hamdullahdedeoglu.blogspot.com.
SELÇUKLU VE OSMANLI HANEDANLARI NEDEN EHLİ-SÜNNET
MEZHEPLERİNİ SEÇTİLER?
Selçukluların ve Osmanlıların Ehli-Sünnet mezheplerini
neden devletin resmi mezhebi olarak seçtiklerini merak etmiştim. Çünkü, Türkler
öyle anlatıldığı gibi Müslümanlığı hemen kabul etmemişlerdi. Sözde İslam, özde
Arap ordularına karşı üç yüz yıl savaşmışlardı. Çok büyük bedeller ödemişlerdi.
Arap orduları öyle katliamlar yapmışlardı ki, Türklerin bunu unutması mümkün
değildi. Öyleyse, Selçuklu ve Osmanlı
hanedanları neden Ehli-Sünnet mezheplerini seçmişlerdi? Bugünkü yazımızda bunun
nedenleri üzerinde duracağız.
Türkler, Emevilerle yüz yıl, Abbasilerle iki yüz yıl
savaşmışlardı. Merkezi bir devletleri ve orduları olmadığı için Arap ordularına
yenilmişlerdi. Ancak, Türkler Miladi 950 yılında Karahanlı hükümdarı Satık
Buğra Han’ın İslam’ı kabul etmesi ile Müslümanlığı benimsemeye başladılar. Bu
tarihte, Abbasi Halifeliği, Ehli-Sünnet mezhepleri konusunda daha karar
almamıştı. Orta Asya’ya kadar uzanan Abbasi imparatorluğu topraklarında onlarca
mezhep- ekol ve tarikat bulunuyordu.
Türklerin İslamiyet’i benimsemesinde Ehli-Beyt
mensuplarının büyük katkısı olmuştu. Gerek Emeviler gerekse Abbasiler döneminde
çok sayıda Ehli-Beyt mensubu baskılar nedeniyle, Türk kağanlıklarına sığınmak
zorunda kalmıştı. O yüzden, Türkler arasında Ehli-Beyt mensuplarına karşı yoğun
bir sevgi bulunuyordu. Onlara yapılan zulüme karşı çıkmışlar ve ellerinden
geldiğince sahip çıkmışlardı. Gerek Selçuklu gerek Osmanlı hanedanları da kurdukları devletlerde onları vergiden muaf tuttukları gibi, vakıflar aracılığı
ile gelir elde etmelerini de sağlamışlardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun eyalet ve
sancak defterlerinde Ehli-Beyt mensupları için ayrı bir bölüm açılıyordu. Ehli-Beyt
mensupları bu defterlerde “SADAT” “SEYYİD” ve “ŞERİF” olarak kayıt ediliyordu.
Bu kısa özeti yaptıktan sonra, asıl konumuza
geçebiliriz. Selçuklular, 1040 yılında Gaznelileri yendikten sonra, Horasan ve
İran coğrafyasına hakim olmuşlardı. Gaznelilerin kurucu hükümdarı Sultan Mahmud
ve ondan sonra gelen oğlu Mesud, Abbasi halifesi tarafından “Sultan “ olarak
kabul edilmişti. Gazneliler de her yıl halifeye topladıkları vergilerden pay
gönderiyordu.
Abbasi halifesinin o dönemde çok güçlü orduları bulunmuyordu.
İmparatorluk topraklarını yerel hakimler ya da sultanlar aracılığı ile yönetiyorlardı.
Ancak, yerel yönetici ve sultanlar üzerinde manevi bir hakimiyetleri
bulunuyordu. O yüzden, yerel yöneticiler halifenin emir ve isteklerini yerine
getirmek zorundaydılar. Örneğin; Abbasi halifesi Kadir Billah 1029 yılında
mezhepleri dörtle sınırlandırıp, “Ehli-Sünnet” (Hanefilik, Malikilik, Hanbelilik ve Şafilik) dışındaki mezhepleri yasakladığında, otoritesini tanıyan beyler ve sultanlara yazılar
gönderip bu kararın uygulanmasını istemişti.
Bu sultanlardan biri de Gazneli
Mahmut’tu. Gazneli Mahmut, bu istek doğrultusunda Horasan ve yönetimi altındaki
bölgelerde Ehli-Sünnet dışında kalan mezheplere karşı çok katı uygulamalar
yaptı. Onların dergahlarını, medreselerini yıktırdı, yöneticilerini hapse attı.
Bunlardan bazılarını da idam ettirdi. İşte, Gaznelilerin yerine geçen
Selçukluların lideri Tuğrul Bey de yasal bir statü elde edebilmek için, Abbasi
halifesine hediyelerle birlikte elçiler gönderdi. Elçiler, Halifeden Tuğrul
Beyin “Sultanlık” ünvanını onaylanmasını istedi. Halife bir süre bekledikten
sonra, Tuğrul Beye Sultanlık için gerekli olan Hilat ve beraatları gönderdi.
Böylece, Oğuz Türklerinden olan Selçuklular, Ehli-Sünnet mezheplerinin
temsilcisi olan Abbasi halifesinin manevi liderliğini benimsemiş oldular. Bu
tarihte, İslam coğrafyasında iki halifelik vardı. Bağdat da Abbasiler,
Kahire’de Fatimiler bulunuyordu. Abbasilerin kökeni Hz. Muhammed’in amca çocukları
ABBAS OĞULLARINA, Fatimelerin ise, Abbasilerin baskılarından kaçan Ehlibeyt
mensubu Hz. HASAN’IN torunlarına dayanıyordu. Abbasi halifesi, iktidarına
destek veren Ehli-Sünnet mezhepleri olan Hanefilik, Malikilik, Şafiilik ve
Hanbeliliği tanıyordu. Diğer mezhep ve ekolleri ise, İslam dışı görüyordu. FATİMİLER
ise, Şiiliğin İsmailiye koluna mensuptular. Bu nedenle, aralarında çatışmalara
varan şiddetli bir mücadele bulunuyordu.
İRAN SELÇUKLU DEVLETİ
Abbasi halifesi hem Fatimilere hem de imparatorluk
içindeki yarı bağımsız olan beyliklere karşı yeni bir müttefik kazanmıştı.
Bunlar Selçukluların önderliğinde bir devlet kuran Oğuz Türkleriydi. Halife,
Gazneli Mahmut’a gönderdiği taleplerin aynısının Selçuklu sultanı Tuğrul Bey
tarafından da yerine getirilmesini istedi. Ehli-Sünnet dışındaki mezheplerin
yasaklanmasını ve Bağdat’da kendisini kontrol altında tutan Deylem kökenli Şii
eğilimli Büveyhilerden kurtarılmasını istedi. Tuğrul Bey yeni fethettikleri
bölgelerde kontrolü tam olarak sağladıktan sonra, miladi 1055 yılında bir
orduyla Bağdat’a girerek, Büveyhilerin halife üzerindeki denetimine son verdi.
Tuğrul Bey, Bağdat da halifenin kızıyla evlenerek ayrıca halifeyle akrabalık
bağı da kurdu. Halife Kaim Biemrillah da bu sayede Oğuz Türklerinin korumasına
ve desteğine sahip olmuştu. Her iki taraf da bu ilişkiden memnun kalmıştı.
Tuğrul Bey, Büyük Selçuklular devletini kurduktan
sonra, hem aile içindeki iktidar mücadeleleri ile hem de halifenin karşısında
yer alan Fatimi ve diğer mezhep ve tarikat mensupları ile uğraşmak zorunda
kaldı. Bu sorunları çözen Tuğrul Bey, Halifenin siyasi desteğini alarak fetih
hareketlerini başlattı. Boy beylerine Bizans ve Fatimilerin denetiminde bulunan
toprakların fethedilmesi görevini verdi. Beyler de doğu Anadolu’dan başlayarak
Şam’a kadar olan bölgelere akınlar düzenlediler. Buralarda Selçuklu devletine
bağlı beylikler kurdular. Tuğrul beyden sonra Selçuklu devletinin başına Sultan
olarak Alparslan geçti. Onun döneminde kazanılan Malazgirt zaferinden sonra
Anadolu’da Türkleri durduracak bir güç kalmamıştı.
İran’daki Selçuklu devleti 1170 yılında iç çekişmeler
nedeniyle dağıldı. Anadolu’daki Selçuklu devleti ise, Moğolların Anadolu’yu
istilasına kadar devam etti. 1243 yılında Kösedağı savaşı ile Moğollara yenilen
Anadolu Selçuklu devleti, 1280 yılında dağılma sürecine girdi. Bu tarihten
sonra, Anadolu’da beylikler dönemi başladı. Osmanlı beyliği, Ahi şeyhlerin ve Babai
dervişlerin desteği ile daha güçlü bir konuma geçti. Batıda Bizans imparatorluğu
ile mücadele yürütmesi, halkın nezdinde de Osmanlığı beyliğini daha da güçlü
kılmıştı.
Osmanlı devleti Anadolu’daki beyliklere son verip, siyasi
birliği kurduğunda, Bağdat’daki Abbasi halifeliği 1258 yılında Moğollar
tarafından ortadan kaldırılmış, Fatimi devleti de iç çekişmeler nedeniyle, 1173
yılında yıkılmıştı. Halifeliği, Kahire’de başında Türk komutanların bulunduğu
Memluklular devleti temsil ediyordu. Ancak, Memluklular Şii değil, Ehli-Sünnet taraftarıydılar.
Osmanlı devleti, 16. Yüzyılın başlarında sınırlarını
Orta Avrupa’dan, Afrikaya, oradan Orta doğuya kadar genişletmişti. 1517 yılında
Memlukluları da ortadan kaldırmasıyla, Osmanlı İmparatorluğu İslam ülkeleri
içinde lider duruma gelmişti. İslam mezhepleri içinde çok katı bir ayırım
yapmayan Osmanlı devleti, Safevilerle girdikleri mücadele ve Memluklulardan
halifeliği devir aldıktan sonra, Ehli-Sünnet mezheplerinin temsilciliğini de
üstlenmişlerdi. Bu tarihten sonra, devletin resmi dini de yavaş yavaş Sünnilik
doğrultusunda katılaşmaya başladı. Özellikle Mısır’dan büyük çoğunluğu Hanbeli mezhebinne mensup İBN
TEYMİYYE ekolünden olan iki bin civarında din adamını getirmesi bunu daha da pekiştirdi. İbn
Teymiye, hukuki yorumlarda (Fıkıh) aklın kullanılmasını reddeden bir görüşe
sahipti. Ayrıca ibadetleri imana dahil eden ekolü temsil ediyordu. Bugünkü
deyimle Vahabiliğe yakın görüşlere sahipti. Ancak, Osmanlı devletinin
resmi mezhebi Hanefilikti. Kadılar davalarda Hanefi fıkıhı (Hukuk)
doğrultusunda karar veriyordu. Ancak Mısır’da getirilen mollalardan sonra,
Osmanlı Devleti Hanefi fıkıhından (Hukuki yorumlarından) uzaklaşmaya başladı. Daha
katı ve şekilci bir anlayışa evrildi.
NEDEN EHLİ-SÜNNETE DAHİL OLDULAR?
Buraya kadar Selçukluların ve Osmanlıların din
anlayışlarını ve Abbasi halifeleriyle ilişkilerini kısaca anlatmaya çalıştık.
Buradan yola çıkarak, Önce Selçukluların, daha sonra da Osmanlıların neden
ehli-sünnet mezheplerinin temsilcisi olduklarını maddeler halinde açıklamaya
çalışalım:
1-Türkler İslamiyeti kabul ettiğinde, İslam coğrafyası
Abbasi halifesinin denetimindeydi. Abbasi halifesi Kadir Billah ve ondan sonra
gelen Kaim Biemrillah, İslam dinindeki mezhepleri dörtle sınırlandırmış, diğer
mezhepleri yasaklamış ve İslam dışı saymıştı. Dolayısıyla, Selçukluların İslam
coğrafyasında nüfusun büyük çoğunluğunu meydana getiren Ehli-Sünnet dışında
kalmaları mümkün değildi.
2-Abbasi halifesinin kontrolü altında bulunan
topraklarda devlet kuran Selçukluların, Abbasi halifesini dışlamaları düşünülemezdi.
Halifenin otoritesini ve din anlayışını kabul etmekle, yasal bir statü elde etmişlerdi.
3-İslamiyeti yeni kabul eden Türkler, Ehli-Sünnet ve
Şiilik gibi, kendi yorum ve anlayışlarını geliştirebilecek bilgilere henüz
sahip değillerdi. Nitekim, Ahemet Yesevi ile başlayan ve Hacı Bektaş Veli ile
devam eden İslam’ın Türk yorumu ancak 13. Yüz yılda ortaya çıkabildi. Fakat, bu
tarihten sonra insanların düşünce ve inançlarını bu yönde değiştirmek ve
kurumsal bir yapıya getirmek kolay değildi. Çünkü, diğer mezhepler
kurumsallaşmış, yazılı kaynaklarını geliştirmiş ve toplumlarda kendilerine
taban bulmuşlardı. Ehlibeyt İslam'ın bir Türk yorumu olan Hacı Bektaş Veli’nin öğretleri ise, ancak
göçebe toplumlarda etkili olabildi. Şehirlerde ise, Bektaşilik olarak aydın ve
entelektüel çevrelerde biraz taraftar bulabildi. Bugün, Alevilerin ve
Bektaşilerin nüfus yapılarına baktığımızda bunu rahatlıkla görebiliriz.
4-Selçuklu devletlerinin mirası üzerine kurulmuş olan
Osmanlı devleti de o yolu takip etmek zorunda kaldı. Uluslararası Arena'da
mücadele için bu zorunluydu. Osmanlı’nın karşısında Hristiyan bir Avrupa
vardı. Hristiyan batıya karşı İslam coğrafyasının desteğini ancak bu şekilde
alabilirdi. Yukarıda Selçuklular için saydığımız gerekçelerin aynısı Osmanlı
devleti için de geçerlidir. Gerek Selçuklular gerek Osmanlılar için Ehli-Sünnet
mezheplerini savunmak devlet olabilmeleri için bir zorunluluktu. Tarihi
gerçekler bunu gerektiriyordu. Devletlerin politikaları geniş çıkarlar üzerine
kuruludur. Böyle baktığımızda uluslararası arenadaki mücadeleleri daha iyi
anlarız.
Saygılarımla.
Hamdullah DEDEOĞLU
28.08.2024
KAYNAKLAR:
-Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar-Türkmenler Türk
Dünyası Araştırmaları vakfı yayınevi, 6. Baskı 2016.
-Prof. Dr. Erdoğan Merçil-Prof. Dr. Ali Sevim, Selçuklu
Devletleri tarihi, Türk Tarih Kurumu yayınları,1995
-Prof. Dr. Bahattin Kök, Gazneli Mahmud-Abbasi
halifesi El-Kadir arasındaki ilişkiler adlı makalesi, 1998
-Maşide Kamit, Abbasi halifesi Kaim Biemrillah
döneminde Sünni-Şii iktidar mücadelesi adlı makalesi, 2014.
-Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
-Mustafa Şişman, Hacı Bektaş Veli, Sepya kitaplar,
2013.
-Bektaşiliğin İçyüzü, Tevfik Oytan, Demos Yayınları.
-Hüseyin Yalçın, Alevilik Tarihi, Karahan Kitapevi Yayınları.
-Farhad Daftary, Şii İslam Tarihi, Alfa yayınları,
2014.
-Prof. Dr. Bernard Levis, Alamut Kalesi ve Hasan
Sabbah, Nokta kitap, 2012.
-Osmanlı Devletine kadar Türkler-Türkiye Tarihi, Cem Yayınevi, 10. Baskı, 2009.