19 Ocak 2024 Cuma

İSLAM DÜNYASININ BİLİM İNSANLARI AKILCI EKOLDEN Mİ, NAKİLCİ EKOLDEN Mİ GELİYOR?

İBN-İ SİNA 

BİRUNİ

HAREZMİ


İSLAM DÜNYASININ BİLİM İNSANLARI AKILCI EKOLDEN Mİ, NAKİLCİ EKOLDEN Mİ GELİYOR?

Dinde aklı reddedip, nakli yanı diğer deyimle nasçı-kaderci ekolü savunanlar İslam coğrafyasındaki bilim insanlarının bilime, tekniğe yaptıkları katkılarla, buluşlarla övünürler. Oysa, İslam coğrafyasındaki bilim insanlarının hayatları ve yaptıkları yakından incelendiğinde, bunların dinde nakilciliği değil, akılcılığı savundukları görülecektir. Eğer nakilcilerin dedikleri doğru olsaydı bilim insanlarının nasçı-nakilci olması gerekirdi. Ancak bu bilimdeki yenilikleri ve teknolojik gelişmeleri yakalamak için engel teşkil ederdi. Zira bütün icat ve buluşlar deneye, gözleme, analize ve somut verilere dayanmak zorundadır. Bu deneyler ve gözlemler de ancak akıl sayesinde yapılabilir. Dolayısıyla İslam dünyasının 10.11. ve 12. Yüzyılda bilim ve teknolojide önde olması, İslam dininde akılcı ekolü temsil eden Mutezile mensuplarının yönetim kademesinde bulunması sayesinde olmuştur. Örnekleyecek olursak, Biruni, İbn-i Sina, Harezmi, Ömer Hayyam gibi en önde gelen bilim ve sanat insanları eserlerinde hep aklı kullanmışlardır. 

Şimdi bu tezimizi güçlendirmek için en tanınmış bilim adamlarından olan Biruni, İbn-i Sina ve Harezmi üzerinden gidelim.

BİRUNİ: Esas adı Ebu Reyhan Mahmud bin Ahmed el BİRUNİ’DİR. Horasan'ın Harezm bölgesinde doğdu. 1048 yılında Gazne’de vefat etti. Yirmi beş yaşında ilk eserini yazdı. Astronomi dalında yazdığı “Kanun” adlı eseri altı asır boyunca Avrupa’da ders kitabı olarak okutuldu. Kitaplarının çoğunu Arapça yazdı. Toplamda yüz seksen eser ortaya koydu. Eserleri, Matematik, Astronomi, Coğrafya, Tarih ve Farmoloji üzerinedir. Matematik’te Trigonometri dalında yeni teoriler geliştirdi. Coğrafya dalında enlem ve boylamların uzaklıklarını hesapladı. Madenlerin özgül ağırlıklarını buldu. Bulduğu değerler bugünkülerle neredeyse aynıdır.

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Mehmet Alıcı, “Dinler Tarihçisi olarak Biruni” adlı makalesinde Biruni için şu değerlendirmeyi yapmaktadır:

“Biruni incelediği konularda somut verilere dayanmıştır. Gözleme, deneye önem vermiştir. Biruni’nin ilmi kişiliğinin en önemli özelliği akılcı oluşudur.”

İBN-İ SİNA: Uzun ismi Ebu Ali Sina’dır. 980 yılında Orta Asya’nın Buhara kentinin Efşene köyünde doğdu. 1037 yılında Hamedan’da vefat etti. İbn-i Sina Tıp, Astronomi, Felsefe, alanında eserler yazmıştır. “Erken Tıbbın Babası”, “Filozofların Prensi” olarak ün yapmıştır. Tıp alanındaki eserleri 18. Yüzyıla kadar Avrupa’da ders kitabı olarak okutulmuştur. En önemli buluşu, kanın besinleri taşıyan bir sıvı olduğudur. Şeker hastalığını idrardan alınacak numune ile belirleneceğini ilk o tespit etmiştir. Ayrıca Kızıl, Şarbon, karaciğere bağlı hastalıkları ve hepatiti yine İbn-i Sina keşfetmiştir.

Hastalıkların gözle görülmeyen mikroplardan kaynaklandığını, ameliyatlarda hastanın acı çekmemesi için uyuşturma yöntemini de yine ilk İbn-i Sina uygulamıştır. En önemli iki eseri “Tıp Kanunu” ve “Şifa”dır.

İbn-i Sina’nın bir diğer özelliği de vefatından önce bütün mal varlığını yoksullara dağıtması ve kölelerini azat etmesi olmuştur.

HAREZMİ: Tam adı Ebu Cafer Muhammed bin Musa el Harezmi’dir. 780 yılında Harezm bölgesinde doğdu. 850 yılında Bağdat’ta vefat etti. Matematik, Astronomi, Coğrafya ve Algoritma alanlarında eserler yazdı. Matematikte ilk kez sıfır rakamını o kullanmıştır. Cebir ve Trigonometrinin kurucusu sayılır. Birinci ve ikinci derecede denklemleri analitik metotla, tek bilinmeyen denklemleri ise, cebirsel ve geometrik metotlarla çözmenin yollarını bulmuştur. Cebir alanındaki eserleri 16. Yüzyıla kadar Avrupa’da ders kitabı olarak okutulmuştur.

Hayatlarını ve bilime yaptıkları katkılarını kısaca özetlediğimiz üç bilim insanının akıl ve mantıklarını kullanmadan eserlerini yazmaları mümkün olur muydu? Elbette ki cevabımız hayırdır. Fakat dinde nakilciliği yani nasçılığı savunanlar bunu bir türlü anlamamışlar ya da anlamak istememişlerdir. Bunların her şeyi kadere bağlayan bu düşünce anlayışının İslam coğrafyasında hakim olmasından sonra, önce duraklama sonra da gerileme dönemi başlamıştır. Bu kaderci anlayış insanları tembelliğe, miskinliğe sevk etmiş ve hür düşüncenin önünü kapatmıştır. İslam ülkeleri bunun sonucunda aklını öne alan bir düşünce akımını hakim kılan Avrupa ülkelerinin sömürgeleri olmuşlardır. Tüm doğal kaynaklar ise, bu ülkeler tarafından yağmalanmaya devam edilmektedir. Oysa, İslam dininin kutsal kitabı olan Kur’an’ı Kerim’de aklın kullanılması konusunda onlarca ayet bulunmaktadır. Ancak yöneticiler aklı kullanmaktan kaçınmışlardır. Zira insanları bu şekilde yönetmek daha kolay olmaktadır. Çünkü yaşanan her şey kadere bağlanmaktadır. Kaderci anlayış ise, insanların aklını kullanmasına pranga vurmaktadır.

İslam ülkelerinin ayağa kalkabilmesi için yeniden aklı ve mantığı öne alan yönetimlere ve bilim adamlarına ihtiyaç duymaktadır. Ama ne yazık ki, tam tersi yapılmakta, tepeden tabana “din” adı altında bin dört yüz yıl önceki toplum düzeni dayatılmak istenmektedir. İşte İslam ülkelerinin kaderciliği dayatan bu gericiliği aşmadan, modern dünyadaki yerini alması asla mümkün olmayacaktır.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu.

17.01.2024.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular