6 Ocak 2021 Çarşamba

KAVİLLİ AŞİRETİNİN MECİTÖZÜ İLÇESİNDE İSKAN EDİLDİĞİ KÖYLER

KAVİLLİ AŞİRETİNİN MECİTÖZÜ İLÇESİNDE İSKAN EDİLDİĞİ KÖYLER

Göynücek ilçesinin köylerinin tarihini araştırırken Alevi aşiretlerinin en önde gelenlerinden olan Kavilli aşiretinin 19. Yüzyıldaki kayıtlarına ulaştık. Amasya Sosyal Bilimler Lisesi öğretmenlerinden Dr. Sabit Genç’in hazırladığı,”19. Yüzyılda aşiretlerin iskanı ve ortaya çıkan sorunlar: MECİDÖZÜ AŞİRETLERİ ÖRNEĞİ” adlı araştırmasında Milli ve Kavilli aşiretlerinin Mecitözü bölgesine iskanları sırasında ortaya çıkan sorunlar hakkında bilgiler verilmektedir. 19 Mayıs Sosyal Bilimler dergisinde yayınlanan makalede, Kavilli aşiretinin 1830-1844 yıllarında iskan edildiği köyler isim  ve nüfus olarak ayrı ayrı yer almaktadır. Ancak, nüfus sayımında sadece erkekler yazıldığı için, bu sayıya bir o kadar da kadın nüfusun eklenmesi gerekmektedir. Dr. Sabit Genç’in hazırladığı tabloda Kavilli aşiretinin köylere göre dağılımı şöyledir:

 



                                                                         Hane             Nüfus       Hane        Nüfus     Hane          Nüfus

                                                                        Hane          Nüfus       Hane        Nüfus    Hane         Nüfus

Dr. Sabit Genç hocamıza bu çalışmalarından dolayı çok teşekkür ediyoruz.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

06.01.2020.

 

 

 

 

 

3 Ocak 2021 Pazar

DİN BEZİRGANLARININ İSTİSMAR ETTİĞİ AYETLER: BAŞ ÖRTÜSÜ-İÇKİ, GİZLEDİKLERİ AYETLER, YETİME YOKSULA YARDIM, ADALETLİ YÖNETİM, İŞİN EHLİNE VERİLMESİ VE GELİRİN HAKÇA PAYLAŞILMASI


DİN BEZİRGANLARININ İSTİSMAR ETTİĞİ AYETLER: BAŞ ÖRTÜSÜ-İÇKİ, GİZLEDİKLERİ AYETLER, YETİME YOKSULA YARDIM, ADALETLİ YÖNETİM, İŞİN EHLİNE VERİLMESİ VE GELİRİN HAKÇA PAYLAŞILMASI

 İslam ülkelerinde 1980’li yıllardan sonra din üzerinde politika yapmak ve dini söylemleri ön plana çıkararak oy almak normal görülmeye başlandı. Hatta, dini söylemleri kullanmayanlar yadırganır hale geldi. Ülkemiz de bu konjoktürel değişim ve dönüşümlerden kendi payına düşeni aldı. Ülkemizdeki laik yaşam her ne kadar çok büyük darbeler aldıysa da bugüne kadar ayakta kalmayı başarabildi.

 Bu zihniyetin toplum hayatına soktuğu iki önemli tekerlemesi oldu. Birisi baş örtüsü olarak gösterdikleri türban, ikincisi “ayyaşların anayasası” sözleri üzerinde içki oldu. Toplum bu iki öge üzerinde meşgul edilerek, ülkenin kaynakları birkaç holdinge ve yabancı şirketlere peşkeş çekildi. Satışlardaki ve ihalelerdeki adalet ilkesi, şeffaflık ilkesi ve dürüstlük ilkesinin sorgulanmasına dahi izin verilmedi. Ama, devleti yönetenlerin dini ibadetleri bütün kanallarda canlı ve şeffaf olarak yayınlandı. İhale ve satışlar ise, “ticari sır” kabul edildi. Bu uygulama cumhuriyet tarihinde ilk defa görülüyordu. Ancak, halkta önemli sayılacak tepki de gelmiyordu. Muhalefet partileri de fazla ses çıkaramıyordu. Zira, iktidar hemen “din” silahını çekiyordu. En temel argümanları “Baş örtüsü zulmü” ve “ayyaşların yaptığı anayasa” tekerlemesiydi. O halde bu zihniyetle nasıl mücadele edilmeliydi? Bu makalemizde bu konuyu işleyeceğiz. 

Bize göre muhalefet bu söylemlere karşılık şöyle bir strateji izlemeliydi:

 1-Kullandıkları dini söylemlere karşı toplumu aydınlatacak cevaplar verilmesi.

2-Bu zihniyetin geçmiş köklerini ele alarak, dış güçlerle yaptıkları iş birliğini açığa çıkarmak.

3-Satış ve ihalelerdeki kamunun zararını belgelerle ortaya koymak ve bunu halka anlatmak.

 Birinci ve ikincilere cevabı biz verelim. Üçüncüsüne muhalefet partileri cevap versin. Zira resmi bilgileri ancak onlar elde edebilirler. Bizim böyle bir imkanımız bulunmuyor. Biz birinci ve ikinci konuları ele alalım:

İslam dinini kendilerine referans aldıklarını söyleyenler, laik ve demokratik sistemleri iki noktada hedefe koydular. Birincisi, kadının “baş örtüsü özgürlüğü” diğeri “içki haramdır” söylemi oldu. Bu aslında, sömürgeci batılılar tarafından İslam coğrafyasındaki ülkelerde kurgulanan ve desteklenen projelerdi. Amaç, İslam ülkelerinde iç kargaşalıklar çıkartarak, o ülkeleri kaosa sürüklemek ve enerjilerini birbirlerine karşı kullanmalarını sağlamaktı. Türkiye gibi laik ülkeleri ise, baskıcı ve totaliter bir yönetime götürerek, toplumu kutuplaştırmak ve düşman kamplar yaratmaktı. Dünyadaki sözde “İslamcı” partilerin kimler tarafından desteklenip iktidar yapıldıklarına bakıldığında, bu planlamaları çok rahat bir şekilde görebiliriz. Yoksa, bu sözde “İslamcı” partilerin dış güçlerin desteğini almadan iktidar olması mümkün değildi.

 Bu tür partilere karşı esas olarak fikir mücadelesi yapılmalıydı. Bunun için de dini çok iyi bilen ve karşı tarafın argümanlarına cevap verebilen bir ekibin olması gerekiyordu. Muhalefet partileri bunu yapmaktan kaçındı. Ya batılıların bu projelerine karşı çıkma cesareti gösteremediler ya da iktidar için sıranın kendilerine gelmesini beklediler. Bunun başka bir yorumu olamaz.

 Biz, dini sloganlar kullanan ve bugün iktidar olan partiye karşı yine onların diliyle cevap verelim. Birinci olarak başörtüsünü ele alalım; Hz. Muhammed, yedinci yüzyılda İslam dinini tebliğ etmeye başladığında, hicaz bölgesindeki hem erkekler hem de kadınlar bir örtü kullanıyorlardı. Bunun nedeni dini inançlardan değil, coğrafi şartlardan geliyordu. Bölge hem çok sıcak hem de sürekli kum fırtınalarının meydana geldiği bir bölgeydi. Hem erkekler hem de kadınlar yüzlerini korumak amacıyla başlarında sürekli taşıdıkları örtüleri vardı. Kur’an’da yer alan örtü ile ilgili ayetlerin geliş nedeni ise, o dönemde kadınların eski bir gelenek olan göğüs kısmını açıkta bırakan elbiseler giymesiydi. Bu ayetler süs eşyalarının takıldığı göğüs kısmının örtünmesi ile ilgilidir. O dönemin tarihini okuyan birisinin bunu bilmemesi mümkün değildir. Ama onlara bu malzemeleri verip destekleyenler özellikle baş örtüsü üzerinde gidilmesini istediler. Zira, laik ve aydınlanmacı kesime karşı baş örtüsünü kullanarak propaganda yapmak,  muhafazakar ve dindar kesimin desteğini almayı kolaylaştırıyordu.

Kur’an’da kadınların örtünmesi Nur suresinin 31. Ayeti ile Ahzab suresinin 59. Ayetinde yer almaktadır. İlgili ayetler Şöyledir:

 NUR SURESİ 31. AYET:

AHZAB SURESİ 59. AYET:

Nur suresindeki örtünme, “Baş örtülerini göğüs yırtmaçlarının üzerine vursunlar” ve “Süslerini şu kişilerden başkasına göstermesinler” denilerek bizim yukarıda belirttiğimiz gibi göğüs dekoltesinin kapatılması istenmektedir. Zira devamında “süslerinden, gizlemiş olduklarının bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar” denilerek, göğüse takılan süslerle birlikte ayak bileğine takılan “hal hallar”a da dikkat çekilmektedir.

 Baş örtüsü, İslam’dan önce de vardı. Hür kadınların bunu takması zorunluydu. Köle ve cariyelerin baş örtüsü takması yasaktı. Takanlara ise, ceza uygulanıyordu. Yani, baş örtüsünün amacı hür kadınla, cariyeyi birbirinden ayırmaktı. Ahzab suresindeki ayet de bunu açıklamaktadır. “Bu onların tanınmaları ve incitilmemeleri için çok daha uygun bir yoldur” denilerek, hür kadınların, cariye ve köle kadınlara yapılan ve normal karşılanan taciz ve saldırılara uğramalarını önlemek amacını taşıyordu. Bu uygulama, toplumun köle ve hür olarak ikiye ayrıldığı dönemde kullanılan bir uygulamadır.

İlahiyatçı-yazar Salih  Suruç bey de bizimle aynı saptamayı yapmaktadır. Sayın Suruç, "KAİNATIN EFENDİSİ- PEYGAMBERİMİZİN HAYATI" adlı eserinde şöyle yazmaktadır:

"Bir kısım edebsiz münafıklar, köle kadınlara sataşırlardı.

Zaman zaman şâir (diğer) kadınları da, köle zannıyla rahatsız

ederlerdi.

Bunların, mü'minlerin hanımlarını da rahatsız ettikleri

olurdu. Neden böyle yaptıkları sorulduğunda ise, "Biz onları

köle sanmıştık!" diyerek mazeret uydururlardı.

Bu hâdiseler üzerine, Müslüman kadınların örtünmelerini

emreden şu âyet-i kerîme nazil oldu:

"Ey Peygamber!.. Zevcelerine(eşlerine), kızlarına ve mü'minlerin

kadınlarına, iç elbiselerinin üzerlerine cilbablarını [örtülerini]

giymelerini söyle! Bu, onların tanınıp eza edilmemelerine

daha uygundur." (Nesil Yayınları, sayfa, 722)

 Günümüzde köle-hür ayırımı olmadığına göre, baş örtüsü zorunlu olmaktan çıkmıştır. Bu o zamanın şartlarından doğan bir uygulamadır. Din ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Bu, Arap kavminin çok eski bir geleneğiydi. Bunu dini bir örtü olarak göstermek tamamen siyasi çıkar elde etmek amacı taşımaktadır. Kimler tarafından empoze edildiğini de yukarıda açıklamıştık. Bunda ısrar edenler emperyalistlerin değirmenine su taşımaktan başka bir şeye hizmet etmemektedirler.

 İçki ve kumar ile ilgili ayetler ise, Nisa ve Maide suresinde yer almaktadır. Ayetler şöyledir:

 NİSA SURESİ, 43. AYET:

MAİDE SURESİ 91. AYET:

Türkiye’deki halkın büyük çoğunluğunun da mensubu olduğu Hanefilik mezhebi, içki konusundaki uygulamaları Nisa suresinin 43. Ayetine uygun olarak yorumlamıştır. İmam Ebu Hanife Şarap içmeyi tamamen haram sayarken, diğer içkilerin sarhoş olmayacak kadar içilmesine fetva vermiştir. Osmanlı din ulaması da bu doğrultuda kararlar almıştır. Yani, sözde “İslamcılar” Osmanlı’nın da gerisine düşmüşlerdir.

 Yaşar Nuri Öztürk de Hanefi Fıkhın en önemli alimlerinden olan Cassas’ın Hz. Muhammed’in Veda haccı sırasında “Şarap’ın azı çoğu haramdır. Onun dışındaki içkiler ise, sarhoş olacak kadar içilmesi halinde haramdır” dediğini aktarmaktadır.

 Yine aynı şekilde, İbn Saad, Tabakat adlı eserinde, Hz. Ali, Hz. Ömer ve Hz. Ayşe’nin, hurma, elma, susam, arpa, buğday gibi tahıllardan Nebiz (içki) elde edip içtiklerini aktarmaktadır.

Bu hadislerden de anlaşılacağı gibi, sadece şarabın içilmesi haram edilmiştir. Bunun dışındaki içkiler ise, sarhoş olacak kadar içilmesi halinde haram sayılmıştır. Din bezirganları bu ayetleri de istismar etmişlerdir. Mustafa Kemal'in içtiği bir bardak rakıyı da yine istismar ederek, onu "Ayyaş" olarak göstermek istemişlerdir. Bu yolla da "dinsiz" olduğunu propagande etmişlerdir. Aynen Kurtuluş savaşında atalarının yaptıkları gibi, dini kullanarak geniş kitleleri işgalcilerin desteğine sunmaları neyse, bugünde yine aynısın yapmaktadırlar. Kim, Mustafa Kemal Atatürk'ü düşman görüyor ya da gösteriyorsa, onların varacakları yer emperyalistlerin yanıdır. Bu tarihsel bir olgudur. Emperyalizmle savaşanlara karşı savaşanlar, emperyalizmin işbirlikçisi olmaktan kurtulamazlar. Varacakları en son nokta orasıdır. Bu sözde "İslamcı" partilerin İktidara gelirken emperyalistlere verdikleri mesajlar incelendiğinde, bizim ne dediğimiz daha net olarak görülecektir. 

 Din tüccarlarının istismar ettiği ayetleri yukarıda açıklamaya çalıştık. Fakat bu bezirganların bir de gizledikleri ayetler bulunmaktadır. Şimdi de bu ayetlere bakalım:

 NİSA SURESİ 58. AYET: "EMANETLERİ EHLİNE VERİNİZ- ADALETLE HÜKMEDİNİZ"

BAKARA 219. Ayet: "İHTİYAÇTAN FAZLASINI PAYLAŞIN"

CİN SURESİ 15. AYET: "HAKSIZLIK YAPAN CEHENNEMLİKTİR"

ENAM SURESİ 152. AYET: "YETİMİN MALINA YAKLAŞMAYIN"

NİSA SURESİ 10. AYETİ: "HAKSIZ MAL YİYENLER CEHENNEMLİKTİR"


MAUN SURESİ: " GÖSTERİŞ İÇİN NAMAZ KILANLARIN VAY HALİNE"

Yukarıdaki ayetleri incelediğimizde, işin ehline verilmesi, yönetimde adalet ilkesinin yerine getirilmesi, yetime, yoksula sahip çıkılması, kamu malının korunması, haksızlık yapılmaması, kazançtan zekatın verilmesi istenmektedir. Peki, din tüccarlarının bu ayetlerden hiç bahsettiğini duydunuz mu? Bahsetmezler, zira tam tersini uygulamaktadırlar. Ancak, amaçları doğrultusunda istismar ettiklerini çarpıtarak her gün kullanmaktadırlar. Fakat, muhalefet partileri, halkı bu doğrultuda aydınlatma görevini maalesef yapamamışlardır. Ama, bilerek ama bilmeyerek onu sizlere bırakıyorum. Ben yorumumu yukarıda açıklamıştım.

 Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu.

02.01.2021.

*Kur'an ayetleri Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ve Elmalı Hamdi Yazır'ın çevirisinden alınmıştır.

**Bu makale elektronik posta ile CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na da gönderilmiştir. Sayın Kılıçdaroğlu teşekkürlerini iletmiştir. Cevap verme nezaketinde bulundukları için biz de kendisine çok teşekkür ediyoruz.

1 Ocak 2021 Cuma

KUR’AN’DA YAHUDİLER, HIRİSTİYANLAR VE ARAPLAR İÇİN NE DENİLİYOR? "DOST" MU? "DÜŞMAN" MI?

KUR’AN’DA YAHUDİLER, HIRİSTİYANLAR VE ARAPLAR İÇİN NE DENİLİYOR?

 “DOST” MU?  “DÜŞMAN” MI?

 İslam coğrafyasının büyük çoğunluğunda, Yahudi ve Hıristiyanlar için genel olarak çok olumsuz, hatta düşmanlığa varan bir inanç bulunmaktadır. Bu düşmanlık yer yer ırkçı bir anlayışa kadar gidebilmektedir. Peki, Kur’an’da Yahudilik ve Hıristiyanlar hakkında ne deniliyor? Bu makalemizde konu ile ilgili ayetleri verdikten sonra, yorumlarda bulunacağız. Ve bu anlayışın nereden kaynaklandığını açıklamaya çalışacağız.

 Hz. Muhammed İslam dinini tebliğ etmeye başladığında, Mekke ve Medine şehirlerindeki inançlara bir göz atmamız gerekecektir. Mekke’deki nüfusun büyük çoğunluğu tek tanrı olarak Allah’a inanmakla birlikte, her kabilenin Tanrı’ya ulaşmak için aracı olarak kullandıkları putları vardı. Bunların en büyük ve en “ulu” olanları Uzza, Lat ve Menat’dı. Bunlarla birlikte Kabe’de toplam 360 civarında put bulunuyordu. Hz. Muhammed, bu putları Allah’a “Şirk” koşmak, "ortak” olmak olarak değerlendiriyordu. Ve tek Tanrı inancına aykırı buluyordu. İnanç bakımından en büyük ayrılık buradan geliyordu. Bunun dışında, düzendeki adaletsizlikler, insanların köle olarak alınıp satılması, yoksul ve yetimlere gelirden pay verilmemesi de işin ekonomik boyutuydu. Hz. Muhammed’in getirdiği din anlayışı bu ekonomik düzene de karşıydı. Kısaca söyleyecek olursak, Hz. Muhammed, Tanrı’nın tek ilah olduğunu, yani tevhit inancını savunurken, sosyal ve ekonomik düzende de adaleti ve paylaşmayı amaçlıyordu. Mekkeli zenginlerin en çok karşı çıktıkları gelirin paylaşılması ve kölelerin azat edilmesiydi. Burada Hz. Muhammed’e en fazla tepki gösteren iki kişiyi örnek olarak verirsek, konumuzu daha iyi anlatmış olacağız. Bunlardan birisi köle tüccarlığı yapan ve Hz. Muhammed’in de amcası olan Ebu Leheb, diğeri de Mekke’nin en büyük tüccarı ve zengini olan Ebu Süfyan’dı. Ebu Süfyan, aynı zamanda Mekke’nin siyasi lideri ve başkanıydı. Hz. Muhammed’e Mekke’de inen ayetler incelendiğinde yukarıda anlattıklarımız daha net olarak görülecektir.

 Allah’a ulaşmak için putları aracı olarak kullananlara, Müslümanlar tarafından “Müşrik” deniliyordu. Müşrik, Arapçada “Allah’a eş koşmak” anlamına geliyordu. Mekke’de müşrikler dışında az sayıda Hıristiyan, Yahudi, Sabi ve Hanif dinine mensup olanlar da vardı. Müslümanlığa en yakın olanlar Hanif olanlardı. Medine‘de ise, on bin kişilik nüfusun yarısı Yahudi, diğer yarısına yakını da müşriklerden meydana geliyordu. Hıristiyanlar ise, azınlıktaydı. Hz. Muhammed İslamiyeti tebliğ etmeye başladığı 610 yılından, 622’ye kadar hatırı sayılır taraftar edinmişti. Baskı ve işkenceler nedeniyle, Mekke’de bu sayı az olmakla birlikte, Medine de Müslüman olanların sayısı bin beş yüzü bulmuştu.

 Hz. Muhammed, Mekkeli kodamanların baskı ve eziyetleri yüzünden 622 yılında Medine’ye hicret (göç) etmek zorunda kalmıştı. Burada da bazı Yahudi din adamları Hahamlar ile Kabile reislerinin tepkisi ve direnişi ile karşılaştı. Bunun nedenleri şunlardı:

 1-Medine ve çevresindeki ticaret ve üretim Yahudi kabilelerin denetiminde bulunuyordu.

2-Yahudi kodamanları tefecilik yapıyorlardı.

3-Yüksek fiyatlarla mal satıyorlardı.

4-Köle ticareti yapıyorlardı.

5-Dini açıdan İslam’ı kendi dinlerine rakip görüyorlardı.

6-Peygamberlik hakkının sadece Hz. İbrahim’in Sara adlı eşinden gelenlerin hakkı olduğunu, Hz. Muhammed’in atalarının Hz. İbrahim’in ikinci eşi olan, onların deyimiyle “cariye” Hacer’den geldiğini, dolayısıyla peygamber olamayacaklarını ileri sürüyorlardı.

Yahudilerin bu gerekçeleri, onları İslam’a karşı çıkan müşriklerin doğal müttefiki yapmıştı. Ancak, bazı Yahudi kabileleri ve Yahudi din alimleri, Hz. Muhammed’in peygamberliğini ve İslamiyeti, Tevrat’daki bilgilerle uyumlu olduğunu belirtiyorlardı. Bu iki farklı görüş Kur’an ayetlerinde de yer almaktadır. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:

 NİSA SURESİ, 160,161 ve 162. Ayetler:

 “Yahudilerin zulmetmeleri ve birçok kimseleri Allah yolunda alıkoymaları, yasaklandıkları halde faiz almaları ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle daha önce kendilerine helal kılınan temiz işleri haram kıldık. Onlardan kafir (inkarcı) olanlara can yakıcı bir azap hazırladık. Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Onlar namaz kılan, zekat veren, Allah’a ve ahiret gününe iman edenlerdir. İşte onlara büyük bir mükafat vereceğiz.”

 ALİ İMRAN  SURESİ, 75. AYET:

 

84. Ayet:

 “De ki, Allah’a, bize indirilen Kur’an’a, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya, İsa’ya, peygamberlere Rablerinden verilenlere inandık. Onların arasında hiçbir fark gözetmeyiz.”

 113 ve 114. Ayet: “Kitap ehli içinde (Yahudi-Hıristiyan) doğruluk üzerine bulunan bir topluluk vardır ki, gecenin saatlerinde secdeye kapanarak Allah’ın ayetlerini okurlar. Allah’a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Hayır işlerinde de birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar iyi insanlardandır.”

 199. Ayet: “Kitap ehlinden (Yahudi-Hıristiyan) öyleleri vardır ki, Allah’a inanırlar, size indirilene ve kendilerine indirilene Allah’a boyun eğerek inanırlar. Allah’ın ayetlerini az bir değere değişmezler. Onların mükafatı da Allah katındadır.”

 BAKARA SURESİ 136. AYET:

 

MAİDE SURESİ 51. AYET:


MAİDE SURESİ 57. AYET:

AHKAF SURESİ 12. AYET:

 

ARAF SURESİ 159. AYET:

Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, bütün Yahudi ve Hıristiyanlar için “dost edinmeyin” denilmiyor. “İslam’ı alay ve eğlence konusu yapanları dost edinmeyin” denilmektedir. Yani, hoşgörü ve barış içinde olanlar ayrı tutulmaktadır. Kaldı ki, Hz. Muhammed hariç Kur'an'da ismi geçen bütün peygamberler Yahudi kökenlidir. Hz. Musa, Hz. İsa da Yahudi kökenlidir. Buna ne diyecekler merak ediyorum? Fakat, bazı Profesör ünvanlı dogmatik kafalılar, yılbaşından bir gün evvel tivit atıp, “Hıristiyanlardan dost edinmeyin” diyebilmektedir. Bu bilgi fukarası ve ne okuduğunu anlamayan din bezirganı, 21. Yüzyılda yaşadığndan, insan hakları evrensel beyannamesinden, cumhuriyet rejimlerinde devlet ve din işlerinin birbirinden ayrıldığından, laiklik ilkesi ile inanç özgürlüğünün sağlandığından her halde habersiz yaşamaktadır. Üstelik, Yahudi ve Hıristiyanlar hakkındaki ayetlerin, o dönemin şartlarında Hz. Muhammed’e indirildiğini de düşünememektedirler. O tarihte donup kalmışlar. Bu kafadan bilim adamı çıkar mı? Çıksa, çıksa din bezirganı çıkar, Ebu Lehebler çıkar, Ebu Süfyanlar çıkar, Taliban çıkar, İŞİD'ci çıkar.

KUR'AN'DA ARAP KAVMİ İÇİN NE DENİLİYOR?

 Kur’an’ı Kerim’de Arap kavminden (Bedevi-Çöl Arabı) olanlar hakkında da olumsuz ayetler bulunmaktadır. Acaba, Arap’tan çok “Arapçı” olanlar bu ayetler hakkında ne diyecekler merak ediyorum. Aynı tiviti Araplar hakkında da atabilecekler mi? İşte o ayetlerden bazıları şunlardır:

 TEVBE SURESİ, 90. AYET:

TEVBE SURESİ, 97. VE 98. AYET:


Farklı din ve inançta olanlara kin ve düşmanlıkla bakanlara, Arap kavmi (Bedevi) hakkında indirilen ayetleri de incelemelerini öneriyorum. ilgili ayetlerde Arap (Bedevi) kavmi için  "İnkarcı" ve "Münafık" denilmektedir. Arap milletine “NECİP MİLLET” (Soylu-Asil) deyip, diğer ulusları Emeviler gibi “MEVALİ-KÖLE" görenler bu ayetler için ne diyecekler merak ediyorum. İnşallah bundan sonra diğer kavim ve inançlar için daha dikkatli bir dil kullanırlar. 

 Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

01.01.2021.

*Kur’an ayetleri, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ve Elmalı Hamdi Yazır’ın çevirisinden alınmıştır.

 

 

Popular