DİYANET HANEFİLİĞİ Mİ, VAHABİLİĞİ Mİ SAVUNUYOR?
Gerek Selçuklu gerek Osmanlı hanedanları kurdukları devletlerin resmi mezhebini Hanefilik olarak benimsemişlerdir. Bu nedenle yönettikleri coğrafyada halkın büyük çoğunluğu da bu mezhebe mensup olmuştur.
Abbasi halifesi Kadir Billah’ın Miladi 1029 yılında yasal olarak tanıdığı mezhepler içinde aklı kullanmayı savunan tek mezhep Hanefilikti. Ancak, Abbasi halifesinin Hanefi mezhebini tanıdığı tarihte, Ebu Hanife (İmam-ı Azam) vefat edeli iki yüz elli yıldan fazla olmuştu. Bu mezhebi Ehli-Sünnet mezheplerine dahil etmesinin nedeni çok sayıda takipçisinin bulunmasıydı.
Gerek Selçuklu gerek Osmanlı devleti İslam dinini anlamada ve Şeriat mahkemelerinde Ebu Hanife’nin yorumlarını esas almışlardır. Osmanlı devletinin devamı olan Türkiye Cumhuriyeti de Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluşunda yine Ebu Hanife’nin İslam yorumunu esas almıştır. Ancak yüz yıl sonra geldiğimiz nokta hiç de iç açıcı değildir.
Zira gerek Diyanet İşleri Başkanlığı'nın gerek açık bir şekilde faaliyet yürüten Tarikat ve Cemaatlerin Ebu Hanife’nin İslam yorumunu terk ederek SELEFİ-VAHABİ yöne doğru gittiklerine tanıklık etmekteyiz. İşte bugünkü makalemizde bu konuyu ele alıp değerlendirmelerde bulunacağız.
Makalemizin ana kaynağı, rahmetli İlahiyatçı-yazar Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk hocamızın yazdığı “İMAMI AZAM SAVUNMASI” adlı eseri olacaktır. Zira Yaşar Hoca da Diyanet İşleri Başkanlığının hutbelerini, fetvalarını ve uygulamalarını Hanefi yorumuna aykırı buluyordu. Bu aykırılıklar özetle şöyleydi:
1-Ebu Hanife içtihatlarda (yorumlarda) Akılcılığı esas alıyordu. (Zümer Suresi 9, 17, 18 ve Sad Suresi 29. Ayetleri) Oysa, ülkemizdeki bugünkü uygulamalarda Nakilcilik (Nas) esas alınmaktadır.
2-Ebu Hanife, ibadetleri İmanın bir parçası saymıyordu. Ebu Hanife’ye göre;
“İbadetler, imanı ne artırır ne de eksiltir. Bir insan inanıyorsa, hiçbir ameli olmasa da günahları çok olsa da Mümindir. Onun cehennemlik olduğuna hükmedemeyiz. Cennete gitmesini ümit ederiz.”
“Allah, Müminlere farz olan şeyleri, onların dini kabul etmelerinden sonra emretmiştir. (Bakara Suresi, 112, 178, İbrahim Suresi 31, İsra Suresi 19, Ahzab Suresi 41. Ayetleri)”
“Konuyla ilgili ayetlerden anlaşılıyor ki, Allah imanı amelden ayrı tutmuştur.”
Diyanet İşleri Başkanlığı ise gerek hutbelerde gerekse yayınladığı kitap ve makalelerde ibadetleri özellikle de namazı dinin direği olarak görmektedir.
3-Ebu Hanife: “Kur’an tercümesi ile namaz kılınabilir. Ezan tercüme ile okunabilir.”
Diyanet bu konuda da Ebu Hanife’nin aksini savunarak duaların ve ezanın Arapça olarak okunmasını şart koşmaktadır.
4-Ebu Hanife, (İmamı Azam) HAMR kelimesinin örfi anlamı şarap olduğu için mutlak haramlığı (yani ne miktarda içersen iç haramdır hükmü) sadece şarap için işletmiş, diğer alkollerin haramlığını NİSA Suresi 43. Ayetteki sarhoşluk kaydına bağlamıştır. Bunun içindir ki, İmamı Azam’a göre, şarap dışındaki içkileri içen kişiye, sarhoş olmayacak kadar içmişse HADD-İ ŞİRB (içki içme cezası) uygulanamaz. Osmanlı fetva makamı da bu yönde fetva vermiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve cemaatler bu konuda da Ebu Hanife’nin zıddını savunmaktadır.
5-Ebu Hanife Din ile Şeriatın eşitlenmesine karşı çıkmıştır. Yaşar Nuri Hoca İmam Ebu Hanife’nin bu konudaki görüşünü şöyle özetlemektedir:
“Şeriat, İslam veya Kur’an ile eşitlenemez. Şeriat mezhep kabulleriyle, nihayet fıkıhla (hukuk) eşitlenebilir. Şeriatı, İslam ile eşitlemek isteyen anlayış, birçok kabulünün Kur’an’la ve zamanla çeliştiği anlaşılmış bulunan örfleri din yapmayı amaçlayan anlayıştır. Önce Şeriat ile dini eşitlemekte, sonra da devrini bitirmiş yorumlardaki birtakım kuralları din diye halkın önüne koymaktadır. Burada Allah ile aldatmanın tipik bir görünümüyle karşı karşıyayız.”
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın söylem ve uygulamaları bu konuda da Ebu Hanife’nin yorumu ile çelişmektedir.
6-Ebu Hanife zalimlere isyanı, İman ve ibadetin esası olarak kabul etmiştir.
Ebu Hanife zalim Sultanlara karşı mazlumların isyanını bir hak olarak görmüştür. Hz. Ali evlatlarından Zeyd bin Zeynel Abidin’in Miladi 743 yılında Emevilere karşı isyanını haklı bulmuş, maddi ve manevi olarak destek vermiştir. Ebu Hanife, Zeyd’in isyanını Bedir savaşına benzetmiştir.
Yaşar Nuri Hoca konu hakkında şöyle demektedir:
“Ebu Hanife’nin bu görüşü, onun daha sonraki takipçilerinden, özellikle Ebu Mansur Maturidi adlı Türk kelamcısı tarafından aynen benimsenmiştir. Ebu Mansur Maturidi zulme karşı çıkmayanların, zulmü adalet gibi gösterenlerin kafir olduklarını açıkça söylemiştir.”
Yaşar Nuri Hocamızın Türkiye’deki halkın büyük çoğunluğunun mensup olduğu Hanefi Mezhebin kurucusu olarak kabul edilen İmam Ebu Hanefi için yazdığı “İMAM AZAM SAVUNMASI” adlı eserindeki görüşlerinin bir bölümünü özet olarak sunduk.
Yukarıdaki karşılaştırmalardan da anlaşılacağı üzere gerek Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gerek Cemaatlerin söylem ve uygulamalarının Ebu Hanife’nin İslam yorumuyla bağdaşmadığı görülmektedir. Türkiye’deki toplumun nereye doğru götürülmek istendiği apaçık anlaşılmaktadır. Bunun önüne geçilmediği taktirde ülkemizin Afganistan, İran, Suudi Arabistan gibi orta çağın karanlığına doğru gideceği belli olmaktadır. Bunun önüne geçilmesi için başta aydın din damlarına, ilahiyatçılara çok iş düşmektedir. Özellikle İlahiyat fakültelerinde görev yapan hocalarımızın bu durumu gündeme getirip, halkımızı aydınlatmasını temenni ediyorum.
Hamdullah Dedeoğlu
24.08.2025.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.