8 Kasım 2025 Cumartesi

ALEVİLİK İNANÇ MI, SİYASAL BİR İDEOLOJİ Mİ?

 ALEVİLİK İNANÇ MI, SİYASAL BİR İDEOLOJİ Mİ?

Aleviliği siyasal bir ideoloji olarak gören iki kesim bulunuyor. Birinci grupta Emevi İslam anlayışını savunanlar, ikinci grupta kendilerini sol ideolojiye mensup gören bazı kesimler yer almaktadır. Bu makalemizde her iki kesimde yer alanlara cevaplar vereceğiz.

Önce birinci gruptakileri ele alalım: Bu kesimler, Emeviler’den başlayarak, Aleviliği siyasi bir ideoloji olarak görmekte ve hedeflerinin iktidarı ele geçirmek olduğunu ileri sürmektedirler.

Bu kesimlerin ileri sürdükleri iddialar kısmen doğrudur. Zira, Alevi İslam’ı savunanlar hem Emevi hem Abbasi iktidarlarına karşı Ehlibeyt mensuplarını desteklemişlerdi. Bu örgütlenme modeli o zamana göre, geçerli olan bir modeldi. Zira, Orta çağdaki siyasi mücadeleler din ve mezhepler üzerinden yapılıyordu. Yani, o dönemde siyasal partiler bulunmuyordu. İktidarın dışında kalıp, baskı ve zulüm gören kesimler kendilerini ifade etmek ve haklarını savunmak için örgütlenmelerini farklı mezhepler aracılığı ile gerçekleştiriyorlardı. İslam coğrafyasında yetmişin üzerinde ekol, mezhep ve tarikatın bulunmasının gerekçesi de buydu. Yani, farklı menfaatlere sahip toplum kesimleri, farklı mezhep ve ekollerde örgütlenmişlerdi. Ancak, mezhep ve ekollere mensup olan halkın tümü bu bilince elbette ki sahip değildi. Bugün değişik partilere oy veren veya destek olanların hepsinin aynı bilince sahip olmadığı gibi.

Burada şu soruyu sorabiliriz: iktidarı elinde bulunduranların temsil ettiği mezhep neydi? Elbette ki onların mensup olduğu mezhep de siyasiydi. Yani iktidarı elinde bulunduranlar çıkarları gereği mensup oldukları mezhebi “en doğru” “en seçkin” mezhep olarak görüyorlardı. Zira, mensup oldukları mezhebin dini yorumunu kendi çıkarlarına uyumlu bir hale getirebilme yetkisine ve gücüne sahiptiler.

Kısaca belirtirsek, iktidarlar mensup oldukları mezhebi siyasal ve ekonomik çıkarları için bir araç olarak kullanıyorlardı. İktidarların bu merkezci din anlayışına karşı olanlar da farklı bir mezhep adıyla kendilerini korumaya almışlardı. Bu mezheplerden birisi de Alevilikti. Ancak günümüzde toplum kesimlerinin örgütlenme modeli değişmiştir. Dinler, mezhepler ve tarikatlar bir örgütlenme modeli olmaktan çıkmış, onun yerini siyasi partiler, sendikalar, odalar ve dernekler almıştır. Dolayısıyla, Alevilik de dahil hiçbir inanç, mezhep ve tarikat siyasal örgütlenme aracı olamaz. İnançlar, insanların manevi dünyasına aittir. Hiç kimse bunu çıkarları için istismar edemez, etmemelidir. Laiklik ilkesi de bunun için Anayasaya konulmuştur. Dolayısıyla; inançlar ve mezhepler siyasal mücadelede bir araç olarak kullanılamazlar. Emevi İslam’ı da buna dahildir.

Gelelim ikinci gruba: Bu gruptakiler de aynen birinci gruptakiler gibi Aleviliği siyasi bir ideoloji olarak görmektedirler. Onlar da aynen birinci gruptakiler gibi orta çağda donup kalmışlardır.

Bunlar da Emevi İslam’ı savunanlar gibi insanların dini inancını istismar etmektedirler. Yani Alevilerin inancını çıkarları için kullanmak istemektedirler. O nedenle, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin “Cemevleri Alevilerin ibadet merkezi olarak tanınmalıdır” açıklamasına karşı çıkmaktadırlar. Bunu söylerlerken de 1980 öncesi siyasi olayları gerekçe göstermektedirler. Bir kere seksen öncesi olaylar mezhep çatışması değildi. Her siyasi görüş içinde farklı mezhep mensupları bulunuyordu. Bu siyasi mücadelede en fazla mağdur olanlar Alevi kitlesi olmuştur. Bu doğrudur. Ancak, bir parti lideri ülkenin birliği ve beraberliği için Alevilerin haklarının verilmesini savunuyorsa, buna neden karşı çıkılmaktadır? Aleviler yıllardır bunun mücadelesini vermediler mi?

Açıklamayı yapan partinin siyasi görüşü Alevileri ilgilendirmez. Çünkü Alevilik siyaset dışı olup, bir inançtır.  Aleviler, bütün partilerin bu açıklamaya destek vermelerinden memnun olurlar. Zira, Aleviler için önemli olan haklarının verilmesi ve bunun yasal olarak tanınmasıdır.

Yok eğer sırf siyasi görüşü nedeniyle bu açıklamayı yapan parti liderine karşı çıkılıyorsa, o zaman size şu soruların sorulması gerekmiyor mu?

--Destek verdiğiniz ya da ittifak kurduğunuz parti de etnik milliyetçiliği savunmaktadır. Bu partinin arka planında yer alan PKK, seksen öncesinde diğer sol gruplara, köylülere, güvenlik güçlerine karşı şiddet kullanıp cinayetler işlemedi mi?

--Üstelik etnik milliyetçiliği savunan bu partinin Irak ve Suriye’deki uzantıları, dünyanın en büyük emperyalist gücü olan ABD ile iş birliği içinde değiller mi? Emperyalistlerden para, silah ve siyasi destek almıyorlar mı?

--Yine bu partinin, emperyalizmle iş birliği yaparak ülkesine ihanet eden Şeyh Said’i savunmasına karşı çıkıp, neden bir söz söylemiyorsunuz?

--Eğer gerçekten solcu ve emperyalizme karşıysanız neden bunları gündeme getirmiyorsunuz?

Bu sözde solcuların Alevilerin haklarını savunmak gibi bir dertleri bulunmuyor.

Bunlar, Alevi İslam inancından Hz. Ali’yi çıkartıp, “Ali’siz Aleviliği” savunanlardır.

Bunlar, Aleviliği İslam dışı görüp, köklerinden ve kültürlerinden kopartmak isteyenlerdir.

Bunlar, Aleviliği etnik milliyetçi bir kalıba sokup, kendi çıkarları için kullanmak isteyenlerdir.

Alevi kimliği, etnik bir grubu değil, Türk, Kürt, Arap, Fars, Arnavut ve bil cümle kendisini Alevi hisseden ve kabul eden herkesi kapsamaktadır. Dolayısıyla bu çevrelerin itirazları temelsizdir. Hiçbir dayanakları bulunmamaktadır. Bunlar küçük bir azınlıktır. Fakat sesleri çok çıkmaktadır. Ancak, Alevi kitlesinin büyük çoğunluğu haklarının verilmesi ve bunun yasal olarak tanımasından yanadır.

24.10.2025.

Hamdullah Dedeoğlu


6 Kasım 2025 Perşembe

ALEVİLERİN HAKLARINI TALEP ETMEK TESLİMİYET Mİ?

 

ALEVİLERİN HAKLARINI TALEP ETMEK TESLİMİYET Mİ?

Alevi-Bektaşi Güç Birliği Platformunun davetiyle alanında uzman bir heyet tarafından hazırlanan “GÖRÜŞLER VE BEKLENTİLER” isimli bir Alevi Raporu basında yer aldı. Rapor, 7 federasyon, 130 dernek-vakıf-Cem Evi ve 30 inanç önderinin imzasını taşıyor. Raporun basında yer almasından sonra, farklı görüşler ortaya çıktı. Destekleyenler olduğu gibi, karşı çıkanlar da oldu. Rapor hakkında en olumsuz görüş bildiren Halktv.com.tr yazarı sayın İsmail Pehlivan oldu.

Bugünkü makalemizde Raporda yer alan görüş ve taleplerin özetini verdikten sonra, sayın İsmail Pehlivan’ın görüşlerini de ele alıp değerlendirmelerde bulunacağız.

Raporun giriş bölümünde;

“Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ve MHP Genel Başkanı

Sayın Devlet Bahçeli’nin Alevi-Bektaşi toplumuna yönelik, son dönemde

attığı adımları önemli buluyor ve memnuniyetle karşılıyoruz.” Denildikten sonra, Alevilerin talepleri ile ilgili olarak görüş ve önerilere yer verilmektedir.

Raporda, Alevilerin hak ve talepleri ile ilgili görüş ve önerilerin özeti şöyle:

1-Cem Evlerine yasal statü verilmeli ve bu statü kanunlarda yer almalıdır.

2-Alevi-Bektaşi Cem Evi Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığına değil, Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Özerk bir kurum olmalıdır.

3-Cem Evlerine ve Alevi-Bektaşi Başkanlığına genel bütçeden pay verilmelidir.

4-Alevilik-Bektaşilik kültürünü anlatan “ALEVİ ANSİKLOPEDİSİ” projesi öne alınmalıdır.

5-Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda, Alevi-Bektaşi inanç ve kültürüne daha geniş yer verilmelidir.

6-Basılı eserlerde, Alevi-Bektaşilik aleyhindeki bölümler yayından çıkarılmalıdır.

7-Din eğitimi, Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullarda verilmeli, Müfradatın hazırlanmasında hiçbir dernek ve vakıfın görüşüne yer verilmemelidir.

8-İlahiyat Fakültelerinde, Alevi-Bektaşi inanç ve kültürüne ait dersler de verilmelidir.

9-Üniversitelerde Alevi-Bektaşi Enstitüleri kurulmalı, açılmış olanlar da genişletilmelidir.

10-Yurt dışında yaşayan Alevi-Bektaşiler için de hizmet verilmelidir.

11-Madımak Oteli Hafıza Müzesi olmalıdır.

12-Devlet bürokrasisinde, liyakat ölçüsünde Alevi-Bektaşilere de üst düzey görevler verilmelidir.

13-Alevilerin talepleri siyaset ve partiler üstü olup, bütün partilerin Alevi-Bektaşilerin talep ve ihtiyaçlarını ele alıp çözmesi, ülkemizim birlik ve beraberliği açısından önem arz etmektedir.

Raporda “Terörsüz Türkiye” projesi de ele alınarak, şu görüşlere yer verilmektedir:

“Devletimizin “Terörsüz Türkiye” çalışmalarına destek veriyoruz. Ancak Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nda terör örgütü PKK’nın silah bırakması bağlamında Alevilikle ilgili konuların masaya getirilmesini doğru bulmuyoruz.

Aleviler, terör örgütlerinin hedefi olmuş, binlerce şehit vermiştir. Alevilerin terörle iltisaklıymış gibi gösterilmesini şiddetle protesto ediyoruz.

“Alevi Dedesi” sıfatıyla Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na üye alınmasını asla kabul etmiyoruz. Hem laikliğe hem de Alevileri temsile aykırı olan bu durumun ivedilikle düzeltilmesini talep ediyoruz.”

Alevi raporunda yer alan görüşleri yukarıda kısaca özetledik. Şimdi bu rapora olumsuz bakan Sayın İsmail Pehlivan’ın 2 Kasım 2025 günü Halktv.com.tr sitesinde “Alevi Örgütlerine Açık Çağrı” başlığı altında yayınlanan görüşlerinin özetini verelim:

1-“Son günlerde kamuoyuna sunulan iki belge (“Alevilerin Alevi Raporu” ve “Alevilerin Örgütlenme Manzarası Çalıştayı Sonuç Bildirisi”) bize sadece bir görüş ayrılığını değil, çok daha büyük bir gerçeği gösteriyor:

Alevi örgütlülüğü kendi içinden değil, tepeden tırnağa bölünüyor: Bölünmenin mimarı, siyasi iktidarla kurulan teslimiyet köprüsüdür!”

2-“Gerçeğin soğuk yüzü ise şudur: Devlet, Aleviliği tanımadı; onu kendi rejiminin kafesine koydu! Buradaki tehdit sadece denetim altına alınmak değil, Hakk Muhammed Ali inancının siyasi iktidar tarafından yeniden tanımlanması ve köklerinden koparılmasıdır!”

3-“Devletle kurulan her ilişki, Aleviliğin özerkliğini tehdit eder; denetlenmezse teslimiyete dönüşür.”

--4-“Cemevlerinin statüsü, bütçe desteği, temsil mekanizması… Bunlar kazanım değil, denetim aracına dönüşebilir.”

5-“Aleviliğin kaderi, kapalı kapılar ardında yapılan müzakerelerle değil; alanlarda, meydanlarda verilecek onurlu bir mücadele ile yazılır!”

Şimdi, Sayın Pehlivan’ın görüşlerini ele alıp değerlendirelim:

1-Yazar, Alevilerin haklarının verilmesi için öneri ve görüşlerini sunan, yüz otuz dernek, yedi federasyon, otuz ocak mensubu inanç önderinin imzasını taşıyan raporun açıklanmasını “teslimiyet” ve “bölünme” yaratacağını ileri sürmektedir.

İsmail beye soralım; Aleviler sorunlarının çözümü için iktidara değil de nereye başvursunlar? İktidardan sorunların çözümünü istemenin neresi teslimiyet, neresi bölücülük? Alevilerin sorunlarını çözecek başka bir yer varsa lütfen söyleyin oraya başvursunlar? Ya da Alevilerin sorunlarının çözümü için sizin öneriniz nedir? Siz Alevilerin sorunlarının çözümünden yana mısınız, değil misiniz ona cevap verin. Alevilerin sorunlarının çözümünden yana olmamak, istismardan yana olmak demektir. Alevi toplumunun bugüne kadar ezildiği ve sömürüldüğü daha yetmez mi?

2-Yazar, devletin Aleviliği tanımadığını, denetim altına almak istediğini ve inancından kopartmak istediğini iddia etmektedir.

İktidar tarafından Cem evlerinin Alevilerin ibadet mekanı olarak tanınması, Alevi-Bektaşi Kültür ve Cem Evi Başkanlığının kurulması ve bunun raporda özerk bir yapı olmasının talep edilmesi, Cem evlerinde ibadetin inanç önderleri tarafından yapılmasının neresi Alevileri “rejimin kafesine koyar” sayın Pehlivan? Siz tam olarak ya raporu okumamışsınız ya da rapora ön yargıyla bakıyorsunuz? Lütfen objektif olun ve merkezinize Alevi toplumunun çıkarlarını koyun.

3-Bu devletin kuruluşuna canıyla, malıyla destek veren Aleviler neden ikinci sınıf vatandaş olsunlar İsmail Bey? Aleviler devletle ilişki kurmayıp da sorunlarının çözümü için beklemeye devam mı etsinler? Alevilerin sorunlarını devletle değil de kiminle çözmesini öneriyorsunuz? Siz devlet kurumuna herhalde başka bir açıdan bakıyorsunuz? Devlet bir şahsın, bir kesimin mülkü değildir. Devlet, bu ülkede yaşayan bütün vatandaşlar için vardır. Devleti ve kurumlarını muhatap almadan Alevilerin sorunlarını nasıl çözmeyi düşünüyorsunuz?

4- Yazar, Cem Evlerine yasal bir statü verilmesini, bütçeden Alevi-Bektaşi Cem Evi Başkanlığına ödenek ayrılmasını bir kazanım olarak değil, bir denetim aracı olarak görmektedir.

Sayın Pehlivan, devlet bir kuruma bütçeden para ayırıyorsa, elbette ki bunu mali yönden denetleyecektir. Devlet, sizin ibadetinize ve inancınıza karışmadığı müddetçe bu gayet doğaldır. Bugüne kadar da Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığının yapmış olduğu faaliyetlere bir engelleme ve denetleme olmadığı belirtilmektedir. Kaldı ki, hazırlanan raporda Alevi- Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığının “Özerk” bir yapı olması ve ismindeki “Kültür” kelimesinin de kaldırılması talep edilmektedir.

5-Sayın Pehlivan, hazırlanan rapor kapalı kapılar arkasında iktidara sunulmamış, bütün kamuoyu ile paylaşılmış, rapor yazılmadan önce ocak mensuplarından, kanaat önderlerinden, dernek ve vakıf yöneticilerinden görüş ve öneriler alındıktan sonra kaleme alınmış. Bunun neresinde art niyet var, neresinde kapalı kapılar var?

Sayın Pehlivan, Alevilerin bazı taleplerinin kabul edilmesinin gerekçesi, kapılı kapılar arkasında yapılan görüşmeler değil, meydanlar ve alanlar olmuştur. Aleviler bu hakları elde etmek için büyük bedeller ödediler. Kimse kimseye bedavadan hak vermez.

Sayın Pehlivan, İktidar ve muhalefet partilerine oy veren kitlelerin de Alevilerin taleplerine olumlu yaklaşması sağlanmışken, bu durum Alevilerin sorunlarını daha kolay ve daha hızlı çözmesine hizmet etmez mi?

Sayın Pehlivan’ın yazısı tümden okunduğunda, başından itibaren ön yargı ile yazılmış olduğu dikkat çekmektedir. Kendisine önerim, eğer Alevi toplumunun çıkarlarından yana ise, ön yargılarını yıkıp, raporu tarafsız ve objektif bir gözle incelemesi olacaktır.

05.11.2025.

Hamdullah Dedeoğlu.

 


2 Kasım 2025 Pazar

İSLAM ORDUSU MU, İSTİLA ORDUSU MU?

İSLAM ORDUSU MU, İSTİLA ORDUSU MU?

Bizim akademisyenlerin yazdığı İslam tarihinde hem Emevilere hem Abbasilere övgüler dizilmektedir. Bu iki hanedanlık döneminde ele geçirilen yerler birer fetih hareketi olarak görülmekte, yapılan baskı ve zulümler ise görmezden gelinmektedir. Kısaca yapılan işgal ve istilalar “Cihad” olarak değerlendirilmektedir. Ancak yapılan işgal ve istilaların Kur’an’a uygun olup, olmadığına hiç bakılmaz. İşte bu makalemizde bunu ele alıp değerlendirmelerde bulunacağız.

Hz. Muhammed, Hicaz bölgesinde İslam devletini kurduğunda, kuzeyinde Doğu Roma, doğusunda Sasani İmparatorluğu bulunuyordu. Bu iki imparatorluk yıllardan beri savaş halindeydi. Hz. Muhammed bu iki güçlü devlete elçiler göndererek onları İslam’a davet etmişti. Cevap olumsuz olmasına rağmen, herhangi bir saldırı, işgal ve istila hareketinde bulunulmamıştı. Ancak Hz. Muhammed’in vefatından sonra Halife Ebubekir’den başlayarak bu iki devletle çatışmalar hız kazandı. İşgal ve saldırılar Halife Ömer ve Osman döneminde daha da hızlanarak devam etti. Bunun sonucunda Sasani İmparatorluğu’na ait topraklar ile Doğu Roma İmparatorluğu’nun Mısır ve Şam eyaletleri İslam devletinin denetimine geçmişti.

Bu işgal ve istilalar Emeviler ve Abbasiler dönemimde de devam etti. Öyle ki, işgal edilen bölgelerin bütün zenginlikleri talan edilirken, esir alınan kadın ve erkekler de köle pazarlarında satışa çıkarılıyordu. Direnenler ise, çok vahşi yöntemlerle katlediliyordu. Bu işgal ve istilalarla ilgili olarak bazı tarihi olayları naklettiğimizde, vahşetin boyutları daha net anlaşılacaktır.

Maveraünnehir bölgesinin önemli kentlerinden biri olan Buhara şehrinin yöneticisi Tuğ Şad, Miladi 718-719 yılında Çin imparatoruna şöyle bir mektup yazar:

“Son zamanlarda Arap haydutlarının istila ve yıkımlarından acı çekiyoruz. Ülkemizde huzur yok. Beni bu güçlüklerden kurtarmasını İmparatorun lütfundan bekliyorum…  Ayrıca Türgiş’e yardımıma gelmesi için emir vermenizi dilerim. Atlarımın ve askerlerimin başına geçeceğim. Uygun buluşmada Arapları baştan aşağı ezeceğiz.“  (Doğan Avcıoğlu, Türklerin Tarihi, Aktaran Erdoğan Aydın, Nasıl Müslüman olduk, Sayfa, 109)

Karatekin Hanı ise, Çin İmparatoruna durumunu şöyle özetler:

“Arap yıkım yapıyor. Toharistan, Buhara, Taşkent, Fergana, hepsi Arap’a bağımlı oldu. Krallığımda hazinelerime, depolarıma, halkımın zenginliklerine Arap el koydu. Bunları alıp gittiler. Araplara emir verin de Krallığımdan aldıkları vergilerinden vazgeçsinler.” (Age, Sayfa, 110)

CÜRCAN DİRENİŞİ VE KATLİAMI

Arap ordularının işgal ve istilalarına uğrayan bir diğer kent Türklerin çoğunlukta olduğu Cürcan şehri idi. Küçük beylikler ve Hakanlıklar şeklinde şehirlerde hüküm süren Türk kavimleri birleşip ortak hareket edemiyorlardı. Bunda, Çinlilerin Türk Hanlarını birbirine karşı kullanmasının da etkisi bulunuyordu. Zira, aralarındaki husumet nedeniyle merkezi ve güçlü bir ordu kuramıyorlardı. Tek merkezden yönetilen Arap orduları ise, Maveraünnehir dahil Fergana’ya kadar olan toprakları ele geçirmişti. İşgal ettikleri şehirlerde altın, gümüş gibi değerli mallara el koyuyorlardı. Teslim aldıkları askerleri kılıçtan geçirip, kadın ve genç erkekleri ise, esir pazarlarında satıyorlardı. İşgal edilen yerlerden biri de Cürcan şehriydi. Şehir yedi ay Emevi ordusuna direnmişti. Şehir halkının bu uzun direnişi ve daha önceki eylemleri Emevi ordusunun başında bulunan Yezid Bin Mühelleb’i öfkelendirmişti.

Bundan sonrasını Taberistanlı tarih yazarı Taberi şöyle anlatmaktadır:

“Fatih Arap komutanı şehre girince bütün erkeklerin bir araya getirilmesini emretti. Eli silah tutanların hepsini kılıçtan geçirdi. Geçeceği yolun sağ ve soluna 4 fersah (24 km) uzunluğunda bir mesafeye dar ağacı diktirerek bu Türkleri astırdı. Diğer taraftan şehri Araplara istedikleri gibi yağma ettirmeyi de unutmadı.”

Cürcan şehri 716 yılında Arap orduları tarafında ele geçirilmişti. Ordu komutanı Yezid, Cürcan’a bir miktar asker bırakarak Taberistan’ı “fethetmeye” gitmişti. Cürcan halkı da bunu fırsat bilerek isyan etmiş, işgalci Arap askerlerini imha etmişti. Bunu öğrenen Yezid, şöyle der:

“Cürcan’lıları mağlup ettiğimde, üzerlerinden kılıcı kaldırmaya; ta ki, akan kanlarından değirmen döndürüp, unundan ekmek pişirip yemedikçe” diye yemin eder.”

Tarihçi Taberi, bu olayın devamını şöyle anlatır:

“Şimdi sıra Allah’a verdiği sözü yerine getirmeye gelmişti. Bu maksat için de 12 bin kişi ayırdı. Onları Cürcan’ın vadilerinden biri olan Enderhiz’e doğru sevk etti. Akıbetlerinin ne olacağından ve niçin toplandıklarından tamamen habersiz olan bu zavallılar Enderhiz vadisine gelince orada durduruldular. Ondan sonra Yezid yanındaki Arap askerlerine dönerek;

“Bunlardan intikamını almak isteyenler alsın “ emrini verdi.

“Enderhiz vadisinde kendilerini müdafaa edecek en küçük bir silahları olmayan bu esir Türklere Araplar büyük bir hışımla saldırdılar. Her Arap bir hamlede 4-5 Türk’ün birden işini bitiriyordu. “

“Yezid 12 bin kişiyi böyle feci bir şekilde kılıçtan geçirdikten sonra, tepeler gibi yığılıp kalan bu kafa ve gövdeler üzerine doğru suyun mecrasını değiştirdi. Bu kan nehri ilerideki bir değirmene ulaşıyordu. En sonunda Yezid, bu kanların öğüttüğü unlardan yapılan ekmeklerden yedi.  Böylelikle Allah’a verdiği sözü yerine getirmiş oldu. “(Tarihi Taberi, C. 3, Sayfa, 383-384, Aktaran Erdoğan Aydın, Age. Sayfa, 99-100))

Arap ordularının yukarıda bir örneğini verdiğimiz işgal ve istilaları hem ilahiyatçılar hem de İslam tarihçileri tarafından “FETİH” VE “CİHAD” olarak değerlendirilmektedir. 

Peki bu saldırı ve işgaller Kur’an'a uygun muydu? Kur’an’daki ayetlere baktığımızda uygun olmadığını görebiliriz.

BAKARA suresi 190. Ayet: “Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez”

KALEM SURESİ 52. AYET: “Kur’an öğütten başka bir şey değildir.”

ARAF SURESİ 33. AAYET: “Rabbim şunları haram kıldı; iğrençlikleri, günahların görüneni, gizli olanını, haksız yere saldırıyı haram kıldı.

ENAM SURESİ 151. AYET: “Allah’ın saygın ve aziz kıldığı cana bir hakkı savunmak dışında kıymayın. Allah bunu size önerdi ki, aklınızı işletebilesiniz.”

MÜMTEHİN SURESİ 8. AYET: “Allah din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarından çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara adaletli davranmaktan men etmez. Çünkü, Allah adaletli olanları sever.”

Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, yapılan işgal ve istilaların Kur’an’a aykırı olduğu görülmektedir. Nitekim, Hz. Ali, ilk üç halife dönemindeki hiçbir işgal ve istila hareketine katılmamıştır. Zira bunun haksız bir savaş ve İslam adına olmadığının bilincindeydi. İşte Hz. Ali’nin İslam anlayışı ile diğer üç Halifenin İslam anlayışının farklı olduğu burada da görülmektedir. Zira Hz. Ali, Hz. Muhammed’den Kur’an’ı özümseyerek öğrenmiş ve vahiy katipliğini yapmıştı. Bilgisi ve ilimi de buradan geliyordu.

Hz. Ali, Halife olarak görev yaptığı beş yıl boyunca da komşularına karşı hiçbir fetih, işgal ve saldırı hareketinde bulunmamıştır. Hz. Ali’nin bu onurlu duruşu bizim İslam tarihçileri tarafından pek dile getirilmez. Varsa yoksa Arap ordularının kazandıkları "Zaferler” ve buna düzülen övgülerdir. Olayları sorgulamak, analiz etmek gibi bir anlayışları bulunmamaktadır. İslam dininin özü olan iyi ahlak, hak, adalet ve iyi insan olma ilkelerini hiç gündemlerine almazlar. Bu anlayış maalesef tüm İslam coğrafyasına hakim durumdadır.

İslam coğrafyası, Emevilerin ve Abbasilerin bu İslam anlayışından kurtulmadıkça ne ilimde ne de bilimde dünyada bir yere ulaşamaz. Bu “Hamaset” ve “Fesat” kültüründen kurtulması için cesur aydınlara ve ilahiyatçılara ihtiyacı var.

Hamdullah Dedeoğlu

02.11.2025.

 

Popular