2 Kasım 2020 Pazartesi

KURMANÇ DİLİ PERS VE SASANİLERİN KONUŞTUĞU DİL MİYDİ?


  KURMANÇ DİLİ PERS VE SASANİLERİN KONUŞTUĞU DİL MİYDİ?

 Bu soruya cevap verebilmemiz için son iki bin yılın etnik ve dini tarihini özetlememiz gerekecektir. Bunu özetlediğimizde, ortaya çıkacak olan kanıt ve belgeler ışığında yorumumuzu da ekleyerek bu soruya cevap vermiş olacağız.

 Türkler Anadolu’ya geldiklerinde bölgedeki nüfus azdı. Bizans (Roma) kaynaklarında “Pavlikanlar” olarak belirtilen yerel halk isyan etmiş, Sivas’tan Malatya’ya kadar olan bölgedeki nüfusun büyük çoğunluğu Balkanlara sürülmüştü. İskanın amacı, Anadolu’da isyan çıkaran yöre halkını Kıpçak ve Peçenek Türklerinin saldırılarına karşı tampon olarak kullanmaktı. Göç ettirilenlerin isyan etmesinin nedeni ise, kendilerine yapılan baskı-zulüm ve cezalandırmalardı. Zira, İmparatorluğun resmi dini Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebiydi. Ortodoks Kilisesi, “Maniheist-Pavlikan” olarak tanıdığı bu topluluğu, “sapkın-zındık” ve “din dışı” olarak kabul ediyordu. Baskıların ve cezalandırılmaların nedeni buydu. Peki, bu Maniheist- Pavlikanlar kimdi?

PAVLİKANLAR KİMDİ?

 Bu inancın kurucusu M.S. 3. Yüz yılda yaşayan “Samosata’lı (Samsat) Paul” olarak tanınan bir papazdı. O dönemde "Adaptonizm" olarak tanınan bu inancın temsilcisi durumundaki Antakya piskopozu Papaz Paul, üçlü teslisi reddederek, “Hz. İsa, otuz yaşında vaftiz oluncaya kadar bir insandı. Bu vaftizle birlikte, O’nun günahsız doğası ödüllendirildi. Gökler açıldı, Tanrı’nın ruhu onun bedenine yerleşti. Sonra da Tanrı O’nu oğul olarak seçti. Herhangi biri de gerekli koşulları yerine getirmek suretiyle, Hz. İsa’nın konumuna yükselebilir. Bu lütfa mazhar olmanın yolu Tanrı’nın emirlerini harfiyen yerine getirmek ve aşama, aşama ben’i (nefsi) yok etmektir” diyordu ve inancını bu şekilde açıklıyordu.

 Papaz Paul bunları savunduğunda, Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı henüz resmi din olarak kabul etmemişti. Tam tersine, Hıristiyan inancında olanlara baskı ve zulüm uyguluyordu. Ne zamanki imparatorluk sınırları içinde Hıristiyanlık hızla yayılınca, 4. Yüzyılın başında M.S.312 yılında Hıristiyanlık, devletin resmi dini ilan edildi. 325 yılında İznik’te yapılan din adamları toplantısında, İncil’in sayısı dörtle (Yuhanna, Markos, Luka, Matta) sınırlandırılıp, üçlü teslis (Hz. İsa hem Tanrı hem Tanrı’nın oğlu hem de Kutsal Ruh’tur) ilkesi kabul edilince, diğer Hıristiyan yorumlar yasaklandı ve haklarında takibat yapılmaya başlandı. Balkanlara göç ettirilen Pavlikanlar, Ortodoks Hıristiyan yorumunu kabul etmeyenlerdi.

 Papaz Paul’un bu yorumu, yedinci yüzyıla gelindiğinde daha da geliştirildi. Pavlikanlar, Ortodoks Hıristiyanların çok kutsal saydıkları Haç’a ve kutsal resimlere de karşı çıkıyorlardı. Bunu maddeye tapma olarak görüyorlardı. Pavlikanlar, ayrıca Reenkarnasyon inancı olan Tanrı’nın insan suretinde tecelli ettiğini de savunuyorlardı.

 Merkezi otorite ve Ortodoks kilisesi 7. Yüzyılda sayıları gittikçe artan bu inanca mensup olanlara karşı ilerde tehdit oluşturacağı gerekçesiyle, önlemler almaya başladı. Merkezi otorite bu inançta olanları “sapkın” ve “din dışı” kabul ederek, sert uygulamaları yürürlüğe koydu. Pavlikanların yoğun olarak yaşadıkları yerler daha çok Kolania (Şebinkarahisar)-Sivas- Elazığ-Malatya-Tunceli bölgeleriydi.  Merkezi hükümet, araştırma, soruşturma ve değerlendirme yapmak üzere bölgeye bir heyet gönderdi. Heyete, yargılama ile birlikte içinde idam cezası da dahil çok geniş yetkiler verdi. Yakalanıp yargılanan Pavlikanların hiçbiri inancından vaz geçmedi. Yargılamayı yapan heyet, inancından vaz geçmeyenler hakkında idam kararı verdi ve bunu uyguladı. Pavlikanlar hakkındaki soruşturmalar, cezalandırmalar 9. yüzyılın başına kadar devam etti. Bu tarihten sonra Pavlikanlar, bir milis gücü oluşturdular. Soruşturma ve yargılamalarda ağır cezalar veren yetkilileri öldürmeye başladılar. Haklarında askeri takipler başlayınca da milis güçler ve bir kısm inananlar Müslümanların denetiminde olan Malatya (Melitene) emirine sığındılar. Malatya emiri de onları Argaoun (Arguvan) kasabasına yerleştirdi. Pavlikanlar, Malatya emirinin ve kendilerine katılan aynı inançtaki Roma’lı askerlerin de desteği ile Tephrike (Divriği) kalesini ele geçirdiler. Bu bölgede devletlerini ilan ettiler. (M.S.844)

 Pavlikanların kurmuş olduğu bu devlet 873 yılına kadar devam etti. Bu tarihte imparator 1. Basil döneminde kaleleri ele geçirildi. Pavlikanların önde gelenleri kılıçtan geçirildi. Geriye kalanlar da Balkanlara sürgün edildi. Ancak Pavlikanlar inançlarını burada de devam ettirdiler. Papaz Bogomil önderliğinde yeniden örgütlendiler. İnançlarını Bulgar ve Slav halkı içinde de yayma başarısını gösterdiler. Bulgaristan ve Balkanlarda Bogomil, İtalya’da Katharlar, Fransa’da Albigenler olarak tanındılar. (Müslüman Boşnaklar’ın kökleri de bunlara dayanmaktadır)

 Bizanslı Tarihçi Zonaras, 12. Yüzyılda yazdığı “Epitome Historyum” adlı eserinde dönemin olaylarını şöyle anlatmaktadır:

 “843 yılında doğuda halk tarafından Paul ve John isimlerinden elde edilerek cahilce Paulikan olarak adlandırılan büyük bir Maniheist grubu vardı. İmparatoriçe onları sapkınlıktan Ortodoksluğa döndürmek istedi. Soylular arasında birkaç kişiyi bu görevle yolladı. Bunlar görevlerini başarmadılar. Ve vakitlerini boşa harcamakla kalmayıp, sayıları binleri bulan bütün bir halkın dinden tamamen çıkmasına sebep oldular. Bu halk, İsmaililere  katılarak Romalılar’a (Bizans) karşı onlarla birlikte savaştılar. Ve onların başına gelen birçok felaketin de sebebi oldular.” (Bizanslı Heretiklerin Tarihi, Janet-Bernard Hamilton, Kalkedon Yayınları, Sayfa, 94)

 Yazarın, “İsmaililer” olarak tanımladığı Arap Müslümanlardı. İsmaili demesinin nedeni ise, Müslüman Arapların köklerinin Hz. İbrahim’in Hacer’den olan oğlu İsmail’den gelmesiydi. Ancak, yazarın bu ifadeyi Arap Müslümanları küçümsemek amacıyla kullandığı anlaşılmaktadır. Zira, kitabının diğer bölümlerinde İsmail’in annesinin kölelikten gelen bir cariye olduğunu belirtmesi, Bizans İmparatorluğunun Müslümanlara bakışını yansıtmaktadır.

 Romalıların  kendilerini “üstün ırk” görme anlayışının çok eskilere dayandığı anlaşılmaktadır. Aynı anlayış Pavlikanlar konusunda da görülmektedir. Bizanslı tarihçiler Pavlikanlar hakkında şu tanımlamayı yapıyorlardı:

 “Pavlikanlar, atalarının sapkınlıklarına kendi keşfettikleri sapkınlığı da ekleyen aynı bataklıkta boğulan Maniheislerdir.” (Bizanslı Heretiklerin Tarihi, Janet-Bernard Hamilton, sayfa, 98, Kalkedon yayınları)

 Bu ifadelerden Pavlikanların farklı bir etnik ve inançtan geldikleri anlaşılmaktadır. O halde bu Pavlikanların ataları kimdi? Ve önceki inançları neydi? Anadolu’nun ele geçirilmesi konusunda imparatorluklar arasında kıyasıya bir mücadele yaşanıyordu. Romalılarla, Persler arasında başlayan bu rekabet daha sonra da onların devamı olan Sasani İmparatorluğunun 7. Yüzyılda yıkılışına kadar devam etmişti. Medler, Persler ve Sasaniler İrani bir kavimdi. Roma İmparatorluğu’nun kurucuları ise, Anadolu’nun Truva bölgesinden Avrupa’ya giden Etrüsklerdi. Roma şehrinde kurulan bu krallık daha sonra büyüyerek, sınırlarını Asya ve Afrika kıtasına kadar genişletmişti. Medlerin sınırları ise, İran’dan başlayıp, Anadolu’da Kızılırmak’a (Sivas) kadar olan bölümü kapsıyordu. (M.Ö. 6. Yüzyıl) Romalılar’ın batı Anadolu’daki site devletlerini hakimiyetine almasıyla, Medlerin devamı olan Perslerle şiddetli bir mücadele başladı. Bu mücadele Anadolu’nun tamamen Romalıların hakimiyetine girmesine kadar devam etti. Romalılar Anadolu’yu feth ettiklerinde çok tanrılı bir dine sahiptiler. 4. Yüzyılda Hıristiyanlığı devletin resmi dini ilan ettiler. Perslerin dini ise, tek tanrılı Zerdüşt-Mecusi inancı idi. M. S. Üçüncü yüzyılda Hıristiyanlığın her iki imparatorluğa ait topraklarda yayılamaya başlamasıyla farklı inançlar ortaya çıktı. Önceleri bu dine karşı çok sert önlemler alan Roma İmparatorları 4. Yüzyılın başlarında Hıristiyanlığı devletin resmi dini ilan etmişlerdi. Aynı gelişmeler Pers-Sasani İmparatorluğu topraklarında da yaşanmaya başlandı. Ailesi güney Mezopotamyalı olan ve soylu bir aileden gelen Mani, kendisine melekler tarafından bildirimler geldiğini söyleyerek, Zerdüşt-Hıristiyan karışımı yeni bir dinin kuruluşuna önderlik etti. Önceleri Sasani kralları tarafından müsamaha gösterilen bu inanca Zerdüşt din adamlarının şiddetli tepki vermesi üzerine, merkezi yönetim tarafından yasaklama ve cezalandırmalara gidildi. Tutuklanıp Zindana atılan Mani, daha sonra da M.S. 276 yılında idam edildi. Ancak, takipçileri bu inancı yaymaya devam ettiler.

 İşte Roma’lı tarihçilerin Pavlikanlara “Maniheist” demeleri de buradan kaynaklanıyordu. Burada dikkati çeken bir ayrıntı bulunmaktadır. Maniheist olarak adlandırılanların daha önce Med ve Pers imparatorluklarının hüküm sürdüğü topraklarda ortaya çıkmasıdır. Romalı tarihçilerin Pavlikanlar için “Ataları gibi sapkın” demesi de onların İrani bir halk olduğunu göstermektedir. Zira, Anadolu her ne kadar Romalılar’ın hakimiyetine geçmiş olsa da bölgeye yerleşmiş olan İrani bir halk kütlesi bulunuyordu. Bu kitle Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebinin kabul edilmesi için Merkezi yönetimin baskısı altında bulunuyordu. Yapılan baskıları göğüslemek amacıyla, kendi inançlarına yakın gördükleri Hıristiyan-Zerdüşt karışımı olan Mani inancını benimsediler. Bunu yapmakla, eski inançlarını, adet ve göreneklerini koruma altına almışlardı.

MANİ DİNİ-MANİHEİZM

 Peki, Mani’nin getirdiği bu din neyi savunuyordu? Kısaca anlatmakta yarar buluyoruz.

 Mani, öğretilerini sağlığında yazıya geçirmiş ve bu inancını yaymak için resim sanatından yararlanmıştı. Resim sanatına önem vermesi nedeniyle, modern dünyada “resmin kurucusu-babası” olarak tanınmaktadır. Mani’nin Pehlevice yazdığı bu eserler şunlardı: Hayat İncili, Hayat Hazinesi, Şapuragan, Pragmetia, Sırlar Kitabı, Devler Kitabı, Mektuplar ve İlahiler. Ancak bu eserlerin orijinali bugüne ulaşmamıştır. Öğrencileri tarafından parçalar halinde Kıptice, Süryanice, Uygurca, Çince, Farsça ve Latince dillerine çevrilenlerin bazı bölümleri ulaşmıştır. (Uygurlu hükümdarlar Mani dinini devletin resmi dini ilan etmişti)

 Mani inancı, birbirine zıt olan ışık-karanlık, iyi-kötü prensiplerine dayanmaktaydı. İnançları kısaca şöyleydi:

 Işık aleminin hakimi “Nur” tanrısıdır. Karanlığın hakimi ise, “Karanlık Tanrısı”dır. İkisi arasında sürekli mücadele vardır. Işık iyiliğin, karanlık kötülüğün temsilcisidir. Mani dininde,  dua etmek ve oruç tutmak da vardı. Maniheizm’e göre, insanlar iki gruptur. Kurallara tam bağlı olan seçkinler ve kuralların tümüne riayet etmeyen dinleyiciler. Seçkinler, öldüklerinde temizlenmiş olarak direkt ışık alemine yükselirler. Dinleyiciler ise, seçkinler tabakasından doğana kadar reenkarnasyona (ölümden sonra ruhun başka bedenlere geçmesi) tabi olurlar. Onların seçkinlere yaptıkları hizmetler ve dini öğreti konusunda gösterdikleri tutumlar daha sonraki hayatlarında iyi biri olarak bedenleşmelerini sağlayacaktır. İnananlar on kurala uymaları halinde dine mensubiyetleri için bu yeterli olacaktır. Bu on kural şunlardı: Tek eşli evlilik yapmak, zinadan, yalandan, hırsızlıktan, riyakarlıktan, putperestlikten, sihirden, hayvanları öldürmekten, dini şüpheden uzak durmak ve seçkinlere hizmet etmek. Bu on kurala uyanlar ışık alemine (Nur Tanrısına) yükselirler.

 Mani dini, Sasani imparatorluğu döneminde de “sapkın” ve “din dışı” olarak kabul ediliyordu. Romalı tarihçinin “Ataları da sapkındı” demesinin nedeni de buradan gelmektedir. Yani Maniheistler her iki imparatorluğun merkezi yönetimlerince “sapkın” ve “din dışı” olmakla suçlanmış ve cezalandırılmışlardı. Peki bu etnik halkın dilleri neydi? Bize göre, eski Farsça olarak belirtilen Pehleviceydi.  Zira, Sasani devletinin resmi dili Pehlevice idi. Yani bugünkü konuşulan lehçe ile söyleyecek olursak Kurmanç diliydi. Bugün Kurmanç dili ile konuşanların bulunduğu bölge (Sivas-Malatya-Tunceli-Bingöl-Adıyaman-Elazığ) Pavlikanların yaşadığı bölge ile aynıdır. Kurmanç dili, Kürtçe olarak bildiğimiz dilden farklı bir dildir. Ve birbirlerinin konuşmalarını anlamazlar. Tarafımızdan yapılan araştırmada Kuırmanç dilinde yer alan yüz yirmi beş kelime ve sözcüğü bugün konuşulmakta olan Farsça’da tespit etmiş bulunmaktayız. Yine aynı şekilde, Kurmançca mastarların köklerini bulduğumuzda, Farsça ile karşılaştırdığımızda aynı sonuçlara ulaştık. Ve bu kelimelerin de Pehlevice lehçesinden bugünkü Farsça’ya geçtiğini tespit ettik. Konu ile ilgili yazdığımız makaleler sitemizde yer almaktadır. Bu görüşümüzü destekleyecek başka bulgularımızı da buna ilave edebiliriz. Örneğin; gerek Zerdüşt gerek Mani dini öğretilerini Pehlevice ile yazmışlardı. Bugünkü modern Farsça’nın 11. Yüzyılda Firdevsi tarafından Pehlevice ve Dari lehçelerinin birleşiminden meydana getirildiğini bilmekteyiz. Dolayısıyla, Pavlikanların Romalı tarihçiler tarafından “ataları gibi sapkın Maniheist” demeleri de bu tezimizi güçlendirmektedir. Buna ilaveten, Bizans Araştırmaları Birliğinin başkanlığını yapan John Holdon’un yazdığı “Bizans Tarih Atlası” eserde Tunceli-Elazığ-Erzincan bölgesi “Derzene” olarak geçmektedir. Derzene, Farsça bir kelime olup, “Dersim” anlamına gelmektedir. Türkiye’de Kurmançca konuşanların Sivas, Malatya-Elazığ bölgesinde yer almaları da bize ayrıca bir ipucu vermektedir. Pavlikanların da bu bölgelerde isyan hareketlerinde bulunması bizi doğrulamaktadır. Tarihi kaynaklarda Dersim bölgesinin Romalılar tarafından hiçbir zaman kontrol altına alınamadığı belirtilmektedir. Zazaca konuşanların da yine aynı şekilde Persler döneminde Anadolu’da kalanların torunları olduğu konusunda güçlü kanıtlar bulunmaktadır. Kendisi de Tuncelili olan Tarihçi sayın Ali Kaya Zazalarla ilgili yazdığı eserinde bunu ifade etmektedir. Bugün Kurmançca dilini konuşan başka bir kitle daha bulunmaktadır. O kitle “Ezidi-Yezdi” olarak tanınan dini bir gruptur. Bu inanca mensup olanlar sayıları az olmakla birlikte Türkiye’de, Irak’ın Sincar ve Duhok kentinde yaşamaya devam etmektedirler. Bir kısmı da Ermenistan, Gürcistan ve İran’da bulunmaktadır. Bu kitle de yaşadıkları bölgede Kurmanç dili ile hala konuşmaya devam etmektedirler.

MED-PERS VE SASANİLERE NE OLDU?

 Burada şu soruyu sorabiliriz. Perslerden ve Sasaniler’den geride kalan topluluklara ne oldu? Zerdüşt dininde olanların büyük çoğunluğu Müslüman olduktan sonra, Merkezi devlet politikaları sonucu aynen İran coğrafyasında olduğu gibi nüfusun büyük çoğunluğu Sünniliğin Hanefi mezhebini bemimsedi. (İran'ın Şiileşmesi Safevi devleti döneminde olmuştur) Pavlikanlar gibi dışlanan topluluklar ile bir kısım Zerdüştiler kendilerine yakın buldukları Aleviliği benimsediler.  Kürtler ise, İranlı halklardan daha önce Sünniliği benimsemişti. Osmanlı ile Safevi devleti arasındaki Çaldıran savaşından sonra Aleviliği benimseyen Kurmançların bir kısmı İran’a giderken, bir kısmı da Anadolu’da kalmaya devam etti. Daha önce Sünniliğin Hanefi mezhebini kabul eden İrani topluluklar ise, Şafi Kürt beylerinin yönetiminde Kürt’leştiler. Kız alıp -vermeler ve ekonomik ilişkiler sonucu dillerini de unutup asimile oldular. Zira, Güneydoğu Anadolu’daki Şafi mezhebine mensup Kürt beyleri Osmanlı-Safevi çatışmasında Osmanlı tarafında yer almışlardı. Anadolu’dan İran-Safevi tarafına giden Türkmen ve Alevi Kurmançların boşalttıkları topraklara Osmanlı Merkezi yönetimi tarafından Sünni-Şafi Kürt aşiretleri yerleştirildi. Osmanlı bu aşiretleri Safevi sınırında tampon olarak kullanmak istiyordu. Buradaki yönetime de karışmadı. Bu bölgeleri Osmanlı adına Şafi mezhebine mensup Kürt beyleri yönetti. Osmanlı sadece onlardan vergi ve savaş zamanında asker alıyordu. Safeviler tarafından yapılacak saldırılara karşı da Merkezi devlet onlara koruma sağlayacaktı. Osmanlı merkezi yönetimi ile Kürt beyleri arasında yapılan anlaşmalar bu şekilde idi. Bize göre, Pers ve Sasanilerden kalan sünni inancında olan halkın Kürtleşmesi kısaca böyle oldu.

 Ezidi ve Aleviliği benimseyenler ise, bu sürecin dışında kaldılar. Bunun da başlıca nedeni, Şafi Kürtler’den ne kız aldılar ne de kız verdiler. Bunu inançlarına aykırı buldular. Kapalı bir toplum hayatını benimsediler. Bütün baskılara rağmen inançlarına ve konuştukları Kurmanç diline bağlı kaldılar. Bunu da dini önderlerin sayesinde başardılar. Dini önderler, çok güçlü bir örgütlenme ağı kurmuştu. Gerek Ezidilerin gerek Alevilerin bağlı oldukları ocak sistemleri bulunuyordu. Bu ocakların temsilcisi olan din adamları, kendi inancında olanlarla sürekli ilişki içindeydiler. Dini bilgilerin yanında ahlaki ve birlikte yaşama konusunda onları aydınlattılar. Diğer inançlara saygılı olmayı, kadına değer vermeyi, barış içinde bir arada yaşamayı ve dayanışmayı öğütlediler. Bu ilkeler sayesinde inançlarını ve dillerini bugüne taşımayı başardılar. 

EZİDİLER KİM?

 Burada önemli bir konuya daha yer vermemiz gerekecektir. O da,Yezdiliğin topluma yanlış tanıtılmasıdır. Bu inanca mensup olanlar” Şeytana tapanlar” olarak sunulmuştur. Köklerinin de Emevi halifesi Muaviye’nin oğlu Yezid’den geldiği iddia edilmiştir. Bu kesinlikle doğru değildir. Osmanlı kayıtlarında da maalesef bu inanca mensup aşiretler “Şaytana Tapanlar” olarak yer almaktadır. Oysa, Yezd-Ezd Farsça bir kelime olup, “Tanrı” anlamına gelmektedir. Zerdüşt’ün dini öğretisi olan Avesta kitabında, Tanrı “Yazdan-Yezdan” olarak geçmektedir. İslam dünyasında özellikle de İran coğrafyasında, Yezdan kelimesi “Tanrı-Allah” anlamında kullanılmaya devam edilmiştir. Örneğin; Farsça konuşan Şiiler Hz. Ali için “Şir-i Yezdan” (Allah’ın Aslanı) deyimini kullanmaktadırlar. Nitekim, Ezdilerin Irak’ın Şeyhan kasabasının Laleş vadisindeki kutsal Dergahın baş sorumlusu olan Hatto-Hacı İsmail Baba Şeyh, gazeteci Ramazan Öztürk’ün 2017 yılında yayınlanan “Kırılma Noktası” adlı televizyon programında aynen şunları söylemiştir:

 “Bizim kafir olduğumuzu ve Allah’a inanmadığımızı söylüyorlar. Halbuki biz Allah’a inan bir toplumuz. Biz sadece Allah’tan medet umar ve ondan yardım bekleriz.”

 Yezdiller, Alevi Kurmançlarla aynı lehçeyi konuşmaktadırlar. İnançlarında ateşi kutsal sayarlar. Dualarını (Namazlarını) güneşe doğru secde ederek yaparlar. Yani kıble olarak güneşi alırlar. Bu özelliklerinden dolayı da Yezdilik, İlahiyatçılar tarafından Zerdüşt dininin bir tarikatı, bir mezhebi olarak değerlendirilmiştir.

 Yezdi toplumunu gerek konuştukları Kurmanç dili gerek inanç bakımından Pers ve Sasanilerden geriye kalanlar olduğunu söyleyebiliriz.  Ancak,Yezdilerin büyük çoğunluğu İslam-Arap ordularının bölgeyi Feth etmesinden sonra  “Sünni” mezhebine geçtiler. Daha sonra da Kürtleştiler. Çok az bir kısmı eski inançlarına ve dillerine bağlı kaldı. O kalanlar da Türkiye’de, Irak’ta, İran’da, Gürcüstan’da ve Ermenistan’da küçük azınlıklar olarak yaşamaya devam etmektedirler.

 Anadolu’da yerli halk olarak Yezdilerin dışında da topluluklar bulunuyordu. Bunlardan biri Osmanlı kayıtlarında “Lek Kürdü” “Lek gücü” olarak yer alanlardı. Leklerin anayurdu İran’ın Lek-Delfan bölgesiydi. Osmanlı kayıtlarında Çorum’a iskan edilenler  LEK Kürdü” olarak tanımlanmışlardı. Osmanlı bürokrasisi Fars-İrani dillerle konuşan halkların hepsini "Ekrad" olarak kaydetmiştir. Lek cemaati örneği de bunu göstermektedir. Yine kayıtlarda Malatya sancağında “Yerli Ekrad” olarak kaydedilen aşiretler de vardı. Bunlar Ceka, Sarı Mahmudlu, Mandolu, ve Durukanlı aşiretleriydi. Tahminimize göre, bu cemaatler de İran kökenliydi. Bunların dışında “İran Ekradı” olarak kaydedilen cemaatler de bulunuyordu. Bunlar, Halikanlı, Mukri, Culberli, Balabanlı, Dergezenli, Çendikanlı aşiretleriydi. (C. Türkay, Osmanlı İmparatorluğunda Aşiretler ve Cemaatler)

 TÜRKMAN EKRADI AŞİRETLER

 Osmanlı kayıtlarında aşiretler Yörükan, Ekrad, Türkman, Türkman Ekradı, Arap şeklinde tanımlanmışlardı. Ancak dikkatimizi çeken “Türkmen Ekradı” aşiretler oldu. Ekrad kelimesi bilindiği gibi Arapçadan gelmektedir. “Kürtler” anlamındadır. O halde “Türkmen Kürdü” ne anlama geliyordu. Araştırmalarımız sonunda “Türkman Ekradı” olarak tanımlanan en çok cemaat, Merdisi aşireti şemsiyesi altında toplananlarda yer alıyordu. Merdisi aşireti içinde yer alanlar Badıllı, Karkın, Osmanlı, Adamanlı, Abdülheyoğlu, Cimikanlı ve Tarikanlı aşiretleriydi. Örneğin; Badıllı aşiretine bağlı Milli, Rişvanlı aşiretleri kayıtlarda “Türkman Ekradı” olarak yer alıyordu.  Bunun nedeni aşiret ve cemaatlerin hem Türkmenlerden hem de Kürtlerden (Bize göre Fars) oluşmasıydı. Bu aşiretlerin 16. Yüzyıldaki yerleşim yerlerine baktığımızda, Halep eyaleti, Yeni il (Sivas), Maraş, Malatya, Mardin ve Diyarbakır eyaletinde oldukları görülmektedir. Kaynaklarda bu aşiretlerin yaylak olarak doğu Anadolu bölgesini kullandıkları görülmektedir. Örneğin, Diyarbakır eyaletinin Çıska Nahiyesinde (Hani ilçesi), Harput (Elazığ) sancağının Kuzabad Nahiyesinde Merdisi aşiretinin mezraları yer almaktadır. Osmanlı kaynaklarında Merdisi-Mirdisi Göçebe Ekrad, Adamanlu Ekrad, Cimikanlı Türkman, Karkın Türkman, Abdülheyoğlu Konar-Göçer-Ekrad olarak tanımlanmışlardı. Bu örnek de değişik etnik kökenden gelen aşiret ve cemaatlerin iç içe yaşadıklarını göstermektedir. Bize göre, kayıtlarda “Türkman Ekradı” olarak yer almalarının nedeni Türkçe ile birlikte Farsça kökenli dilleri konuşmalarıdır. Aşiretlerin yukarıdaki yapısı da bizi doğrulamaktadır.

 Ancak “Ekrad” olarak tanımlanan bu aşiretlerin bir kısmının Pers ve Sasanilerin devamı olduğu görüşündeyiz. Zira, Medler, Persler ve Sasaniler bu coğrafyada bin yıl süren bir hakimiyet kurmuşlardı. Ayrıca 13. yüzyılda İran coğrafyasının Moğol istilasına uğramasından sonra Türkmen aşiretleri ile birlikte İran-Fars kökenli cemaatlerde Anadolu'ya gelmişti. 10. Yüzyıla kadar Kürtlerle ilgili yazılı kaynaklarda bilgi bulunmamaktadır. Kürtler hakkında ilk bilgiler 10. Yüzyılda Mesudi, 11. Yüzyılda Firdevsi tarafından verilmiştir. “Kürdistan Bölgesi” adı ise, ilk defa İran Selçuklu hükümdarı Sencer zamanında kullanılmıştır. İran Selçuklu devleti tarafından belirlenen Kürdistan eyaletinin sınırları Zağros dağlarının doğusunda Hamedan, Dinvar, Kirmanşah vilayetlerini, batı da ise, Şehrizor ve Sincar vilayetlerini kapsıyordu. (Prof. Dr. Ahmet Buran, Kürtler ve Kürt Dili, sayfa, 4) Yani, 12. Yüzyılın başlarında Kürtlerin bulunduğu bölgeler burasıydı. Bu tarihlerde Anadolu’da Kürtlerin etkin nüfusları bulunmuyordu. Kürtlerin doğu ve güney doğu Anadolu’da etkin olmaları 1514 yılındaki Safevi-Osmanlı arasında geçen ve Şah İsmail’in yenilgisi ile sonuçlanan Çaldıran savaşından sonra olmuştur. Tarihi kaynaklar da bunun teyit etmektedir.

 Yukarıda açıkladığımız görüşleri desteklemek amacıyla, doğu ve güney doğudaki halkların Kürtleştiğini göstermek için iki aşireti örnek vereceğiz. Bunlar Karakeçili ve Döğer aşireti olacaktır. Karakeçili aşireti hepimizin bildiği gibi Oğuzların Kayı boyundan olup, Osmanlı devletini kuran aşirettir. Aşiretin Urfa’da kalan kolunun bugün Kürtleştiğini, hatta farklı iki mezhebe mensup olduklarını görmekteyiz. Kaynak Yayınevi tarafından yayınlanan ve devlet tarafından hazırlandığı belirtilen “Aşiretler Raporu” adlı kitapta yer alan bilgilere göre, Kara Keçili aşiretinin Urfa’nın Siverek ilçesinde oturan kolu Kürtçe konuşmakta ve Şafi mezhebine mensuptur. Bozova ilçesinde oturanlar ise, Kürtçe konuşmakta Hanefi mezhebine mensuptur. Aşiretin Siverek’teki kolu Şeyh Sait isyanına katılırken, Bozova kolu isyana destek vermemiştir. Yine aynı şekilde Urfa’da yaşayan ve Oğuzların yirmi dört boyundan biri olan Döğerler, Kürtçe konuşmakta ve Hanefi mezhebine mensuptur. Raporda, Döğer aşiretinin Şeyh Sait isyanına destek vermediği belirtilmektedir. Her iki aşiret de Osmanlı kayıtlarında ve tahrir defterlerinde “Türkmen” olarak tanımlanmışlardır. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi aynı süreci diğer Türkmen, Pers ve Sasani aşiretleri ve halkı da yaşamıştır. Burada şunu da belirtmeliyiz; aynı süreci orta ve batı Anadolu’ya gelen Kürt, Pers ve Sasani toplulukları da yaşamıştır. Onların da Türkleştiğini söylemeliyiz.

Sonuç olarak Kurmanç dili hakkında şunu söyleyebiliriz: 

1-Gerek Zerdüşt gerek Mani, dini öğretilerini  Pehlevice ile yazmışlardı.

2-Sasani İmparatorluğunun resmi dili Pehleviceydi.

3-Pehlevice dili, 13. yüzyıla kadar, Horasan'dan Anadolu'ya  uzanan bölgede konuşulan bir dilldi.

4-Kapalı bir toplum hayatı yaşayan Ezidiler ve  Alevi Kurmançlar  Pehlevice'ye dayanan bu diilerinin özünü korudular.

5-Kurmanç dilindeki sözcükler de Pehlevice ile olan ilişkiyi doğrulamaktadır. (Kurmanç dilindeki Pehlevice sözcükler ekte sunulmuştur.)

Makalemizi bitirirken, en büyük alevi aşiretlerden olan Kureyşan, Kavi ve Koçgiri hakkında ulaştığımız bazı ip uçlarını vermeyi yararlı buluyoruz. Konumuzu araştırırken, Kavi ya da Gavi kelimesinin Zerdüştlüğün kutsal kitabı olan Avesta’da “Hükümdar” anlamında kullanıldığını, Ezidi inancında ise, “duacı-öğütçü” olarak görev yapan din adamlarına verilen bir isim olduğunu öğrendik. “Kureyş” kelimesinin ise, Mekke’deki bir kabile isminden değil, Pers İmparatorluğunun kurucusu Büyük Kyros isminden geldiği kanısındayız. Zira, Kyros’un Türkçedeki okunuşu “Kuyreyş”tir.  Farsça da ise hem yazılışı hem okunuşu "Kureş"tir. An eki ise, çoğul ekidir. Türkçedeki ler-lar gibidir. Koçkıri aşiretine gelince, bu isim bazılarının iddia ettiği gibi, beyaz ya da gri koç değil, “Koç yapanlar- koç yetiştirenler” anlamına gelmektedir. “Kır” kelimesi Kurmanç dilinde “yapmak-etmek-büyütmek-yetiştirmek” anlamlarını içerir. Örneğin “Bor kırıya” (Göç etmiş), “Ta ezıng kır” (sen odun yaptın mı?) gibi. Bu aşiretlere mensup arkadaşlara köklerini araştırırken tarihi kaynaklara bu açıdan bakmalarını öneriyorum.

 Saygılarımla.

 Hamdullah Dedeoğlu

 02.11.2020.

 EKLER:

--Kurmanç Dilindeki Pehlevice Sözcükler

--Med ve Pers İmparatorluğu Haritaları,

--Lek-Delfan Bölgesinin Haritası.

--11. Yüzyılda, Derzene-Basean Bölgesini gösteren Bizans Haritası.  (21 Nolu Eyalet)

--11. Yüzyılda Anadolu’daki şehir ve bölgeleri gösteren Bizans Haritası.

 KAYNAKLAR:

--Janet-Bernard Hamilton, Bizanslı Heretiklerin Tarihi, Kalkedon Yayınları.

--Ali Rıza Özdemir, Kayıp Türkler, Kripto Yayınları.

--Aşiretler Raporu, Kaynak Yayınları.

--John Haldon, Bizans Tarih Atlası, Alfa Yayınları.

--Cevdet Türkay, Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İşaret Yayınları.

--Alexander A. Vasiliev, Bizans İmparatorluğu Tarihi, Alfa Yayınları.

--John Julius Norwich, Bizans, Gerileme ve Çöküş Dönemi, Kabalcı yayınları.

--Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Maniheizm Maddesi.

--Yrd. Doç. Dr. Resul Ay, Bizans’tan Osmanlı’ya Anadolu’da Heterodoks İnanışlar adlı makalesi.

--998 Numaralı Diyarbakır Eyalet Defteri, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları.

--397 Numaralı Halep Eyalet Defteri, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları.

--Yrd. Doç. Dr. Halim Işık, Bogomilizm adlı makalesi.

--Ulaş Töre Sivrioğlu, Pehlevice adlı Makalesi,

--Eray Karaketir, Pers kralı Büyük Kyros’un Antik İran Dinleri ile İlişkisi adlı Makalesi.

--Eray Karaketir, Pers İmparatorluğu’nun Kuruluşu adlı Makalesi.

--Prof. Dr Mehmet Kanar, Farsça Dil Bilgisi, Say yayınları.

--Doç. Dr. Nimet Yıldırım, İran dilleri adlı makalesi.

--Ahmet Küçükkalfa, Lekler, Zendler, Lurlar adlı Makalesi.

--Gazeteci Ramazan Öztürk’ün Ezidi din önderi Hacı İsmail Baba Şeyh ile yaptığı röportaj.

  



Haritalar, Bizanslı Heretiklerin Tarihi, Kalkedon yayınlarından alınmıştır.


Harita, John Haldon'un Bizans Tarih Atlası kitabından alınmıştır.
o

Lek'lerin takip ettikleri yol güzargahlarının haritası. Ahmet Küçükkalfa'nın makalesinden alınmıştır.

KURMANÇ DİLİNDEKİ PEHLEVİCE SÖZCÜKLER

 Ard-Ord                         un                          Av-ov                                      su

Ağur                              Ahır                        Bar-Bor                                   Yük

Bırong                           Kardeş                    Bızıng                                     Keçi

Com                              Cam                        Jın                                           Kadın

Ce-Ca                           Arpa                        Çakuç                                      Çekiç

Çend                             Ne kadar                 Çı                                             Ne?

Çehar-Çahr                   Dört                        Dor-Dar                                   Ağaç

Do-Dah                        Vermek                    Dard                                        Dert

Dest                              El                             Deh-Dıh                                  Köy

Dev                               Dev                          Din                                          Din

Dışmon                        Düşman                    Düd-Dü                                   Duman

Dür                               Uzak                         Esker                                      Asker

Üro-İro                         Bugün                       Ez                                           Ben

Go-Gav                        Öküz                         Germ                                      Sıcak

Gıre                              Düğüm-Bağ              Gul                                         Gül

Hek                              Yumurta                    Heft                                        Yedi

Heşt                              Sekiz                        Ğaun                                       uyku

Hazor                            Bin                           Kem                                        Eksik

Kora                              Sağır                         Kuşt                                       Öldürdü

Kür                                Kör                           Larzi                                      Titredi

Lev                                Dudak                       Ma                                         Biz

Mor                               Yılan                          Most                                     Yoğurt

Mon-Man                      Kalmak                      Merd                                    Mert

Mer                               Koca-Eş                      Mı                                        Koyun

Mü                                Kıl                               Nan (Non)                           Ekmek  

Nerm-Narm                  Yumuşak                     Nüy-Nüğ                             Yeni

Nezdık                          Yakın                           No                                       Hayır

Niv-Nim                       Yarım                          Penç                                     Beş

Peşt                               Sırt                              Poyız                                   Sonbahar

Porska                           Sormak-sor                 Pır                                       Çok-Dolu

Pir                                 Yaşlı                            Rast-Rost                            Doğru

Röj-Röy                        Güneş                          Rü                                       Yüz-Çehre

Rün                               Yağ                            Şir                                         Süt

Ser                                 Baş                            Serd                                      Soğuk

Sol-Sal                           yıl                             Sür                                        Kırmızı  

Şev                                Gece                          Şeş                                        Altı

Şıvon                             Çoban                       Tol                                          Acı

Tang                              Dar                            Tırs                                        Korku

Boron                            Yağmur                      Dang                                     Ses

Gur                                Kurt                           Barf                                       Kar

Bist                                Yirmi                         Di                                         Gördü

Ğast                                İstedi                        Ğor                                     Yemek yedi

Hışk                               Kuru                          Pağa                                     Kendisi

Zonı                               Biliyor                       Zar                                        Sarı

Zımıston                        Kış                             Zımon                                     Dil

 

Kaynaklar:

--Zazaca-Türkçe Sözlük, Rosan Hayıg-Brigitte Werner, Tij Yayınları.

--Prof. Dr. Mehmet Kanar, Farsça Dil Bilgisi, Say Yayınları.


                      




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular