12 Ekim 2025 Pazar

HANEFİLİK VE ŞAFİLİK SÜNNİLİK Mİ?

 

HANEFİLİK VE ŞAFİLİK SÜNNİLİK Mİ?

Ülkemize hakim olan görüş maalesef bu yöndedir. Oysa, her iki ekolün-mezhebin Sünnilikle ilgisi bulunmamaktadır. Zira her iki mezhebin kurucu imamları kendilerini böyle tanımlamamışlardır. Bu iki mezhebi “Ehli Sünnet” mezheplerine dahil eden Abbasi Halifesi Kadir Billah’tır.

Abbasi Halifesinin Miladi 1029 yılında “EHLİ SÜNNET MEZHEPLERİ” olarak tanıdığı ve bu ekolün temsilcilerine zor kullanarak kabul ettirdiği bu tarihte ne Ebu Hanife ne de İmam Şafii hayat da değillerdi. Yani, bu tanımlama Mezhep imamlarının hayatta olmadığı ve hiçbir zaman destek vermedikleri Abbasi Halifesinin kendi iktidarının devamını sağlamak amacıyla almış olduğu siyasi bir karara dayanıyordu. Amaç, geniş bir taraftar kitlesi olan bu ekollerin-mezheblerin desteğini almaktı. Zira bu kararla iktidara muhalif olup, Ehli Sünnet dışında kalan mezhep ve ekoller yasaklanarak, sapkın ve din dışı kabul edilmişti.

Bu iki mezhebin İmamları hakkındaki görüşümüzü desteklemek için; İmam Ebu Hanife (D.T. 699-Ö.T. 767) ve İmam Şafi (D.T. 767-Ö.T. 820) ile ilgili bilgileri vermemiz yerinde olacaktır.

İmam Ebu Hanife, Ehlibeyt mensuplarından hem İmam Bakır’dan hem de İmam Cafer’den dersler almıştı. Hayatı boyunca hem Emevi hem de Abbasi Halifelerine muhalif, Ehlibeyt mensuplarına ve taraftarlarına ise, her daim destek veren bir şahsiyet idi. Örneğin; Ehlibeyt mensubu Zeyd’in, Miladi 743 yılında Emevilere karşı başlattığı isyana maddi ve manevi olarak destek vermişti. Yine aynı şekilde, Ehlibeyt mensuplarına baskı ve zulüm yapan Abbasi halifelerine karşı çıkmış, bu nedenle kırbaçlanmış ve zindana atılmıştı. Nitekim, Abbasi Halifesinin kararı ile zehirlenerek katledilmişti.

İmam Şafi de yine aynı şekilde, Ehlibeyt taraftarı olan bir kişiydi. Bu nedenle “Rafizi”  yani “din dışı” olmakla itham edilmişti. Bu gerekçeyle yargılanmak üzere, Mısır’dan Bağdat’a getirilmişti. Bağdat Kadısı Muhammed’in ricasıyla yargılanmaktan ve ceza almaktan kurtulabilmişti. İmam Şafi’nin, kendisine ait olan şu beyitleri de Ehlibeyt taraftarı olduğunu ispat etmektedir:

“Ali Muhammed’e dostluk Rafizilik ise,

Cin şahit osun ki, ben Rafiziyim.”

Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere, gerek İmam Ebu Hanife’nin (İmam-ı Azam) gerek İmam Şafi’nin, Abbasi Halifesinin “EHLİ-HADİS” ya da “EHLİ SÜNNET” mezhepleri ile ilgili olarak almış olduğu kararla herhangi bir ilgileri bulunmamaktadır. Zira her iki İmamın görüşleri ve inançları, Abbasi Halifesinin temsil ettiği hem yönetim şekline hem de dini yorumlarına aykırıydı. O halde; ülkemizdeki bu iki mezhebe mensup olanlara neden “SÜNNİ” isimi ile hitap edilmektedir?

Bunun nedeni, yönetici sınıfların takip ettiği siyasetten kaynaklanmaktadır. Zira gerek Selçuklular gerek Osmanlılar, devletlerinin devamı ve İslam coğrafyasında meşrutiyet kazanmak açısından, Abbasi Halifesinin bu politikasını benimsemek zorunda kalmışlardı. Çünkü, o dönemde İslam coğrafyasına hakim olan siyasi ve dini görüş buydu. Yani gerek Selçuklular gerek Osmanlılar bu görüşün zıddı olan Şiilik ya da Abbasi Halifelerine muhalif olan Ehlibeyt mensuplarının savundukları İmamet-Velayet diğer bir deyimle Halifeliğin onların hakkı olduğuna inanan bir görüşe sahip olsalardı; kendi kurdukları devletlerinin devamını sağlayamazlardı. Diğer bir deyimle, Selçuklu ve Osmanlıların almış  olduğu bu karar, bir zorunluluktan kaynaklanıyordu.

Abbasi Halifesinin destekçileri tarafından iktidara muhalif olup, Ehlibeytin İmametini (Halifeliğini) destekleyenlere bu nedenle “Zındık” “Rafizi” deniliyordu. İktidarlar tarafından savunulan ve propagandası yapılan bu anlayış halkın çoğuna da yıllar içinde benimsetildi.

Ehlibeyt taraftarları da buna karşılık olarak, Abbasi Halifelerini meşru görüp, destekleyenlere “Sünni” “Muaviye” ve “Yezid” taraftarları diyordu. Aslında iki tarafın ithamları ve tanımlamaları da doğru değildi. Yani,  Hanefilik ve Şafilik  ne “Sünni” idi, ne de Muaviye-Yezid taraftarıydı. Aynı şekilde, Ehlibeyt taraftarları da Zındık-din dışı değildi. Bu propaganda, iktidar mücadelesi yürüten iki tarafın birbirlerine karşı kullandıkları iddialardı.

Ancak bu karşılıklı suçlamalar yıllar içinde o kadar kemikleşti ki; halk arasında düşmanlıklara neden oldu. Aradan bin yıl geçmiş olmasına rağmen, bu düşmanlık maalesef bugün bile hala devam etmektedir. Halifelik mücadelesinin olmadığı çağımızda, bu ayırımcılığa ve düşmanlıklara son vermenin zamanı gelmiş ve geçmektedir. Buna, son verecek olanlar Hanefi, Şafii ve Alevi-Bektaşi din adamlarımızdır. Ülkemizin birliği ve dirliği için, din adamlarımızın bir araya gelerek kemikleşmiş bu soruna birlikte çözüm bulması gerekmektedir.

 

Hamdullah Dedeoğlu

12.10.2025.

  

 

 

  

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular