EHLİ-BEYT
İSLAMI FETİHÇİ Mİ, TEBLİĞCİ Mİ?
Kamuoyunda
“radikal İslamcı” olarak tanınan EL KAİDE, İŞİD, BOKO HARAM gibi örgütler
eylemlerini “cihat” olarak gösterip, katliam ve saldırılarına devam
etmektedirler. İslam dininde meşru savunma dışında insanların öldürülmesi
konusunda ne denilmektedir? Din adına silahlı “cihat” eyleminde bulunanların
gerekçeleri KUR’AN’A uygun mu? Hz. Peygamber ve Ehli Beyt mensupları İslam'ı fetihçilikle mi, yoksa tebliğle mi yaymışlardı? Bu makalemizde bu sorulara
cevaplar vereceğiz.
İslam
dininin peygamberi Hz. Muhammed, kendisine İslam’ı yayma görevi verildiğinde
ilk tebliğini akrabalarına, Haşim’i ailesine yapmıştı. Bu toplantıda, kendisine
ilk inanan Hz. Ali olmuştu. Diğerleri eski inançlarını terk etmemişlerdi.
İslam’ı tebliğ etme 610 yılından başlamış, 622 yılına kadar Mekke’de devam
etmişti. On iki yıllık süre içinde, hatırı sayılır oranda bir topluluk İslam
dinini kabul etmişti. Mekke yönetimini elinde bulunduran tefeci-tüccar sınıfı,
İslamiyet’in putları reddetmesini, hak ve adaleti savunmasını, yetim ve yoksula
gelirden pay istemesini çıkarlarına aykırı bulmuştu. Saltanatlarının
bozulmasını istemeyen tefeci-bezirgan sınıfı öncelikle ikna yöntemini denedi.
Bunda başarılı olamayınca, Hz. Muhammed’e bir nevi rüşvet teklif ederek,
düşüncelerinde vaz geçtiği taktirde, kendisine istediği kadar kadın ve deve
vermeyi teklif ettiler. Ancak, Hz. Muhammed, bunların hepsini reddetti.
Kendisine vahiy olarak bildirilenleri tebliğ etmeye devam edeceğini açıktan
ilan etti.
Hz.
Muhammed’in Gerek Mekke’de gerekse civar bölgelerde etkili olması, bezirgan
sınıfını harekete geçirdi. Ve sert önlemler almaya zorladı. Önce, İslam dinini
kabul edenlere karşı baskı ve işkencelere başladılar. İşkencelerde ilk şehit
olanlar, Ebu Cehil’in kölesi Yasir ve eşi Sümeyye hanımdı. İşkence ve baskıya
uğrayanların çoğu yoksul ve korumasız olanlardı. Ama, buna rağmen İslam dini
hızla yayılıyordu. Mekkeli yöneticiler bunu önlemek için, her kabileden birer
savaşçı seçerek, Hz. Muhammed’e suikast düzenlemek istediler. Ancak, suikast
başarılı olamadı. Suikastı öğrenen Hz. Peygamber Medine’ye gitmek için gece
yola çıkmıştı. Yatağında da Hz. Ali yatıyordu. Takvimler Miladi 622’yi
gösteriyordu.
MEDİNE
SÖZLEŞMESİ
Hz.
Muhammed, Medine’ye geldiğinde, kendisini destekleyen çok sayıda kabile üyesi
vardı. Ancak, kendi aralarında sürekli savaşıp, çatışıyorlardı. Medine’de EVS,
HAZREÇ VE YAHUDİ OLAN BENİ KAYNUKA, BENİ NADİR VE BENİ KUREYZA kabileleri
bulunuyordu. Ticaret ve sanayi (kuyumculuk, dericilik, kunduracılık, hurma
ticareti) Yahudi kabilelerin denetiminde bulunuyordu. Hz. Peygamber, işe Medine
devletinin bir nevi anayasası olan elli beş maddeden oluşan MEDİNE SÖZLEŞMESİNİ
hazırlamakla başladı. Uzun süren görüşmelerden sonra, tüm kabile yöneticileri
bu sözleşmeyi kabul ettiklerini onayladılar. Bu sözleşmeyle, bütün taraflar
aynı haklara sahip oluyordu. Kimse, kimsenin hakkına saldırıda bulunmayacaktı. Herkes
inancında serbest olacak, dış saldırılara karşı da Medine’yi birlikte
savunacaklardı. Sözleşmenin özeti buydu. Bu sözleşme Medine devletinin
ANAYASASI’nı oluşturuyordu. Hz. Peygamberin Medine’ye hicret etmesi bir barış
ortamı sağlamıştı. İnsanlar üzerinde İslam dininin etkisi her geçen gün
artıyordu.
BEDİR
SAVAŞI
Baskı
ve işkenceler nedeniyle, Mekke’deki Müslümanlar Medine’ye göç etmişlerdi.
Ancak, yanlarında mallarını getirememişlerdi. Mekkeli yöneticiler, Medine’ye
hicret edenlerin mallarına el koymuşlardı. Hz. Peygamber Mekkeli muhacirlerle,
Medineli Müslümanları “Müsahip” yani kardeş yapmıştı. Medineli Müslümanlar
evlerini, yiyeceklerini kardeşleriyle paylaşmıştı. Fakat, Mekkeli yöneticilerin
mallarına el koymasını da kendilerine yediremiyorlardı. Bu fikirlerini sık sık
Hz. Peygamberle paylaşıyorlardı. Görüşmeler Sonunda, Ebu
Süfyan yönetimindeki Mekkeli zenginlerin mallarını taşıyan kervana,
Bedir kuyularında el konulması kararı alındı. Müslümanların bu eylemini Şam’dan
dönen Ebu Süfyan haber aldı. Mekke’ye haber göndererek, Bedir kuyularına
bir ordu gönderilmesini istedi. Kervandaki malların zarar görmemesi için de
Bedir kuyularından geçmek yerine, kervanı Mekke’ye giden sahil yoluna çevirdi.
Müslümanların ordusu Bedir kuyularında kervanı beklerken, Mekkelilerin
ordusuyla karşı karşıya geldi. Hz. Peygamber kervanın kurtulduğunu anlayınca,
savaşmaktan kaçınmıştı. Ancak, Mekkeliler ordularındaki sayısal çoğunluğa
güvenerek, savaşmak istiyordu ve Müslümanların Bedir kuyularından ayrılmasına müsaade
etmiyorlardı. Savaş kaçınılmaz olmuştu. Fakat, Mekkeliler hiç beklemedikleri
bir hezimet yaşadılar. Müslümanlar büyük bir zafer kazandı. Savaş meydanını
terk edip kaçan Mekkeliler geride çok miktarda ganimet bırakmıştı.
Bedir
savaşını kısaca özetlersek, saldırı amaçlı değil, gasp edilen mallarının
karşılığını almak amacıyla yapılmıştı. Yani, haklı ve meşru bir savunma
savaşıydı. Cihat ya da fetih amacını
taşımıyordu.
Bir
yıl sonraki UHUD (M. 625), üç yıl sonraki HENDEK (M. 627) savaşları da
Medine’ye silahlı saldırıda bulunanlara karşı meşru savunma savaşlarıydı.
Hayber kalesinin fethi ise, Medine sözleşmesini ihlal eden ve Müslümanlara
karşı Mekkelilerle iş birliği yapan Yahudi kabilesinin tehditlerini bertaraf
etmek amacıyla yapılmıştı. Bu da tamamen meşru ve haklı bir gerekçeye
dayanıyordu. Zira,
Kur’an’ı Kerim’de, meşru savunma dışında insan öldürülmesi yasaklanmıştı. İlgili ayetler şunlardır:
Enam
suresi 151. Ayet, Araf Suresi 33. Ayet, İsra Suresi 33. Ayet, Maide Suresi 32. Ayet,
Mümtehin Suresi 8. Ayet.
Hz. Peygambere
ve inanlara da sadece dini tebliğ etme görevi verilmişti. (BAKARA suresi
256. ayet, ŞURA suresi 48. ayet, TEGABİN suresi 12. ayet, GAŞİYE suresi 21. 22.
Ayet, Kalem Suresi 52. Ayet, Kamer Suresi 22. Ayet, Araf Suresi 188. Ayet,
Yasin Suresi 17. Ayet.)
Bu
ayetler, İŞİD, EL KAİDE, BOKO HARAM gibi örgütlerin iddialarını tamamen çürütmektedir.
Bu örgütler, bilerek veya bilmeyerek küresel güçlere taşeronluk yapmaktadırlar.
Yaptıkları eylemler de İslam’a değil, onları kullanan emperyalist güçlere
hizmet etmektedir.
HORASAN
VE TÜRKİSTAN’IN İSLAMLAŞMASI
Hz.
peygamberin vefatından sonra, sırayla halife olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve
Hz. Osman döneminde Irak, İran, Mısır ve Suriye fetih edilmişti. Ancak, Hz. Ali
bu fetihlerin hiçbirine katılmamıştı. Hz. Ali’nin şehit edilmesinden sonra,
iktidarı ele geçiren Emeviler, daha sonra da Abbasiler, fetih ve yağma
savaşlarını devam ettirdiler. Horasan ve Türkistan’ın fethi için onlarca savaş
yapılmıştı. Arap Orduları iki yüz elli yıl savaşmalarına rağmen, Türkleri toplu
olarak Müslümanlaştıramamıştı. Ne zaman ki, Emevi ve Abbasi zulmünden kaçan
Ehli Beyt mensupları bölgeye sığındılar, işte o zaman İslam dinine ilgi duymaya
başladılar. Ehli Beyt mensuplarının gerçek İslam dinini tebliğ etmeleri
sonucunda, Müslümanlığı gönüllü olarak kabul etmeye başladılar. Bu tebliğcilerin
başında Hz. Hasan’ın torunlarından Zeyd bin Hasan ve Yahya bin Hasan ile Hz.
Hüseyin'in evlatlarından 8. İmam Ali Rıza ve oğulları geliyordu. Ehli Beyt
mensupları İslam’ı babalarından ve dedelerinden öğrendikleri şekliyle
anlattılar. Yani, zora ve şiddete baş vurmadan sadece tebliğ yoluyla netice
elde ettiler.
Kısaca
özetleyecek olursak, Ehli Beyt mensupları dini tebliğ ederken hiçbir zaman
baskı, şiddet ve zorbalığa baş vurmamışlardır. Zira, Kuran’daki ayetler baskı
ve şiddeti yasaklıyordu.
Saygılarımla.
Hamdullah
Dedeoğlu
21.05.2018
Kaynaklar:
-İslam
Tarihi Ansiklopedisi.
-Doğuştan
günümüze İslam Tarihi.
-Alevi
Devletleri, Muharrem uçan, Can yayınları
-Aleviliğin
Tarihi, Hüseyin Yalçın, Karahan kitabevi