2 Ağustos 2021 Pazartesi

İRAN'IN ŞİİLEŞMESİ VE ANADOLU'NUN SÜNNİLEŞMESİ NASIL OLDU?

İRAN'IN ŞİİLEŞMESİ VE ANADOLU'NUN SÜNNİLEŞMESİ NASIL OLDU?

Arap-İslam ordularının Miladi 651 yılında İran'da hüküm süren SASANİLER devletini yıkmasından sonra, karşılarında Çin sınırına kadar  durabilecek merkezi bir devlet bulunmuyordu. Bölgedeki beylikler ve Hanlıklar ise, dağınık halde ve birbirleriyle çatışma içindeydiler. Bu yüzden Arap orduları kısa bir sürede Horasan ve Maverünnehir bölgesine hakim olmuşlardı.

Arap ordularının yağma, talan ve istila hareketleri çok şiddetliydi. Boyun eğmeyen şehir ve kasabaları yakıp, yıkıyorlardı. Esir aldıkları genç kadın ve erkekleri köle pazarlarında satıyorlardı. 7. Yüzyılın ortasında başlayan istila hareketleri üç yüzyıl devam etti. Gerek Türkler gerek bölgedeki diğer halklar Arap ordularına karşı şiddetli bir mukavemet göstermişlerdi. Onuncu yüzyılın ortasına gelindiğinde, Mevereünnehir ve Orta Asya'daki Türklerin bir kısmı İslam dinini kabul etmeye başladı. Bu toplulukların İslamiyeti kabul etmelerinde bölgeye sığınmış olan Ehlibeyt mensuplarının payı büyüktü. Yine aynı şekilde Arap ordularına karşı büyük bir direniş gösteren Deylem-Gilan bölgesi halkı da Ehlibeyt mensupları aracıliğı ile İslamı benimsemişti. Ehlibeyt mensupları, baskı ve katliamlar karşısında sığındıkları bu topluluklara Emevi ve Abbasi saltanat rejimlerinin İSLAM'I  yozlaştırdıklarıni, dini talan ve yağma aracı olarak kullandıklarını, dinde zorlama olmadığını, İslamın özünün adalet ve hoş görüye dayandığını anlatıyorlardı. Bu tebliğde Emeviler dönemindeki Kerbela katliamı ile Abbasiler dönemindeki Fah katliamını örnek göstermeleri etkili olmuştu. 

11. Yüzyıldan sonra, HORASAN bölgesini ele geçiren Türkmen boyları burada GAZNELİLER, arkasından da BÜYÜK SELÇUKLU devletini kurdular. Yerli halk olan Fars ve Taciklilerle kaynaştılar. Bu devletlarin resmi ve yazışma dili ise, Farsça idi. 11. Yüzyıldaki Farsça klasik Farsça olarak bilinen PEHLEVİCE diliydi. Pehlevice dili, hem yıkılan SASANİLER'İN hem de İranlıların İslamiyetten önceki inançları olan ZERDÜŞTLUK dininin kutsal kitabı AVESTA'NIN yazı diliydi. Bugün Anadolu'nun bazı bölgelerinde konuşulmakta olan Zazaca ile Kurmanç dillerinin kökeni de Pehleviceydi.

Türkler Horasan ve İran'ı feth ettiğinde, nüfusun büyük çoğunluğu Ehli Sünnet mezheplerinden Henefiliği benimsemişti. Şiilik ise, daha çok Hazar denizinin güneyinde bulunan DEYLEM-GİLAN bölgesinde çoğunluktaydı. Bunun nedeni Emevi ve Abbasi halifelerinin baskı ve katliamlarından kaçan ve bölgeye sığınan EHLİBEYT mensuplarıydı. 9. Yüzyılın başlarında Ehlibeyt mensupları aynı bölgede ilk Alevi devleti olan Deylem Zeydi Devletini kurmuşlardı.

Oğuz Türkmenlerinin İran' feth ettikleri 11. Yüzyılda. ABBASİ halifesi Kaim Biemrillah , islam mezheplerini Hanefilik, Şafiilik, Malikilik ve Hanbelilik olmak üzere dörtle sınırlandırmış, Şiilik dahil, tüm mezhepleri yasaklamış ve din dışı sayan kararlar almıştı. Bu kararın alındığı tarihte (Miladi 1029) başkenti KAHİRE'de olan Şİİ-İSMAİLİ FATİMİLER devleti bulunuyordu. Abbasi halifeliğine rakip olan bu devletin kurucuları İmam Cafer'in  Musa Kazım yerine diğer oğlu İSMAİL'İ  yasal imam olarak kabul etmişlerdi. Fatimi halifeliği, inançlarini yaymak amacıyla, İran, Irak, Horasan bölgelerine çok sayıda Dai'yi ( çağrıcı-davetçi)  göndermişti. Bu propagandacıların sayesinde hatırı sayılır oranda taraftar kazanmışlardı. Abbasi halifesinin dört mezhep dışındakileri yasaklamasınin ve din dışı kabul etmesinin altında da bu yatıyordu. 1055 yılına gelindiğinde Abbasi halifeliğinin başkenti olan BAĞDAT'da hutbeler Fatimi halifesi adına okunmaya başlandı. Bunun üzerine, Abbasi halifesi İran Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyden yardım istedi. Yardim teklifini kabul eden Tugrul Bey büyük bir orduyla Bagdat'a geldi. Fatimi devleti halifesi adina hutbeleri okutan Kardeşi Ibrahim Yinal ve Bağdat garnizon komutanı Türk asıllı Arslan Besasiri'ye bağlı birlikleri Bağdat'tan uzaklaştırdı. Hutbeler tekrar Abbasi halifesi adına okunmaya başlandı. İbrahim Yinal' ve Arslan Besasiri'yi destekleyen aşiretler ise, Musul, Kerkük ve Halep bölgesine çekildiler. Bu olaydan sonra, SÜNNI ABBASİ halifeliğinin koruyuculuğunu Selçuklu Sultanları üstlendi.

13. Yüzyılda Moğolların Horasan ve İran'ı istilasından kaçan Türkmen, Fars, Tacik ve Kürt aşiretleri Anadolu'ya göç etmek zorunda kaldılar. Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat bu yeni gelen göçerleri doğu ve güney doğu Anadolu'ya yerleştirdi. Sultan Alaaddin bu göçerlerin askeri gücünden yararlanmak istiyordu. Ancak onun bu politikası ölümünden sonra terk edildi. Yerine geçen oğlu Moğollara karşı dirayetli bir politika izleyemedi. 1243 yılında Kösedağı savaşında Moğollara yenilmesi, Selçuklu devletinin dağılmasına neden oldu. 

Moğolların Horasan ve İran'ı işgalinden kaçan halkla birlikte Anadolu'ya çok sayıda Ehlibeyt mensubu ile derviş ve şeyhler de gelmişti. Bunlar arasında Alamut kalesinde İsmaili bir devlet kuran Hasan Sabbah'a bağlı dailer de bulunuyordu. Bu dailer tarikat ve cemaatler içine girerek tekke ve zaviyelerde görevler aldılar. Bu dai, dervış ve şeyhler Ehlibeyt mensupları önderliğinde yüzlerce tekke ve zaviye kurdular. Konar-göçerlerlere Ehlibeyt'in temsil ettiği İslam'ı, yani Alevi-Bektaşiliği ögrettiler. Genellikle sözlü anlatıma dayanan bu öğreti konar-göçer kitleler tarafından daha kolay ve daha çabuk kabul görüyordu.

 Bu İslam yorumu o kadar etkiliydi ki, Osmanlı padişahı Orhan Bey, Yeniçeri ordusunu inanç yönünden Hacı Bektaş'taki dergaha bağlamıştı.Dergahın, Yeniçeri ordusunda  sürekli bir temsilcisi bulunuyordu. Anadolu'da hakim olan bu islam yorumu, Osmanlı'nın kuruluşundan 16. Yuzyıla kadar devam etti. Bu tarihten sonra,  dedeleri ERDEBİL Tekkesi Şeyhlerinden olan ŞAH İSMAİL doğu ve güneydoğu Anadolu'da hüküm süren Akkoyunlu devletini yıkıp, yerine başkenti TEBRİZ olan KIZILBAŞ-ALEVİ devletini kurdu. Şah İsmail'in kurduğu bu devlete Anadolu'daki kızılbaş-Alevi Türkmenler ve İran kökenli aşiretler de yoğun destek verdi. 

Osmanlı yönetimi gelişmeleri dikkatle izliyordu. Karşısına doğuda çok güçlü bir rakip devlet geliyordu. Üstelik kendi topraklarında yaşayan kitlelerden de yeni kurulan KIZILBAŞ devletine katılımlar oluyordu. Buna bir çözüm bulması gerekiyordu. Ancak, aynı kökten ve aynı inançtan gelenlere savaş açması da kolay değildi. Bunun için Seyhülislam'dan onay alması gerekiyordu. Bu sırada Osmanlı tahtına babası ikinci Bayazıd'ı devirip, padişah olan Yavuz Sultan Selim gelmişti. Yavuz Sultan Selim ilk iş olarak, Şeyhülislam'dan Sah İsmail'in Kızılbaş inancını din dışı sayan fetvalar aldı. Bundan sonra savaş hazırlıklarını başlattı. Cephe gerisini sağlama almak için Kızılbaş Safevi devletini destekleyebilecek kişi ve aşiretlere karşı ölüm listeleri hazırlattı. Tarihi kaynaklar katledilen KIZIBAŞ-ALEVİ  sayısının kırk bin civarında olduğunu yazmaktadır. 

Hazırlıklarını tamamlayan Osmanlı ordusu 1514 yılının Mayıs ayında Safevilere karşı harekete geçti. Osmanli topraklarını geçen ordu, Safevi topraklarında ilerlemeye başladı. Şah Ismail savaş taraftarı değildi. Ancak, o da savaşın kaçınılmaz olduğunu görünce hazırlıklara başladı. İki ordu Van yakınlarındaki ÇALDIRAN ovasında karşı karşıya geldi. Osmanlı ordusu top, tüfek ve ateşli silahlarla desteklenmişti. Safevi ordusu ise, klasik atlı süvarilerden, ok, mızrak ve kılıç kullanan piyadelerden oluşuyordu. Safevilerin süvarilerle başlattığı saldırı Osmanlı'nın topçu ve tüfekçileri tarafından püskürtüldü. Dört-beş saat süren çatışmalardan sonra SAFEVİ ordusu çok kayıp vermeye başlayınca geri çekilmek zorunda kaldı. Osmanlı ordusu başkent Tebriz'e kadar ilerlemeye devam etti. Başkent Tebriz'de bir süre kalan Osmanlı ordusu daha sonra geri döndü. 

Bu savaştan sonra, doğu ve güneydoğu Anadolu Osmanlı topraklarına dahil oldu. Bölgeyi boşaltan Kizilbaş Türkmen ve Kürtlerin yerine, SÜNNI inançtan KÜRT aşiretleri yerleştirildi. Osmanlı ile Safeviler arasındaki savaş ve çatışmalar 1639 yılındaki KASRİ-ŞİRİN  anlaşmasına kadar devam etti.

ÇALDIRAN savaşından sonra, her iki devlet arasındaki mezhep ayrılıkları da derinleşti. Osmanlı yönetimi SÜNNİ mezheplerinden HANEFİLİĞİ devletin resmi dini olarak görürken, Safeviler de KIZILBAŞLIĞI resmi mezhepleri olarak kabul ettiler. Ancak, zaman içinde Safevilerin Kızılbaşlığı tutucu bir Şiiliğe dönüşürken, Osmanlı'nın Hanefiliği de uygulamada şekilci ve katı bir dogmacılığı  savunan Hanbeliliğe evrildi. Böylece, Merkezi devlet idarelerin yönlendirmeleri ile İrandaki nüfusun çoğunluğu, Hanefilik'ten Şiiliğe, Anadolu'daki Alevi-Bektaşi nüfusun çoğunluğu da sünniliğe geçiş yaptı. İran'ın Şiileşmesi ve Anadolu'nun sünnileşmesi kısaca böyle oldu.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu.

03.08.2021.

KAYNAKLAR:

--Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar-Türkmenler.

--Prof. Dr. Bernard Levis, Alamut Kalesi ve Hasan Sabbah.

--Yrd. Doç. Dr. Ömer Tokuş, Arslan Besasiri ve İbrahim Yinal isyanları.

--Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, Babailer isyanı.

--Hüseyin Yalçın, Alevilik Tarihi.

--Prof. Dr. Erdoğan Merçil-Prof. Dr. Ali Sevim, Selçuklu Devletleri Tarihi.

--Doç. Dr. Hasan Yaşaroğlu, Taberistan Zeydileri.

--111 nolu Kerkük Sancağı Tahrir Defteri.

--Erdoğan Aydın, Nasıl Müslüman olduk.

--Zeynel Coşar, Kırk bin Alevi öldürüldü mü?

-'Ayşe Atıcı, Büyük Selçuklu Devletinde Batini Hareketler.

--Dr. Maşide Kamit, Halife Kaim Biemrillah Döneminde Şii-Sünni İktidar Mucadelesi.

--Hicabi Kırlangıç, Çaldıran Savaşı.

--İdrisi Bitlisi, Selimnane.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Popular