ALFABE DEVRİMİ İLE BİR GECEDE “ CAHİL ” Mİ
OLDUK ?
Cumhuriyet
karşıtları, son zamanlarda, özellikle de AK Parti iktidarı
döneminde hızlarını kesmeden Cumhuriyetin getirdiği yeniliklere
saldırmaya devam ediyorlar. Basın, yayın organlarının yüzde
doksanını eline geçiren iktidar yanlıları, karşılarında
onlara cevap verenlerin olmadığı ortamlarda, tek taraflı olarak,
bol keseden atıp tutmaktalar. Bu kara propagandaların hedeflerinden
biri de, Mustafa kemal Atatürk’ün önderliğinde 1928’de
yapılan alfabe devrimidir. İktidar yanlıların, bu yeniliğe karşı
çıkma gerekçesi, “ Toplum bir gecede cahil oldu” şeklindeki
propagandasıdır. Peki gerçekler böyle miydi ? Alfabe devriminin
amacı neydi ? Toplum gerçekten bir gecede cahil mi oldu ? Bu
makalemizde bu sorulara cevaplar vereceğiz.
Öncelikle,
bu iddiayı ortaya atanların Osmanlı döneminde yapılan
tartışmalardan bi haber olduğunu belirtmekte fayda var.
Osmanlı’da, 1850 yılından beri, Arap alfabesinin yerine, latin
alfabesine geçilmesi konuları hükümete kadar iletilmiş, hatta
Encümeni Daniş’de ele alınıp tartışılmıştı. Konu
Abdülhamit döneminde tekrar gündeme gelmiş, ancak uygulamaya
geçirilememişti. Sultan Abdülhamit’in konuyla ilgili olarak
şöyle dediği belirtilmektedir. “ Halkımızın büyük
cehaletine sebep, okuma-yazma öğrenmedeki güçlüktür. Belki bu
işi kolaylaştırmak için, Latin alfabesini kabul etmek yerinde
olur.” (Siyasi hatıratım, Çeviren, Salih Can, 1974, sayfa,
177-178)
Buradan da anlaşılacağı gibi, Padişah Abdülhamit’de latin alfabesine geçilmesine olumlu bakmaktadır. Ancak, en büyük direnci Şeyhülislam göstermiştir. Gerekçesi şöyledir: “ Latin alfabesiyle yazmak, Şeriat’a aykırıdır.” En büyük engel bu olmuştur. Yani, hükümet ve toplum üzerinde, büyük etki sahibi olan Şeyhülislam, buna izin vermeyip, dini gerekçeler öne sürmüştür. Bu nedenle, hiç kimse, Şeyhülislam’ın karşısına çıkma cesaretini gösterememiştir.
Osmanlı
dönemindeki aydınlar da, latin alfabesine geçilmesini kendi
aralarında tartışmışlardı. Bir grup, Arap alfabesi ile yazmanın
zor olduğunu, türkçeye uyumlu harflerden oluşmadığını, okuma
ile yazma arasında fark olduğunu ve bunun da okuma ve yazma oranını
düşürdüğünü belirtmişti. Karşı görüş ise, türkçeye
uyumlu harflerin eklenmesini ve imla ile düzeltilmesini savunmuştu.
Birinci görüşü savunanları desteklemek amacıyla, biz de bazı
örnekler vermek istiyoruz:
1-
Arap alfabesinde bazı harfler birleşik, bazıları da ayrı
yazılmaktadır. Kendisinden önceki harflerle birleşen, fakat
kendisinden sonraki harflerle birleşmeyen harfler şunlardır. Elif,
dal, zel, re, ze, je, vav’dır. Diğer harfler bitişik yazılır.
2-
Harfler arasında büyük- küçük ayırımı yoktur. Harflerin
çoğu, Kelimenin başında, ortasında ve sonunda değişmektedir.
Örneğim he harfi bir cümlede üç değişik şekilde
yazılmaktadır.
3-Harflerde,
çok sayıda nokta (hemze-hareke) kullanılmaktadır. Bir nokta eksik
ya da fazla yazıldığında, hem kelime, hem de anlamı
değişmektedir. Örneğin te ve se harfi gibi.
4-Kelimeler
yazılırken, harflerin hepsi yazılmamaktadır. Örneğin : Hiyanet-
yazılırken-h-y-a-n-t harfleri kullanılır.
5-Kelimelerin
anlamı karışmaktadır. Örneğin: Ser-anlamı baş, s ve r
harfleri ile yazılır. Ancak aynı kelime, sır, ve Sarımsak için
de kullanılır. Bunu ayırmak ve anlamak okuyucunun bilgisine
kalmıştır.
Görüleceği
gibi, çok basit bir alfabe değildir. Öğrenmesi uzun süre
gerektirmektedir. Bu nedenle, eğitimde kullanılması zaman kaybına
neden olmaktadır. Bu tezi istatistik rakamları da doğrulamaktadır.
1727-1830 yılları arasında bu alfabe ile sadece seksen kitap
basılmıştır. Az sayıda da el yazması bulunmaktadır. Alfabe
devrimi yapıldığında, Türkiye cumhuriyetinin nufusu on üç
milyondu. Okuma yazma oranı, erkeklerde yüzde yedi, kadınlarda,
binde dörttü. 1935’de okuma yazma oranı yüzde yirmi olmuştur.
1935’de beş yüz bin kadın okuma-yazma öğrenmiştir. Bu bir
devrimdir. Dünyada bir benzeri bulunmamaktadır. Bu gelişme ve
ilerlemeyi “ cahil oduk”
safsataları
ile kapatmak, güneşi balçıkla sıvamaya benzemektedir.
Okuma-yazma oranı yetmiş yılda yüzde doksan sekiz olmuştur. Bu
da, cumhuriyetin en büyük başarılarından biridir. Osmanlı’da,
toplum sanki çok eğitimliymiş ve aydınmış gibi, bir gecede
karanlığa gömülmüş. Zaten karanlıkta olan toplum, cumhuriyetle
birlikte, aydınlığa kavuşmuştur. Buna karşı çıkanlar,
Şeyhülislam’ın yüz elli yıl önceki gerekçelerini söylemek
istiyorlar. Ancak, bunu açıktan söyleyemedikleri için, başka
kılıflarda kendilerini gizlemek istiyorlar. Biz, onların
niyetlerini ve amaçlarını çok iyi biliyoruz. Toplumu, karanlıkta
bırakıp, köhnemiş düzenlerini yeniden kurmak istiyorlar. Ancak,
bu mümkün değildir. Tarihin tekerleği ileriye gitmeye devam
edecektir. O yoldan geriye değil, daha ileriye gidilecektir. İnanmak
istemiyenler varsa, onlara tarihi gelişmeleri incelemelerini
öneriyorum.
Arap
alfabesiyle, Osmanlıcayı eğitim dili olarak savunanlara da, bir
kaç cümle ile cevap vermek istiyorum. Yüz on yıl sonra, örnek
aldıkları Abdülhamit’in bile çok gerisine düşmüşlerdir.
Abdülhamit döneminde açılan Askeri tıp akadamisini, Harp
akademilerini kapatmaları da bunu göstermektedir. Abdülhamit’i
kendilerine kalkan yapanlar, onun reformlarından bile
habersizdirler. Kendi “cahil”liklerinin üstünü örtmek için,
halkın “ cahil” bırakıldığı yalanının arkasına
saklanmaktadırlar. Kendilerini de halka “aydın” diye
tanıtıyorlar. Ekranlarda, tek taraflı kalem oynatmaya devam
ediyorlar. Ne diyelim; Allah akıl, fikir versin.
Saygılarımla.
Hamdullah
Dedeoğlu
08.10.2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.