30 Ağustos 2020 Pazar

HACI BEKTAŞ VELİ’NİN İSLAM ANLAYIŞI İLE MÜSLÜMAN COĞRAFYASINDA RÖNESANS VE REFORM HAREKETİ GERÇEKLEŞEBİLİR Mİ?


HACI BEKTAŞ VELİ’NİN İSLAM ANLAYIŞI İLE MÜSLÜMAN COĞRAFYASINDA RÖNESANS
VE REFORM HAREKETİ GERÇEKLEŞEBİLİR Mİ?

İslam dünyası son dört yüzyıldır neden en geri sıralarda yer almaktadır? İç çatışmalara neden bir türlü son veremiyor? İslam coğrafyasının ayağa kalkabilmesi için ne yapması gerekiyor? Bu soruya şöyle cevap verilebilir; İslam dünyasının Avrupa’nın 16. Yüzyılda yaşadığı Rönesans ve reform hareketlerini gerçekleştirmesi gerekiyor. Peki, İslam dünyası Avrupa’da Hıristiyan dinini tekelinde tutan Roma’daki Katolik Papa’ya karşı çıkan bir Martin Luther çıkarabilir mi? Bu makalemizde bu soruya cevaplar vereceğiz. 

İslam dünyası aslında Martin Luther’den üç yüz yıl önce bir reformcu çıkarmıştı. Bu, Hacı Bektaş Veli idi. Ancak, arkasında durabilecek ve düşüncelerini anlayabilecek bir kral ya da bir sultan yoktu. Martin Luther’in Protestanlık mezhebini kurmasında ve yaymasında Saksonya kralı Frederik’in maddi ve manevi desteği büyüktü. Onun sayesinde tutuklanmaktan ve aforoz edilmekten kurtulmuştu. Aynı zamanda keşiş ve teoloji profesörü olan Luther, Katolik kilisesinin gücünü kırmıştı. Luther, papazların para karşılığında günah çıkarmalarına ve insanların dini inançları nedeniyle yargılanıp cezalandırılmalarına da karşı çıkmıştı. Martin Luther’in bu eylemi Avrupa’nın diğer bölgelerine de yayıldı. Avrupa ne zaman ki Katolik kilisesinin bağnazlığını kırdı, işte o zaman özgürleşmeye ve gelişmeye doğru hızla adımlar attı. Bugün ki gelişmişliğini de bu özgürleşme sonucunda elde etti.

İslam coğrafyasına gelecek olursak; İslam dünyası maalesef bugüne kadar Martin Luther’in Hıristiyan dünyasında yaptığı reformları gerçekleştiremedi. Hacı Bektaş Veli’nin reformcu düşüncesini, ondan yedi yüz yıl sonra Mustafa Kemal kısmen yapabildi. Türkiye, İslam coğrafyasında bugün ayrı bir yerde duruyorsa, bunu Hacı Bektaş Veli ve Mustafa Kemal’e borçludur. Neden? Çünkü onlar dinde aklı öne çıkarmışlardı. Bilime değer vermişlerdi. Hacı Bektaş Veli’nin “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” sözleri ile Mustafa Kemal’in “Dünyada en hakiki mürşit ilimdir.” Sözlerinin anlamı aynıdır. Her ikisi de bilime ve aydınlanmaya değer vermiştir. 

Hacı Bektaş Veli, Alevi İslam anlayışının Anadolu’daki en büyük önderi ve kurucusudur. Son yıllarda Hacı Bektaş Veli ile ilgili akademik düzeyde önemli araştırma ve çalışmalar yapılmaktadır. Hacı Bektaş Veli’nin din ve dünya anlayışının  özünü bozmadan, bugüne uyarlayıp İslam coğrafyasına yaydığımızda, başarılarımızın ve kalkınmamızın çok daha ileriye taşındığını hep birlikte göreceğiz. İşte o zaman, petrol zengini gerici Arap şeyh ve krallarının İslam dünyası üzerindeki hakimiyeti kırılacaktır. Akıl ve bilim tekrar İslam coğrafyasına hakim olacaktır. İslam ülkeleri de dünyadaki gerçek yerlerini almış olacaktır.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

30.08.2020.



BADILLI AŞİRETİNİN İSMİ NEREDEN GELİYOR?





 BADILLI AŞİRETİNİN İSMİ NEREDEN GELİYOR?

Daha önceki makalelerimizde Badıllı aşiretinin Merdisi aşiretine bağlı olduğunu ve Osmanlı kayıtlarında “Türkman Ekradı-(Kürdü) yörükanı” olarak tanımlandığını yazmıştık. Bugün ki makalemizde aşiretin  Badılı-Batili ismini nereden aldığı ve aşirete bağlı cemaatler hakkında bilgiler sunacağız.

Önce, Badi-Bati-Bad kelimelerinin Osmanlıcadaki karşılıklarını bulalım:

Badi: Arapça bir kelime olup, Sebep olan, yol açan anlamındadır.

Badi-ye : Yine Arapça bir kelime olup, Çöl-Çöllü demektir.

Bati: Ağır, Yavaş anlamını taşımaktadır. Arapça kökenlidir.

Batıl: Hükümsüz, Boş anlamındadır. Arapça kökenlidir.

Bad: Farsça bir kelime olup Rüzgar, Yel demektir. 

kelimenin anlamını verdikten sonra, baazı tarihçilerin iddialarına gelelim: Badıllı isminin Beydilli’den geldiğini, zamanla isminin Badıllı’ya dönüştüğünü ileri sürmekteler.  Bazı Osmanlı kaynaklarında "Beydili taifesinden Badılı" denilmektedir. Ancak bu iddia bize pek gerçekçi gelmemektedir. Zira, 16. Yüzyıla ait Osmanlı kayıtlarında Beğdil-Beydilli ismi yer almaktadır. Bir Türkmen boy ismi olan Beydil, aynı zamanda içinde değişik boya mensup cemaatleri toplayan bir konfederasyon aşiretin de temsilciliğini yapıyordu. Yani, ismi değişikliğe uğrayacak bir boy ya da aşiret değildi. Hem Selçuklular hem de Osmanlı döneminde bir boy ve aşiret özelliğini hep korumuştu. özetleyecek olursak; ilk başlarda  Beydilli aşiretine mensup olabilir, ama "aynı aşirettir" diyemeyiz.

 Bu görüşü açıkladıktan sonra, kendi tespit ve yorumlarımıza gelebiliriz. Badıllı-Badilli ismine 1535 tarihli, 401 numaralı Şam livası Mufassal defterinde ulaşmaktayız. Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğünün yayınladığı defterde, Şam vilayetindeki Türkmen aşiretleri içinde “Bi evladı Badi cemaati, 126 hane, bir bekar, bir imam toplam 128 nefer” olarak yer almaktadır. Cemaatin bir diğer isminin de “ Yaralu cemaati” olduğu belirtilmektedir. Badi ismi nereden gelmektedir? Burada şu tahminlerde bulunabiliriz. Badi ismini, o yıllarda aşiretlerin yaylak olarak kullandığı Cebel-i Akra (Yayladağ) da ve Diyarbakır eyaletinin Arabkir kazasının Abad nahiyesinde bulunan Badi mezrasından almış olabilirler. Aşiretler, boy beyinin ya da kullandıkları mezra ve yaylak isimlerini alabiliyorlardı. İkinci bir görüş  Badıllı ismini Şam şehrinin yakınında bulunan “Badiyetü Şam” çölünden almış olabilirler. Zira, Şam vilayetindeki konar-göçer aşiretler kış aylarını bu çöl civarında geçiriyorlardı. Badı-Badi ismini buradan da almış olabilirler. Badıllı ismi hakkında kısaca bu tahmin ve yorumlarda bulunabiliyoruz.

 Aşirete bağlı cemaatlere gelince; Osmanlı devleti konar-göçerleri hem denetlemek hem de vergileri tahsil edebilmek için aşiretlerin başına bir cemaat ya da aşiret reisini “Bey” olarak atıyordu. Aşiret Beyi hem kendi aşiretinden hem de kendisine bağlı olan cemaatlerden sorumlu oluyordu. İşte, Badıllı aşiretine bağlanan cemaatler de böyle oluşmuştu. Bu cemaatler şunlardı: Çoğunlu, Hacıkırlı, Esterkanlı, Milli, Uzmanlı (Ormanlı). Bu cemaatler, Halep ve Şam eyaletine bağlı yerleri kışlak olarak kullanıyorlardı. Yaylakları ise, Erzurum, Kars’a kadar uzanıyordu.

 Osmanlı arşiv uzmanı Cevdet Türkay “Başbakanlık Arşivi Belgelerine Göre, Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler” isimi eserinde Badıllı ve bağlı cemaatler hakkında şu bilgileri vermektedir:

 BADILLI: Konar-göçer Türkmen Ekradı taifesindendir. İskilip, Adana, Çermük kazası (Diyarbakır sancağı), Diyarbakır, Sivas, Erzurum, Maraş, Ergani kazası, Rakka, Mardin, Kadirli, Saruhan sancağı, Çıldır, Harran kazası, Aydın, Şebinkarahisar, Kütahya, Koyulhisar, Gelibolu, Biga sancağı, Karesi sancağı, Bursa, Ankara, Kocaeli, Rumeli, Çatalca, İpsala, Gümülcine, Kemah, Kars, Pasin kazası, Urfa, Trablus-u Şam ve Tire kazasına iskan edilmişlerdir. (Sayfa, 188-189, İşaret yayınları, 3. Baskı, 2012)

 ÇOĞUNLU: Türkman Ekradı (Türkman Kürdü) taifesindendir. Rakka, Erzurum, Kars, Çıldır, Kırşehir ve Göle sancaklarına iskan edilmiştir. (Sayfa, 259)

 HACIKIRLI: Konar-Göçer Türkman Ekradı taifesindendir. Rakka, Erzurum, Çıldır, Kars, Göle, Kütahya ve Aydın sancaklarına iskan edilmiştir. (Sayfa, 337)

ESTERKANLI: Türkman Ekradı taifesindendir. Rakka, Erzurum, Çıldır, Kars, eyaletlerine iskan edilmiştir. (Sayfa, 307)

 MİLLİ: Türkman Ekradı Ulus taifesindendir. Mardin, Diyarbakır, Ergani, Erzurum, Rakka, Sivas, Teke, Adilcevaz, Antep sancağı, Mecitözü, Varay kazaları (Amasya sancağı), Harran, Urfa, Trablus-u Şam civarı, Eğin kazasına (Arapgir sancağı) iskan edilmiştir. (Sayfa, 500)

 UZMANLI-ORMANLI: Konar-Göçer Türkman Ekradı taifesindendir. Rumeli, Kars, Çıldır, Erzurum, Rakka, Kocaeli, Biga, Sivas, Kütahya, Aydın, Bursa ‘ya iskan edilmiştir. (Sayfa, 639)

 Badıllı ve bağlı cemaatlerin hepsinde “Türkman Ekradı taifesi” tanımlaması bulunmaktadır. Ekrad kelimesi, Arapça’da “Kürdler” anlamına gelmektedir. Tahminimize göre, bu aşiretler ve cemaatler Halep ve Şam eyaletlerinde Kürt aşiretleri ile birlikte bulunuyorlardı. Türkmen ve Kürt aşiretlerin yaylak ve kışlaklarda birlikte yaşamaları nedeniyle, karşılıklı olarak birbirlerinin dillerini konuştuklarını tahmin ediyoruz. Osmanlı kayıtlarında Kürt aşiretleri “Ekrad” olarak tanımlanmıştır. Bizim yorumumuza göre, Türkmen olan bu aşiretlerin Kürtçe (Kurmanç-Zaza) dillerini konuşmaları nedeniyle bu ismi aldıkları şeklindedir. Zira, adı geçen aşiret ve cemaatlerin bir kısmının bugün bile bu dillerin değişik şivelerini konuştuklarını tespit etmiş bulunmaktayız. “Türkman Kürdü” olarak kayıtlarda yer almasını buna bağlamaktayız.

 Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

30.08.2020.

 Kaynaklar:

-397 numaralı Halep Livası Mufassal Tahrir Defteri-1536

-401 numaralı Şam Livası Mufassal Tahrir Defteri-1535

-Osmanlı Yer adları, Tahir Sezen, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü yayınları.

--Osmanlıca Sözlük.

 

 

 

 

 

 

7 Ağustos 2020 Cuma

DİNİ DİNCİLERE BIRAKALIM MI?

 DİNİ, DİNCİLERE BIRAKALIM MI?

Bu sorunun cevabı kesinlikle hayır olmalıdır. Zira dini, dincilere bırakırsak, insanlık orta çağa geri döner, din savaşları başlar ve kan gövdeyi götürür. Dincilerin ve arkasındakı güçlerin yapmak istedikleri de tam da budur. 

Dincilerin, söyledikleri ve yaptıkları eylemlerinin hiç birisinin dinle ilgisi yoktur. Dinlerin amacı insanları birbiriyle savaştırmak değil, insanlığı ileriye götürmektir. Hiç bir din insanlara kötüluk yapmayı, adam öldürmeyi emretmemiştir. Tam tersine yaşatmayı, yardım etmeyi telkin etmiştir. Dincilerin bütün söylemleri ve eylemleri dine aykırıdır. Bu nedenle, radikal islamcıların da radikal hıristiyanların da gerçek dinle ilgisi yoktur. Ne Tevrat da ne İncil de ne de Kuran'da meşru savunma dışında insan öldürmek yoktur. Bunlar ya dini bilmeyen cahiller ya da dini kendi çıkarları için kullanan emperyalist-sömürgeci güçlerin piyonlarıdır. Dincilere bu gözle bakarsak olayları daha iyi analiz ederiz. Özellikle İslam coğrafyasındaki iç savaşlara baktığımızda bunu net olarak görürüz. El Kaide, İŞİD gibi terör örgütlerinin kime hizmet ettiğini daha kolay anlayabiliriz. Emperyalistler, bu örgütleri gerekçe yaparak işgallerine meşruluk kazandırmışlardır.Yaptıkları katliam ve tecavüzleri de gizlemişlerdir. Bu örgütler aracıĺığı ile bölgedeki enerji ve doğal kaynakların denetimini de kontrolleri altında tutmaya devam etmişlerdir.

Sonuç olarak, dinciler en büyük desteği emperyalistlerden ve onlara bağımlı olan ülkelerdeki iktidarlardan almaktadırlar. Dünyadaki gericiliğin ve saldırganlığın merkezi emperyalist ülkelerdir. Onların ülke içindeki piyonları da  dinciler, gericiler ve işbirlikçileridir. Dolayısıyla, emperyalizme karşı verilen mücadele dinci ve gericilere karşı verilen mücadeleden ayrı tutulamaz. İyi niyetli ve saf duygular taşıyan insanlarımızı bu dincilere bırakmamalıyız. Bunu yapabilmemiz için de dinimizi dincilerden daha iyi bilen aydın din adamlarımıza ihtiyacımız vardır. Bunun yolu da yüz yıl önce Mutafa Kemal'in izlediği yol olan AYDIN din adamı yetiştirmektir.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu

07.08.2020

Popular