TUFAN
GÜNDÜZ’ÜN “SON KIZILBAŞ- ŞAH İSMAİL” KİTABINA
CEVABIMDIR: MEZHEPÇİ
BAKIŞ TUFAN HOCAYI KÖR ETMİŞ
Bir
bilim adamı ve tarihçi olarak tanıdığımız Prof. Dr. Tufan
Gündüz’ün “Son Kızılbaş-Şah İsmail” isimli kitabını
merak ederek okumak istedim. Kitabı okuyup bitirdiğimde, bir bilim
insanından beklenen “tarafsız” ve “objektif olma”
ilkelerini göremediğimi hemen belirtmeliyim. Tufan hocanın
kitabını, kızılbaş düşmanı meşhur İdrisi Bitlisi’nin
gözüyle yazdığını söylersek abartılı olmayacağı
kanısındayım. Kitapla ilgili eleştirilerimi aşağıda maddeler
halinde açıklayacağım. Temennim bir bilim adamının bu
eleştirileri dikkate almasıdır.
TUFAN
HOCA ÖNYARGILI
1.
Tufan hoca Kızılbaş (Alevi) ve Şah ismail hakkında ön
yargılıdır. Daha kitabın ilk sayfasına Şah İsmail’e ait
olduğu belirtilen şu beyitleri koymuş.
“
Ali İsmail’em geldim seyran
eyledim.
Zülfikar
durmaz kınında yüz bin kan eyledim.”
Bu
beyitleri ilk okuyan ve Hz. Ali’nin cengaverliğini bilmeyen
birisi, Şah İsmail’i kan emici ve kan dökücü olarak algılar.
Oysa, bu beyitlerde anlatılmak istenen Hz. Ali ile sembolleşen
Zülfikar kılıcının keskinliği ve Hz. Ali’nin yiğitliğidir.
Hz. Ali’nin cengaverliği sayesinde, islam toplumu bir çok kez
katliamlara ve yenilgiye uğramaktan kurtulmuştur. Bunlardan
bazıları, Bedir, Uhut, Hendek ve Hayber kalesinin fethindeki
kahramanlıklarıdır. İslam tarihini az çok okuyan herkes bunu
bilir. Şah İsmail de kendi soyunu Hz. Ali’ye dayandırdığı
için, bir benzetme yapmış. Sonuçta bu bir şiirdir. Şairler bu
tür benzetmeleri sık sık yaparlar. Dolayısıyla, Şah İsmail’in
yüzlerce şiirinden yukarıdaki beyitleri seçerek kitabının baş
sayfasına koymasının anlamlı olduğu kanısındayım. Tufan hoca
için pek yakışık olmamış.
2.
“KIZILBAŞLAR DİNİ FANATİZMLE YOLA ÇIKMIŞLARDI.”
Tufan
hocanın ortaçağdan sanırım haberi yok. Orta çağdaki hemen
hemen bütün savaşlar “din” adına yapılmıştır. Arap
orduları İran’ı, Horasan’ı, Orta Asya’yı ve kuzey
Afrika’yı hangi gerekçeyle feth etmişlerdi. Ya da Sasanilerle,
Türklerle ve Bizanslılarla “din” adına savaşmadılar mı?
Haçlı orduları hangi gerekçeyle Anadolu’ya ve Kudüs’e kadar
gelmişlerdi ? Burada yapılan savaşlar “din” adına yapılmadı
mı ? Osmanlı da Avrupadaki fetihleri ve savaşları “din” adına
yapmamış mıydı ? Yavuz Sultan Selim’in de, Şah İsmail’e
karşı açtığı savaşın gerekçesi Safevileri “ islam
dışı-din dışı”gören anlayışına dayanmıyor muydu ?
Sayın hocam, Siz Osmanlı’daki dini ulemanın bu konudaki
fetvalarını hiç okumadınız mı ?
Şah
İsmail ile Yavuz arasındaki savaşın esas nedeni bölgenin ele
geçirilmesi ve ticaret yollarını kontrol etme mücadelesidir.
Yani, kısaca ekonomik çıkarlara dayanmaktadır. Şah İsmail’in
amacı, Akkoyunlu devletinin mirasını devralıp, onu bir
imparatorluğa dönüştürmektir.
Aynısını Yavuz da
düşünüyordu. Üstelik saldıran taraf da Osmanlı ordusudur. O
tarihte Sivas’tan sonra gelen bölge Dulkadiroğulları ve
Safevilerin hakimiyetindeydi. Çaldıran savaşı hangi devletin
toprağında oldu sayın Tufan hocam. Neden olaylara tek taraflı
bakıyorsunuz ? Siz bilim adamı mısınız, yoksa İdrisi
Bitlisi’nin tarihçi başımısınız ? Önce buna cevap verin.
Eğer bilim insanı değilseniz sizin yazdığınıza bir şey
diyemem. Okuyup geçerim. Ama, bilim adamı sıfatıyla
yazıyorsanız itiraz ederim.
3.
“ KIZILBAŞLARIN BAZILARI ŞAH İSMAİL’İ TANRI OLARAK
GÖRÜYORDU”
Tufan
hoca bu iddiaları da Venedik'li bir tüccarın anlattıklarına
dayandırmaktadır. Hoca, burada da kendisine malzeme aramış ve
bulmuş! Kızılbaşlar Şah İsmail’i hem şeyh hem de şah
olarak görüyorlardı. Yani hem dini bir lider, hem de siyasi bir
önder olarak kabul ediyorlardı. Bunu hoca bilmiyor mu ? Biz
bilmediğini varsayarak anlatmaya çalışalım. Kendisinin alevi ve
kızılbaş kültürüne vakıf olmadığı anlaşılmaktadır. Zira,
Şah İsmail soyunu Ehli beyt’e dayandırmaktadır. Bu nedenle,
kızılbaşlar Şah İsmail’e tanrı gözüyle bakmazlar. Ancak,
tanrı tarafından kendilerine bir lider olarak gönderildiklerine
inanabilirler. İkisi birbirinden çok çok farklıdır. Üstelik Şah
İsmail’in böyle bir iddiası da söz konusu değildir. Şiirlerinde
Allah, peygamber ve peygamber ailesine (Ehlibeyt) karşı sonsuz bir
sevgisi vardır. Aşağıdaki iki dörtlük de bunu açık bir
şekilde görebiliriz:
Evvel
ol Allah adı söylenir.
Cümle
ibadetin başıdır tevhid.
Pirim
şeyh Safi’den bize kalmıştır.
Sofi
kardeşlerin kanıdır tevhid.
x
x x x x x x x x x x x x
Şu
aleme bir nur doğdu.
Muhammed’in
doğduğu gece.
Yeşil
kandilden nur indi.
Muhammed’in
doğduğu gece.
Tufan
hoca sanırım Şah İsmail’in şiirlerini pek okuyamamış. Ya da
işine geleni cımbızla seçerek alıntılamakla yetinmiş.
Amacının farklı olduğu anlaşılıyor.
SAFEVİ
DEVLETİNİN KURULUŞUNA KATILAN TÜRKMENLER
4.
“ Safevi devletinin kuruluşuna Osmanlı’daki Türkmenlerden
fazla katılan olmamıştır.”
Tufan
hocanın bu iddiası kendi yazdığı kitaptaki bilgilerle
çelişmektedir. Kitabın 60. sayfasında şöyle demektedir:
“
Osmanlı merkezi yönetiminin
İran’a göç edenler konusunda teyakkuz halinde olduğu
görülmektedir. II. Bayezid’in sancaklara gönderdiği fermanlarda
meselenin özüne dair herhangi bir değerlendirme yapılmayıp
sadece İran’a giden Erdebil sufilerinin yakalandıkları yerlerde
idam edilmeleri ve mallarının müsaderesi (el
konulması) emredilmiştir.”
“....
II. Bayazid’in böylesine katı bir tutum sergilemesinin nedeni
halk arasındaki İran’a göç etme eğilimlerini sert bir şekilde
bastırmak olduğu açıkça bellidir. Bununla birlikte fermanların
sık sık yenilendiğine bakılırsa bu hususta da tam bir başarı
elde edilmediği, bazı idarecilerin sufileri yakaldıktan sonra ya
rüşvet alarak ya da mallarına el koyarak onları serbest bıraktığı
anlaşılmaktadır. “
Sayın
hocam, bu yazdıklarınızla çeliştiğinizin farkında değil
misiniz ?
Tufan
hoca, Faruk Sümer hoca’nın Safevi devletini kuran esas unsurun
Anadolu’dan ve Osmanlı hakimiyetindeki bölgelerden gittiği
görüşüne de karşı çıkmaktadır. Faruk Sümer hoca
“Oğuzlar-Türkmenler” adlı eserinde İran’a göç eden
Türkmenler hakkında şöyle yazmaktadır:
“
Safevi hareketi Anadolu’da
altıncı, fakat en devamlı ve en kalabalık bir göç hareketine
sebep olmuştur. .... Doğu Anadolu Safevi idaresinde kalsaydı, bir
müddet sonra burada TÜRKÇE'den başka bir dil konuşulmayacaktı.
Osmanlı idaresi bu bölgedeki göçebe Türk unsurunu yerinde
tutamadı.”
İran’a
giden Türkmen aşiretlerini göç ettiren gerekçelerden biri inanç
olmakla birlikte, ekonomik nedenleri de bulunuyordu. Osmanlı
bürokrasisi TÜRKMENLERİ ikinci sınıf vatandaş olarak görüyordu.
Oysa, Safevilere katılan Türkmenler orada asil ve asıl unsur
olarak kabul edildiler. Ordu komutanı ve eyaletlerde yönetici
olarak görevler üstlendiler. Safevi devletini bir imparatorluk
devletine taşıdılar. Başta Prof. Dr. Faruk Sümer olmak üzere,
tarafsız olan tüm tarihçiler de bu görüşe katılmaktadır. Ama,
Tufan hoca Osmanlı yönetimini savunmak adına tarihi gerçeklere
karşı çıkmayı içine sindirebiliyor. Ayrıca, kendi
kitabındaki bilgilerle çelişiyor. Hem “ Osmanlı’dan
Safevilere katılım azdı “ diyor, hem de “ Katılanlar
hakkında sık sık ölüm fermanları çıkarılıyordu” Yine
kendi yazdığı kitapta “ Şehzade Ahmet’in oğlu Murat 10 bin
kişilik ordusuyla Nur Ali’ye (Safevi komutanı) katıldı”
diyor. Hangisi doğru hocam ?
5.
PARA SİKKELERİNDEKİ YAZILAR VE ÜÇ HALİFE’YE LANET OKUNMASI
Tufan
hoca kitabındaki görüşlerini Şah İsmail’e
ve Safeviler’e muhalif ve düşman olan çevrelerin yazmış
olduklarına dayandırmaktadır. Safevi kaynaklarını ise, çok az
kullanmış. Örneğin para sikkelerinde “ La ilaha illallah Ali
Veliyullah” yazıldığını belirtmiş. Bunu da yine Safevilere
muhalif olan tarihçilere dayandırmaktadır. Oysa şah İsmail’in
bastırdığı paralarda “ La ilaha İllallah, Muhamed’en
Resullah, Ali’yi Veliyullah” (Allah’tan başka ilah yoktur,
Muhammed Allah’ın Elçisidir, Ali’de Allah’ın dostudur)
yazılmıştı. (Prof. Dr. Oktay Efendiyev, Azerbaycan Safeviler Devieti Tarihi, sayfa, 58) Bu paralardan başta British Museum’da olmak üzere
bir çok müzede orijinalleri bulunmaktadır.
Tufan hoca’nın bunu
bilerek kullandığını tahmin ediyorum. Çünkü, Osmanlı uleması
ve bürokrasisi, Şah İsmail’i Hz. Ali’yi, Hz. Muhammed’den
üstün tutmakla itham ediyor ve Çaldıran savaşına gerekçe
olarak kullanıyordu. Oysa gerçek böyle değildi. Yukarıda Şah
İsmail’e ait beyitlerde bunu açıkça görebiliriz. Sanırın Tufan hoca da bunların etkisinde kalmış. Resmi kayıtları kendisine esas kaynak olarak almış. Bunun sonucunda da objektif tespit ve yorumlardan mahrum kalmış.
Safevilerin
hutbelerde üç halifeye lanet okuduğu iddiası da tamamen bir kara
propagandadır. Tufan hoca da bunu aynen kitabına koymuş.
Hutbelerde, sadece Kerbela katliamında halife olan Yezid ve onun
ordusunda görev alan üst düzey komutanlara lanet okunuyordu. Şah
İsmail’in üç halifeye lanet okutması da mümkün değildir.
Zira Şah İsmail, Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali’nin üç halifeden
kız alıp-verdiğini bilen birisidir. Yani, Hz. Ali’nin üç
halifeye düşmanlık yapmadığını bilecek kadar bilgi ve donanıma
sahip bir liderdir. Üstelik ordusunda üç halifenin ismini taşıyan
komutanlar da mevcuttu. Örneği de Tufan hocanın kendi kitabında
vardır. Sayfa 131 de Çaldıran savaşında ölen Safevi
komutanlarını sayarken Pir Ömer bey’in ismini de vermektedir.
6.
“ KIZILBAŞ KATLİAMI ŞÜPHELİDİR”
Tufan
hoca kitabında Şah İsmail’in ve Safevilerin “katliamlar”
yaptığını sık sık belirtmektedir. Ancak, sıra Osmanlı’ya
gelince “Bu katliamlar şüphelidir” “Katliam olsaydı
kayıtlarda belli olurdu” gibi kendisinin de inanmadığı iddialar
ileri sürmektedir. Osmanlı ordusunda bulunan ve Çaldıran
savaşının baş tahrikçisi ve kışkırtıcısı olan İdrisi
Bitlisi’nin yazdıklarına da inanmamaktadır. Oysa, İdrisi
Bitlisi “Selim Şahneme” adlı eserinda kırk bin kızılbaşın
katledildiğini övünerek anlatmaktadır. Üstelik, Osmanlı din
ulemasının kızılbaşlar hakkındaki “Katli vacip, malları
helaldir” fetvasını da herhalde şüpheli görmektedir.Tufan
hoca, belge ve itirafları yok sayıyor. Bu nasıl bir tarihçilik
anlayamadım. Tufan hocaya yine kendi yazdığı kitabından
alıntılar yaparak cevap verelim:
“
Buna karşın Osmanlı kaynakları
ısrarla Şiiliğin yayılmasını İslam memleketleri için büyük
tehlike arz ettiğine vurgu yaparlar. Celalzade, Safevilerin İslam’ın
esaslarını ortadan kaldırıp yeryüzündeki inanç sahiplerini saf
dışı ettiklerini, küfürden daha kötü ve sapık bir yola
girdiklerini kayd ettikten başka, Sultan’ın (Yavuz Selim)
“Mademki o topluluk bu yola gidip sapıklık yolundan dönüp tövbe
etmiyorlar, her yönüyle kafirden daha kötüler” diye düşündüğünü
belirtiyor. Keza, Hoca Sadettin Efendi’de Safevilerin dinsiz ve
sapık oldukları için bertaraf edilmelerinin bir mecburiyet şekline
dönüştüğünü bildirir.” (sayfa, 117)
Tufan
hoca da Safeviler ve Şah İsmail hakkında aynen yukarıdaki
şahıslar gibi düşünmektedir. Tarihi olaylara bir bilim adamı
olarak değil, bir mezhebin savunucusu gözüyle bakmış. Mezhepçi
bakış açısı Tufan hocayı kör etmiş. Yavuz Sultan Selim Safevi
topraklarında bin kilometre yol alıp, savaşmaya gidiyor, ama bütün
suç Şah İsmail’de oluyor. Oysa, Şah İsmail Osmanlı’yı bir
kardeş devlet olarak gördüğünü ve savaşmak istemediğini Yavuz
Sultan Selim’e yazdığı mektuplarda dile getirmektedir. Bunu
Tufan hoca bilmiyor mu ? Mezhepçilik ve “Osmanlıcılık”
insanın ruhunu sarınca, objektif ve tarafsız olma ilkesi ortadan
kalkıyor. Ve tarihi olayları analiz etmekten yoksun bırakıyor.
Bu
arada kitabın başlığı “SON KIZILBAŞ” sözüne de değinmek
istiyorum. Sayın Tufan hocam, Şah İsmail son Kızılbaş değildir.
Türkiyedeki bugünkü alevi Türkmenler Kızılbaşların ta
kendisidir. Bilginiz olsun.
Sonuç
olarak, “ Son
Kızılbaş-Şah İsmail “ kitabını
okuduktan sonra hayal kırıklığına uğradım. Bir bilim adamı,
bir tarihçiden, özellikle de ünvanı Prof. Dr. olan birinden bunu
hiç beklemezdim. Tufan hocaya olayları gerçek bir bilim adamı ve
tarihçi gözüyle analiz etmesini öneriyorum.
Saygılarımla.
Hamdullah
Dedeoğlu
03.04.2019
*** Bu yazı Tufan hocaya iletilmek üzere, kitabı yayınlayan Yeditepe yayınevine de elektronik posta ile gönderilmiştir.