsmail idi. Köyün kalabalık ailelerinden olan Norik oğlu ailesinin 3 hane ve 14 erkek nüfus, Fatmalı oğlu ailesinin 3 hane ve 11 erkek nüfus, KÖSE MEHMED OĞLU ailesinin de 3 hane ve 9 erkek nüfusları vardı. Ayrıca bir hane de Parçikanlı Aşiretindendi. Bu tarihte köyün Çakıl Pare ve Mandare adlı iki mezrası da vardı. Bu mezraların her ikisinde de birer hane ve üçer erkek gayrı Müslim nüfus bulunmaktaydı. Rum taifesinden olan bu gayri Müslimler, Keban’daki maden ocaklarında çalışmak üzere gelen, fakat sonradan bu mezralara yerleşerek çiftçilik yapmaya başlayan ailelerdi.”

 “1840 yılında ise, Mişellü Ulya Köyü’nün 65 hane ve 195 erkek (tahminen 390 kadın ve erkek) Müslüman nüfusu vardı. Köyün birinci muhtarı Meydan oğlu Monla İsmail, ikinci muhtarı da Kaçar oğlu Kaçar idi. Gayri Müslim nüfusu ise, 1 hane ve dört erkekten ibaretti. Bu köyden toplam 9 kişi çalışmak maksadıyla Adana’ya, 2 kişi de İstanbul ve Erzurum’a gitmişlerdi. Adana’ya gidenler daha ziyade tarım işinde çalışıyorlardı. (Sayfa 17, 18,19)

Aynı makalede, Mişelli Köyünde oturanların etnik kimliği hakkında da bilgiler verilmektedir. Derginin 10. sayfasında şöyle denilmektedir:

“Öte yandan, Mişelli ve Çendikan köylerinin de aşiret yerleşmeleri olduğu söylenebilir. Çünkü, 1518 tarihli Çemişgezek Tahrir (kayıt) Defterinde Keban nahiyesi köylerinden olan Mişelli’den Ekrad (Kürt) cemaat yerleşimesi olarak bahsedilmektedir ki, bu cemaatin 24 hane (evli) ve 10 mücerred ( Bekar) yetişkin erkek nüfusu vardı. 1541 yılında ise, Mişelli’yi 30 hane ve 14 mücerred yetişkin erkek nüfuslu bir köy olarak görmekteyiz. Mişelli adlı bir başka köy de Arapgir’de bulunmakta ve bugün GÖZELİ adıyla bilinmektedir. Hem coğrafi yakınlık hem de isim benzerliği bunların da Keban’daki Mişelli köyleriyle akraba olduğunu göstermektedir."

Mişellü ve Çendikan köylerinin her ne kadar Ekrad (Kürd) yerleşmesi olduğu yukarıda belirtilse de daha sonra aynı bölgeye Türkmen aşiretlerinin de iskan edildiği görülmektedir. Cevdet Türkay'ın Osmanlı İmparatorluğu'nda aşiretler ve cemaatler eserinde, Keban bölgesine Türkmen Kaçarlar aşireti ile Ekrad (Kürd) Parçikanlı cemaatine mensup ailelerin de iskan edildiği yer almaktadır. (Sayfa,195, 383) Yukarı Mişelli köyündeki 2. muhtarın Kaçaroğlu Kaçar olması ve aynı köyde Parçikanlı cemaatinden bir hanenin bulunması, Cevdet Türkay'ın verdiği bilgilerle çakışmaktadır. Bu bilgiler de aynı köyde hem Türkmen hem de Ekrad (Kürd) kökenlilerin birlikte yaşadıklarını göstermektedir. 

MİŞELLİ KÖYÜNDEKİ OBALARIN KIŞLAKLARI NERESİYDİ?

Osmanlıcadan günümüz Türkçesine Mişelli olarak çevrilen yerleşim yerini bazı araştırmacılar “Meşeli” köyü olarak okumuşlardır. Bizce de doğru olanın bu şekilde olması gerekir. Zira, Osmanlıca sözcük ve kelimeler değişime uğrayarak bugün konuşmakta olduğumuz dile uygun hale gelmişlerdir. Tahminimize göre, köyün bulunduğu bölgede meşe ağaçlarının yoğun bulunmasından dolayı bu isimlendirme yapılmıştır. Son edindiğimiz bilgiler de bunu doğrulamaktadır. Bölgeden aldığımız bilgilere göre Taşkesen (Yukarı Mişelli) köyü civarinda bugün bile meşe ağaçlarının olduğu öğrenilmiştir. Aşiretlerin yaylak ve kışlaklara doğadan kaynaklanan isimler vermesi, yaygın olarak kullanılan bir adlandırmaydı. Örneğin; Kara Pınar, Mağaracık, Derecik, Tepecik, Kaya Dibi gibi.

Meşeli köyü de konar-göçer olarak yaşayan Dulkadirli ve Halepli aşiretlerin yaylaklarından biriydi. Halep eyaletinin 1516 yılında, Dulkadirli Beyliğinin de 1522 yılında Osmanlı topraklarına katılmasından sonra bu bölgelerdeki aşiret yapılanmaları dağılmış, yeni örgütlenmeler içine girmişlerdi. Osmanlı yönetimi de dağılan bu aşiretleri ve obaları bölgede en büyük ve en güçlü olanlara bağlayarak hem denetim altına almayı hem de vergilerini almayı amaçlamıştı. Bu oba ve cemaatlerin Milli aşiretine bağlanmasının nedeni de buydu. Zira Çemişgezek bölgesi Milli aşiretinin yaylaklarından biriydi. Gerek Meşeli köyündeki gerek Amasya’ya iskan edilen obaların geçmişine baktığımızda, bu aşiretlerin Dulkadirli Beyliğinin hakimiyeti altında olan Maraş-Adana, Kayseri-Sivas-Bozok (Yozgat-Çorum-kısmen Amasya’nın güneyi) ile Halep eyaleti sınırları içinde yer alan Antep-Malatya-Urfa bölgesinde yaşadıkları görülmektedir. Sayın Enver Çakar’ın makalesinde yer alan Aşağı ve yukarı Mişelli köyünde yaşayanların aile adlarına bakıldığında aşiret isimleri olduğu anlaşılmaktadır. Bu ailelerin bağlı oldukları aşiretler hakkında edindiğimiz bilgiler şöyle:

“KAÇARLU YÖRÜKANI: Hamid, Beğşehri, Karahisarı Sahip, Aydın, Saruhan, Rakka, Ankara, Teke, İçel, Alanya, Kütahya, Akşehir, Söke, Boğazlıyan kazası (Bozok sancağı), ÇARŞANCAK (Mazgirt-TUNCELİ) kazası (Diyarbakır Eyaleti), KEBAN kazası (Harput Eyaleti), Kuruçay kazası (Erzurum sancağı), Kütahya, Kafkasya, Gürcüstan, Birgi kazasına (Aydın sancağı) iskan edilmişlerdir. Kaçarlu yörükanı, Türkman taifesinden olup, Musacalu (Musa Hacılı) aşiretindendir.” (Cevdet Türkay, Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, Sayfa, 383, İşaret yayınları, 3. Baskı, 2012)

Kaçarlı, Kaçaroğlu cemaatinin daha önce bağlı olduğu Musacalı cemaatine ait bilgilere ise, Selçuk Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. İbrahim Solak’ın “XV1. YÜZ YILDA MARAŞ VE ÇEVRESİNDE DULKADİRLİ TÜRKMENLERİ” adlı makalesinde ulaştık. İlgili makalede Musacalı-(Musa Hacılı) cemaatinin Dulkadirli Beyliğini meydana getiren yirmi sekiz taifenin uçü içinde yer almaktadır. 1580 yılında Küşne kabilesi içinde 64 hanesi bulunan Musacalı aşiretinin kışlak olarak Rumkale’yi (Halfeti-Urfa) kullandıkları yer almaktadır. Musa Hacılı aşireti Dulkadirli Beyliğini meydana getiren ayrıca iki kabile içinde daha yer almaktadır. Ağca Koyunlu aşiretine bağlı olan kolda 1526 yılında 149 hane bulunurken, 1580 yılında bunun 50 haneye indiği görülmektedir. Musa Hacılı aşiretinin üçüncü kolu ise, Döngelli kabilesi içinde bulunmaktadır. 1526 yılında 54 hane görünen cemaat, 1580 sayımlarında yer almamaktadır. Bu da onların başka yerlere göç ettiğini göstermektedir. 

Yaptığımız son araştırmalardan elde ettiğimiz bilgilere göre, Maraş'tan ayrılan Musacalu aşiretine bağlı obaların Yeni il Türkmenleri arasında oldukları görünmektedir. 1583 yılındaki kayıtlarda, Musacalı aşireti ve bağlı obaların YELLÜCE (KANGAL) mezrasında Durmuş Kethuda (Kahya) yönetiminde 55 evli 74 bekar, Abdül Feyyaz Kethuda idaresinde 149 evli 124 bekar, Kasım Kethuda yönetiminde 68 evli 65 bekar, Durak Kethuda yönetiminde 75 evli 63 bekar, Gülabi Kethuda yönetiminde 19 evli 4 bekar erkek nüfusları bulunmaktadır. (İlhan Şahin, Yeni il Türkmenleri, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, 1980) Bu bilgiler Musacalu aşiretinin Çemişgezek sancağındaki Mişelli köyüne 1691 yılındaki Rakka iskanından sonra gittiğini göstermektedir. Mişelli köyünün kayıtlarda aşağı ve yukarı Mişelli olarak yer alması ve her iki köye ait mezralarda çok sayıda hanenin bulunması, konar-göçerlerin buraya Rakka’daki sürgünden kaçarak yerleştiğini doğrulamaktadır. Zira Osmanlı kayıtlarında iskan edilen aşiretlerin Rakka'nın çöl iklimine ve Arap aşiretlerinin saldırılarına dayanamayarak tekrar Anadolu'ya firar ettikleri sık sık belirtilmektedir.

Osmanlı arşiv uzmanı Cevdet Türkay'ın Aşiretler, Oymaklar ve Cemaatler eserinde, Musacalı aşiretinin Caberli, Tanburacalı, Oşili, İncili, Kaçaroğlu, Çilli ve Hacı Fakılı obalarından meydana geldiği, 1733 yılındaki kayıtlarda, aşiretin ve bağlı obaların daha önce iskan edildikleri Rakka'dan yedi yüz hane olarak firar ettikleri ve Anadolu'ya dağıldıkları belirtilmektedir. (Sayfa, 507) Cevdet Türkay’ın Musacalı aşireti hakkında verdiği bilgiler Aşağı ve Yukarı Mişelli köyündeki kayıtlarla çakışmaktadır. Yani bu aşiretlerin Rakka iskanından firar ettikten sonra Çemişgezek sancağına geldikleri anlaşılmaktadır.

Prof. Dr. Faruk Sümer ise, OĞUZLAR-TÜRKMENLER adlı eserinde Kaçarların Şam Bayadı boyundan olduğunu, Yıva, Ağcalı, Ağca Koyunlu aşiretlerinden meydana geldiğini, Bozok bölgesini (Yozgat-Çorum- Amasya'nın güneyi) yaylak olarak kullandıklarını, büyük bir kısmının Şah İsmail'in çağrısı üzerine Safevilere katıldığını belirtmektedir.  Aynı eserde, Kaçarların Aşağı Başlar, Yukarı Başlar olarak ikiye ayrıldığını ifade eden Faruk Sümer Hoca, Safevilere katılan Kaçarların 1779-1925 yılları arasında İran'da Kaçarlar hanedanını kurduklarını ifade etmektedir. Buradaki Aşağı Başlar-Yukarı Başlar dikkatimizi çekti. Bu da Köyümüzdeki "Başoğlu" ailelerinin isimlerini buradan almış olabileceklerini aklımıza getirmektedir. Yine aynı şekilde, 1830 sayımında Kayıtları Çemişgezek sancağında bulunan Kaçarların Bozok-Maraş bölgesinden (Dulkadirli bölgesinden) gidenler olduğunu teyit etmektedir. Zira, Çemişgezek bölgesi Osmanlı devletine katılmadan önce Safevilerin hakimiyetinde olan bir bölgeydi. 

Kaçarlarla ilgili diğer bir bilgi ise, 1530 tarihli Diyarbakir eyalet defterinde Çemisgezek sancagina bağlı Ribat (Çiçekli-Tunceli) nahiyesinin Kacar (Kaçar) ismini taşıyan bir köyün bulunmasıdır. Kaçarlar aşiretinin Keban, Ribat ve Kuruçay-Erzincan'daki kayıtlarda yer alması bu bölgede yoğun olarak yaşadıklarını göstermektedir.

TENCİRLİ obasının ismi ise, Tecirli-Tacirli’den gelmektedir. Aşiretin 1530 tarihli 387 Nolu Anadolu Rum eyaleti defterinde asağı Tercan nahiyesinde Tecer ismini tasiyan bir koyü bulunmaktadir. Tecirli Halk diline Tencirli olarak geçmiştir. Türkçe de sesli harflerle C-Ç harfleri yan yana geldiğinde araya N harfi girer. Örneğin Genç gibi. Tencirli obası da Dulkadirli Beyliğini meydana getiren kabilelerden biriydi. Dr. İbrahim Solak’ın verdiği bilgiye göre, Tacirli cemaati,1526 yılında Anamaslu kabilesi içinde 13 hane, 1581 yılında Beşanlu (Dokuzlu Kabilesi) kabilesi içinde 54 hane, 1580 yılında Küşne taifesi içinde 115 hane, 1526 yılında Tacirli kabilesi içinde 180 hane olarak yer almaktadır. Kışlakları, Nurhak-Maraş, Misis (Yüreğir), Ayas (Yumurtalık)-Adana nahiyeleriydi.

Son yaptığımız araştırmalardan elde ettiğimiz bilgilere göre ise, Tacirli cemaatinin bir obasının 1583 yılında Yeni il kazası (Divriği-Kangal-Şarkışla bölgesi) Türkmenlerini meydana getiren Musacalu aşiretine bağlı bir oymak olduğu görülmektedir. Tahminimize göre obanın ismi Yeni-İl bölgesinde yer alan "TECER" dağından gelmektedir. İlhan Şahin'in (Prof. Dr.) 1980 yılında Osmanlı arşivlerine dayanarak yazdığı doktora tezindeki bilgilere göre, Tacirli obasının YENİ-İL kazasında, 1583 yılında bir duacı, 21 bekar, 32 evli erkek nüfusu bulunuyordu. (Sayfa, 231)

Köselü-Köseoğlu obası da yine aynı şekilde Dulkadirli beyliği kabileleri içinde yer alan bir Türkmen aşiretidir. Dr. İbrahim Solak’ın verdiği bilgilere göre, Köseli obası 1526 yılında Eymir kabilesi içinde 37 hane, Anamaslu-Alamaslu kabilesi içinde 21 hane olarak yer almaktadır. Köseli-Köseoğlu obasının kışlakları ise, Nurhak-Maraş ve Kınık (Osmaniye) nahiyeleriydi.

MEŞELİ CEMAATİ: “Yörükan taifesinden olan Meşeli cemaati, Bozok, Meraş Eyaletleri ve Edirne kazasına (Paşa Sancağı) iskan olmuşlardır.” (C. Türkay, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiret, Cemaat ve Oymaklar, Sayfa, 498)

Meşeli cemaatinin Maraş ve Bozok eyaletlerinde bulunması, Musacalı-Musa Hacılı aşireti ve ona bağlı olan Kaçaroğlu cemaati arasındaki ilişkiyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Zira, Bozok ve Maraş Eyaletleri Dulkadirli Beyliğine aitti. Musacalı aşireti de Dulkadirli beyliğini oluşturan kabilelerdendi. Maraş ve Bozok (Yozgat) Eyaletleri 1522 yılından sonra Osmanlı devletine katılmıştı.

FATMALIOĞLU CEMAATİ: Harpırt (Harput) kazası (Diyarbakır Eyaleti), Eğridir kazasına (Hamid Sancağı) iskan olmuşlardır.” (C. Türkay, aynı adlı eser, Sayfa, 312)

Fatmalıoğlu cemaatinin Harput kazasında olduklarının kayıtlarda yer alması, onların 1642'de Keban’da olduklarını göstermektedir. Zira, o tarihte Keban Harput kazasına bağlı bir nahiyeydi. Harput da Diyarbakır Eyaletinin bir kazasıydı. Bu kayıtlar da Fatmalıoğlu cemaatinin 1835 yılındaki nüfus sayımında Mişelli (Meşeli) köyünde olduklarını doğrulamaktadır. Çemişgezek, Harput bölgesi Dulkadirli aşiretlerinin yaylaklarındandı. Fatmalıoğlu cemaatinin Kaçaroğlu ve Meşeli obaları ile aynı yaylakları paylaşması da bunu göstermektedir.

MİŞELLİ adıyla bir mezra da Arapgir kazasında bulunmaktaydı. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün yayınladığı 998 nolu 1530 tarihli Diyarbakır Tahrir Defterinde ve Osmanlı Yer Adları eserde Meşe mezrası Arapgir kazasına bağlı Abad nahiyesi sınırları içinde görünmektedir. Coğrafi olarak bakıldığında birbirine yakın olan bölgenin aynı cemaat ve obalar tarafından yaylak ve kışlak olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Meşe mezrasının bugünkü adı GÖZELİ olup, Arapgir kazasının bir köyüdür. Bu köyün yakınlarında da meşe ağaçları ile kaplı ormanlık bölgeler olduğu öğrenilmiştir. Gözeli köyü Alevi-İslam inancını bugün de devam ettirmektedir.

Mişellü (Meşeli) köyündeki Molla Hüseyin ve Meydan Oğulları Osmanlı kayıtlarında Ekrad- Kürd (Bize göre Zaza olması gerekir)) olarak yer almaktadır. (C. Türkay adı geçen eser, Sayfa, 499, 503)  Fatmalı cemaati ise, elde ettiğimiz son bilgilere göre, Yeni il (Divriği-Kangal) Türkmenleri içinde 1583 yılında 11 bekar, 36 evli erkek nüfusa sahip olduğu görülmektedir. Meşeli cemaati de 1631 tarihli kayıtlarda Yeni il Türkmenleri arasında Musacalı aşiretinin 23 erkek nüfuslu bir obası olarak yer almaktadır. (İlhan Şahin Yeni il Türkmenleri) 

Aşağı Mişelli köyü, Tarihçi-yazar Sevan Nişanyan'ın "Nişanyan Yer Adları" eserinde "Alevi-Türkmen" Yukarı Mişelli köyü ise, "Alevi-Kürt-Zaza" olarak belirtilmektedir. Yazarın Yukarı Mişelli köyü için” Kürt-Zaza” tanımını Yukarı Mişelli köyüne bağlı Çakılpare ve Mandare mezralarında yaşayanlar için kullandığı görüşündeyiz. Aşağı ve Yukarı Mişelli köyünde yaşayan diğer ailelerle ilgili bilgiler ise, kayıtlarda bulunmamaktadır. Tahminimiz yukarıda ismi geçen Türkmen aşiretlerine mensup oldukları şeklindedir. Zira, 1518 yılındaki Tahrir (kayıt) defterlerinde Keban nahiyesi merkezi, Kerkah ve Hidi köyleri “İslam-Etrak-Türk” olarak geçmektedir. (M. Ali Ünal, Çemişgezek sancağında Aşiretler ve Cemaatler adlı makalesi) Yeni edindiğimiz bilgilerden de görüleceği gibi, Türkmen, Kürt ve Zaza kökenli obaların Keban bölgesindeki yaylakları ortak kullandıkları anlaşılmaktadır.

Aşiret ve cemaatlerle ilgili bilgileri özetleyecek olursak, Meşeli, Kaçaroğlu, Tecerli, Fatmalıoğlu, Köseoğlu obalarının Dulkadirli beyliğini oluşturan aşiretlere mensup olduğu görülmektedir. Bu aşiretler kışlak olarak Halfeti (Urfa), Nurhak (Maraş), Misis-Yüreğir (Adana), Ayas- Yumurtalık (Adana), Kınık (Osmaniye)’deki mezralarını, Yaylak olarak ise Çemişgezek, Harput, Bozok, Sivas-Yeni İl’deki (Kangal-Yellüce) mezralarını kullanıyorlardı. Bu aşiretlerin bazı obaları Çemişgezek ve Harput’daki yaylakları Milli aşiretine mensup cemaatlerle birlikte kullanıyordu. Bu nedenle de birbirlerini tanıyorlardı. 1691 yılında padişah fermanı ile Yeni-İl kazasındaki aşiretler de Rakka iskanına tabi tutulmuşlardı. Rakka iskanına-sürgününe Yeni İl'deki aşiretlerle birlikte Milli, Cihanbeyli, Beydilli, Gündeşli aşireti ve çok sayıda cemaat ve oymak da dahil olmuştu. Dolayısıyla söz konusu olan obalar, Milli aşireti ile Rakka iskanında da birlikteydiler. Fakat bu aşiretlerin büyük çoğunluğu daha sonra gerek iklim nedeniyle gerek Arap aşiretlerinin saldırıları nedeniyle tekrar Anadolu’ya firar ettiler. Firar edenlerin bir kısmı doğu ve güney doğu Anadolu’da kalırken, bir kısmı da orta, iç ve batı Anadolu’ya kaçarak o bölgelerde yaşamaya başladılar. Osmanlı devletinin firar eden aşiretleri Rakka’ya geri göndermek için çok çaba harcadığı, ancak başarılı olamadığı kayıtlarda ve yazışmalarda anlaşılmaktadır. (Murat Çelikdemir, Osmanlı Döneminde Aşiretlerin Rakka'ya İskanı, 1690-1840, Doktora tezi, 2001)

Yukarıda verdiğimiz bilgileri teyit etmek açısından bazı aileler hakkında bilgi vermeyi de yararlı bulmaktayız. Örneğin; bugün bir kısmı Koyuncu köyünde ikamet eden Karalıoğlu Ömer ailesi 1830 Çorum sancağı Emlak nahiyesi nüfus sayımında Kertme köyünde Türkmen Alamaslı aşiretine mensup olarak görünmektedir. Yine aynı şekilde, bugün Çulpara köyünde ikamet eden Civcivoğlu ailesi de 1830 nüfus sayımında Kertme köyünde Türkmen Gündeşli aşiretine bağlı Dedesli cemaatine mensup olarak yer almaktadır. Her iki aile de Kertme köyünden Koyuncu ve Çulpara köyüne geldiklerini bilmektedir. Bu bilgiler de Milli aşireti içinde yer alan obaların, Dulkadirli Beyliğini oluşturan aşiretler ile olan ilişkilerinin çok eskilere dayandığını göstermektedir. Zira hem Alamaslı hem de Dedesli aşireti Dulkadirli Beyliğini meydana getiren aşiretlerdendi. Yeni edindiğimiz bilgiler de bunu teyit etmektedir, Son yaptığımız araştırmalara göre, Alamaslı ya da Anamaslu cemaati 1583 yılında yeni İl Kazası Türkmenleri içindeki Musacalı Aşiretinin bir obası olarak görünmektedir. (İlhan Şahin, Yeni İl Kazası Türkmenleri, Doktora tezi, 1980, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi) Bu kayıtlar da yukarıda verdiğimiz bilgileri doğrulamaktadır.

Pro. Dr. Enver Çakar’ın makalesindeki bilgilerden Köyümüze yerleşen Hasan Odabaşı Obasının batıya göç etmeyen diğer mensuplarının Mişelli (Meşeli) köyünde yaşamaya devam ettikleri de görülmektedir. Dolayısıyla sözlü gelenekten gelen bilgiler belge ve kayıtlarla doğrulanmaktadır. Böylece, yıllarca merak edilen sorulardan birinin cevabına ulaşmış oluyorduk.

Aşağı Mişelli ve Yukarı Mişelli köylerine ait bilgileri verdikten sonra, inançlarını da belirtmemizde de yarar görmekteyiz. Aşağı Mişelli, Keban gölü altında kaldığı için bugün böyle bir köy bulunmamaktadır. Ancak sayın Enver Çakar’ın verdiği bilgiye göre, Mişelli köyünün bir mezrası olan Karkid’in yeni adı Bükümlü’dür. Keban ilçesine bağlı olan Bükümlü "Sünnü köyü” olarak bilinmektedir. (Son edindiğimiz bilgilere göre, köyleri su altında kalan Aşağı Mişelli sakinlerinin Alevi İslam inancına sahip oldukları, arazilerinin istimlak bedellerini aldıktan sonra Keban, Elazığ ve batı illerindeki büyük şehirlere göç ettikleri şeklindedir.) Yukarı Mişelli köyünün yeni adı ise, Taşkesen’dir. Bu köy de yine Keban ilçesine bağlı olup “Alevi köyü” olarak tanınmaktadır.

Burada şu soruyu sorabiliriz; Milli aşiretine mensup olan Hasan odabaşı obasının alevi olmasını nasıl açıklayacağız? Zira, Milli aşireti doğu ve güney doğu Anadolu’nun en büyük aşiretlerden biriydi. Çemişgezek, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Halep eyaletini kapsayan geniş bir alana yayılmıştı. Aşiretin içinde etnik olarak farklı kabileler olduğu gibi, farklı inançtan olan aşiret ve cemaatler de bulunuyordu. Aşiretler, Arap, Kürt, Türk gibi etnik kökenlilerden oluştuğu gibi, Alevi, Sünni, Hanefi, Şafi, Ezidi inançtan olan cemaatleri de içinde barındırıyordu. Aleviliği benimseyen Hasan Odabaşı obasının ayrıca, neden İmam Rıza ocağına bağlı olduğunu da ileriki bölümde anlatacağız.

HALEP EYALETİ

Milli aşiretine bağlı obaların bölgemize Çemişgezek sancağından geldiğini yukarıda açıklamıştık. Peki, Çemişgezek bölgesine ne zaman ve nasıl geldiler? Osmanlı kayıtlarında Milli aşiretinin Badıllı aşiretine, Badıllı aşiretinin de Merdisi- Mirdisi aşiretine bağlı olduğu belirtiliyordu. Merdisi ismi dikkatimizi çekmişti. O halde, önce Merdisi aşiretini ele alalım. Aşiretin Merdisi ismi, 11. ve 12. yüzyılda Halep emirleri Mirdas oğullarından geliyordu. O tarihte Halep eyaleti, başkenti Kahirede olan Şii-İsmaili Fatimi devletinin egemenliği altındaydı. Eyaletin yönetiminde ise, Arap kökenli Beni Kilab aşiretinden Mirdas oğulları bulunuyordu. Halep eyaleti Antakya’dan Urfa’ya kadar uzanan bir coğrafyayı kapsıyordu. Örneğin; Antep, Maraş, Malatya, Adıyaman ve Urfa şehirleri Halep eyaletinin ilçeleriydi. Bu bölge aynı zamanda Bizans İmparatorluğu’nun (Doğu Roma) sınırlarında bulunuyordu. Bu nedenle, bölgedeki Bizans ordularıyla sürekli çatışma halinde idiler. Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın Bizans ordusunu 1071 yılında Malazgirt meydan savaşında yendiğini yukarıda belirtmiştik. Bu savaştan sonra Türkmenler ve onlarla ittifak yapan Kürtler ve diğer Fars kökenli aşiretler (Tacikli, Deylemli, Mazenderanlı, Lekvanik gibi) hem doğudan hem de güneyden Anadolu’ya girmeye başladılar. Bu yeni gelen göçmenlerle baş edemeyeceğini anlayan Mirdas oğulları, bunlara sınır hattında yerleşmeleri için izin verdi. Mirdas oğulları yeni gelenleri kontrol altında tutmak için bir aşiret beyine yetki vererek, bütün aşiretleri denetim altına almaya çalıştı. En üstte Merdisi aşiretinin başkanı bulunuyordu. Onun altında Badıllı, Karkın, Adamanlu, Abdülheyoğlu, Modanlu, Cimikanlı, Tarikanlı-Türkanlı, Osmanlı-Çanakçı aşiretlerinin yöneticileri yer alıyordu. Bu aşiretlere de ayrıca bağlı cemaatler vardı. Konumuz Badıllı aşiretine bağlı olan Milli aşireti olduğu için onun üzerinden gidelim. Milli aşiretine bağlı bazı cemaatler şunlardı:

 -Akkeçili, Yazıklı, Cemaleddinli, Bahaddinli, Milli Göçer Ekrad cemaati, Büyük Milli, Küçük Milli, Milli Türkmanı, Bamranlı, Bendanlı, Bendikanlı, Delikanlı, Hasenanlı, Hindili, Kaskanlı, Kethudalı Kızığı, Kucur Afşarı, Mamavi Kehlor, Mameki, Dudukan, Sühürkanlı, Urusatlı, Çelikanlı, Baruki, Kulukanlı, Baturkanlı.

Bu cemaatlerin etnik kökenini incelediğimizde, Arap, Türk, Fars ve Kürt kökenli olduklarını Osmanlı belgelerinde tespit edebilmekteyiz. Ancak, cemaatlerin oluşumu etnik olmaktan ziyade paylaştıkları yaylak ve kışlaklar nedeniyle iç içe geçebiliyordu. Yani, aynı aşiret içinde hem Türk hem Fars hem Kürt hem de Arap kavmine mensup aileler buluna biliniyordu. Genellikle Müslüman-Ümmet kimliği esas alındığı için, etnik kimliğe bakılmıyordu.

Yukarıdaki bölümlerde Halep bölgesine gelen yeni göçmenlerin Halep emiri tarafından Bizans sınır hattına yerleştiklerini belirtmiştik. Bu göçerlere, 1220 yılından sonra Moğol istilasına uğrayan Horasan, İran ve Irak’tan gelen aşiretler de ilave edildi. Onların da ilk yerleştikleri yer Halep bölgesiydi. Milli aşiret mensuplarının bugün bile yoğun olarak yaşadıkları bölgelere baktığımızda bu sınır hattını görebiliriz. Örneğin, Gaziantep, Malatya, Adıyaman, Mardin, Diyarbakır illerinde çok sayıda Milli aşireti mensubu yaşamaktadır. Milli aşiretine bağlı Arap aşiretler ise, genel olarak Suriye topraklarında kaldılar.  Milli aşiretine mensup çok sayıda aile bugün hala Deyrizor ve Rakka vilayetlerinde yaşamaya devam etmektedirler. Arap kökenlilerin dışında kalan cemaatlerin Anadolu’nun iç kısımlarına yerleşmeleri ise, 16. Ve 18. yüzyılda olmuştur. 1530 tarihli, 397 Numaralı Halep Eyaleti defterinde ve 998 Nolu Diyarbakır Eyalet defterinde Milli aşiretine bağlı çok sayıda cemaatin bilgileri yer almaktadır. Çemişgezek’e gelen Milli aşireti mensupları da yine Halep bölgesinden buraya gelmişlerdi. Bu aşiretler konar-göçer hayatı yaşadıkları için kış aylarını yine Halep bölgesinde geçirmeye devam ediyorlardı.

MİLLİ AŞİRETİNİN ALEVİ OLMASI

Milli aşiretinin büyük çoğunluğu Ehli-Sünnet mezheplerinden Şafii, Hanefi mezhebine mensuptu. Aleviliği benimseyenler daha çok Çemişgezek sancağına yerleşenler olmuştu. Bunun nedeni de bölgede çok sayıda alevi ocakların olmasından kaynaklanıyordu. Örneğin, Hasan Odabaşı obasını ele alalım. Hasan Odabaşı obasının yaşadığı Mişelli (Meşeli) köyünün mezraları olan Bükümlü ve Taşkesen Köyleri bugün Elazığ’ın Keban ilçesine bağlıdır. Taşkesen köyü alevi İslam anlayışını bugün de devam ettirmektedir. Milli aşiretinin bu obalarıyla komşu olan iki köy bulunuyordu. Bunlardan birisi Sün Kürt, diğeri de Sün Türk köyüydü. Bu iki köyde de Seyyid ailelerinin zaviyeleri vardı ve din hizmeti veriyorlardı. Seyyid ailelerinden bir bölümü Ağuçan ocağına, diğer bölümü de İmam Rıza Ocağına mensuptu. Ocakzade mensupları bugün Elazığ merkeze bağlı olan Sün (Sün Türk) köyünde yaşamaya devam etmektedirler. Sün Kürt köyü ise, Keban ilçesine bağlı olup, yeni adı Ulu Pınar’dır. Bu köy de Alevi İslam inançlarını halen korumaktadır. Bizim tahminimize göre, Hasan Odabaşı cemaatinin alevi ve İmam Rıza ocağına bağlı olması da buradan gelmektedir. Amasya sancağına iskan edilen Milli aşiretine mensup diğer obalara baktığımızda bir kısmının İmam Rıza Ocağına bir kısmının da Ağuçan Ocağına bağlı olduğunu gözlemlemekteyiz. Bu da bizim yukarıdaki tespitlerimizi doğrulamaktadır. Zira, 1530 tarihli 998 Numaralı “MUHASEBEY-İ VİLAYET-İ DİYARBEKR VE ARAB VE ZÜL KADRİYYE DEFTERİ”nde yer alan kayıtlara göre, Sün Kürd ve Sün Türk köyleri Harput sancağının Kuzabad nahiyesine bağlı görünmektedir. Bugün bu isimle bilinen bir yerleşim yeri bulunmamaktadır. Ancak; idare merkezinin Keban nahiyesinin doğusunda olduğu belirtilmektedir. Haritaya baktığımızda bu nahiyenin Keban ile sınır olduğu görülmektedir. Köyümüzde oturan İmam Rıza ocağına mensup dedelerin sözlü gelenekten aktardıkları bilgilere göre, atalarının Sün köyünden geldikleri şeklindeydi. Yukarıda açıkladığımız veriler de bunu doğrulamaktadır. Buna benzer bir ilişkiyi İmam Rıza Ocağı ile Canbek aşireti arasında da görmekteyiz. Bugün Sivas ili kangal ilçesi ve köylerinde oturan Canbekli aşireti de 16. yüzyılda Harput sancağında idi. Yaklaşık beş yüz yıl önce tespit ettiğimiz bu ilişki bugün de devam etmektedir. Ancak, İmam Rıza ocağına mensup ailelerin (Mısırlı ve Yanık) nüfus kayıtları Çulpara köyünde değil, Koyuncu kışlağındaki sayımda yer aldığı görülmektedir. Sözlü gelenekten gelen bilgilere göre, bu ailelerin takriben 1880'li yıllarda Çulpara'ya geldikleri şeklindedir.

Köyümüze göçlerin yüz yirmi yıl önce de geldiği görülmektedir. Salih Kahriman ve Fevzi Gür’ün birlikte hazırladıkları “Amasya Nüfus defterleri 1840” isimli eserde “Muhacir” olarak yer alan bu ailelerin Çulpara köyüne “26 Temmuz 1900” de geldikleri belirtilmektedir.

Köyümüze dışardan gelenler olduğu gibi, gidenler de oldu. Nüfus sayımlarındaki değişiklikler de bunu göstermektedir. Bugüne baktığımızda ise, köyde kalanların çoğunun yaşlılardan oluştuğu gençlerin ise, iş ve aş bulmak için büyük şehirleri tercih ettikleri görülmektedir. Bizden önceki nesiller de aynısını yapmıştı. Daha iyi bir yaşam, daha güvenli bir hayat için göç etmişlerdi. Göçler maalesef bugün de devam ediyor...

Köyümüzün kısa tarihçesini Çulpara isminin nerden geldiğini belirterek bitirelim. Köyümüz, ismini Gence Pınar mevkiindeki “Çalan” tepelerinden almaktadır. Çal, Osmanlıcada, Kurmançcada ve Farsçada kırk sayısını belirtir. An eki ise, Fars dilinde çoğul eki olup, Türkçedeki Ler-Lar gibidir. Birleştirildiğinde “KIRKLAR” anlamına gelmektedir. Çulpara isminin orijinali “ÇALPARE”dir. Anlamı kırk parçadır. Sonradan değişime uğrayarak bugünkü adını almıştır.

 Bu kitapçıkta köyümüzün kısa tarihçesini özetlemiş olduk. Katkı ve destek veren herkese sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

 Saygılarımla.

 Yazan: Hamdullah DEDEOĞLU

17.10.2020.

EKLER:

--Çulpara Köyü ile ilgili resim (Yıl 1943, Amasya Noterliği)

--Resimde yer alanların isim listesi

--Aşağı Mişelli köyünün 1835 yılına ait Türkçe ve Osmanlıca nüfus kayıtları.

---1530 tarihli Osmanlı kayıtlarında Doğan Köy'de yaşayanların isim listesi ve ödeyecekleri vergi miktarı

--1839 Nüfus sayımında Çulpara ve Koyuncu kışlağında kayıtları bulunan aile bireylerinin kimlik bilgileri listesi (Dr. Sabit Genç’in makalesinden alınmıştır)

--1830 Nüfus sayımında Kertme köyündeki Karalıoğlu Ömer ile Civcivoğlu (54 Numaralı kayıt ile başlayan) ailelerinin kayıtları.

--Çulpara ve Koyuncu kışlağındaki nüfus sayımının Osmanlıca orijinal kayıtları.

--Dulkadirli Türkmen Aşiretlerinin dağıldığı bölgeleri gösteren harita.

--Rakka'ya iskan edilen aşiretlerin listesi.

--Rakka'dan firar eden aşiretlerin listesi.

--Sinokürd ve Sinotürk köylerine ait 1523 tarihli kayıtlar.

--Musa hacılı, Meşeli, Tacirli, Anamaslu ve Fatmalu cemaatlerinin Yeni-İl kazasında olduğunu gösteren kayıtlar.

 KAYNAKLAR

--Dr. Sabit Genç, Amasya Sosyal Bilimler Lisesi, 19. Yüzyılda Aşiretlerin İskanı ve Ortaya Çıkan Sorunlar: Mecidözü Aşiretler Örneği adlı makalesi.

--Prof. Dr. Enver Çakar, Fırat Üniversitesi, 19. Yüzyılın İlk Yarısında Keban Köyleri adlı makalesi.

--Yrd. Doç. Dr. Uysal Dıvrak, 19. Yüzyılda Çemişgezek ve Köylerinin Müslüman Nüfusu adlı makalesi.

--Prof. Dr. M. Ali Ünal, 16. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı adlı makalesi.

--Ali Eren Demir, Çemişgezek’teki Alevi köyleri ve Ocakları adlı makalesi.

--Dr. M. Ali Ünal, 1646 Tarihli Avarız Defterine Göre Harput adlı makalesi.

--Prof. Dr. M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağında Aşiretler ve Cemaatler adlı makalesi.

--Prof. Dr. Enver Çakar, Osmanlı Döneminde Harput’ta Kırsal Yerleşme: Baskil Örneği adlı makalesi.

---Prof. Dr. Enver Çakar, Hurufat Defterinde Harput (1690-1812) adlı makalesi.

--Cevdet Türkay, Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiret, Oymak ve Cemaatler.

--Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler)

--John Haldon, Bizans Tarih Atlası, Alfa Tarih.

--387 Numaralı Anadolu Rum Eyaleti Defteri, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları.

--397 Nolu Halep Eyaleti Defteri, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları.

--998 Nolu Diyarbakır Eyalet Defteri, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları.

--Amasya Mufassal Defteri, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü yayınları.

--Sivas Mufassal Defteri, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Yayınları.

--Aşiretler Raporu, Kaynak yayınları.

--Ali Rıza Özdemir, Kayıp Türkler -Kürtleşen Türkmen Aşiretleri, Kripto Yayınları

--Alexander A. Vasillev, Bizans İmparatorluğu Tarihi, Alfa Yayınları.

--John Julus Norwich, Bizans Cilt 3, Gerileme ve Çöküş Dönemi (MS. 1082-1453), Kabalcı yayınları

--Osmankı Dönemi Nüfus Defterlerinde ÇORUM Bölgesi Aşiretleri, Hacı Haldun Şahin, Çorum Belediyesi Yayınları.

--Dr. Arif Sarı, Dulkadirli Türkmenlerin Yurtları adlı makalesi.

--Dr. İbrahim Solak, 16. yüzyılda Maraş ve Çevresinde Dulkadirli Türkmenleri adlı makalesi.

--İlhan Şahin (Prof. Dr.), Yeni İl Kazası-Yeni il Türkmenleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Doktora Tezi, 1980.

--Amasya Nüfus Defterleri 1840, Salih Kahriman-Fevzi Gür.

--Doç. Dr. Murat Çelikdemir, Osmanlı Döneminde Aşiretlerin Rakka'ya İskanı, 1690-1840, Doktora Tezi, 2001.

  -1943 Yılında Amasya noterliğinde çekilen resimde yer alanların isimleri.


 1838-39 yılında Çulpara kışlağında yapılan erkek nüfusun sayımına ait kaydın

transkripsiyonu (BOA.NFS.d.2383: 11b-13a)

 

 

Kışlak-ı Çulpara Ez Oymağ-ı Hasan Oğlan

 

1

Başoğlu Halil bin Ali orta boylu, kır sakallı

Sin-50

(Muhtar-ı Evvel)

 

2

Oğlu Hüseyin orta boylu, kara sakallı

Sin-25

 

 

3

Diğer oğlu Hasan orta boylu, kara sakallı

Sin-30

 

4

Diğer oğlu veli uzun boylu, kumral sakallı

Sin-27

                            

5

Diğer torunu Ali orta boylu, köse sakallı

Sin-5

 

6

Torunu Musa bin Hüseyin

Sin-13

 

7

Diğer Torunu Mehmet bin Hüseyin

Sin-9

 

8

Diğer torunun İsmail bin Hüseyin

Sin-1

 

9

Diğer torunun Hüseyin bin Veli

Sin-7

 

10

Köse oğlu İbrahim bin Ali

orta boylu, kara bıyıklı

Sin-?

 

11

Oğlu Hüseyin

Sin-12

 

12

Diğer oğlu Ali

Sin-10

 

13

Diğer oğlu

Hasan

Sin-7

 

14

Karındaşı Ahmet 

Uzunca boylu, kara sakallı

                         Sin-25

 

15

Oğlu Yusuf

Sin-11

 

16

Diğer oğlu Mehmet

Sin-5

 

17

Tohurcan oğlu Mehmet bin Kethüda orta boylu, kır sakallı

                  Sin-45

 

18

Oğlu Ahmet

Sin-12

 

19

Diğer oğlu Yusuf

Sin-8

 

 

20

Karındaşı oğlu Bayram bin Halil

orta boylu, sarı sakallı

Sin-40

(Meczup)[1]

 

21

Diğer karındaşı Hasan bin Halil

Orta boylu, sarı sakallı

Sin-32

 

22

Oğlu Halil

Sin-5

 

23

Tohurcan oğlu Kara İmam

Mehmet bin Ali

Orta boylu, köse sakallı

Sin-30

 

24

Oğlu Ali

Sin-4

 

25

Göcek İsmail oğlu Hüseyin bin İsmail, orta boylu, aksakallı

Sin-55

 

26

Oğlu Hasan uzun boylu, kumral sakallı

Sin-25

 

 

27

Diğer oğl Ahmet

Sin-3

 

28

Karındaşı oğlu İsmail bin Musatafa

Orta boylu, ter sakallı

Sin-20

 

29

Diğer karındaşı oğlu Ali

Sin-12

 

30

Diğer karındaşı oğlu Hasan

Sin-30

 

31

Baş oğlu Mustafa bin İbrahim

Uzun boylu, kumral sakallı

Sin-35

 

32

Oğlu Ali

Sin-5

 

33

Karındaş Hüseyin uzun boylu, kumral sakallı

Sin-30

 

34

Oğlu Kasım

Sin-4

 

 

35

Diğer karındaşı Mehemt uzunca boylu, kumral sakallı

Sin-33

 

36

Oğlu Ahmet

Sin-1

 

37

Melek Mustafa oğlu Hüseyin bin Ali orta boylu, kara sakallı

Sin-35

 

38

Oğlu Bali

Sin-12

 

39

Solak oğlu Ali Böz bin Hasan orta boylu, aksakallı

Sin-65

 

 

40

Oğlu Hasan orta boylu, kara sakallı

Sin-23

Mecruh[2]

 

41

Karındaşı oğlu Hüseyin bin Hüseyin orta boylu, kara sakallı

Sin-25

 

42

Deli Musa oğlu Yusuf bin Hüseyin

Uzun boylu, kır sakallı

Sin-50

 

43

Oğlu Musa orta boylu, kara sakallı

Sin-30

 

44

Diğer oğlu Bektaş

uzun boylu, kumral sakallı

Sin-28

 

45

Diğer oğlu Ali

Uzun boylu, kara sakallı

Sin-26

 

46

Diğer oğlu Mustafa

Uzun boylu, kara sakallı

Sin-24

(Onbaşı Redif)

 

47

Torunu Hüseyin bin Mustafa

Mah-6

                        

48

Akbıyık oğlu Ali bin Ali

Uzun boylu, kır sakallı

Sin-48

 

53

Doğan oğlu Halil Bin Hüseyin Orta boylu, kara sakallı

Sin-35

 

54

Oğlu Baki

Sin-7

 

55

Karındaşı Hüseyin

Orta boylu, kumral sakallı

Sin-30

                        

56

Oğlu Yusuf

Sin-1

              

57

Nevruz oğlu Hasan bin Mehmet

Orta boylu, şab[3]

Sin-20

 

58

Emmisi Ahmet bin Ali bin Cenuh

Orta boylu karaca sakallı

Sin-45

 

59

Şipdudak oğlu Mehmet bin İbrahim

Orta boylu, ter bıyıklı

Sin-20

 

60

Gavur oğlu İbrahim bin Ali

Orta boylu, kumral sakallı

Sin-30

 

61

Oğlu Hasan

Sin-4

                      

62

Karındaşı Murtaza

Uzun boylu, sarı sakallı

Sin-35

 

63

Diğer karındaşı Mehmet bin Ali

Orta boylu, kumral sakallı

Sin-37

               

64

Oğlu Ali orta boylu

Şab

Sin-15

 

65

Diğer oğlu Yusuf

Sin-10

 

66

Diğer oğlu Mehmet

Sin-1

 

 

67

Mender oğlu Yetim Ahmet bin Ali

Sin-12

 

                             68

Emmisi Ahmet bin Ali

Orta boylu, aksakallı

Sin-50

(Meczup)

 

69

Kara Arslan oğlu Yusuf bin Hacu

Uzun boylu, aksakallı

Sin-65

 

70

Mehmet bin Deli Kethüda

Orta boylu, kara sakallı

Sin-30

(Kethüda )[4]

 

71

Karındaşı Mustafa

Orta boylu, kumral sakallı

Sin-25

(Mecruh[5])

 

72

Diğert karındaşı Hüseyin

Orta boylu, kara sakallı

Sin-23

 

73

Oğlu İbrahim

Sin-1

 

74

Diğer karındaşı Ali

Orta boylu, ter bıyıklı[6]

Sin-20

(Redif)

 

75

Solak oğlu İsmail bin Hüseyin

Orta boylu, kır sakallı

Sin-80

 

76

Oğlu İbrahim

Orta boylu, kır sakallı

Sin-35

 

 

77

Diğer oğlu Hüseyin

Orta boylu, kara sakallı

Sin-25

 

78

Diğer oğlu Hasan

Orta boylu, kumral sakallı

Sin-38

(Mefkud)[7]

 

79

Diğer oğlu Halil

Orta boylu, kırca sakallı

Sin-40

 

80

Diğer oğlu Ali

Orta boylu, köse sakallı

Sin-18

 

81

Torunu Mehmet bin Hasan

Sin-4

 

82

Diğer torunu Mehmet bin Hasan Orta boylu

Sin-17

 

83

Diğer torunu Veli bin Hasan

Sin-13

 

84

Diğer torunu Hüseyin bin Halil

Sin-4

 

85

İlyas oğlu Halil bin Ali

Orta boylu, kumral sakallı

Sin-35

                

86

Karındaşı Hüseyin

Uzunca boylu, sakallı

Sin-22

 

87

Solak oğlu Hasan bin Ali

Orta boylu

Sin-14

 

88

Karındaşı Hüseyin

Sin-15

 

89

Diğer karındaşı Mehmet

Sin-8

 

90

Safran oğlu Hasan Bin Mustafa

Orta boylu, kara sakallı

Sin-49

 

91

Oğlu İdris orta boylu, bıyıklı

Sin-18

 

92

Diğer oğlu Mehmet

Sin-13

 

93

Hüseyin bin Topal Hasan

Orta boylu, kır sakallı

Sin-45

 

94

Oğlu Ali orta boylu

Sin-14

 

95

Diğer oğlu Hasan

Sin-7

 

96

Karındaşı oğlu Mehmet bin Mustafa orta boylu, kır sakallı

Sin-22

 

97

Karındaşı Yusuf

Orta boylu, ter bıyıklı

Sin-18

 

98

Miri oğlu Mehmet bin Mustafa

Orta boylu, kır sakallı

Sin-49

 

99

Oğlu Hasan

Orta boylu

Şab

Sin-14

 

100

Diğer oğlu Hüseyin

Sin-12

 

101

Kara Çavuş oğlu

Çavuş Bektaş bin Mehmet

Orta boylu, kara sakallı

Sin-39

 

102

Oğlu Hasan

Sin-14

 

 

103

Diğer oğlu Hasan

Sin-11

 

104

Diğer oğlu Halil

Sin-3

 

105

Evek oğlu Ahmet Bin Mustafa

Uzun boylu, kır sakallı

Sin-70

 

106

Oğlu Bektaş

Orta boylu, kumral sakallı

Sin-32

 

107

Diğer oğlu Hasan

Orta boylu, kara sakallı

Sin-31

 

108

Torunu Hüseyin bin Hasan

Sin-2

 

109

Üveyi oğlu Cuma bin Cuma

Orta boylu, ter bıyıklı

Sin-22

 

110

Kara Savaş oğlu Ali bin Ali

Orta boylu

Şab

Sin-14

 

111

Kamber oğlu İsmail bin Osman

Ortanca boylu, kır sakallı

Sin-42

 

112

Oğlu Yusuf

Orta boylu, kumral sakallı

Sin-27

 

113

Diğer oğlu Mustafa

Orta boylu, kara sakallı

Sin-22

 

114

Zeynep oğlu Musa bin Hasan Orta boylu, kumral sakallı Sin-35

 

115

Oğlu Hasan

Sin-9

 

116

Karındaşı oğlu Hüseyin bin Mehmet Orta boylu, Şab

Sin-14

 

117

Diğer karındaşı oğlu Mehmet

Sin-11

 

118

Kuyucaklı oğlu Yusuf bin Ali

Orta boylu, kumral sakallı

Sin-35

 

119

Üveyi oğlu Hasan bin İsmail

Uzun boylu, ter bıyıklı

Sin-22

 

120

Ali bin Deli Doğan

Uzun boylu, kumral sakallı

Sin-25

 

121

Çolak İsmail oğlu Hüseyin bin Musa

Orta boylu, şab

Sin-16

                      

122

Hatun oğlu Hüseyin bin Deli Boşnak oğlu Mehmet

 Orta boylu, şab

Sin-16

 

123

Karındaşı Ali

Sin-12

                 

124

Civelek oğlu Hasan

bin Hüseyin

Orta boylu, sarı bıyıklı

Sin-22

 

125

Kir oğlu Ali bin Mehmet

Uzunca boylu, kır sakallı

Sin-65

 

126

Oğlu Hasan

Orta boylu, ter bıyıklı

Sin-20

(Redif)

                          

127

Diğer oğlu Musa

Orta boylu, ter bıyıklı

Sin-18

Yekçeşm

 

128

Diğer oğlu Hüseyin

Sin-10

 

129

Karındaşı Reşo

Orta boylu, kara bıyıklı

Sin-25

 

130

Kebir oğlu Zilfü bin Osman

Orta boylu, aksakallı

Sin-59

                                    

131

Oğlu yusuf

Orta boylu, kara sakallı

Sin-25

 

132

Diğer oğlu İsmail

Orta boylu, ter bıyıklı

Sin-20

 

133

Diğer oğlu Hasan

Sin-12

 

134

Topaloğlu Hüseyin bin Cafer

Orta boylu, kır sakallı

Sin-55

 

135

Boz oğlu Ali bin Boz Bektaş

Orta boylu, kır sakallı

Sin-64

 

136

Oğlu Çelebi

Sin-12

 

137

Reçko oğlu Bektaş bin Halil

Orta boylu, ter bıyıklı

Sin-17

 

 

 

 1] 1. Tanrı aşkıyla aklını yitirmiş kimse. 2. Aklını yitirmiş kimse, deli   https://kelimeler.gen.tr/meczup-nedir-ne-demek-217691 (21: 22, 27/ 10/ 2019)

[2] 1. İncinmiş olan, 2.Yaralı   https://sozluk.gov.tr/?kelime=mecruh (21:24,27/10/2019)   

[3]Daha sakalı, bıyığı çıkmamış genç, delikanlı (Sami 1987: 761).

 

[4] Zengin kimselerin ve devlet büyüklerinin buyruğunda çalışan, onların birtakım işlerini gören kimse, kâhya (https://sozluk.gov.tr/ 21:30,27/10/2019).

[5] 1. İncinmiş olan, 2.Yaralı   https://sozluk.gov.tr/?kelime=mecruh (21:24,27/10/2019)   

 

[7] Kayıp, bulunmayan (Şemseddin Sami 1987: 1385).

*** Sin-Yaşı

***Bin-Oğlu

  Osmanlıca orjinal Çulpara köyü Nüfus kayıtları

 


Koyuncu Kışlağı Osmanlıca Orijinal Nüfus kayıtları

 Aşağı Mişelli köyüne ait 1835 yılındaki Osmanlıca nüfus kayıtları.




 Aşağı Mişelli köyüne ait 1835 sayımındaki nüfus kayıtlarının Türkçe transkripsiyonu. (Türkçe çevirisini Dr. Sabit Genç hocamız yaptı. Kendisine çok teşekkür ediyorum.)  

Hane:

İhtiyarı Hüseyinoğlu       Mustafa

Sin 55

 

 

Oğlu Hasan

 sin 13

 

 

Diğer oğlu Ali

 sin 3

Hane:

Hasan oğlu

Yanuk Mehmed

Sin 30

Hane:

Yoğurt Baba oğlu

Molla Hasan

Sin 36

 

Oğlu Mehmed

Sin 5

 

Diğer oğlu İbrahim

Sin 4

 

Diğer oğlu Mahmud sin 1

 

 

Yoğurt Baba oğlu

Mehmed

sin 40

 

Oğlu Ali

Sin 8

 

Diğer oğlu Veli

Sin 3

 

İbrahim oğlu Abdullah

Sin 7

 

Diğer oğlu Mustafa

Sin 5

Hane:

Ali oğlu

Hacı Abbas

Sin 42

 

Oğlu Bayram

Sin 6

 

 

 

Diğer oğlu Derviş

Sin 5

 

Diğer oğlu Hasan

Sin 1

Hane:

Derviş oğlu Ali

Sin 22

Hane:

Odabaşıoğlu Yusuf Kâhya

Sin 72

 

Oğlu Hasan

Sin 23

Hane:

Yusuf Kâhya oğlu

Mutaza

Sin 30

 

Oğlu Hızır

Sin 6

Hane:

Yusuf Kahya oğlu

İbrahim (Sağır)

Sin 28

 

 

 

 

Hane:

Ahmed oğlu Hasan

Sin 18

 

 

Karındaşı oğlu

Ali

Sin 12

 

 

Hane:

Mehmed oğlu Bayram

Sin 68

 

Oğlu Ahmed

Sin 25

 

Diğer oğlu Hasan

Sin 2

 

Hane:

Bekzo?nun oğlu

Abbas

Sin 35

 

Karındaşı oğlu

Hamuş

Sin 27

 

Abbas oğlu Veli

Sin 2

 

Diğer oğlu Süleyman

Sin 1

 

Hane:

Osman Kethüda oğlu

Yusuf

Sin 41

 

Karındaşı Mustafa

Sin 22

 

Diğer karındaşı

Hasan

Sin 3

 

Yusuf oğlu Halil

Sin 2

 

Hane:

Bekir Kahya oğlu Mehmed

Sin 62

 

Karındaşı Hasan

Sin 26

 

Diğer karındaşı

Keleş

Sin 28

 

Diğer karındaşı

Veli

Sin 18

 

Mehmed oğlu Ali

Sin 3

Hane:

Ali oğlu Mikail

Sin 70

 

Oğlu Yusuf

Sin 38

 

Diğer oğlu Ali

Sin 35

 

Diğer oğlu İsmail

Sin 25

 

 

 

Diğer oğlu Mustafa

Sin 22

 

Yusuf oğlu Mikail

Sin 2

 

İsmail oğlu İbrahim

Sin 1

Hane:

Mikail oğlu Hasan

Sin 45

 

Oğlu Veli

Sin 20

 

Diğer oğlu Dursun

Sin 2

Hane:

Abuşoğlu Veyis

Sin 38

 

Oğlu Hasan

Sin 4

 

Diğer oğlu Hüseyin

Sin2

 

 

Hane:

Latifoğlu Ali

Sin 46

 

Oğlu Latif

Sin 14

 

 

Diğer oğlu Hüseyin

Sin 3

 

Karındaşı oğlu Ali

Sin 6

Hane:

Odabaşıoğlu

Ali

Sin 70

 

Oğlu Mustafa

Sin 22

 

Diğer oğlu Hsan

Sin 11

 

Diğer oğlu Ali

Sin

6

Hane:

Alioğlu Mehmed

Sin 33

 

Oğlu Veli

Sin 4

 

 

 

Hane:

Ali oğlu Süleyman

Sin 32

 

Oğlu Ali

Sin 8

 

Diğer oğlu Mustafa

Sin 5

 

Diğer oğlu Mehmed

Sin 1

 

Hane:

Bekzonun oğlu Ali

Sin 62

 

Oğlu İsmail

Sin 23

 

Diğer oğlu Mehmed

Sin 14

 

 

Hane:

Dursun oğlu Mustafa

Sin 40

 

Oğlu Mustafa

Sin 3

 

 

 

 

Hane:

Mehmed oğlu Ali

Sin 45

 

Karındaşı                            Süleyman (Topal)

Sin 20

 

Amucası oğlu Hüseyin

Sin 18

 

Karındaşı İsmail

Sin 24

 

Diğer karındaşı Mustafa

Sin 22

 

Diğer karındaşı Yusuf

Sin 19

 

Hüseyin oğlu Hasan

Sin 5

 

Diğer oğlu Mehmed

Sin 2

Hane:

Mehmed oğlu Ahmed sin 38

 

 

 

 

Hane:

Kaya oğlu Hızır

Sin 33

Karındaşı Ahmed

Sin 25

 

Diğer karındaşı İsmail

Sin 18

 

Diğer karındaşı

Mehmed

Sin 12

 

Hızır oğlu Hasan

Sin 1

Hane:

Çokdar oğlu Bekir

Sin 49

 

Oğlu İbrahim

Sin 32

 

Diğer oğlu Hüseyin

Sin 25

 

Diğer oğlu Hasan

Sin 20

Diğer oğlu Mehmed

Sin 18

İbrahim oğlu Veli

Sin 1

 

 

 

Hane:

Cafer oğlu Bali

Sin 45

 

Karındaşı

Ahmed (Çolak)

Sin 32

 

Karındaşı Mustaza

Sin 23

 

Balioğlu Cafer

Si 4

 

Hane:

Velioğlu Ali

Sin 48

 

Oğlu Mehmed

Sin 25

 

Diğer oğlu Timur

Sin 8

 

Karındaşıoğlu

Hasan

Sin 7

 

Hane:

Mehmed oğlu Hüseyin

Sin 22

 

Karındaşı Mustafa

Sin 15

 

 

 

Hane:

Mehmed oğlu Mustafa

Sin 40

 

Karındaşı Aluş? Aloş?

Sin 25

 

Mustafa oğlu Mehmed

Sin 2

Hane:

Ali oğlu İbrahim

Sin 25

 

 

Hane:

Hasan oğlu Hüseyin

Sin 22

 

Karındaşı Abbas

Sin 18

 

Hane:

Laz Kaya oğlu Ali

Sin 18

 

 

 



1830 Nüfus sayımında Kertme Köyü Alamaslı Aşireti kayıtlarındaki Karalıoğlu Ömer ailesi.


 1830 nüfus sayımında Kertme Köyü Dedesli Türkmen  Aşireti kayıtlarında Civcivoğlu ailesi.

 




Musa Hacılı aşiretinin Ağca Koyunlu Kabilesi içinde 1526'da 149 hane, 1580'de 50 haneye düştüğü görülmektedir.

Döngelli Taifesi

Musa Hacılı 1526 yılında Döngelli taifesi içinde 54 hane olarak görünmektedir.





KÜŞNE TAİFESİ

Musa Hacılı aşiretinin Küşne taifesi içinde 1580 yılında 64 hane olduğu görülmektedir.

Köseoğlu obasının Eymirli kabilesi içinde 1526'da 37 hane, 1580 yılında 14 hane olduğu görülmektedir.



Köseli ve Tabanlu Obaları 1526'da Anamaslu kabilesi içinde 21 hane, 1580 de 63 hane olarak görünmektedir.


---1576 yılındaki Amasya Sancağı Tahrir Defterine göre, Doğan Köy'de yaşayanlara ait kayıtlar. Köyde yaşayanların isimlerine dikkatli bakıldığında ""Pir Ali, Şah Ali" isimlerinin yaygın olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu isimlerden de Doğan Köyde yaşayanların Alevi-Bektaşi oldukları anlaşılmaktadır.  




MEŞELİ ve TACİRLİ obalarını, Musa Hacılı (MUSACALU) aşiretine bağlı olduğunu gösteren kayıtların Türkçe transkripsiyonu. Fatmalu cematininin Yeni-İl'de olduğunu gösteren kayıtlar. (Prof. Dr. İlhan Şahin'in 1980 yılında Osmanlı arşivlerine dayanarak yazdığı YENİ İL KAZASI VE YENİ İL TÜRKMENLERİ, 1583-1653 isimli Doktora tezinden alınmıştır.)  Bu çalışmasından dolayı sayın İlhan Şahin hocamıza teşekkür ederiz.
1835 tarihli Çemişgezek nüfus sayımında Girnir nahiyesi, 2. sırada aşağı Mişelli, 12. sırada yukarı Mişelli köylerinin hane ve nüfus sayıları yer almaktadır.


  1523 Tarihli Harput sancağının Tahrir defterine göre,  Kuzabad  nahiyesine bağlı Sinokürd (Sünkürd) ve Sinotürk (Süntürk) köylerinin hane sayısı ve ödeyecekleri  vergi miktarları

 

 16. yüzyılda Çemişgezek sancağının Keban nahiyesine bağlı olan Mişelli köyünün (8. sırada) 1518-1566 yıllarına ait kayıtlardaki hane sayıları.

 



Rakka iskanına tabi tutulan aşiretlerin MALİYE DEFTERİNE GÖRE  hane ve nüfus sayısı.

RAKKA'YA  İSKAN  EDİLEN AŞİRETLERİN  LİSTESİ.




Rakka'dan firar eden aşiretlerin hane ve nüfus sayları.



RAKKA'YA İSKAN EDİLEN AŞİRETLERİN TAPU-TAHRİR DEFTERLERİNE GÖRE HANE VE NÜFUS SAYILARI.




















Popular