26 Mart 2020 Perşembe

DARDAN İNDİRME (İKİ NEFES)

 DARDAN  İNDİRME  (İKİ NEFES)

Alevilik’de Dar’dan İndirme Cem’i, vefat eden (Hakk’a yürüyen) alevi can’ın, geride kalanlarla hesaplaşması ve razılık alınması için yapılan bir Cem ayinidir. Aşağıdaki iki nefes, zakir tarafından saz eşliğinde bu Cem ayininde söylenir.

ÇAĞIRDILAR İMAM GELDİ

İşte geldim, işte gittim.
Yağ çiçeği gibi bittim.
Şu dünyada ne iş ettim.
Ömürcüğüm geçti gitti.

Çağırdılar imam geldi.
Her biri bir işe yeldi.
Azrail pençesini saldı.
Can kafesten uçtu gitti.

İşte geldi yıkayıcılar
Tenime su koyucular
Kefenim elinde Hoca'nın
Kefenciğimi biçti gitti.

Ayırdılar ilimizden
İp attılar belimizden
Pek tuttular kolumuzdan.
Can cesetten uçtu gitti.

İlettiler mezarıma
Sığındım gani kerim'e
Toprak attılar serime
Gözümün yaşı taştı gitti.

Kabrime bir melek geldi.
Bana bir sualcik sordu.
Hışım edip bir topuz vurdu.
Tebdilciğim şaştı gitti.

TESLİM ABDAL oldu tamam.
İşte geldi ahir zaman
Yardımcımız on iki imam.
Ten türabe karıştı gitti.

Ser: Baş
Türab: Toprak
Yazan: Ozan TESLİM ABDAL
Alıntı: Bektaşiliğin iç yüzü (Tevfik Oytan)


DARDAN İNDİRME ( İKİNCİ  NEFES)

FAKİR HÜSNÜ ÖLDÜ AĞLASIN

Vardım ki yurduna ayak göçürmüş.
Yavru gitmiş, ıssız kalmış otağı.
Camlar şikest olmuş, meyler dökülmüş.
Sakiler meclisten kesmiş ayağı.

Laleyi, sümbülü, gülü har almış.
Süleyman tahtını sanki mar almış.
Zevk ü şevk ehlini ah ü zar almış.
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı.

Zihni dehr elinden her zaman ağlar.
Vardım ki, bağ ağlar bağban ağlar.
Goncalar perişan, güller kan ağlar.
Şeyda bülbül terk eylemiş o bağı.

Yar yanına giden ey bad-i saba
Şimdi yarim beni ansın ağlasın.
O da benim gibi hasret mi eya.
Mahşere dek bana yansın ağlasın.

Bu gönül aşkı ile yaktı cismini.
Vahdette görürse, yarin resmini.
Gece gündüz vird eylemiş ismini
Hab-i  gafletten uyansın ağlasın.

Elemde,  kederde kaldım, naçarım.
Vaslına ermeye yok iktidarım.
Diyarı gurbette o nazlı yarim
Hüsnü geda öldü sansın ağlasın

Yazan: Ozan Hüsnü

Kaynak: Bektaşiliğin iç yüzü
Derleyen: M. Tevfik Oytan

Sözlük;
-Şikest: kırılmış
-Har: Diken
-Mar: Yılan
-Zar: Perişan
- Ülfet: Dostluk kurmak-kaynaşmak
-Dehr: Devir, zamane
-Bad-i saba: Sabah yeli-Seher yeli
-Şeyda: Mecnun-aşık
-Vird: Dua etmek
- Hab: uyku
-Naçar: Çaresiz
-Vasıl: Kavuşmak –ulaşmak
-Geda: Yoksul-fakir




15 Mart 2020 Pazar

ALEVİLİĞİN EL KİTABI ALEVİ İSLAM ANLAYIŞININ DOĞUŞU-İBADETLERİ VE KUR’AN’DAKİ YERİ


ALEVİLİĞİN EL KİTABI                                                                                                            Sayfa 1

ALEVİ İSLAM ANLAYIŞININ DOĞUŞU-İBADETLERİ VE KUR’AN’DAKİ YERİ
(Toplam 12 sayfa)

Aleviliğin anlaşılabilmesi için İslam dininin doğuşundan başlayarak günümüze kadar kısaca bir özetini yapmamız gerekir. Zira, bunu açıklamadan salt bugün ki Aleviliği anlamamız zor olacaktır. Çünkü, bugün ki Alevilik çeşitli aşamalardan geçerek bir inanç merkezi olmuştur. Bir dinin, bir mezhebin toplumlar tarafından kabulü uzun süreler almıştır. Alevilik de aynı aşamadan geçerek bugün ki seviyesine gelmiştir. Bütün dinler ve mezhepler de aynı yolu takip etmiştir. Örneğin; Musevilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık çok uzun ve zorlu mücadelelerden sonra kabul görmüştür. Tevrat, İncil ve Kur'an'ı Kerim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’in  bu mücadelelerini ve zorluklarını anlatan ayetlerle doludur. Hz. İsa'nın Roma'lılar tarafından çarmıha gerilmesi, Hz. Muhammed'e suikastlere varan saldırılar yapılması buna örnektir. 

Peygamberlerin görevi  tek Tanrı inancını tebliğ etmekle  birlikte, diğer bir görevi de bozulan ve yozlaşan toplumları yeniden ahlaklı, adaletli, paylaşımcı ve dayanışmacı yapmaktır. Hiç bir din insanlara kötülük yapmayı, adaletsiz olmayı, adam öldürmeyi öğütlememiştir. Tam tersine, adaletli olmayı, dürüst olmayı, yardımlaşmayı, dayanışmayı ve barış içinde yaşamayı telkin etmiştir. Örneğin Hz. Musa'ya inen on emir içinde " Adam öldürme", "zina yapma", "Hırsızlık yapma" "Yalan söyleme" "Ana ve babaya hürmet et" ilkeleri yer alıyordu. Yine Zerdüştlük dininde "İyi şeyler düşün" ,"iyi şeyler söyle", "İyi işler yap" ilkeleri bulunuyordu. Hz. Muhammed'e bu konuda inen ayetleri ise, aşağıda daha geniş bir şekilde ele alacağız.
Dinler tarihini ve özünü kısaca anlattıktan sonra, İslamiyet’in nasıl ortaya çıktığına geçebiliriz.

İSlAMİYET’İN DOĞUŞU

Hicaz bölgesi diye bilinen Arabistan yarımadası,7. Yüzyılda güney ticaret yolu üzerinde bulunuyordu. Çin ve Hindistan’dan gelen mallar, (ipek, baharat) Mekke ve Medine üzerinden Anadolu’ya, Şam’a gidiyordu. Oradan da Avrupa’ya sevk ediliyordu. Mekke ve Medine şehirleri gelirlerinin büyük çoğunluğunu bu ticaretten elde ediyordu. Mekke şehrinin bir diğer özelliği de aynı zamanda dini bir merkez olmasıydı. Hz. İbrahim tarafından Mekke’de yapılan Kabe’nin yaklaşık iki bin yıllık bir geçmişi bulunuyordu. Kabe bölgedeki kabilelerin her yıl ziyaret ettikleri kutsal bir mekandı. Her kabilenin Kabe’de put-tanrıları vardı. Bunların en ünlüleri Uzza, Lat ve Menat'dı. 

 Mekke’liler bölgedeki kabilelerin Kabe ziyaretinden de ayrıca gelir elde ediyorlardı. Dolayısıyla zengin bir şehirdi. Ancak, bu zenginlikler eşit paylaşılmıyordu. Halkın büyük çoğunluğu yoksuldu. Bir kısmı da zenginlerin yanında köle olarak çalışıyordu. Mekke şehrinin siyasi yönetimi Ümeyye (Emevi) oğullarında, Kabe’nin yönetimi ve dini işlerin organizasyonu ise, Hz. Muhammed’in mensup olduğu Haşim oğullarındaydı. İşte Hz. Muhammed, İslam dinini tebliğ etmeye başladığında Mekke’nin durumu kısaca böyleydi.

Yukarıda açıkladığımız gibi, peygamberlere verilen görev, bozulan ve yozlaşan düzeni onarmak ve adaletli bir yaşamı hakim kılmaktı. Hz. Muhammed, Miladi takvime göre 610 yılında Cebrail aracılığı ile kendisine iletilen ayetleri topluma tebliğ etmeye başladı. Ancak, çok büyük bir direnç ve tepkiyle karşılandı. Tepki gösterenler, Mekke yönetimini ve ticaretini elinde tutan bezirgan-tüccar kesimiydi. Bezirgan kesimi tepki göstermekle haklıydı. Çünkü, Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği ayetler onların çıkarlarına aykırıydı. Zira, ayetler gelirin paylaşılmasını ve yoksulların doyurulmasını istiyordu. Bu durumu en iyi anlatan Fecr suresidir. Mekke’de inen bu sure’de, daha önce yok olan Ad ve Semud şehirlerinin akibeti anlatılmaktadır. Fecr’in kelime anlamı tanyeri-sabah, hac ayı olan Zilhicce ayının ilk sabahıdır. Bu surenin 17-23. Ayetlerinde yoksulların doyurulması hakkında şöyle denilmektedir:
                                                                                                                                            Sayfa 2
       “ Hayır! siz ne yetimi ağırlıyorsunuz, ne de yoksulu beslemek için birbirinizi teşvik ediyorsunuz. Mirası hak gözetmeden, helal, haram demeden yiyorsunuz. Serveti de pek çok seviyorsunuz. Hayır! Yeryüzü parça parça olup dağıldı. Melekler, saf saf olup Rabbinin emri gelince o gün cehennem ortaya çıkar. İnsan bundan öğüt alır. Ama anlamasının ve öğüt almasının artık ona ne faydası var ? “

Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, zengin sınıfın aşırı derecede servet biriktirdiği ve bu zenginliği yoksul ve yetimlerle paylaşmadığı anlatılmaktadır.

İslam dini tebliğ edilmeden önce de, Kabe bir inanç merkeziydi. İnsanlar burada namaz kılıp, Hac ayında ise, ziyaret edip, kurban kesiyorlardı. Yani, namaz  ve hac İslamiyet’ten önce de vardı. Bunu açıklayan surelerden biri de Maun suresidir. Zekat ve sadaka anlamına gelen  Maun suresinde  yoksullar ve yetimlerin hakları belirtilmektedir. Sure’de namaz kılan, ancak İslam dinine karşı çıkan Mekke’li zenginlere şöyle hitap edilmektedir:

“ Dini yalanlayanı gördün mü ? İşte öksüzü iten, kakan odur. Yoksulu doyurmaya önayak olamayan odur. Vay haline o namaz kılanlara ki, onlar gafildirler. Onlar riyakarlık yapanlardır. Onlar zekat vermeyi de men ederler. “

Mekke’de Hz. Muhammed’e inen Maun suresi gayet açıktır. Yoksul ve yetimlerin hakları savunulmaktadır. Onlara yardım etmeyenlerin namazı da kabul edilmemektedir. Maun suresinin iniş gerekçesi ise, ilahiyatçılar tarafından şöyle anlatılmaktadır:

“ Mekke’nin zenginlerinden olan Ebu Cehil Kabe’de namaz kılıp evine dönmektedir. Bu sırada yoksul bir Mekke’li Hz. Muhammed’e gelip yardım edilmesini ister. Hz. Muhammed’de yoksulu Mekke’nin zenginlerinden olan Ebu Cehil’e gönderir. Ebu Cehil yoksula yardım etmediği gibi çok kaba davranışta bulunur. İşte Maun suresi bunun üzerine peygamber efendimize inmiştir.”

Yukarıda verdiğimiz ayetler İslamiyet’ten önceki Mekke’deki yaşamı bize kısaca anlatmaktadır. Bu ayetlerden de görüleceği gibi, bölgedeki düzen çok bozuk ve adaletsizdir. Halkın büyük çoğunluğu yoksul, bir kısmı da açlık sınırında yaşamaktadır. Bu durumu en iyi anlatan surelerden biri de Enam suresinin 151. Ayetidir:

“ De ki, onlara hadi gelin, Rabbinizin size neleri haram kıldığını yüzünüze karşı okuyayım. Hiçbir şeyi O’na ortak koşmayın. Ana ve babaya çok iyi davranın. Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Biz sizi de onları da rızıklandırırız. Kötülüklerin görünene de, gizli kalanına da yaklaşmayın. Allah’ın saygın ve aziz kıldığı cana, bir hakkı savunmak dışında kıymayın. Allah bunları önerdi ki; aklınızı işletesiniz.”

Bu Ayetten de görüldüğü gibi, yoksulluk o kadar fazlaydı ki; bazı ailelerin besleyemedikleri çocuklarını, özellikle de kız çocuklarını ölüme terk ettikleri anlatılmaktadır. İşte, Hz. Muhammed’e İslam dinini tebliğ etme görevi verildiğinde, Hicaz bölgesindeki yaşam koşulları bu derece  kötüydü. Hz. Muhammed’e inen ilk ayetlerin yoksul ve yetimlerle ilgili olmasının nedeni de buydu. Ancak, zengin tüccar kesimi geliri paylaşmaktan yana değildi. İslam dinine karşı direnç göstermelerinin esas gerekçesi de bundan kaynaklanıyordu.
                                                                                                                                                 Sayfa 3

Mekke’liler, Hz. Muhammed’i önce “yalancı” “mecnun” gibi benzeri ithamlarla etkisiz hale getirmek istediler. Bunda başarılı olamayınca, İslam’ı kabul eden fakir ve yoksullara eziyet ve işkence etmeye başladılar. Bu işkencelerde ilk şehitler, Hz. Muhammed’in çocukluk arkadaşı Ammar bin Yasir’in’in anne ve babası oldu. Hz. Muhammed’e de yer yer saldırı ve hakaretler yapıldı. Ancak, Kabe’nin yönetiminde sorumlu olan amcası Ebu Talip’in koruması sayesinde saldırılar sınırlı kalıyordu. Hz. Muhammed’in İslam’ı tebliğ etmesinin 12. yılında Mekke’lilerin saldırılarının şiddeti artmaya başladı. İslam hızla taban kazanıyordu. Tek tanrı inancı ile birlikte hak, adalet ve paylaşma duyguları toplumlarda kabul görüyordu. Medine ve çevresindeki kabileler toplu olarak İslam dinini kabul etmeye başladılar. Miladi 622 yılında Hz. Muhammed ve İslam dinini kabul edenler Medine’deki aşiretlerin de destek vermesiyle bu şehire göç etmeye başladılar. On bin nüfuslu Medine’de İslam dinini benimseyenlerin sayısı yaklaşık olarak bin beş yüz kişiyi bulmuştu. Geri kalanların beş bini Musevi (Yahudi), üç bin beş yüzü de putperestti. Hz. Muhammed, Yesrib olan şehrin ismini Medine olarak değiştirdi. Yesrib Arapça’da “Kınamak” “Ayıplamak” anlamına geliyordu. Medine ismi “Medeniyet” kökünden geliyordu. Bu isim aynı zamanda yeni bir medeniyetin kurulacağının da habercisiydi.

Hz. Muhammed, Medine’ye geldiğinde kabileler arasında çatışmalar devam ediyordu. Çatışmalar, hem Yahudi kabileler, hem de putperest olan Evs ve Hazreç kabileler arasındaydı. Öncelikle Medine’de bir barışın acil olarak sağlanması gerekiyordu. Hz. Muhammed bu amaçla bir sözleşme hazırlattı. Sözleşmeyi kaleme alan Hz. Ali’ydi. “Medine sözleşmesi” olarak bilinen bu anlaşma, Yahudi ve putperest olan bütün kabilelerin onayı ile kabul edildi. Sözleşmeyle, bütün kabileler eşit haklara sahip oluyordu. Dış saldırılara karşı ise, ortak mücadele edilecekti. Kabileler arasındaki çatışma ve anlaşmazlıklarda karar merci olarak da Hz. Muhammed’in hakemliği kabul ediliyordu. Medine sözleşmesi bugün ki anlamıyla bir nevi anayasaydı.

MEDİNE İSLAM DEVLETİ

Hz. Muhammed “Medine sözleşmesi” ile bir şehir devleti kurmuştu. Yahudi tüccarların hakimiyetini kırmak için ayrı bir Pazar yeri yaptırdı. Pazarı denetlemek için de görevliler oluşturdu. Bu görevliler hem pazardaki fiyatları, hem de malların kalitesini denetliyordu. Medine şehrinin ve Müslüman kitlenin güvenliğini sağlamak için de silahlı birlikler kurdu. Şehrin sorunları ve anlaşmazlıklar Hz. Muhammed’in başında bulunduğu kurul tarafından karara bağlanıyordu. Kısaca site-şehir devletinde bulunması gereken kurumlar oluşturuldu. Bu site-şehir devleti gelecekte imparatorluğun temelini meydana getirecekti.

 Medine’ye göç eden Müslümanların mallarına Mekke’liler tarafından el konulmuştu. Müslümanlar da bu mallarına karşılık Şam’dan Mekke’ye dönen büyük bir kervana el koyup misilleme yapmak istiyordu. Üç yüz silahlı kişiden oluşan Müslüman kuvveti Kervanın geçeceği Bedir kuyularında beklemeye geçmişti. Ancak, kervanın başında bulunan Ebu Süfyan bunu haber alınca Kervanın yolunu değiştirmiş ve Bedir yolunu kullanmamıştı. Fakat daha önce Mekke’deki putperestlere Bedir kuyularında önlem alınması için haberci göndermişti. Yaklaşık bin kişiden oluşan Mekke ordusu Bedir kuyularında Müslümanlarla karşı karşıya geldi. Kervanın sahil yolunu kullanarak Mekke’ye yöneldiğini öğrenen Hz. Muhammed, çatışmaya girmeden bölgeden ayrılmak istedi. Ancak, Mekke’liler üstün silahlı güçlerine güvenerek savaşma taraftarıydı ve Medine’lilerin ayrılmasına müsaade etmiyorlardı. Savaş kaçınılmaz olmuştu. Mekke ordusu hiç beklemedikleri bir yenilgiye uğradı. Geride çok sayıda esir ve ganimet bırakarak kaçtılar. Müslümanlar büyük bir zafer kazanmıştı. Takvimler miladi 624 yılın gösteriyordu.
                                                                                                                                                    Sayfa 4

Bedir yenilgisi Mekke’liler üzerinde şok etkisi yapmıştı. Bedir’in intikamını almak için bir yıl sonra Medine üzerine çok güçlü bir ordu gönderdiler. Müslümanlar düşmanlarını Medine’ye sokmak istemiyorlardı. Uhud dağı yakınlarında yapılan savaşta bu kez Müslümanlar ağır bir yenilgi aldı. Hz. Muhammed’in amcası Hz. Hamza şehit oldu. Müslmanların Bedir'de kazandıkları itibar zedelenmişti. Bunu fırsat bilen bazı Yahudi kabileleri Medine sözleşmesine aykırı olarak, Mekke'lilerle ittifak kurdu. Bundan da güç alan Mekke'liler bir yıl sonra müslümanlara karşı savaş hazırlıklarına başladılar. Bunu haber alan müslümanlar, Selman-ı Farisi'nin önerisiyle Medine'nin etrafına hendek kazdılar. Mekke’lilerle Müslümanlar arasında, Medine’de aylarca devam eden Hendek çatışmaları yaşandı. Ancak, müslümanlar iyi bir savunma savaşı yaptılar. Mekke'liler bu çatışmalardan bir sonuç alamayacaklarını anlayınca kuşatmayı kaldırdılar. 

 Savaşlar ve çatışmalar Müslümanları zayıflatmak bir yana daha da kenetlenmesini ve çoğalmalarını sağlamıştı. Mekke ve Medine civarında yaşayan çok sayıda aşiret müslümanlara katılıyordu. Nihayet, Miladi 630 yılında Mekke şehri savaşılmadan Müslümanlar tarafından feth edildi. Müslümanlar bölgenin hakim gücü olmuştu. Medine şehir devletinin sınırlarına Mekke’de dahil olmuştu. Hicaz bölgesinde İslamiyet hızla yayıldı. Medine şehir devletinin sınırları her geçen gün katlanarak büyüyordu. Hz. Muhammed Miladi 632 yılında vefat ettiğinde Arabistan yarımadasının büyük çoğunluğu İslam devletinin kontrolüne geçmişti.

DÖRT HALİFE DEVRİ

Hz. Muhammed’den sonra sırasıyla Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali İslam devletinde halifelik yaptılar. Dört halife döneminde İslam devleti, İmparatorluğa dönüşerek, sınırları kuzey Afrika’dan, orta Asya’ya kadar genişlemişti. İran’daki Sasani İmparatorlığu yıkılmış, Bizans imparatorluğu ile hakimiyet mücadelesi devam ediyordu. Burada bir parentez açıp Şii ve Alevi taraftarlarının halifelik konusundaki iddialarını ele almak istiyoruz. Bunların görüşüne göre, Hz. Muhammed’in vefatından sonra, halifeliğin Hz. Ali’nin hakkı olduğu ve bunun Hz. Muhammed tarafından Kadir Hum’daki veda hutbesinde ifade edildiğidir.  Bu konuda tam bir mutabakat bulunmamasına rağmen, kendi görüşümüzü ifade etmek isteriz. Bu görüşün doğru olduğunu varsaysak bile, bize göre Hz. Ali’nin halife olması çok zordu. Birincisi, şartlar müsait değildi. Hz. Ali’nin halifeliğine kabilelerin büyük çoğunluğu özellikle de Mekke’li kabilelerin onay vermesi mümkün değildi. Zira, Hz. Ali çok iyi bir savaşçı ve kılıç ustası olduğu için Mekke’li kabilelerden çok sayıda adam öldürmüştü. Onların Hz. Ali’ye karşı özel kinleri bulunuyordu. Özellikle de Ümeyye oğullarındaki intikam duygusu hala devam ediyordu. İkincisi, otuz iki yaşında olan Hz. Ali’nin halifelik için yaşı çok gençti. Yeterli tecrübeye ve bütün kabileleri birleştirecek siyasi birikime de henüz sahip değildi. Üçüncüsü, karşısında başından itibaren Hz. Muhammed’in yanında olmuş ve İslam davasına bütün mal varlığı ile destek vermiş tecrübeli Hz. Ebubekir ve Mekke’nin otoriter yöneticilerinden Hz. Ömer bulunuyordu. Bu iki lider karşısında Hz. Ali’nin şansı bizce çok zayıftı. Kendisi de bunu gördüğü için bütün halifelere biat etmişti. Ayrıca Hz. Ali'nin de Halife olmak için pek istekli olmadığı kanısındayız. Zira, böyle bir hedefi olan bir şahsiyet halife olabilmek için bir çabaya ve örgütlenmeye giderdi. Hz. Ali’nin bu doğrultuda siyasi bir faaliyet içinde olduğuna dair bir bilgiye rastlayamadık. Ancak, Hz. Ali iyi bir savaşçı, iyi bir din bilgini ve iyi bir filozoftu. Bunu diğer üç halife de onaylamaktadır. Nitekim, önceki halifeler din konusunda kendisinden görüş aldıktan sonra karar veriyorlardı. Bu da Hz. Ali hakkında yukarıda söylediklerimizi doğrulamaktadır.

Burada ikinci parentezi de Hz. Ali’nin kendisinden önce halife olan Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman döneminde yapılan fetih ve ganimet savaşları hakkındaki tutumu için açmak istiyoruz. Kaynaklara göre, Hz. Ali'nin kendilerine saldırı yapılmadan girişilen fetih ve savaşları onaylamadığı noktasındadır. Zira, meşru savunma dışında ya da sırf ganimet elde etmek için yapılan savaşlar Kur’an’a aykırıydı. Bizim yorumumuza göre, bu savaşlarda yer almamasının nedeni de budur. Bunun gerekçeleri de şu ayetlere dayanıyordu:
                                                                                                                                                Sayfa 5

BAKARA suresi 256. Ayet: “ Dinde baskı ve zorlama yoktur”
İSRA suresi 54. Ayet: “ Biz seni onların üzerine vekil göndermedik”
ŞURA suresi 48. Ayet: “Biz seni onlara bir bekçi göndermedik”
GASİYE suresi 21 ve 22. Ayeti: “Şüphe yok ki, sen ancak bir öğüt vericisin. Sen onların üzerinde bir bekçi ya da gözetleyici değilsin”
ENAM suresi 151. Ayet: “Haklı olmadıkça cana kıymayın. Allah bunu size haram etmiştir.”
FURKAN suresi 68. Ayet: “Onlar Allah’ın yanında başka bir tanrı tutup, ona tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar.”
MAİDE suresi 32. Ayet: “Kim cinayet işlememiş veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamış bir kimseyi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim birsini ölümden kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur.”

Hz. Ali, Kur’an’ın bu hükümlerine dayanarak halifeliği döneminde de fetih, talan ve ganimet savaşlarına onay vermemiştir. Bu da İslam dini konusunda otorite ve bilgin olduğunu göstermektedir.
Hz. Muhammed’den sonra, Hz. Ebubekir iki yıl (632-634), Hz. Ömer on yıl (634-644), Hz. Osman on iki yıl (644-656), Hz. Ali beş yıl (656-661) halifelik yaptılar. Hz. Ebubekir dışında Hz. Ömer, Hz, Osman, Hz. Ali halifelik görevlerini yaparken şehit edildiler.

EMEVİLER DÖNEMİ

Hz. Ali, Hz. Osman’ın 656 yılında şehit edilmesinden sonra, kendi iradesi dışında gelişen olaylar neticesinde halife oldu. Ancak, halifelik dönemi iç çatışmalar ve savaşlarla geçti. Ümeyye oğullarından Şam valisi Muaviye onun halifeliğini kabul etmedi. Muaviye, Hz. Ali 661 yılında hariciler tarafından şehit edilene kadar mücadelesine devam etti. Hz. Ali’den sonra da halifeliği zorla ele geçirerek Emeviler hanedanlığını kurdu. Halifeliği döneminde Hz. Ali ve ailesine hutbelerde hakaretler ve beddualar okutturdu. Ehlibeyt mensuplarına baskı ve işkenceler ise, olağan olmuştu. Bunun üzerine ehlibeyt mensupları merkezi yönetime uzak ve denetimi zor olan bölgelere göç ettiler. Bu bölgelerin başında Horasan, Deylem ve Taberistan geliyordu. Hz. Ali’yi sevenler ise, küfür ve beddualardan sonra mescitlere gitmez oldular. İbadetlerini evlerinde yapmaya başladılar. Bu da İslam’da kırılmalara ve bölünmelere neden oldu. İşte, Alevilik de bu olaydan sonra filizlenip,  kökleşmeye başladı. “Alevilik” kelime  olarak “Ali’ye mensup” olanlar ya da “Ali taraftarları “ anlamlarına geliyordu. Ancak, aradaki ayrılık iktidar mücadelesine dayanmakla birlikte, İslam dininin uygulamasında ve yorumunda da farklılıklar bulunuyordu. Bu ayrılıkları kısaca açıklayalım:

1-Muaviye ile başlayan Emeviler döneminde İslam’ın özünden uzaklaşıldı. İslam’ın özü ve esası olan hak, adalet ve yoksullara yardım yerine, bir zümrenin, bir grubun çıkarları esas alındı.
2- Halifelik seçimi bir meclis yerine, babadan oğula ya da Emevi sülalesine geçmeye başladı. Halifelik saraylara taşınarak, halkla olan bağlar koparıldı.
3-Halifelik makamı “Allah’ın yeryüzündeki temsilciliği” olarak kabul edildi. Halifenin baskı ve zulüm politikaları bir hak olarak görüldü.
4-İnsanların fiilleri “Kader” olarak değerlendirildi. Fakirlik ve zenginlik “kader’in bir parçası olarak takdim edildi.
5-İbadetler imandan sayılarak, İslam dini sadece şekli olarak yerine getirilen bir din olarak sunuldu.
6-Arap kavmi dışında kalan Müslüman kitle, köle anlamına gelen “Mevali” olarak kabul edildi. Arapların onlarla evlenmesi yasak edildiği gibi, bir mevalinin arkasında namaz  dahi kılınmıyordu. Mevali denilen Müslümanlara devlet yönetiminden görev de verilmiyordu.
7-Mescitler, sorunların tartışıldığı, ortak kararların alındığı bir mekandan çıkarılarak, halifenin istek ve taleplerinin yerine getirildiği merkezlere dönüştürüldü.
8-Kendisine destek vermeyen farklı mezhep ve ekol taraftarlarına zulümler ve katliamlar yapıldı. (Kerbela'da, Ehlibeyt mesuplarına ve taraftlarlarına yapılan katliam en bilinenidir)
9-Mescitlerin sadeliğine son verilerek gösterişli, şatafatlı mekanlara dönüştürüldü. Kiliseden esinlenerek mescitlere minareler eklendi.
                                                                                                                                                    Sayfa 6

Yukarıda Emeviler döneminde İslam’da yapılan değişiklikleri ve ilaveleri ele aldık. Bunlar teker teker ele alındığında hepsinin de Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği İslam dinine aykırı olduğu görülecektir. Kısaca özetleyecek olursak, Emeviler döneminde adeta yeni bir din yaratıldı. Yani, İslam İslam olmaktan çıkarılmıştı. Ümeyye oğulları Mekke’deki krallıklarını büyütmüş, imparatorluğa geçmişlerdi. Zaten, Muaviye’nin danışmanlarının çoğunu da Bizans döneminde Suriye’de yöneticilik yapan Hıristiyan kökenliler oluşturuyordu.

Emeviler döneminde işgal ve feth edilen bölgelerde çok büyük katliamlar ve zulümler yapıldı. Mekke ve Medine şehirleri bile işgal edilerek halk kılıçtan geçirildi. Mekke günlerce mancınıklarla ateş altına alındı. Kabe, mancınık ateşi ile yakıldı. Emeviler, deyim yerindeyse, Haşimi sülalesine mensup olan Hz. Muhammed’den ve ehli beyt’inden intikamını alıyordu. Mekke’yi Hz. Muhammed’e teslim etmişlerdi ama, otuz yıl sonra İslam devletini ele geçirerek, yüz Mekke’ye bedel şehirlere sahip olmuşlardı. Küçük saraylardan, çok daha büyük saraylara taşınmışlardı.

Emevilerin bu saltanatı yaklaşık olarak doksan yıl sürdü. Her zorba diktatörlüklerin bir sonu olduğu gibi, onların da miyadı dolmuştu. Miladi 746 yılında Horasan’lı Eba Müslim önderliğinde ayaklanan bir ordu dört yıl süren savaş ve çatışmalardan sonra Emevilerin saltanatına son verdi. Emevi hanedan mensupları idam edildi. Onların yerine iktidar Hz. Muhammed’in amcası olan Abbas oğullarına geçti.

EHLİBEYT MENSUPLARI

Emevilerin iktidarında Ehlibeyt mensuplarının baskı ve takiplerden kurtulmak için uzak bölgelere göç ettiğini belirtmiştik. Buralarda dergah ve zaviyeler kuran ehlibeyt mensupları Emeviler’in içini boşalttığı dini yeniden aslına ulaştırmak için yoğun mücadele yürüttüler. Bu mücadeleler sonucunda, DEYLEM, GİLAN ve TABERİSTAN’lılar eski dinleri Mecusiliği terk ederek Müslüman oldular. Ehlibeyt taraftarlarına destek veren bu bölgelerde ileriki yıllarda ilk Alevi devletleri kurulacaktı. Bölgede kurulan alevi devletlerinin etkisi on altıncı yüzyıla kadar devam edecekti.

Emevi hanedanlığının yıkılıp, yerine Abbasi hanedanlığının kurulması ile ehlibeyt mensupları üzerindeki baskı ve takipler sona ermişti. Ancak, bu ortam çok uzun sürmedi. Zira, Abbas oğulları da iktidarlarına en büyük rakip olarak ehlibeyt mensuplarını görmeye başlamıştı. Onlar da Emeviler kadar olmasa da, Ehlibeyt mensuplarını takip ve gözetim altında tutmaya başladılar. Bazan iyi bazan kötü olan bu ilişkiler on birinci yüzyıla kadar devam etti. Miladi 1029 yılında, Abbasi halifesi Kadir Billah imparatorluk içindeki farklı İslam ekol ve mezheplerini dörtle sınırlandıran kararlar aldı. Bu mezhepler şunlardı: Hanefilik, Malikilik, Şafiilik, Hanbelilik. Halife bu mezheplerin dışındakileri İslam dışı sayarak yasakladı. Dört mezhep dışındaki inançlılara karşı takip, cezalandırma, hapis ve idama varan cezalar uygulandı. Halifenin bu uygulamalarına en büyük desteği Gazneliler devletinin kurucusu olan Sultan Mahmut veriyordu. Gazneli Mahmut, Horasan ve kontrolü altındaki bölgelerde Halifenin kararlarını aynen uyguladı. Dört mezhep dışında kalan ekollere ait dergah, mescit ve zaviyelerin hepsini yıktırdı. Kütüphanelerini ise, yağmalayarak çoğunu da yaktırdı.
                                                                                                                                                      Sayfa 7

Abbasi halifeliğinin bu baskı ve takipleri sonucunda sayıları yaklaşık yetmişin üzerinde olan İslam ekolleri yaşama şansı bulamadı. Bunlardan sadece Şiilik ve on iki imam Aleviliğini savunanlar ayakta kalabildi. Şiiliğin İsmailiye koluna mensup olan Fatimiler 10. yüzyılda Mısır’da başlarında imam olarak Hz. Hasan'ın torunlarının bulunduğu ayrı bir halifelik kurdular. Kurdukları bu devlete Hz. Muhammed’in kızı ve Hz. Ali’nin eşi Hz. Fatıma’dan esinlenerek “FATİMİLER “adını verdiler. Fatimiler bilimde, sanat’da ve edebiyat alanında önemli eserler ortaya koydular. Kahire’de EL-EZHER üniversitesini kurdular. Bu üniversite İslam ilimleri ve Fen bilimleri üzerine eğitim veriyordu. Fatimiler devleti Abbasiler ile girdiği mücadeleyi iç çekişmeler nedeniyle devam ettiremedi. Miladi 910 yılında kurulan devlet 1171 yılında son buldu. Böylece Abbasilerin kurumsallaştırdığı İslam’ın “EHLİ-SÜNNET” yorumu bütün İslam coğrafyasına hakim oldu. Abbasilerin bu üstünlüğü elde etmesine Gazneliler devleti ve onun yerine  Selçuklular devletini kuran Oğuz Türkleri de büyük destek verdiler.

ALEVİLİĞİN DOĞUŞU ve HACI BEKTAŞI VELİ

Alevilik inancı bölgelere ve kavimlere göre bazı farklılıklar göstermektedir. Örneğin Arap Aleviliği olarak bilinen Nusayrilik ile benzerlik bulunmasına rağmen ibadetlerde farklılıklar bulunmaktadır. Biz Türkiye’deki Alevilerin büyük çoğunluğunun kabul edip, uyguladığı ve inancın önderi durumunda olan Hacı Bektaş Veli’nin İslam yorumunu, ya da Alevi anlayışını esas alacağız. Zira, Hacı Bektaş Veli Türkiye’deki Alevilerin büyük kısmı tarafından kabul edilen bir din önderidir. O nedenle, Hacı Bektaş Veli’nin İslam anlayışını özetlersek, Anadolu Aleviliğini de anlatmış olacağız.  
Hacı Bektaşı Veli, 1209 yılında Horasan bölgesinin Nişabur kentinde dünyaya geldi. Esas ismi Seyyid Muhammed olup, babasının adı Seyyid Mehmet’dir. Babasının soyu on iki imamların 7. Olan Musa Kazım’a dayanmaktadır. Dönemin önemli alimlerinden olan Lokman Parende’den dersler almıştır. Moğolların 1221 yılında Horasan bölgesini işgal etmeleri üzerine İran’ın batı bölgelerine göç etmiştir. Göç ettiği yerlerde Hasan Sabbah’ın temsil ettiği Şiiliğin İsmaililik koluna mensup şeyh-derviş-dailerle tanıştı. Ayrıca, Yesevilik, Kalenderilik, Hayderilik gibi tasavvufi tarikatların görüşleri hakkında da bilgi sahibi oldu. Velayetname’ye göre, Hacı Bektaşı Veli Anadolu’ya gelmeden önce Necef’de Hz. Ali türbesini, Mekke’de Kabe’yi ziyaret etmiştir. Anadolu’ya Zülkadriyye (Elbistan-Maraş) üzerinden gelerek Suluca Karahöyük’e yerleşmiştir.
                                                                                                                                                  Sayfa 8

HACI BEKTAŞ VELİ’NİN İSLAM ANLAYIŞI

Hacı Bektaş Veli’nin İslam anlayışını açıklamadan önce, din bilgini-ilahiyatçı ve felsefeci Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk hocanın Hacı Bektaş Veli hakkındaki yorumu yararlı olacaktır. Yaşar Nuri hocanın görüşü şöyle:

 “ Hacı Bektaş Veli, Evrensel bir kitap olan Kur’an’ı Kerim’e getirilen Arap-Acem (İran) yorumunu değişmez olmaktan çıkarmış ve ona Türkmen yorumu getirmiştir ki, bu Türkmen yorumu Kur’an’a getirilen Arap ve Acem yorumundan çok daha mükemmeldir. Ve Kur’an’ın ruhuna çok daha uygundur. Kur’an’ı Kerim evrensel bir kitaptır. İnsanlığa verdiği şeyleri Arap anlayışı ve mentalitesiyle sınırlamak, dondurmak yanlıştır. Çağlar boyu bu yapılmıştır. Hacı Bektaş Veli bu tabuyu kıranlardan biridir.”

Yaşar Nuri hocanın bu görüşleri bize göre çok önemlidir. Zira, Hacı Bektaş Veli, Kur’an’ı kendi gelenek ve göreneklerine göre yorumlayan ve İslam coğrafyasına hakim olan Arap görüşünün üstünlüğüne son vermiştir.  Arapça din eğitimini zorunlu kılan ve Arapça’yı kutsal bir dil gibi sunan bağnaz görüşü yerle bir etmiştir.  Hacı Bektaş Veli’nin bunu yapması  Kur’an’da yer alan ayetlerle de gayet uyumludur. Zira, Kur’an’da ayetlerin neden Arapça dili ile indirildiği şöyle açıklanmaktadır:

FUSSİLET SURESİ : 44. Ayet: “Biz bu Kur’an’ı yabancı bir dille meydana koysaydık, “”Ayetlerin açıklanması gerekmez miydi ? Bir Arap’a yabancı bir dille söylenir mi ?” diyeceklerdi.”

İBRAHİM SURESİ : 4. Ayet: “Her peygamberi apaçık anlatabilmesi için kendi milletinin diliyle gönderdik.”

YUSUF SURESİ : 2.Ayet: “Biz onu anlayabilesiniz diye Arapça okunmak üzere gönderdik.”

Ayetlerin anlamı gayet açıktır. Yani, ayetlerde  “Siz Arap kavminden olduğunuz ve Arap’ça konuştuğunuz için Kur’an sizin bildiğiniz ve anladığınız dil olan Arapça ile gönderilmiştir.” denilmektedir. Bunun anlamı şudur: Eğer sizin diliniz Arapça değil de bir başka dil olsaydı, o dilde size inecekti. Hacı Bektaş Veli’nin  yaptığı da bu nedenle Kur’an’la uyumludur. Zira, dini bilgileri öğrettiği kitle Türkçe bilmektedir. Dolayısıyla, İslam’ı o kitleye öğretebilmek için onların bildiği ve konuştuğu dil olan Türkçe ile hitap etmesi gerekiyordu. Alevilik’deki ibadet dilinin ve duaların Türkçe okunmasının nedeni de budur. Şüphesiz, diğer milletlerin de kendi dillerinde ibadet ve dua etmesi de Kur’an’a uygundur.

Sonuç olarak, Kur’an’ın Arap’ça inmesi o dile bir üstünlük sağlamadığı gibi, o dili kutsal bir dil de yapmaz.
Alevilik’deki Türkçe ibadeti bu şekilde izah ettikten sonra, Hacı Bektaş Veli’nin İslam anlayışına geçebiliriz.

Hacı Bektaş Veli’nin İslam anlayışının özünü Tanrı sevgisi, insan sevgisi ve ehlibeyt sevgisi oluşturur. Hacı Bektaş Veli’nin öğretisinde din, mezhep ayırımı yoktur. Onun için aslolan insandır. İnsan yaratılmışların en üstünüdür. Çünkü, Tanrı insanlara akıl ve onu kullanmayı vermiştir. Akıl olmadan iman edilmez. İman akıl ile olur. Ameller, yani ibadetler imandan sayılmaz. (Ehli-Sünnet İmamlarından Ebu Hanife de aynı görüştedir.) Hünkar bunu şöyle ifade eder: “Namaz kılmasam, oruç tutmazsam imanım gitmez.” Hünkar Hacı Bektaş Veli, Makalt-ı Gaybiyye ve Kelimat-ı Ayniyye adlı eserin” Nasihatlar”  bölümünde “ Ey ulular ulusu, biz bu yolun hakikatini öğrenmek isteriz.” sorusuna şöyle cevap verir:

“Bu yola girmenin ilk mertebesi imandır. İmanın ilk şartı ise, kelime-i şahadet getirmektir. Şimdi şöyle bilmek gerek ki, Rahmanın aslı imandır. Ve şeytanın aslı fenalıktır. İman akıl üzerindedir. Akıl sultandır. Sultan giderse naip (Vezir-vekil) de duramaz. İman bir hazinedir. İblis bir hırsızdır. Akıl haznedardır. Haznedar giderse, hırsız da hazineyi çalar. Bir söze göre, insan koyundur. Akıl çobandır. Ve iblis kurttur. Çoban giderse kurt koyunu ne yapar ? Yaradan Tanrıya inanmak imandır. Ve emrini tutmak da imandır. Sakın, dediğinden sakınmak Tanrı’ya inanmaktır.”
                                                                                                                                               Sayfa 9

Hünkar’a ait yukarıdaki sözler ne kadar yalın ve ne kadar basit bir anlatım. Halkın anlayabileceği bir dille imanı çok güzel ifade etmiş. Bundan daha güzel bir anlatım olamazdı. Aklı kullanmakla ilgili sözleri de tamamen Kur'an'la uyumludur. Kur'an'da aklın kullanılması ile ilgli en açık ayet BAKARA suresinin 44. Ayetidir. Ayet Şöyledir:

" İnsanlara hayırda erginliği-dürüstlüğü emredip de, benliklerinizi unutuyor musunuz ? Üstelik de kitabı okuyup, durmaktasınız. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız ?"

Hacı Bektaş Veli’nin Tevhid anlayışı da insan merkezlidir. Makalat adlı eserinde insanı ruh ve beden olarak ikiye ayırır. Alemde ne varsa, insanın bedeninde var olduğunu, Tanrının sıfatlarında bulunan ne varsa, insanın ruhunda da bunların var olduğunu belirtmiştir. Arifin Tevhidi bölümünde şöyle denilmektedir:

“Yedi kat gök vardır.Ten dahi yedi kattır. Et, damar, kan, sinir, kemik, ilik ve kıl. Dolayısıyla dört ateş vardır. Birincisi taş ateşidir, Tanrı buyruğudur. Yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden sakının. O kafirler için hazırlanmıştır. İkincisi ağaç ateşidir. Tanrı buyruğudur. Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O’dur. Üçüncüsü yıldırım ateşidir. Tanrı buyruğudur. Gürültü ve Yıldırımlar… Dördüncüsü Tamu (Cehennem) ateşidir. Tanrı buyruğudur. İnsana gelince, onda da dört ateş vardır. İlki mide ateşi, ikincisi şehvet ateşi, üçüncüsü soğukluk ateşi, Dördüncüsü muhabbet ateşidir. “
Hacı Bektaş Veli’nin tevhid anlayışı da Kur’an’a uygundur. Bakara suresinin 156. ayetinde şöyle denilmektedir:

“Onlar der ki, biz Tanrıdan geldik ve sonunda ona döneceğiz.”

Hacı Bektaş Veli’nin aynı eserinde insanlar dört gruba ayrılmıştır. Abidler, Zahidler, Arifler ve Muhipler.
ABİDLER: Bu çeşit insanlar haset, dedikodu, cimrilik ve düşmanlık yapan kimselerdir.
ZAHİDLER: Tarikata tabi olanlardır. Olgun insanlardır. Nefislerini ve hırslarını yenen kimselerdir.
ARİFLER: marifet sahibidirler. Marifetin sembolü temiz, duru ve arı sudur. Her girdiği kabın şeklini alır. Marifet sahibi olanlar yanlışlardan kaçarlar ve su gibi aziz olurlar.
MUHİPLER: Bunlar hakikat topluluğudur. Toprak gibi alçak gönüllü, tevazuu sahibi ve olgun insanlardır.

ALEVİLİK’DE  İBADETLER

Alevi İslam anlayışının ehli-Sünnet mezheplerinden ayrıldığı en önemli konulardan biri de ibadetlerdir. Alevilerin en çok eleştirilen İslam anlayışından biri de budur. “Neden namaz kılmazlar ?”, “Neden Ramazan orucunu tutmazlar ?”, “Neden hacca gitmezler ?” Bu konuları teker teker ele alıp cevaplar vereceğiz.

Önce namazdan başlayalım. Namaz, Farsça kökenli bir kelime olup, “Dua “ “Niyaz etme” anlamındadır. İranlılar “namaz kılmaya gidiyorum” demezler. “Namaz han mi reftem” derler. Yani “dua okumaya-niyaz etmeye gidiyorum” derler. Alevilerin en önemli ibadetleri Cem’lerdir. Camiilerde namaz’da ne yapılıyorsa, Cem ibadetinde de hepsi vardır. Yani, secde (yere kapanmak), rüku (Öne doğru eğilmek), kıyam (ayakta durmak), ka’de (oturmak) ve Kur’an ayetleri okumak dahil hepsi yapılmaktadır. Fatiha suresi, İhlas suresi, Nur suresi okunur. İki rekat namaz kılınır. Namazda asıl amaç Allah’ı anmak ve zikretmektir. Cem’lerde bu sık sık yapılmaktadır. Dolayısıyla, “Aleviler namaz kılmaz” iddiası dayanaktan yoksundur. Ve gerçekçi de değildir. Sonra, ehli sünnet mezhep mensuplarının kıldığı gibi namaz kılmamak bir suç mu ? ya da bir eksiklik mi ? Ritüeller farklı olabilir ama, nihai amaç aynıdır. Allah’a yakınlaşmak için yapılan bir ibadettir. Gerisi tefereuattır. Kaldı ki, Camii’lerden farklı olarak katılımcılardan rızalık alınmakta ve suçlu olanlar ve büyük günah işleyenler Cem’lere alınmazlar. Camii’lerde böyle bir uygulama var mı? Kadın-erkek ibadeti birlikte yapar. Orada cinsiyet ayırımı yapılmaz. Erkeklerin hepsi “can”, kadınların hepsi “bacı”dır. Dolayısıyla herkes orada eşitlenir.
                                                                                                                                                  Sayfa 10

Namaz vakitlerine ve rekatlarına gelince; bu da tartışmalı bir konudur. Alevi İslam anlayışına göre, namaz vakitleri üç, rekatları ise ikidir. Namazla ilgili en açık ayet Bakara suresinin 238 ve 239. Ayetleridir.

“Namazlar-duaları orta namazı-orta duayı koruyun. Tam bir saygıyla Allah’ın huzurunda kıyam edin! Bir korku ve endişe duyarsanız yürüyerek veya bir binit üzerinde yerine getirin.”

Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, orta namaz-orta dua ile günde üç vakit dua-namaz olduğu belirtilmektedir. Ancak, beş vakit dua ya da namaz kılınmasında da bir mahsur yoktur. Allah ile kul arasındaki ibadete karışılamaz.

Alevilerin ibadetlerini haftada bir kez yapmasına gelince. Bunun iki nedeni bulunmaktadır. Birinci nedeni; Emevilerin iktidarında, Mescitlerde ehlibeyt mensuplarına hakaret ve beddua edilmesidir. İkinci nedeni, gerek Horasan bölgesinde, gerekse Anadolu’da insanların her vakit gidebilecekleri mescitlerin bulunmamasıdır. Zira, insanların büyük çoğunluğu konar-göçer hayat yaşıyordu. Alevi din önderleri buna pratik bir çözüm olarak perşembeyi Cuma’ya bağlayan geceyi ibadet günü olarak belirlemişlerdir. Bu ibadet şeklini de Kur’an’da yer alan ayetlere dayandırmışlardır. Zira, Hz. Muhammed’de Mekke’de putperestlerin baskıları nedeniyle ibadetlerini inananlarla birlikte evlerinde yerine getiriyorlardı. Konuyla ilgili ayetler şunlardır:

MÜZEMMİL SURESİ : 20. Ayet : “Ey Muhammed! Rabbin senin gecenin üçte ikisi kadarını. bazen da gecenin yarısını, bazen da gecenin üçte birini seninle beraber bulunan topluluk ile birlikte ibadetle geçirdiğini bilir.”

Müzemmil suresi Hz. Muhammed’e Mekke’de inen surelerin üçüncüsüdür. Yani Hz. Muhammed’in İslamiyeti tebliğ etmeye başladığı yıllardır. Dolayısıyla, Müslümanlar müşriklerden çekindikleri için, ibadetlerini evlerde yapmaktadırlar. Bu evlerden biri de hadislerde yer alan Erkam Bin Ebul Erkam’ın evidir.

Alevilerdeki Cem ibadeti gecenin başlangıcından, gecenin yarısına kadar devam eder. Bugün ki zaman dilimi ile söyleyecek olursak, 5-6 saat sürer. Yani, Cem ibadetinin kaynağı da Kur’an’dır.  
Cemlerde çerağ yakılması da Kur’an’da yer alan Nur suresinin 35 ve 36. Ayetlerine dayanmaktadır. İlgili ayetler şöyledir:
                                                                                                                                               Sayfa 11

NUR SURESİ : 35. Ayet : “Allah göklerin ve yerin Nur’udur. O’nun Nur’u içinde ışık bulunan bir kandile benzer. O ışık bir cam içindedir. Cam da sanki inci gibi parlayan bir yıldız gibidir. Bu, ne yalınız doğuda, ne de batıda bulunan bereketli zeytin ağacından yakılır. O’nun yağı kendisine bir ateş dokunmasa bile, hemen ışık verir. Bu ışık Nur üstüne Nur’dur. Allah dilediğini Nur’una kavuşturur.”

NUR SURESİ: 36 Ayet: “Bu ışık Allah’ın yüksek tutulmasına ve içlerinde adının anılmasına izin verildiği evlerde yakılır. Onlar burada sabah, akşam O’nu tesbih ederler.”
Cem ibadetinin başında Kandiller (Çerağ) dua ile yakılır. Cem’in sonunda da dua ile söndürülür. Bu ayetler de Cem ibadetinin Kur’an’a uygun olduğunu teyit etmektedir.

ALEVİLİK’DE ORUÇ

Aleviler yılda iki kez oruç tutarlar. Birincisi Hızır orucu, ikincisi Muharrem orucudur. Hızır orucu üç gün, Muharrem orucu ise on iki gündür. Muharrem orucu Kerbela’da şehit olan ehlibeyt mensupları ve birlikte bulunanları anmak için tutulur. Bir matem-yas tutma orucudur. Muharrem ayında herhangi bir canlı hayvan kesilmez ve tıraş olunmaz. Orucun sonunda aşure yapılarak bütün komşulara ikram edilir. Hızır orucu ise, Şubat ayının 13-14-15. Günleri tutulur. Oruç sonunda çörekler yapılır ve komşularla paylaşılır. Hızır orucu İnsan suresinin 7-8-9. Ayetleri ve Bakara suresinin 203. ayetine dayanmaktadır. İlgili ayetler şöyledir:

İNSAN SURESİ: 7-8-9. Ayetleri: “Onlar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğe yayılan bir günden korkarlar. Onlar canları çektiği halde, (ihtiyaçları olduğu halde) yemeklerini yoksula, yetime, esire veririler. Onları doyururlar. Biz sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir şükür istemeyiz.”

BAKARA SURESİ: 203. Ayet: "Sayılı günlerde Allah'ı zikredin"

Bu ayetlerin iniş gerekçesi de şöyle anlatılır:

“Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin bir gün hastalanırlar. Üç gün yemeden, içmeden baygın bir şekilde yatarlar. Hz. Fatıma çocuklarının bu haline çok üzülür ve Hz. Muhammed’in yanına gider. Babasına ne yapması gerektiğini sorar. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Kızım niyet edin üç gün nezir orucu tutun “ der. Hz. Fatıma eve gelir, durumu Hz. Ali’ye anlatır. Ve niyet edip orucu tutmaya başlarlar. Akşam tam oruçlarını açacakları zaman kapı çalınır. Kapıyı açarlar. Gelen bir yoksuldur. “Ya Ali ben bir yoksulum kaç gündür açım. Bana yiyecek verir misin ?” der. Hz. Ali ve Hz. Fatıma yiyeceğin çok az bir kısmını kendilerine ayırdıktan sonra, geri kalanını yoksula verirler. Orucun ikinci günü sofrayı hazırlarlar. Tam oruçlarını açacakları zaman kapı yine çalınır. “Ya Ali ben bir yetimim çok açım bana yiyecek verir misin ?” der. Hz. Ali ve Hz. Fatıma, hazırladıkları yemeğin çok az bir kısmını kendilerine ayırdıktan sonra, geri kalan yemeği yetime verirler. Üçüncü gün de aynısı olur. Bu kez gelen bir esirdir. Yine yemeğin çok az bir kısmını kendilerine ayırırlar. Geri kalanını esire veririler. Esir gittikten sonra, kapı tekrar çalınır. Bu kez gelen Hz. Muhammed’dir. “Orucunuz nasıl geçti ya Ali” der. Hz. Ali de “ Sana ayandır. Ya Allah’ın resulü, Allah rızası için üç gün oruç tuttuk. Birinci gün bir yoksul, ikinci gün bir yetim, üçüncü gün de bir esir geldi. Yiyeceklerimizi onlarla paylaştık” der. Hz. Peygamber, “Gelenler kimdi ? Tanıdın mı ya Ali “der. “Sana ayandır ya Allah’ın resulü”  cevabından sonra, Hz. Muhammed, “Gelen Hızır’dı. Sabrınızı ölçtü, Ya Ali” der.

Alevilik’de Hac ve umre ziyaretleri için herhangi bir kısıtlama ya da karşı çıkma gibi bir duruş yoktur. Hatta, Velayetname’ye göre, Hacı Bektaş Veli Necef’de bulunan Hz. Ali’nin türbesini ziyaret ettikten sonra, Mekke’ye giderek hac görevini de yerine getirmiştir. Ancak, o dönemde hac yolculuğu çok uzun ve meşakkatli olduğu için, buna pratikte de bir çözüm getirilmiştir. Cem ibadetinde Semah’dan önce Kabe’yi temsilen meydana büyük bir seccade serilir. Semahçılar bu seccadenin etrafında dönerler. Buradaki semah Kabe ziyaretini temsil etmektedir.
                                                                                                                                                  Sayfa 12

Sonuç olarak, Aleviler İslam’ın özü olan Allah’ın birliğine, peygamberlere, ahirete, kutsal kitaba ve meleklere iman etmektedir. İslam dininin ibadetlerini yerine getirmektedir. Abbasi halifesinin bin yıl önce zorla kabul ettirdiği "Dört mezhep Hak Mezhep, bunun dışındakiler Batıl'dır" anlayışını  bugün de devam ettirmek kimsenin yetkisinde değildir. Buna bağlı olarak Aleviliği, farklı yorum ve ibadetlerden dolayı  Abbasi halifesinin kararına dayanarak, İslam dışı gibi göstermek hiç kimsenin hakkı da değil, haddi de değildir. Hakk’ın yaşamasına ve inancını yerine getirmesine müsade ettiğine, Abbasi halifesi dahil, hiç bir kul'un  müdahale etmesi kabul edilemez. Zira, bu yüce yaradana şirk (ortak) koşmakla eşdeğerdir. Ahiret’de bağışlanamayacak suçlardan biri ve en başta gelenidir. Bunu bazı Ebu Cehil’lere hatırlatmak istedik.


Alevilik el kitapçığımızı Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin veciz sözleri ile tamamlayalım.

-İLİMDEN GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR.
-KIZLARINIZI OKUTUNUZ, ÇÜNKÜ ONLAR GELECEĞİN ANNELERİDİR.
-GEÇMİŞ ZAMANLA UĞRAŞMAK, KALAN ZAMANI BOŞA HARCAMAKTIR.
-ALÇAK GÖNÜLLÜ OLMADAN KALPLER KAZANILMAZ.
-SABIR OLMADAN MURADA ERİLMEZ.
-YETMİŞ İKİ MİLLETE AYNI GÖZLE BAKARIZ.
-ELİNE, DİLİNE, BELİNE SAHİP OL

Yazan: Hamdullah Dedeoğlu
15.03.2020

Kaynaklar:
-Bektaşiliğin iç yüzü, Tevfik Oytan
-Mustafa Şişman, Hacı Bektaş Veli
-Hacı Bektaş Veli, Makalat, Velayetname
-Mustafa Cemil Kılıç, Kur'an'daki Alevilik
-Prof. Dr.Yaşar Nuri Öztürk, Kur’an’ı Kerim Meali
-Prof. Dr.Yaşar Nuri Öztürk, İmam Azam Savunması
-Diyanet vakfı İslam ansiklopedisi
-M. Asım Köksal, Hz. Muhammed ve İslamiyet
-Prof. Dr. Bahattin Kök, Gazneli Mahmut -Abbasi halifesi EL-KADİR arasındaki ilişkiler adlı makalesi, 1998, EKEV, Akademi dergisi
-Maşide Kamit, Abbasi halifesi Kaim Biemrillah'ın hilafetinde Sünni-Şii iktidar mücadelesi adlı makalesi, 2014


















Popular