KUR'AN’DA ADALET VE LİYAKAT
Adalet ve liyakatla yönetilen ülkelere baktığımızda
gelişmiş ve sanayileşmiş ülkeleri görmekteyiz. İslam ülkeleri ise, bu
sıralamada en altlarda yer almaktadır. Oysa, İslam dininin kutsal kitabı olan
Kur’an’ı Kerim’de adalet ve liyakat ilkeleri en önde gelmektedir. Kur’an’da adalet
ve liyakat ile ilgili ayetler aynen şöyledir:
MAİDE SURESİ 8. Ayet: “Ey inananlar! Allah
için daima doğru hüküm verin. Adalete tam uygun şahitlikte bulunun. Bir millete
olan kininiz sizi adaletten alıkoymasın. “
SAD SURESİ 26. Ayet: “Ey Davud! Biz seni
yeryüzünde hükümran yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet.”
NİSA SURESİ 58. AYET: “Hiç
şüphe yok ki Allah size devlet işlerinde emanetlerinizi ehline teslim etmenizi
ve insanlara hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.”
Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, devleti yönetenlere
işin ehline, yani o görevi hak edene verilmesi ve halkın adaletle yönetilmesi
istenmektedir.
O halde, İslam ülkelerinde adalet ve liyakat ilkeleri
neden uygulanmamaktadır? Bunun nedeni ülke yönetimini elinde bulunduranların
iktidarlarını süresiz kılmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Zira bu ülkelerin
büyük çoğunluğu Krallık ve Sultanlıkla yönetilmektedir. Amaç sürekli
iktidarda kalmak olunca, adalet ve liyakat değil, sadakat ön plana çıkmaktadır.
Yani işi bilene ve hak edene değil, her şart altında kendilerine bağlı olanlara
görev verilmektedir. Bu da toplumun yozlaşmasına ve çürümesine neden
olmaktadır. Bunun sonucunda adalet ilkesi de ahlaki değerler ve vicdani
değerler de ortadan kaybolmaktadır. İşte İslam coğrafyası da aynen bunu yaşamaktadır.
Burada şu soruyu sormamız gerekecektir;
Dini inancında adalet, liyakat ve ahlaki değerlerin ön
planda olduğu bir toplumda bu nasıl olmaktadır?
Bunun nedeni dinin özü yerine, sadece ibadetlerin esas
alınmasından gelmektedir. Zira siz her daim topluma ibadetlerin dinin özünü
oluşturduğunu tekrarlarsanız, insanlar da dinin özü olan iyi ahlaktan ve
adaletten uzaklaşmış olurlar. İslam coğrafyasının bu kadar yozlaşmasının ve
çürümesinin esas nedeni de budur. Bu durumun baş sorumluları da din
adamlarıdır. Zira insanların tümünün dinin özünü kavraması mümkün değildir.
Toplumu bu konuda aydınlatacak olan din adamlarıdır. Ama bu din adamları da
siyasal iktidarlara bağımlı ve onların denetiminde bulunuyorlarsa bunu nasıl
başaracaklar?
İşte burada laiklik ilkesi ön plana çıkmaktadır. Din
ve devlet işlerinin birbirinden ayrıldığı bir sistemde din adamlarının siyasal
iktidarlara bağımlılığı ortadan kalkacak, toplum da din adamları aracılığı ile dinin
özü olan iyi ahlak ve adalet ilkelerini özümseyecektir. Batılı ülkeler bunu
gerçekleştirdikleri için başarıya ulaşmış, sanayi devrimlerini gerçekleştirmiş,
bilim ve teknoloji de çağ atlamışlardır. İslam coğrafyasının çağımızın
gerisinde kalmasının ve batılı ülkelere bağımlı olmasının nedenlerinin başında da
bu gelmektedir.
Ülkemize gelecek olursak; Mustafa Kemal önderliğinde
kurulan Türkiye Cumhuriyeti, aydınlanma devrimini başlatmış, yönetimde laiklik
ilkesini benimsemiş, din eğitimi de dahil bilimsel eğitimi esas almış, adalet
ve liyakati hakim kılmış, herkese fırsat eşitliği getirmiştir. Bunun sonucunda
diğer İslam ülkeleri arasında öne çıkarak, tarımda ve sanayi de büyük
gelişmeler kaydetmiştir. Ancak ne var ki, 1950’lerden sonra bu ilkeler terk
edilerek, tarımda ve sanayi de gelişmesini tamamlayamamıştır.
Son yıllarda bu durum daha da katmerleşmiş, laik ve
bilimsel eğitimden daha da uzaklaşılmış, adalet ve liyakat ilkelerinden de vaz
geçilmiştir. Bunun sonucunda da ülkemiz tarımda ve sanayide dışa bağımlı hale
gelmiş, dünyadaki etkinliği azalmıştır. İslam ülkelerine ve gelişmekte olan
ülkelere bir model olması beklenen ülkemiz, maalesef bunu gerçekleştirmekten
uzak kalmıştır. Ülkemizin hak ettiği yere gelmesi için yeniden kurucu ayarlara
dönmesi gerekmektedir.
09.10.2025.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.