HANEFİLİK VE ŞAFİLİK SÜNNİLİK Mİ?
Ülkemize hakim olan görüş maalesef bu
yöndedir. Oysa, her iki ekolün-mezhebin Sünnilikle ilgisi bulunmamaktadır. Zira
her iki mezhebin kurucu imamları kendilerini böyle tanımlamamışlardır. Bu iki
mezhebi “Ehli Sünnet” mezheplerine dahil eden Abbasi Halifesi Kadir Billah’tır.
Abbasi Halifesinin Miladi 1029 yılında “EHLİ
SÜNNET MEZHEPLERİ” olarak tanıdığı ve bu ekolün temsilcilerine zor kullanarak
kabul ettirdiği bu tarihte ne Ebu Hanife ne de İmam Şafii hayat da değillerdi. Yani,
bu tanımlama Mezhep imamlarının hayatta olmadığı ve hiçbir zaman destek
vermedikleri Abbasi Halifesinin kendi iktidarının devamını sağlamak amacıyla
almış olduğu siyasi bir karara dayanıyordu. Amaç, geniş bir taraftar kitlesi
olan bu ekollerin-mezheblerin desteğini almaktı. Zira bu kararla iktidara muhalif olup, Ehli Sünnet
dışında kalan mezhep ve ekoller yasaklanarak, sapkın ve din dışı kabul
edilmişti.
Bu iki mezhebin İmamları hakkındaki görüşümüzü desteklemek için; İmam Ebu Hanife (D.T. 699-Ö.T. 767) ve İmam Şafi (D.T. 767-Ö.T. 820) ile ilgili bilgileri vermemiz yerinde olacaktır.
İmam Ebu Hanife, Ehlibeyt mensuplarından hem İmam Bakır’dan hem de İmam Cafer’den dersler almıştı. Hayatı boyunca hem Emevi hem de Abbasi Halifelerine muhalif, Ehlibeyt mensuplarına ve taraftarlarına ise, her daim destek veren bir şahsiyet idi. Örneğin; Ehlibeyt mensubu Zeyd’in, Miladi 743 yılında Emevilere karşı başlattığı isyana maddi ve manevi olarak destek vermişti. Yine aynı şekilde, Ehlibeyt mensuplarına baskı ve zulüm yapan Abbasi halifelerine karşı çıkmış, bu nedenle kırbaçlanmış ve zindana atılmıştı. Nitekim, Abbasi Halifesinin kararı ile zehirlenerek katledilmişti.
İmam Şafi de yine aynı şekilde, Ehlibeyt taraftarı
olan bir kişiydi. Bu nedenle “Rafizi”
yani “din dışı” olmakla itham edilmişti. Bu gerekçeyle yargılanmak üzere,
Mısır’dan Bağdat’a getirilmişti. Bağdat Kadısı Muhammed’in ricasıyla
yargılanmaktan ve ceza almaktan kurtulabilmişti. İmam Şafi’nin, kendisine ait
olan şu beyitleri de Ehlibeyt taraftarı olduğunu ispat etmektedir:
“Ali Muhammed’e dostluk Rafizilik ise,
Cin şahit osun ki, ben Rafiziyim.”
Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere,
gerek İmam Ebu Hanife’nin (İmam-ı Azam) gerek İmam Şafi’nin, Abbasi Halifesinin
“EHLİ-HADİS” ya da “EHLİ SÜNNET” mezhepleri ile ilgili olarak almış olduğu
kararla herhangi bir ilgileri bulunmamaktadır. Zira her iki İmamın görüşleri ve
inançları, Abbasi Halifesinin temsil ettiği hem yönetim şekline hem de dini
yorumlarına aykırıydı. O halde; ülkemizdeki bu iki mezhebe mensup olanlara
neden “SÜNNİ” isimi ile hitap edilmektedir?
Bunun nedeni, yönetici sınıfların takip
ettiği siyasetten kaynaklanmaktadır. Zira gerek Selçuklular gerek Osmanlılar,
devletlerinin devamı ve İslam coğrafyasında meşrutiyet kazanmak açısından, Abbasi
Halifesinin bu politikasını benimsemek zorunda kalmışlardı. Çünkü, o dönemde
İslam coğrafyasına hakim olan siyasi ve dini görüş buydu. Yani gerek Selçuklular
gerek Osmanlılar bu görüşün zıddı olan Şiilik ya da Abbasi Halifelerine muhalif
olan Ehlibeyt mensuplarının savundukları İmamet-Velayet diğer bir deyimle Halifeliğin
onların hakkı olduğuna inanan bir görüşe sahip olsalardı; kendi kurdukları
devletlerinin devamını sağlayamazlardı. Diğer bir deyimle, Selçuklu ve Osmanlıların
almış olduğu bu karar, bir zorunluluktan kaynaklanıyordu.
Abbasi Halifesinin destekçileri tarafından
iktidara muhalif olup, Ehlibeytin İmametini (Halifeliğini) destekleyenlere bu
nedenle “Zındık” “Rafizi” deniliyordu. İktidarlar tarafından savunulan ve
propagandası yapılan bu anlayış halkın çoğuna da yıllar içinde benimsetildi.
Ehlibeyt taraftarları da buna karşılık
olarak, Abbasi Halifelerini meşru görüp, destekleyenlere “Sünni” “Muaviye” ve
“Yezid” taraftarları diyordu. Aslında iki tarafın ithamları ve tanımlamaları da
doğru değildi. Yani, Hanefilik ve Şafilik ne “Sünni” idi, ne de Muaviye-Yezid
taraftarıydı. Aynı şekilde, Ehlibeyt taraftarları da Zındık-din dışı değildi. Bu
propaganda, iktidar mücadelesi yürüten iki tarafın birbirlerine karşı kullandıkları
iddialardı.
Ancak bu karşılıklı suçlamalar yıllar
içinde o kadar kemikleşti ki; halk arasında düşmanlıklara neden oldu. Aradan
bin yıl geçmiş olmasına rağmen, bu düşmanlık maalesef bugün bile hala devam
etmektedir. Halifelik mücadelesinin olmadığı çağımızda, bu ayırımcılığa ve
düşmanlıklara son vermenin zamanı gelmiş ve geçmektedir. Buna, son verecek olanlar
Hanefi, Şafii ve Alevi-Bektaşi din adamlarımızdır. Ülkemizin birliği ve dirliği
için, din adamlarımızın bir araya gelerek kemikleşmiş bu soruna birlikte çözüm
bulması gerekmektedir.
Hamdullah Dedeoğlu
12.10.2025.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.