ARAPÇA “KUTSAL” BİR DİL Mİ ?
İslam dininin kutsal kitabı olan Kur'an, Arap toplumuna indiği için, dili de Arapçaydı. Kur'an'ı Kerim' de bu durum ayetlerde ifade edilmektedir. (Fusulet suresi 44. ayet, Yusuf suresi 2. ayet, İbrahim suresi 4. ayet) İnsanlar birşeyi ana dilde veya bildikleri dilde daha rahat ve daha çabuk öğrenirler. Bu gayet doğaldı. Ancak, Arapça bilmeyenler Kur'an'ı nasıl öğreneceklerdi? Bunun yolu Kur'an'ın bildiği dile tercüme edilmesidir. Öyleyse, dini Arapçadan okuyup öğrenmede neden ısrar edilmektedir? Bunun bir amacı var mı? Aynı olay, Hristiyanlıkta da yaşandı mı? İncil hangi dilde yazılmıştı? Latinceden, diğer Avrupa dillerine ne zaman çevrilmişti ? Bu makalemizde bu sorulara cevaplar bulmaya çalışacağız.
Önce Hristiyanlıkla başlayalım. İncil, Aramiceden Latinceye Musevi iken, Hristiyan olan Pavlus (Paul) tarafından çevrilmişti. Bu
dille yazılmasından sonra çok geniş kitlelere yayılma imkanı
buldu. Arkasından, Roma imparatorluğu tarafından 4. yüz yılda devletin resmi
dini olarak kabul edildi. Bu tarihten sonra Hristiyanlık Asya’da,
Avrupa’da ve Afrika’da hızla kabul gördü. Kısaca, Roma
imparatorluğunun hakim olduğu coğrafya’da daha fazla yayılma
imkanı buldu. İmparatorluk da bu dinin yayılmasına destek oldu.
Hristiyanlığın merkezi, doğduğu yer Filistin değil, imparatorluğun başkenti olan Roma şehriydi. Dinin ruhani lideri de Papa olmuştu. Papa, siyasiler aracılığı ile Hristiyan toplulukları üzerinde etkin bir güç elde etmişti. Ona karşı gelmek neredeyse imkansızdı. Karşı gelenler hemen aforoz ediliyordu. Hristiyanlığı kabul eden farklı kavimler incili kendi dillerinde değil, Latinceden okumak zorundaydı. Latince adeta, kutsal bir dil olarak görülüyordu. Latincenin üstünlüğü yaklaşık bin iki yüz yıl sürdü. Bu etkinliğini, Avrupa’daki reform ve rönasans hareketlerine kadar devam ettirdi. Bu tarİhten sonra, İncil farklı dillere tercüme edildi. İngilizce, Almanca bu dillerin başında geliyordu. Bu tercümelerden sonra, Avrupa’da mezhepler, buna bağlı olarak da farklı kiliseler ortaya çıktı. Protestan, Anglo-Sakson, Rus Ortodoks kiliseleri bunun sonucunda ortaya çıktı. Farklı mezhep ve kiliseler, Katolik Roma kilisesinin ve Latincenin Hristiyanlık üzerindeki etkisini kırdı. Farklı dilleri konuşan kavimler, Hristiyanlığı kendi gelenek ve görenekleri ile birleştirerek sentezler meydana getirdiler. Kendi kültür ve benliklerini, kurmuş oldukları kiliselerle koruma altına aldılar. Böylece, tamamen asimile olmaktan kurtuldular.
Hristiyanlığın merkezi, doğduğu yer Filistin değil, imparatorluğun başkenti olan Roma şehriydi. Dinin ruhani lideri de Papa olmuştu. Papa, siyasiler aracılığı ile Hristiyan toplulukları üzerinde etkin bir güç elde etmişti. Ona karşı gelmek neredeyse imkansızdı. Karşı gelenler hemen aforoz ediliyordu. Hristiyanlığı kabul eden farklı kavimler incili kendi dillerinde değil, Latinceden okumak zorundaydı. Latince adeta, kutsal bir dil olarak görülüyordu. Latincenin üstünlüğü yaklaşık bin iki yüz yıl sürdü. Bu etkinliğini, Avrupa’daki reform ve rönasans hareketlerine kadar devam ettirdi. Bu tarİhten sonra, İncil farklı dillere tercüme edildi. İngilizce, Almanca bu dillerin başında geliyordu. Bu tercümelerden sonra, Avrupa’da mezhepler, buna bağlı olarak da farklı kiliseler ortaya çıktı. Protestan, Anglo-Sakson, Rus Ortodoks kiliseleri bunun sonucunda ortaya çıktı. Farklı mezhep ve kiliseler, Katolik Roma kilisesinin ve Latincenin Hristiyanlık üzerindeki etkisini kırdı. Farklı dilleri konuşan kavimler, Hristiyanlığı kendi gelenek ve görenekleri ile birleştirerek sentezler meydana getirdiler. Kendi kültür ve benliklerini, kurmuş oldukları kiliselerle koruma altına aldılar. Böylece, tamamen asimile olmaktan kurtuldular.
İslam
dinine gelecek olursak, Latince nasıl Hristiyanlığın kutsal dili
olarak görülmüşse, aynısı Arapça için de geçerlidir. Aradan
bin dört yüz yıl geçmesine rağmen, Arapçanın üstünlüğü İslam ülkelerinde halen devam etmektedir. İslam ülkelerinde din
eğitimi hala Arapça ile yapılmaktadır. Arapça'ya kutsal bir dil
olarak bakılmaktadır. Arap olmayan kavimlerin Kur'an-ı Kerim’i
kendi dillerinde öğrenmesi engellenmektedir. Özellikle Suudi
Arabistan geri kalmış İslam ülkelerine din eğitiminin Arapça
ile yapılması için milyonlarca dolar para akıtmaktadır. Bunun
aracılığı ile kendi mezhebi olan “ Vahabiliği” "din" diye
sunmaktadır. Finansmanını sağladığı yayın evlerinde kendi
SELEFİ-ŞEKİLCİ din anlayışının gelişmesi için sinsice faaliyetlerine
devam etmektedir. İslam coğrafyasına bela olan, EL KAİDE,
TALİBAN, İŞİD gibi, “İslam” görünümlü terör örgütlerini
besleyen, finansmanını sağlayan Suud’lardır. Arkalarına
Amerika’yı alarak, “ dünyayı Amerika ile birlikte biz
yönetiyoruz” diyerek kimin işbirlikçisi olduklarını itiraf
etmektedirler.
KUR'AN'IN İLK TÜRKÇE MEALİ
Türkiye ve İran, bu ülkeler arasında biraz farklı bir yere sahiptir. İran, bunu geçmişindeki imparatorluk geleneğine, kültürüne ve diline, Türkiye ise, Kurcusu olduğu Mustafa kemal Atatürk’e borçludur. Zira, Kuran-ı Kerim, onun talimatıyla Türkçeye çevrilip, geniş kitlelerle buluşması sağlandı. Ama ne yazık ki, ibadetlerdeki dualar ve Kuran-ı Kerim, hala Arapça okunuyor. Dolayısıyla, daha geniş kitlelerin dini kendi dilinde öğrenmesine engel olunmaya devam edilmektedir. Bu da, Arapça bilen sözde bazı din bezirganlarına, tarikat, cemaat şeyhlerine ve bazı siyaset adamlarına suistmal için olanak sunmaktadır. Bu dini eğitim sistemi toplumları kendi öz kültüründen uzaklaştırıp asimile olmasına zemin yaratırken, din bezirganlarına da, din üzerinden toplumu istediği gibi yönlendirme fırsatı vermektedir. O halde ne yapılmalıdır?
Öncelikle,
büyük önder Mustafa Kemal’in açtığı yoldan devam
edilmelidir. Cami ve mescitlerde ibadetler ve dualar Arapça yerine, Türkçe ile yapılmalıdır. Halkın dini kendi dilinde öğrenmesi
sağlanmalıdır. Böylece, din bezirganlarının dini kendi
çıkarları doğrultusunda kullanmalarına set çekilmiş olacaktır.
Halkın dini öğrenmesi ve ibadet etmesi daha kolay hale gelecektir.
En azından, duaların içeriğini ve anlamını bilerek okuyacaklardır.
Bu da, insanların dinin özünü öğrenmesini ve topluma daha
yararlı bireyler olmasını sağlayacaktır. Ayrıca, tarikat ve
cemaatlerin, halkın saf ve temiz duygularını kullanmalarının
zemini de ortadan kalkmış olacaktır.
Peki, egemenler ve din üzerinden
çıkar sağlayanlar buna müsaade edecekler mi? Kesinlikle
etmeyeceklerdir. Zira, çıkarlarının bozulmaması için, Roma’daki papa ve siyasiler ne yaptıysa, onlar da aynısını
yapacaklardır. Görev, aydınlarımıza, özellikle de aydın din
adamlarımıza, yani Börekçi Rıfat efendilere ve Elmalı Hamdi
Yazır’lara düşmektedir. Onların bir gün bu kutsal görevi
başaracaklarına yürekten inanıyorum..
Saygılarımla.
30.09.2017 –
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.