14 Eylül 2020 Pazartesi

SELÇUKLU SULTANI MELİK ŞAH İLE ALAMAUT KALESİ HAKİMİ EHLİBEYT TARAFTARI HASAN SABBAH ARASINDAKİ MEKTUPLAŞMALAR HASAN SABBAH: BEN SİZE DÜŞMAN DEĞİLİM. BENİM DÜŞMANIM ABBASİ HALİFESİDİR"







SELÇUKLU SULTANI MELİK ŞAH İLE ALAMAUT KALESİ HAKİMİ EHLİBEYT TARAFTARI HASAN  SABBAH ARASINDAKİ MEKTUPLAŞMALAR

HASAN SABBAH: BEN SİZE DÜŞMAN DEĞİLİM. BENİM DÜŞMANIM ABBASİ HALİFESİDİR"

İran Selçuklu Sultanı Melik Şah ile Alamut kalesi hakimi Ehlibeyt taraftarı Hasan Sabbah arasındaki mektuplaşmalar Miladi takvime göre, 1090 yılında yapılmıştır. Mektuplar Türkiye'de  ilk defa Mehmed Şerafeddin (Yaltkaya) tarafından 1926 yılında Darülfünun İlahiyat Fakültesi Mecmuasında yayınlanmıştır. 2018 yılında da yüksek lisans öğrencisi Mehmet Çalışkan tarafından sadeleştirilerek Yeditepe Üniversitesi tarih dergisinde yayınlanmıştır.  Ehlibeyt taraftarı İsmailiye mezhebinin Nizari kolunun temsilcisi olan Hasan Sabbah ile İran Büyük Selçuklu Devleti Sultanı Melik Şah arasında geçen mektuplaşmalar her ne kadar bazı tarihçiler tarafından şüphe ile karşılansa da içeriğinin o günkü tarihi olaylara ve Hasan Sabbah’ın görüş ve inancına yakın olduğu görülmektedir. Sultan Melik Şah ile Hasan Sabbah arasındaki mektupların içeriğinin bilinmesinin yararlı olacağı kanaatiyle blog’da yayınlamayı uygun bulduk. Zira, Hasan Sabbah ülkemizde tek taraflı yayınlar nedeniyle, olumsuz bir şahıs olarak tanınmaktadır. Bizim şahsi görüşümüze göre ise, Hasan Sabbah’ın anlatıldığı gibi olmadığı, gayet eğitimli ve kültürlü olduğu doğrultusundadır. Selçuklu Sultanını Hasan Sabbah'a karşı kışkırtanların başında Abbasi halifesi ve Selçuklu veziri Nizamülmülk gelmektedir. Çünkü, o tarihte Abbasiler mezhepleri dörtle sınırlandırmış, Şiilik dahil, diğer İslami yorum ve mezhepleri yasaklamıştı. Hasan Sabbah da Mısır'daki Şii Fatimilerin Nizari kolunun temsilciliğini yapmaktaydı. Abbasi halifesi bu nedenle, Hasan Sabbah ve takipçilerini kendisi için tehdit olarak görüyordu. Halife, askeri güçten yoksun olduğu için, bu görevi kendisinin halifeliğini kabul eden Selçuklu Sultanı Melik Şah’a yaptırmak istiyordu. Hasan Sabbah da  verdiği cevapta, Şii Fatimi halifelerin destekçisi olduğunu kabul ederek, Abbasi halifelerin iktidarı hile ile ele geçirdiğini, halka baskı ve zulüm yaptıklarını belirterek, Sultan Melik Şah'tan Alamut kalesinin fethi için asker göndermemesini talep etmektedir. Ancak, ileriki yıllarda Selçuklu Sultanları gerek vezirlerin gerek Abbasi halifelerin telkinleri ile Alamut kalesini birkaç kez kuşatmalarına rağmen ele geçirememişlerdir. Alamut Kalesi 1256 yılında Moğollar tarafından ele geçirilip yakılmış, sonra da yıktırılmıştır. 

1090 yılında yazıldığı tahmin edilen  bu mektuplardan Hasan Sabbaha'a ait Farsça fotokopisi yukarıda, Türkçeye çevrilmiş şekli ise, aşağıda bilginize sunulmuştur.

SULTAN MELİK ŞAH’IN MEKTUBU: “ KALENİ BAŞINA YIKARIM”

Bismillahirrahmanirahim.

Hasan Sabbah bilsin ki bizim yüce kulağımıza böyle ulaşmıştır: Sen yeni bir din ve millet peyda etmişsin. Bazı cahil dağlı halkı başına toplamışsın. Onların tabiatına uygun sözler söyleyerek benim adamımı bıçaklamaya gönderiyorsun. Mülk ve millet kuvveti, din ve devlet nizamı onlarla muhkem olan İslam halifelerine sövüyorsun. Bu dalaletten vazgeçip Müslüman olmalısın! Yoksa senin üzerine gelmeyi bekleyen çokça asker tayin buyurduk. Karşılık vererek zinhar, zinhar zinhar kendini bu bela kuyusuna atmayasın!  Kendinin ve tabilerinin canını kendin bağışlarsın. Kalenin muhkemliği ile mağrur olmayasın! Hakikati bilesin ki senin kalen Alamut’un burcu göğün burçlarından olsa Ulu Tanrı’nın inayetiyle kara toprakla yeksan ederim. Vallahu a’lemu bi sevab.

HASAN SABBAH’IN CEVABI: “VEZİRLERİN SANA YANLIŞ BİLGİ VERİYOR”

Cihangir Sultan’ın adalet bolluğunda ve raiyyet perverlikte uzun ola! Bundan sonra: Sultan’ın dergahından Alamut kalesinde sakin sakin olan ben kuluna hitap buyurmuşlardır ki; 

“Bizim yüce kulağımıza böyle ulaşmıştır: Sen yeni bir din ve millet peyda etmişsin. Bazı cahil dağlı halkı başına toplamışsın. Onların tabiatına uygun sözler söyleyerek benim adamımı bıçaklamaya gönderiyorsun. Mülk ve millet kuvveti, din ve devlet nizamı onlarla sağlam olan İslam halifelerine sövüyorsun. Bu dalaletten vazgeçip Müslüman olmalısın! Yoksa senin üzerine gelmeyi bekleyen çokça asker tayin buyurduk. Karşılık vererek zinhar, zinhar, zinhar kendini bu bela kuyusuna atmayasın! Kendinin ve tabilerinin canını kendin bağışlarsın. Kalenin muhkemliği ile mağrur olmayasın! Hakikati bilesin ki; senin kalen Alamut’un burcu göğün burçlarından olsa; Ulu Tanrı’nın inayetiyle kara toprakla yeksan ederim!” 

Sadr-ı Kebir Ziyaddin Hakan buraya gelip sultanın hükmünü getirince onu ululayarak Sultanın hükmünü gözüme koydum. Sultanın bu aciz kuluna yad buyurmasından başım göğe erdi. Şimdi biraz itikadım ve ahvalimden söz edeyim. Sultan’ın dergahının kullarının ahvalimi işitip o hususta düşünmesini umuyorum. Benimle düşmanlığı Sultan’ın malumu olan devlet erkanıyla ve özellikle Nizamülmülk’le meşveret buyurmasınlar.

Ben ki, Hasan’ım: Öyle yaptımsa, Müslümanlık dininden çıkayım. Ulu Tanrı ve Hak Peygamber’e asi olayım. Ama Sultan, benimle ilgili hasımların sözüne inayet ederse, benim de kendim için endişelenmem gerekir. Zira, kuvvetli düşman hakkı batıl, batılı hak gösterebilir. Bu hal bu kul vaki olmuştur. Bu hal belki Sultan’ın reyine saklı kalmamıştır. Bu kulun hali şöyledir: Babam imam Şafi mezhebinde bir Müslüman idi. Bu kul 4 yaşına varınca mektebe gönderildim. İlim tahsiliyle meşgul oldum. Dört yaşından 14 yaşıma kadar türlü ilimlerde; özellikle Kur’an ve hadis ilminde mahir oldum. Din derdi peyda oldu. İmam Şafi’nin kitaplarında peygamber evladının-salavatallahu aleyhi ve aleyhim- yüceliği ve imameti hakkında çokça rivayet aldım. Aklım o tarafa meyletti. Daima devrin imamını araştırmakta idim. Feleğin hükmüyle insanların önemli saydığı dünyevi işlere daldım ve dini maksatlarımı unuttum. Gönlümü tamamıyla dünya işlerine ve mahluka hizmete verdim. Halik’e sırt çevirdim. Hak Teala bundan memnun olmayarak bana düşmanlar musallat etti ve beni bu işlerden vaz geçirdi. Kaçarak şehirlerde ve kırlarda dolaştım. Her türlü muhalefet ve zahmetle uğraştım. Benimle Nizamülmülk’ün ahvali Sultan’dan gizli değildir. Hak Teala beni bu vartadan kurtardı. Anladım ki gönlümü mahlukun işlerine verip Halik’e sırt çevirmenin bundan başka neticesi olamaz. Mertcesine din talebi ve ahiret işlerine kalkıştım. Rey’den (Tahran) Bağdat’a gittim. Bir müddet orada kaldım. Oranın ahval ve vaziyetlerini öğrendim. Halifelerin ve Müslüman din ulularının halini araştırdım. Abbasi halifelerini mürüvvet, fütüvvet ve Müslümanlıktan çıkmış buldum. Böylece anladım ki onların hilafet ve imametindeki Müslümanlık ve dindarlıktan küfür ve zındıklık yeğdir. Bağdat’tan Mısır’a gittim Hak Halife ve müstakır İmamı orada buldum. Ahvali araştırdım. Onun hilafetinin Abbasi hilafetinden ve onun imametinin onların imametinden daha hak ve daha doğru olduğunu anladım. Ona ikrar ederek Abbasilerin hilafetinden tamamen yüz çevirdim. Bunun ardından Abbasi halifeleri benim ahvalime vakıf olarak yolda beni yakalaması için birini yolladılar. Hak Teala beni o vartadan kurtardı. Selametle Mısır’a vardım. Ondan sonra Abbasi halifeleri, Mısır askerlerinin Emiri olan Emir’ül Cüyaş’a Hasan Sabbah’ı yahut kellesini göndermesi için üç katır altın ve başka şeyler gönderdiler. Hak halife ve Mutakır İmam Müstansır Billah’ın inayetiyle o vartadan kurtuldum. Abbasi halifeleri Emir’ül Cüyuş’u bana karşı tahrik etti. Beni Frenk kafirlerini (Haçlılar) davet etmekle itham etti. Bu durum İmam’ın mübarek kulağına gitti. Beni kendi himayesine aldı. Bana menşer vererek bildiğim ve yapabildiğim şekilde Müslümanları doğru yola getirmeyi ve Mısır halifelerinin(Fatimi halifeler) imameti ve hakikatinden agah etmeyi buyurdu. Sultanın (Melik Şah) “Ey müminler! Allah’a, Resul’e ve ulu’l-emre itaat edin” ayetinin saadetinden nasibi varsa benim sözümden çıkmaz. Sultan Mahmud Sebuktekin /Gazne’li Sultan Mahmud) gibi onları def etmeye ve ezmeye kalkışırsa Müslümanların arasından onların serlerini kaldırır. Yoksa, bir zaman gelecek ki biri bu işi yapacak ve bu sevaba nail olacak. Benim yeni bir din ve millet peyda ettiğimi buyurmuşsunuz. Neuzübillah! Ben Hasan yeni bir din ve millet peyda etmişim. Benim dinim Hz. Resul (S.a.v.) zamanında sahabeninkiyle aynı dindir. Kıyamete kadar doğru din ve mezhep budur ve bu olacaktır. Şimdi benim dinim Müslümanlık dinidir. 

Eşhedü enla ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulullah.

“BENİM DÜNYA İŞLERİYLE İLGİM YOKTUR”

Benim dünyaya ve dünya işlerine iltifatım yoktur. Yaptığım işler ve söylediğim sözler halis muhlis hak din uğrunadır. Benim itikadım odur ki Hz. Peygamber evladı Sallallahü aleyhi ve Alihi sellem-kendi pederlerinin (Peygamberin) hilafetine Abbas oğullarından daha müstahaktırlar. Abbas oğulları iyi kimseler olsa bile daha layıktırlar. Sen Sultan Melik Şah, bunca zahmet ve meşaketle üç kere Doğu’ya, Batı’ya, Kuzey’e, Güney’e asker sevk ettikten ve memleketi ele geçirdikten sonra bu memleket Melik Kavurt oğullarının eline geçse ve senin oğulların her nerede yakalanırsa katledilse reva olursa, onların hilafeti de reva olsun. Halbuki, Abbas oğulları öyle adamlar ki, onların fesatlarından müşahade ettiklerimi söylemekle bitmez. Hiçbir din ve Miletten hiç kimse buna reva olmaz, olamaz. Onların ahvaline vakıf olmayanlar onlara itikat ederler ve hilafetlerini hak bilirler. Ben onların işlerine ve ahvaline vakıfken nasıl reva olayım ve onların şerrini Müslümanlar arasından kaldırmazsa bilmem kıyamette sorulduğu vakit nasıl cevap verir ve nasıl kurtulur? Şimdiye kadar olduğu gibi benim dinim bu olacaktır. İnkar etmedim ve etmem. Kalbimde DÖRT HALİFE ve Aşare-i Mübeşşire’ye muhabbet vardır ve olacaktır. Hiçbir din peyda etmedim. Benden önce var olmayan bir mezhep ortaya koymadım. Benim mezhebim Hz. Resul Aleyhissellem zamanının mezhebidir. Kıyamete kadar doğru mezhep bu olacaktır. Benim ve tabilerimin Abbas oğullarına ta’an (lanet) ettiği sözüne gelelim: Müslüman olan din ve diyanetten haberi olan kimse ona nasıl ta’a-n etmez? Onlar öyle bir kavim ki bidayetleri ve nihayetleri yalan, hile, fısk-u fücur ve fesattır ve öyle olacaktır. Her ne kadar onların ahvali ve işleri bütün cihanca malumsa da Hazreti Sultan’a hüccet olması için kısaca söyleyeceğim: 

"EBU MÜSLİM’İ KATLETTİLER, İMAM EBU HANİFE’Yİ KIRBAÇLADILAR, HALLACI MANSUR’U İDAM ETTİLER"

Ebu Müslim gibi birçok gayret göstererek ve zahmet çekerek Mervan oğullarının zulmünden Müslümanların mallarını kurtaran, Peygamber’in temiz hanedanına ettikleri laneti ki kendileri layıktır ve zulmü cihandan kaldıran, adalet ve insaf getiren bir adamı nasıl gadre uğrattılar ve kanını akıttılar. Peygamber Aleyhissellam’ın dört bir yandaki binlerce temiz evladını şehit ettiler. Köşeler ve viranelerde kalan münzeviler Seyitlik libasını çıkararak canlarını kurtardılar. Bunlar şarapla, zinayla, gulam perestlikle meşgul değildi. Bu fesat zamanında onların en alim ve en fazılı Harun’un (Halife Harun Reşid) iki kız kardeşi vardı. Onlardan Abbase’yi şarap meclisinde kendisiyle bulunduruyordu ve nedimlerini o meclisten men etmiyordu. O meclistekilerden Cafer Bermeki onun kız kardeşiyle fesat işledi ve ondan bir oğlu oldu. Oğlanı Harun’un hacca gittiği yıla kadar gizlediler. Harun oğlanı orada görerek Cafer’i öldürdü. Müslümanlığın direklerinden Küfe’li Ebu Hanife’ye(Hanefi mezhebin kurucu imamı) yüz kırbaç vurdurdular. Mansur Hallac gibi rehberi idam ettiler. İşte Hülafa-yı Raşidin. İşte mülk ve milletin dayanağı din ve devletin nizamı onlarla muhkem olan Müslümanlık erkanı. Onlara ta’an edersem veya asi olursam, insaf et, haklı mıyım, haksız mıyım?

Cahilleri suikast için kandırdığıma gelince: Candan şerefli şey olmadığı ve hiç kimsenin CANINA KIYAMAYACAĞI BASİRET SAHİPLERİNCE AŞİKARDIR. Benim gibi malı mülkü az biri nasıl bu işe kalkışabilir?  Fakat benim de Horasan Hududundan işittiğime göre, Sultanın gulamları, Nizamülmülk’ün memurları ve muamelat erbabı bazı Müslümanların hanımlarına, zahitlerin ve ibadın haremine el uzatıyorlarmış. Bazı divan işlerinde insafsızlık ediyorlarmış. Her ne kadar insanlar devlet erkanından yardım istese de hiç kimse soruşturmuyormuş. Belki belaya uğruyorlarmış. Mülkün kethüdası (efendisi) olan Nizamülmülk, Ebu Nasır Kündüri gibi hiçbir zamanda hiçbir devlete nail olmamış bir veziri Sultanın malına, mülküne tasarruf ettiği yalanıyla şehit etti, ortadan kaldırdı. Bugün zalimler ve zorbalarla iş birliği yapıyor. Ebu Nasır vaktinde on dirhem vergi alınıyor ve hazineye gidiyordu. O, (Nizamülmülk) elli dirhem alıyor ve yarım dirhem bile Sultan’a gitmiyor. Küçük bir kısmını iş birliği yaptığı zorbalara veriyor, kalanını kızlarına, oğullarına ve damatlarına sarf ediyor. Memleketin her tarafında kerpiç ve çamur imaretle para zayi ettiği alemin malumudur. Hace Ebu Nasır, oğlu ve kızına hangi gün bir dinar vermiş, tahtaya ve çamura para sarf etmiştir? Bu zamanın insanlarının bu acizlikten kurtulmaya hiç ümidi yoktur. Eğer bazı kimseler çaresizlikten kendi canlarına kıyar veya zalimlerden bir ikisini def ederlerse mazurdurlar.

Vagt-i zaruret çu nemaned goriz

Dest begired ser-i şemşir-i tiz

Zaruret vaktinde kaçacak yer kalmayınca

Keskin kılıç elle tutulur.

Hasan Sabbah’ın bir kimseyi kandırıp bu işleri yaptırması ne mümkündür. Dünyada takdiri İlahi olmaksızın hangi iş vuku bulabilir?

“Bu türlü hareketleri terk et, yoksa harap ederim” buyurmuşsunuz. Ben Hasan’dan Sultan’ın reyinin hilafına iş sadr olacak, neuzübillah! Lakin bir hizip bu kulu talep ediyor. Hileyle burayı (Alamut’u) ele geçirdim ve halimi Sultan’a bildirebilmek için kendime sığınak yaptım. Hasımlarım vaz geçer de Sultan’ın kapısına gelirim ve kalan kulların sırasına geçerim. Sağlıkta dünya ve düşkünlükte ahiret işlerini Sultan’a söylerim. Yoksa benden bunun hilafına bir şey sadr olursa ve Sultan’ın emrine tabi olmazsam yakında ve uzaktaki halk bana serzeniş ve ta’an (Beddua-lanet) ederler. Kendi efendisine muhalefet etti ve “Ey müminler! Allah’a, Resul’a ve amirlere itaat edin” ayetinin saadetinden mahrum kaldı derler. Düşmanlarımın Sultan’ın katında hürmet ve itibarı artar. Hakkımda iftiralar uydururlar. Din ve davet hakkındaki iyilikler halk arasında fenalık diye yayılır. İyi adımı fenaya çıkarırlar. Hakkımda birçok kötülükler yapan Nizamülmülk’e rağmen Sultan’ın hizmetine gelirsem Nizamülmülk’ten yana ferah olsam bile, Sultan Abbasilere bağlı kaldıkça ve onların emrinden çıkmadıkça beni talep etmeye çalışacaklar. Mısır’a gittiğim vakit beni ele geçirmek istediler. Ardımdan Mısır’a pek çok adam yolladılar. Bana kast etmek için Emir’ül Cüyuş’a hizmet ettiler. Hak halife Mustansır Billah’ın (Fatimi halifesi) inayeti olmasaydı o vartada helak olmuştum. Ondan sonra Emir’ül Cüyuş beni Frenk küffarını davet etmek için deniz yoluyla gönderdi. Ulu Tanrı’nın yardımıyla o vartadan kurtuldum. Birkaç yıl nice zahmet ve meşakkatler çekerek Irak’a düştüm. Beni yakalamaya çalışıyorlardı. Bugünse, bu makama (Alamut’a) vardım ve Alevi halifelerin (Fatimi halifelerin) davetini açıkladım. Taberistan, Kuhistan ve Cibal’da birkaç kale ele geçirdim. Refiklerden, müminlerden, Şiilerden ve Alevilerden (Ehlibeyt mensuplarından) birçok kişiyi etrafımda topladım. Abbasiler benden hayıflanıyor ve korkuyorlar. Sultan’ın mübarek mizacını bana karşı ediyorlar. Canıma kast ediyorlar. Sultan’dan beni talep edebilirler. O vakit işlerin ne şekilde olacağı malum değildir. Kötü şeyler meydana gelebilir. Sultan onların icabetine iltimas ederse mezheb-i mürüvette (İsmaililik) mazur olmaz. Eğer iltimas etmezse bazı cahiller “ Omuz üstünde gaşiye taşımak (Gaşiye taşımak halifeye itaat anlamına geliyordu) ve atın önünde yaya gitmek niyeydi. Hasan Sabbah’ı vermemek niye?” diye Sultan’a dil uzatırlar. İki taraf arasında atışma ve mukavemet olması muhtemeldir. 

Bu kayabaşı (Alamut) meselesine gelince: “Alamut’un burcu göğün burçlarından olsa yere indiririm” buyurmuşsunuz. Bu kayada oturanların uzun müddet kendi ellerinden çıkmayacağına itimatları vardır. Bu Allah’ın inayetiyle ilgilidir. Şimdi ben bu köşede oturmuş, farz ve sünneti yerine getiriyorum. Tanrı ve Peygamber’den Sultan ve devlet erkanının doğru yola gelmesini diliyorum. Ulu tanrı bir gün onları hak dine getirsin. Abbasilerin fesadını halktan kaldırsın. Eğer Sultan din ve dünya saadetine kavuşursa, İslam Sultanı Muhammed Gazi’nin (Gazneli Sultan Mahmud) Allah rağmet eylesin onların şerrini def ettiği ve Tirmizli Seyyid (Ehlibeyt mensubu) Alaül-mülk Hüdavendzade’yi getirip hilafete oturttuğu gibi Sultan bu işe kalkışsın. Bu büyük işi yapsın ve Ulu Tanrı’nın kulları arasından onların şerlerini kaldırsın. Yoksa, bir zaman gelir ki, adil bir padişah gelir, bu işi yapar ve Müslümanları onların cevrinden kurtarır. Ve-selamu ala men’t-tebal-huda. (Selam hidayete tabi olanadır. Taha suresi, 47. Ayet)

Hassan Sabbah’ın Selçuklu Sultanı Melik Şah’a gönderdiği cevabi mektubundaki görüşlerini kısaca şöyle özetleyebiliriz. 

1-Abbasi halifeleri saltanatı hileyle ele geçirdiler. Zalim Emevi hanedanını deviren komutan Ebu Müslim Horasan-i’yi suikastle ortadan kaldırdılar. İmam Ebu Hanefi’yi meydanlarda kırbaçladılar. Din adamı ve bir derviş olan Hallac-ı Mansur’u idam ettiler. Ehlibeyt mensuplarına ve onlara destek olanlara baskı, zulüm hatta katliam yaptılar.

2- Mısır’daki Fatimi halifelerini tanıdığım için Abbasi halifeleri bana düşmandır. Sizi de bize karşı kışkırtıyorlar. Onların söylediklerine inanmayın. Benim size karşı hiçbir husumetim yoktur. Ayrıca, sizin Sultanlığınıza da tabiyim.

3-Nizmaülmülk halka zorbalık yapmaktadır. Topladığı vergileri kendi çevresine aktarmakta ve lüzumsuz işlerde harcamaktadır. Bana karşı da düşmanlığı bulunmaktadır. 

4-Ben kimsenin öldürülmesini istemedim. Ancak, saldırı ve hakarete uğrayanların da kendilerini savunma hakkı bulunmaktadır. 

5-Halifelik makamı Ehlibeyt mensuplarının hakkıdır. Siz de iyi bir Sultan olarak anılmak istiyorsanız bunu yapın.

6-Dört halifeye hakaret ettiğim doğru değildir. Hepsine saygı ile bakarım.

7-Benim dinim Hz. Muhammed’in dinidir. 

Mektuba verilen cevaptan da görüleceği gibi, Hasan Sabbah’ın iftira ve hakaretleri hak etmediği anlaşılmaktadır. İstediği, sadece halifelik makamının Ehlibeyt mensuplarına verilmesidir. Kendi şahsına herhangi bir talebi bulunmamaktadır. Mektubundaki sözlerden Hasan Sabbah’ın iyi bir din eğitimi aldığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, fedailerine haşhaş içirdiği ve sahte cennetle kandırdığı gerçeği yansıtmamaktadır. Bu tür iftiraların kendisine düşman olanlar tarafından propaganda amacıyla yapıldığı anlaşılmaktadır. Biz de tarihi kişilerin tek taraflı değil, çok yönlü olarak tanınmasının daha doğru olacağı gerçeğinden hareket ederek, bu mektupları yayınlamayı uygun bulduk. Yararlı olması dileğiyle…

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

14.09.2020.

EK: 

--Hasan Sabbah'ın Selçuklu Sultanı Melik Şah'a yazdığı mektubun Farsça fotokopisi.

--Alamut kalesini gösteren harita

Kaynak: 

-Mehmet Çalışkan Yüksek Lisans Öğrencisi, Yeditepe Üniversitesi Tarih Bölümü Araştırma Dergisi, Cilt, 2, Sayı 3, 3 Ocak 2018.












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular