14 Kasım 2019 Perşembe

İSLAM VE BİLİM

İSLAM VE BİLİM

Emevi oğullarının Muaviye ile başlayan iktidarından itibaren, İslam dünyası içinde bölünmeler başladı. Özellikle, Yezid'in peygamberimiz HZ. Muhammed'in torunu Hazreti Hüseyin'i Kerbela'da şehit etmesinden sonra, bu kırılma ve bölünmeler  daha da keskinleşti. Emevi oğullarının iktidarı döneminde, halkın çıkarları yerine, küçük bir azınlığın korunması, Arap olmayan Müslüman kavimlerinin küçük görülmesi ve onlara köle manasına gelen “Mevali” denmesi kırılma ve bölünmelerin geniş kitlelere yayılmasına neden olmuştu. 

Emevi oğulları, iktidarın olanaklarını da kullanarak, yaklaşık doksan yıl hüküm sürdüler. Fakat bu süre  içinde, İslam'ı özünden kopararak, şekilciliği, nakli ön plana koydular. Aklı ise, unutturmaya çalıştılar. İşte tam burada, peygamberimizin ehli beytinden olan imamlar, bu anlayışa itiraz ettiler. Bunun Kur'an'a aykırı olduğunu ayetlere dayanarak açıklamaya çalıştılar. Ancak iktidarların baskı ve zulümlerine maruz kaldılar. Emevi oğulları ve daha sonra iktidarı ele geçiren Abbas oğulları da bu politikaları aynen devam ettirdiler.
Hazreti Muhammed'in tebliğ ettiği halkçı ve akılcı olan İslam dini, özünden uzaklaşmıştı. İktidarlar, dinin özü yerine, şekli ibadetleri esas alarak, halkı daha kolay yönetebileceklerini görmüşlerdi. Ancak ehlibeyt mensupları ve onların destekçileri, yönetimin kontrolü dışındaki uzak bölgelere göç ederek, halkı aydınlatmaya ve örgütlemeye devam ettiler. Ehlibeyt'e sahip çıkan ve iktidara karşı onları destekleyen en büyük kitle Türk ve Fars kavimleriydi. Arapların büyük çoğunluğu ise, iktidarların yanında yer almıştı.

EHLİ BEYT VE İSLAM

Türk ve Fars kavimlerin  ezici çoğunluğu, 9. yüzyıla kadar Arap ordularına karşı  direnç göstermiş ve eski dini inançlarını bırakmamışlardı. Ancak, Ehlibeyt'e mensup olanların ve onları destekleyenlerin, Horasan, Taberistan, Deylaman bölgelerine gelmelerinden sonra, İslam dinini gönüllü olarak benimsemeye başladılar. Bunda, Ehlibeyt ailesine yapılan baskılara karşı direnme ile birlikte, İslam'ı esas taşıyıcılarından öğrenmelerinin büyük etkisi vardı. Gerçek islam'ın, halifelerin yönettiği devlette olmadığını gördüler. 

Türk ve Fars kavimlerinin din adamları, İslam'ın özünü, yani hak, adalet ve dürüstlük anlayışını esas alarak, kendi gelenek ve görenekleri ile birleştirip, bir sentez oluşturdular. Çünkü, Arapların bazı gelenek ve görenekleri onlara uygun gelmemişti. (Örneğin çok kadınla evlilik gibi.) İran'lılar, islam'ın bu anlayış ve yorumuna “şiilik”, Türk kavimleri ise, “Alevilik” adını verdiler. Şiilik “Şia” kelimesinden geliyordu. Hazreti Ali taraftarlığı anlamını taşıyordu. Alevi ise, Ali’ye mensup olanlar anlamındaydı.

AKILCI İSLAM

İslamın bu doğru yorumu bölgede astronomi, tıp ve matematikte çok sayıda bilim adamının yetişmesini sağladı. En ünlüleri tıbbın kurucusu olarak kabul gören İbn-i Sina, Astronomide Albiruni, Cebir'in kurucusu olan Harezmi bu coğrafyanın insanlarıydı. Bu bilim adamları sayesinde İslam dünyası 14. yüzyıla kadar üstünlüğünü devam ettirdi. Ne zaman ki, nakli ve şekli anlayış bütün İslam dünyasına hakim oldu; işte o zaman, önce duraklama, sonra da gerileme dönemi başladı. 17. yüzyıldan itibaren üstünlük doğudan batıya, medeniyet de İslam coğrafyasından, Hristiyan coğrafyasına geçti. Aradan yaklaşık dört yüzyıl geçmesine rağmen, İslam coğrafyası kendisini toparlayamamış ve batının egemenliğini kıramamıştır. O halde ne yapılmalıdır ?

Öncelikle, İslam dünyasının yeniden kendi özüne dönmesi, yani akıl ve bilime yönelmesi şarttır. 13. yüz yıla kadar karanlıkta kalan Avrupa'yı aydınlatan İslam dünyası, kendisine de ışık tutacak güç ve kudrete sahiptir. Burada en büyük görev ilahiyatçı bilim adamlarına düşüyor. Korkmadan, yüreklerini ortaya koyarak, gerçek İslam'ı anlatarak halkı aydınlatmalıdırlar. Özellikle ülkemiz bilim insanlarının bu görevi başaracak birikime sahip olduklarına inanıyorum. Bunu yapmadıkları taktirde, İslam coğrafyasındaki kanlar akmaya devam edecektir. Batılı sömürgecilerin üstünlüğü kırılamayacaktır. Bunun vebali de aydın din adamlarının üzerinde olacaktır. 

Saygılarımla.
10.07.2016                                     
Yazan:  HAMDULLAH DEDEOĞLU



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular