22 Mart 2024 Cuma

İŞİD-DEAŞ VE EL KAİDE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN FİKİR KAYNAĞI VAHABİLİK Mİ ?

İŞİD-DEAŞ-EL KAİDE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN FİKİR KAYNAĞI VAHABİLİK Mİ?

İslam coğrafyasını kasıp kavuran El Kaide, İŞİD (DEAŞ), BOKO HARAM gibi terör örgütlerinin İslam anlayışı nedir? Eylemlerine gerekçe yaptıkları ideolojinin kaynağı nereden geliyor? Bugün ki makalemizde bu sorulara cevaplar vereceğiz.

Yukarıda isimlerini verdiğimiz terör örgütlerinin eylemlerine gerekçe yaptıkları “İslam” anlayışı Vahabiliğe dayanmaktadır. Diyanet işleri başkanlığı da yayınladığı “DEAŞ DEHŞETE DAYALI BİR DİN İSTİSMARI” adlı kitapçıkta aynı tespiti yapmaktadır. O halde, makalemizin konusu olan Vahabilik neyi savunmaktadır? Önce onların fikirlerini bilmemiz gerekiyor. Sonra da bu fikirlerin Kur’an’a ve İslam dinine aykırı olup olmadıklarını bakmamız gerekiyor. Makalemizde ana kaynağımız Prof. Dr. Yusuf Yörükan’ın 1953 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisinde yayınlanan “VAHABİLİK” adlı inceleme yazısı olacaktır.

Vahabilik mezhebinin kurucusu olan Muhammed bin Abdulvahab, 1703’de Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı Hicaz bölgesinin Uyeyne kasabasında doğdu. 1791’de Deriye (Riyad) kentinde öldü. Babası Hanbeli mezhebinin imamlarındandı. Önce babasından, sonra da Mekke, Medine ve Şam vilayetlerinde Şafii ve Hanefi imamlardan din eğitimi gördü. Ancak aldığı bu din eğitiminden sonra çok farklı bir İslam anlayışını benimsedi. Bu nedenle hem ailesinden hem de çevresinde tepki çekti. Bunun üzerine fikirlerini yaymak için çöl bedevilerini kendisine hedef kitle seçti. İbni Abdulvahab, Müslüman kitlesinin altı yüz yıldan beri aldatıldığını, tarikatlara girdiklerini, türbeleri ziyaret ettiklerini, ibadetlerini ihmal ettiklerini, bu nedenle bunların mallarının “gerçek Müslümanlara helal” olduğunu telkin ederek, çöl bedevilerini yağma ve talana teşvik etti. Ve etrafına topladığı bedevilerle bölgedeki halkın mallarına zorla el koymaya başladı.

 Kendisine bağlı bir kitle yaratan İbni Abdulvahab, 1730 yılında Deriye (Riyad) kasabasına yerleşti. Bir süre sonra, Deriye kasabasının kabile reisi, Muhammed bin Suud’a kendi görüşlerini kabul ettirdi. Kabile reisi Deriye ve çevresindeki köylerde yaşayanları İbni Abdulvahab’a tabi kıldı. Burada iyice güçlenen Vahabiler saldırılarını daha da artırdılar. Kabile reisi İbni Suud, elde edilen ganimetlerden PAY alıyordu. Bölgenin yerel yöneticileri Vahabilere karşı mücadelede başarısız kalıyorlardı. Vahabilerin kontrol ettikleri bölgeler her geçen gün artıyordu. Osmanlı devleti ise, o yıllarda Ruslarla savaş halindeydi ve balkanlardaki iç isyanlarla uğraşıyordu. 

VAHABİLERİN İNGİLİZ DESTEĞİ İLE OSMANLI DEVLETİNE İSYANI

İbni Vahab öldüğünde, Necid ve Yemen’in büyük bir kesimi Vahabilerin denetimine geçmişti. Kendisinden sonra mezhebin başına oğlu Abdülaziz geçti. Onun döneminde bölge halkına yapılan talan ve yağma saldırıları Mekke, Medine, Irak ve Mısır’a kadar ulaştı. Kerbela’ya gönderdiği yağmacılar, Hz. Hüseyin’in türbesindeki altın, gümüş ve kıymetli eşyaları alarak Deriye’ye getirdiler. İran şahı, Osmanlı’ya gönderdiği mektuplarda saldırganların cezalandırılmasını, aksi taktirde bu işi kendilerinin yapacağını bildirdi. Durumun önemini kavrayan Osmanlı yöneticileri, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’ya yetki vererek asilerin yakalanmasını ve cezalandırılmasını, bölgenin de tekrar huzura kavuşturulmasını istediler. Mısır valisi ve oğlu İbrahim İki koldan Hicaz bölgesine girdiler. Vahabilerin ele geçirdiği yerleri onlardan temizlediler. İbni Vahab’ın iki oğlu bu çatışmalarda öldü. Vahabi hareketinin başında bulunan diğer oğlu Abdullah yakalanarak İstanbul’a gönderildi. İstanbul’daki yargılamadan sonra idam edildi.

Vahabi hareketi belli bir süre ortadan kalkmıştı. Ancak ileriki yıllarda İngilizlerin de desteğini alarak, Osmanlı devletine savaş açtılar. Ve Hicaz bölgesini denetim altına aldılar. Birinci dünya savaşının sonunda da yine İngilizlerin desteği ile Hicaz bölgesindeki bugünkü Suudi Arabistan devletini kurdular.

Vahabi hareketin ve bugünkü Suudi Arabistan’ın kuruluşunu kısaca özetledik. Şimdi asıl konumuza gelelim. Vahabilik neyi savunmaktadır? Diğer mezheplerden farkı nedir?

VAHABİLİĞİN İSLAM ANLAYIŞI

1-Dinde aklı kullanmayı reddederler. Hukuki içtihatları (yorumları), fen bilimlerini, felsefeyi kabul etmezler.

2-İbadetleri (namaz-oruç) imandan sayarlar. İbadetlerin yerine getirilmesinin imanı artırdığını ileri sürerler.

3-Kabirler üzerine türbe yapılmasını, ziyaret edilmesini dine aykırı bulurlar.

4-Tevhidde Kelime-i Şahadeti yeterli bulmazlar. İbadetlerin de yapılmasını şart koşarlar.

5-Vakıf müesseselerini reddederler, batıl bulurlar.

6-Namazın cemaatle kılınmasını şart koşarlar. Beş vakit namazın Camii’de kılınmasını mecburi sayarlar.

7-Sigara ve nargile içenler sarhoş olarak kabul edilir, cezası kırk değnektir.

8-Dinde tasavvufu reddederler. Tarikata girmeyi şirk (Allah’a ortak koşma) sayarlar.

9-Peygamberin hatıralarını anmayı, Hırka-i Şerif, Sakal-ı şerif ziyaretlerini şirk olarak kabul ederler.

10-Hz. Muhammed’e “Seyyiduna” ve “Mevlana” diyenleri kafir olarak kabul ederler.

11-Nazar boncuğu takmayı şirk olarak kabul ederler.

Yukarıda Vahabiliğin kısaca din anlayışını özetledik. Görüleceği gibi, savunduğu fikirler tamamen İslam’a aykırı, fanatik ve saldırgan bir yapıya sahiptir. Kendileri gibi inanmayan ve düşünmeyen her kesi düşman olarak kabul etmektedirler. Ve onlara karşı şiddet kullanmayı, onların can ve mallarının gasp edilmesini ve ortadan kaldırılmasını kendi anlayışına göre “HELAL” görmektedir. İşte İŞİD ve EL KAİDE gibi terör örgütleri de bunu savunmaktadır. Savundukları fikirlerle ve yaptıkları eylemlerle İslam coğrafyasını kan deryasına çevirmişlerdir. İslam coğrafyasını sömürgeleştirmek isteyenlere zemin hazırlamışlar ve onların piyonu olmuşlardır. Aynen birinci dünya savaşında İngiliz emperyalistlerine hizmet ettikleri gibi bugün de bu görevlerine devam etmektedirler. Oysa, İslam dini ilim ve fenne önem vermiş “ilim Çin’de dahi olsa gidip alın” demiştir. Vahabi anlayış ise, İslam’ı bağnaz, tutucu, gerici ve saldırgan bir din gibi sunmaktadır.

Vahabiliğin İslam anlayışını reddeden konuyla ilgili ayetler şunlardır:

ZÜMER SURESİ: 9. Ayet: “ …Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak AKIL sahipleri bundan öğüt alır.”

SAD SURESİ: 29. Ayet: “Ey Muhammed! Sana indirdiğimiz bu kitap kutludur. Ayetlerini düşünsünler. Aklı olanlar ibret alsınlar.“

ENAM SURESİ: 151. Ayet: “Haklı olmadıkça cana kıymayın. Allah bunu size haram etmiştir.”

BAKARA SURESİ: 256. Ayet: “Dinde baskı ve zorlama yoktur.”

Kur’an’daki ayetler gayet açıktır. Kur’an, aklı kullanmayı emrederken, meşru savunma dışında insan öldürmeyi ve zulmetmeyi yasaklamıştır. Ayetler açık olmasına rağmen, terör örgütleri eylemlerini “dinin gereği” gibi sunmaya devam etmektedirler. Terör örgütlerinin bu anlayışına İlahiyatçı-yazar Prof. Dr. Yusuf Yörükan’ın VAHABİLİK hakkındaki inceleme yazısı ile cevap vermeye devam edelim. Yusuf Yörükan Hoca, Vahabilik hakkında şöyle yazmaktadır:

“ Dinde akla yer vermemek meselesine gelince: Bu, evvela İslam ruhuna, peygamberin yoluna ve Kur’an-ı Kerim’in beyyine ayetine, tefekkür edin, nazar edin, emirlerine muhaliftir. Eğer din akla kıymet vermiyorsa, FİKİR ve VİCDAN hürriyeti yoktur. Anlamadan inanmak zorla inandırmaktır. Bu da taassup ve istibdatı doğurur. Zihinleri uyuşturur. İnsanlar gerçekleri hurafelerden ayıramaz olur. Halbuki Müslümanlık hurafelerle mücadele eden ve batıl itikatları reddeden, hamle verici bir dindir. Hz. Peygamber Müslüman olmak için müracat edenlere: “” Evvela, batıl itikatları ve hurafeleri terk edeceğinize söz verin, ondan sonra size Müslümanlığı tebliğ ederim“” demiştir.”

Yusuf hoca dinde aklı kullanmayı reddeden Abbasi halifelerinden ve Endülüs devletini yönetenlerden örnekler vererek şöyle devam etmektedir:

“… İslam tarihinde akılcılarla, nasiyecilerin (dinde aklı kullanmayı reddedenler) çarpıştığı devirler göz önüne alınmalıdır. Abbasi halifelerinden MEMUN ve halefleri zamanında AKILCILIK hüküm sürüyordu. Bu devir, İslam’da ilim ve medeniyetin ilerlediği ve insanların refaha kavuştuğu bir devirdir. MÜTEVEKKİL zamanında Ahmet İbni Hanbel’in nüfuzu dolayısıyla nassiyecilik (nakilcilik) hakim olunca, medeniyet ışığı süratle karardı. Abbasi devrinin insanları bir daha refah göremediler. ENDÜLÜS’de fikir hürriyeti yaşandığı devirde Avrupa’yı uyandıran bir medeniyet vücuda geldiği halde, HANBELİLİK orada hakim duruma geçtikten sonra, çok geçmeden Endülüs devleti yıkıldı. “

İlahiyatçı-yazar, Prof. Dr. Yusuf Yörükan yetmiş yıl önce Vahabilik konusunda bunları yazıp, İslam ülkelerini aydınlatmaya çaba sarf ederken, Diyanet İşleri Başkanlığı bu konuda yeterli bilgilendirme ve halkı aydınlatma görevini yerine getirebiliyor mu?  Konu ile ilgili olarak bir kitapçık yayınlamakla bu iş bitiyor mu?  Cuma hutbelerinde bu terör örgütlerinin savunduğu İslam anlayışının Kur’an’a aykırı olduğu anlatılamaz mı? Elinde yüz binin üzerinde kadrosu bulunan bir teşkilat basın-yayın ve televizyon aracılığı ile halkı aydınlatamaz mı? Açık oturumlar, paneller ve konferanslar düzenleyemez mi? Bu terör örgütleri ile sadece güvenlik güçleri mi mücadele edecek? Özellikle İlahiyat fakültelerindeki akademisyenlerin güvenlik güçlerine fikri olarak destek vermeleri gerekmiyor mu? Terör örgütlerine karşı canlarını siper eden güvenlik mensupları neden yalnız bırakılıyor?  Diyanet İşleri Başkanlığının tüm bu sorulara cevap vermesi gerekiyor. Öyle göstermelik olarak bir broşür yayınlamakla bu iş olmaz. Yayınladıkları kitapçıktaki dili de ne yazık ki sıradan insanların anlaması mümkün değildir. Kitapçıklarda ve broşürlerde kullanılan dil akademik bir değil, basit ve sade olmalıdır. Ayrıca Diyanetin artık mezhepçi damardan da kurtulması gerekiyor. Fetö’yü anlatıyor, ŞİA’ya benzetiyor, DEAŞ’ı anlatıyor, Hasan Sabbah’a benzetiyor. Dünyaya mezhepçi gözlüğü ile bakınca böyle oluyor. Bir türlü objektif olamıyor. Diyanetin kadroları bugünkü olaylara, Abbasi Halifesi Kadir Billah’ın bin yıl önce mezhepler hakkında almış olduğu kararlar doğrultusunda bakıyorlar. Bir türlü yirmi birinci yüzyıla gelemiyorlar.   

Makalemizi bitirirken, halkımızı din maskeli terör örgütlerine karşı bilinçlendirmek ve onları aydınlatmak hepimizin görevi olmalıdır. Ancak başta da bu görev Diyanet İşleri Başkanlığına düşmektedir. Zira bu fikri mücadeleyi ancak geniş olanaklara ve donanımlara sahip bir kurum yapabilir. Diyanet, bazılarına destek olmak ve popülist açıklamalar yapmak yerine, mezhepçi gözlüğünü çıkartarak asli görevine dönmelidir.

Saygılarımla.

23.09.2019

Hamdullah Dedeoğlu

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular