MUAVİYE’NİN PSİKOLOJİK SAVAŞ YÖNTEMLERİ:
YALANLAR-HİLELER-SUİKASTLER
Dört halifeden sonra İslam devletini ele geçiren Muaviye bin Süfyan kimdir? İslam devletini nasıl ele geçirdi? Hangi yöntemleri kullandı? Bazılarınca çok saygın, bazılarına göre de despot ve saltanat rejimini getirmekle suçlanan, Muaviye gerçekte ne yapmıştı? Bu makalemizde bu sorulara cevaplar vereceğiz.
Muaviye, Miladi takvime göre 602 yılında Mekke’de doğdu. Babası Ebu Süfyan, Mekke’nin yöneticilerinden olup, Kureyş Kabilesinin Ümeyye Oğullarındandı. Hazreti peygamber de Kureyş Kabilesinden Haşim Oğullarındandı. Yani akrabaydılar. Ümeyye Oğulları Mekke’nin en zengin ailelerindendi. Mekke’nin siyasi ve askeri kararlarının alınmasında belirleyici güce sahiptiler. Haşim oğulları da Kabe’nin din hizmetlerinden, hac ziyaretinde bulunanların konaklama, yeme ve içme işlerinin organizasyonundan sorumluydu. Kısaca, ticaret ve siyaset Ümeyye oğullarının, din işleri de Haşim Oğullarının denetimindeydi.
Hz. Muhammed’in İslam dinini tebliğ etmeye başlamasından sonra, en büyük tepki Ümeyye Oğullarından ve diğer zengin ailelerden geldi. Gelirlerin paylaşılması, hak, adalet talepleri çıkarlarına uygun gelmemişti. Hz. Muhammed, İslam dinini benimsemiş olanlara baskı ve işkence yapılması nedeniyle, Medine’ye göç etmek zorunda kaldı. (M.622)
Medine’ye göç edenlerin Mekke’deki bütün mal varlıklarına el konulmuştu. Mekkelilerin Şam’a çok büyük bir kervan gönderdiğinin öğrenilmesinden sonra, Müslümanlar da dönüşte kervandaki mallara el koyarak misilleme yapmayı planlamıştı. Kervanın geçiş güzergahı, Bedir kuyularının bulunduğu mevkideydi. Müslümanlar üç yüz kişilik bir askeri güçle, Bedir kuyusunda mevzilenmişti. Ancak, kervanın başında bulunan Ebu Süfyan, bunu öğrenmiş ve Mekke’ye haber göndererek, kervanın korunması için bir ordu gönderilmesini istemişti.
Mekke ordusu bin kişilik bir kuvvetle Bedir kuyularına geldiğinde, kervan sahil yoluna dönerek, Mekke’ye yaklaşmıştı. Mekke ordusu, Ebu Süfyan’nın gönderdiği haberciler aracılığı ile kervanın kurtulduğunu öğrenmişti. Fakat, ordularının sayıca fazla olmasına güvenerek, geri dönmediler ve savaş kararı aldılar. Mekke ordusu bu üstünlüğüne rağmen Müslümanlara yenildi. Yetmişe yakın ölü ve çok sayıda esir verdiler. Ölenlerin arasında, Mekke’nin önde gelen liderlerinden, Ebu Süfyan’ın kayınpederi Utbe, Utbe’nin kardeşi Şeybe, kayın biraderi Velid b. Utbe, Ebu Süfyan’nın büyük oğlu Hanzala ve Hz. Muhammed’in amcalarından Ebu Cehil’de vardı. Müslümanlar çok büyük bir zafer kazanmıştı. (M. 624)
Mekkeliler, Bedir’deki yenilgiyi unutmadılar. İki yıl sonra,
Uhud savaşında bu kez Müslümanlar ağır bir yenilgi aldılar. Hz. Muhammed’in
amcalarından Hamza şehit oldu. (M.626) Bir yıl sonra da Medine’yi kuşattılar.
Tarihe Hendek savaşı diye geçen çarpışmalarda başarılı olamadılar ve Mekke’ye
dönmek zorunda kaldılar. Medineliler güçlenirken, Mekkeliler her geçen gün
zayıfladılar. Miladi takvime göre 630 yılında, Mekke, fethedildi. Mekke’nin
fethinden sonra, Ümeyye oğulları da Müslüman oldular.
“OSMAN’I ALİ ÖLDÜRTTÜ”
Hz. Muhammed’den sonra, sırayla Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman halife oldular. 656 yılında Hz. Osman’ın şehit edilmesinden sonra, Medineliler Hz. Ali’yi halife seçtiler. Şam valisi Muaviye ve Sahabelerden Zübeyr ve Talha Hz. Ali’nin halifeliğini tanımadılar. Muaviye ince bir siyaset izleyerek, dolaylı yoldan Zübeyr ve Talha’ya destek verdi. Hz. Ali’ye karşı onları kışkırttı. Böylece iki tarafı da zayıflattı. Cemel (deve) olayı denilen çatışmalarda Zübeyr ve Talha yenildiler. Ve hayatlarını kaybettiler.
Bu sırada, Muaviye Hz. Osman’ın kanlı gömleği ile eşi Naile’ye ait kesik parmakları Şam’da teşhir ederek, “Osman’ı, Ali öldürttü” diyerek propagandaya başladı. Oysa, Hz. Ali, Hz. Osman’ı korumak için iki oğlu Hasan ve Hüseyin’i göndermişti. İsyancıları engellemeye çalışmıştı. Bunu Muaviye’de biliyordu. Ancak, kendisine taraftar bulmak için, Hz. Osman’ın şehit edilmesini, kendi iktidarı için bulunmaz bir fırsat olarak görüyordu. Muaviye’nin yalanları Şam’lılar üzerinde öyle etkili olmuştu ki, neredeyse bütün halk Hz. Ali’ye düşman olmuştu.
Hz. Ali, devletin yönetim merkezini Medine’den Küfe’ye taşıdı. Muaviye’ye karşı güç kullanmak istemiyordu. Olayları kan dökmeden çözmek istiyordu. Oysa, Karşısında çok kurnaz, Suriye’nin zenginliklerine el koymuş, kendisine saraylar yaptırmış, krallar gibi hüküm süren biri vardı. Valilik görevini terk etmeyeceği gibi, bütün iktidarı isteyen bir Emevi yöneticisi vardı. On yedi yıldır aynı görevi yapıyordu. Suriye’deki en büyük kabilelerden Kelb aşiretinden bir kadınla siyasi evlilik yapmış, onların ve bölgedeki tüm zenginlerin desteğini almıştı.
Hz. Ali, Muaviye’ye bir elçi göndererek, biat etmesini (halifeliğini kabul etmesini) aksi taktirde, güç kullanacağını iletti. Muaviye, elçiyi yaklaşık üç ay oyaladı ve elçiyi göndermedi. Halkı örgütleyerek, kalabalıkların her gün gösteri yapmasını sağladı. Göstericiler, “Osman’ın katiline ölüm” diye bağırıyordu. Bu gösterileri, gelen elçiye de izlettiriyordu. Elçi, Küfe’ye döndüğünde, gösterileri biraz da abartarak, “Hergün 50-60 bin kişi toplanıp gösteri yapıyor” diye aktardı. Muaviye üç ay içinde ordusunu topladı, yiyecek ve içeceğini stokladı. Hz. Ali’yi destekleyenleri para ile satın almaya ve onlar arasında ikilik çıkartmaya çalıştı. Hz. Osman’ın görevden aldığı Mısır valisi Amr ibn As’ı kendi tarafına çekti. Ona tekrar Mısır valiliği önerisinde bulundu. O sırada Mısır valisi olan Kays’ın da kendisinden yana olduğunu yaydı. Bu propaganda öyle etkili oldu ki, Hz. Ali Kays’ı valilikten alarak, yerine Ebubekir’in oğullarından Muhammed’i atadı. Muaviye, bu arada Bizans sınırını da güvence altına almak için, Bizans imparatorluğu ile haraç vermeyi kabul eden bir anlaşma yaptı.
MIZRAK UÇLARINDA KUR’AN MUSHAFLARI
Hz. Ali, elçi döndükten sonra, Muaviye’nin biat etmeyeceğine karar vererek, savaş kararı aldı. Sıffin denilen yerde yaklaşık üç ay süren çatışmalar Hz. Ali’nin ordusunun lehine sonuçlanmak üzereyken, kurnazlığı ve hileleriyle meşhur olan Amr İbn ül As, Mızrak uçlarına Kur’an Mushaflarını taktırarak, “Kur’an hakem olsun” diyerek, savaşı durdurdu. Hz. Ali her ne kadar savaşın devam etmesini istediyse de ordudaki ”Hariciler” diye adlandırılanlar savaşa devam etmeyeceklerini, “Kur’an mushaflarına karşı savaşamayız” dediler. Hz. Ali, hileyi anlamıştı, ama ordusunu savaşa ikna edemedi. Amr’ın bu hilesi Muaviye’nin mağlup olup, esir düşmesini engelledi. Amr ibnül As, Hz. Ali adına hakem olan Ebu Musa’yı kandırarak, Muaviye’yi halife ilan etti. Oysa, alınan ortak kararda her ikisinin de görevden alınarak, yeni bir halife seçimine gidilmesi kararlaştırılmıştı. (M. 657)
Sıffin savaşından sonra, “Hariciler” Hz. Ali’ye karşı konumlandılar. Bir kısmı tekrar geri döndüyse de dört bin kadarı geri gelmedi. Ve Hz. Ali’nin ordusuyla savaştılar. Önce Cemel, sonra Sıffin, sonra da Haricilerle Nehravan’da yapılan savaşlar, Hz. Ali’nin ordusunu ve gücünü zayıflatmıştı. Muaviye’ye karşı askeri üstünlüğünü kaybetmişti. Suriye eyaleti Muaviye’nin yönetiminde bağımsız bir devlet gibi olmuştu.
Muaviye, Amr’ı , Mısır’a vali olarak atadı. Daha önce Mısır’da valilik yapan Amr, dengeleri çok iyi biliyordu. Mısır’daki güçlü kabileleri yanına çekerek, Muhammed Bin Bekir’in ordusunu yendi ve Muhammed bin Ebubekir’i vahşice katletti. Onun yerine atanan Malik Eşter de Muaviye’nin rüşvet vererek kandırdığı bir sınır görevlisi tarafından şerbetli bal içirilerek şehit edildi. Malik Eşter, Hz. Ali’nin ordusunda görev yapan komutanlardan en iyisiydi. Hz. Ali, onun için benim “sağ kolum” demişti.
Muaviye Melik Eşter’in şehit edilmesinden sonra, şöyle diyecekti: “ Sıffin savaşında Ali’nin sol kolu Ammar bin Yasir’i, Mısır yolunda da sağ kolu Malik Eşter’i saf dışı bıraktım.“ Bu olaylardan sonra, Mısır eyaletinin yönetimi de Muaviye’nin denetimine geçti. (M.658) Muaviye, en zengin iki eyaleti de ele geçirmiş, gücünü ikiye katlamıştı. Muaviye politikasını şöyle özetliyordu:
“Parayla alacaksam konuşmaya gerek duymam. Konuşmayla halledeceksem, kırbaç kullanmam. Kırbaçla halledeceksem kılıç sallamam.”
Bu politik yöntem aslında ona ait değildi. Aynı siyaseti Roma (Bizans) yıllardır uyguluyordu. Bunları muhtemelen Hristiyan danışmanlarından öğrenmişti. Bizanslılar da satın alma, tehdit ve yeri geldiğinde askeri güç kullanıyordu. Zira, Şam eyaleti yıllarca Roma’nın yönetiminde kalmıştı. Muaviye, Bizans’ın (Roma) yönetim metotlarını örnek almıştı.
UYDURULAN HADİSLER
Muaviye Hz. Hasan’ın halifelik iddiasından çekilmesinden sonra, rakipsiz kaldı. Devletin bütün eyaletlerinde denetimi ele geçirdi. Bu kez, kendisinden sonra oğlunun halifeliğini garantiye almak için, bölge valilerini Şam’a çağırdı. Karşı çıkanları görevden aldı. Ölene kadar görevinin başında kalan tek vali, Mısır valisi Amr ibn ül As’tı. Oğlunu halkın gözünde meşhur etmek için, Yezid komutanlığında İstanbul (Bizans) üzerine bir ordu gönderdi. Parayla tuttuğu yazarlara “İstanbul’u (Konstantinapolis) fetheden komutan, ne güzel komutan” “İstanbul’a ilk sefere çıkan ordunun günahları bağışlanmıştır” şeklinde hadisler uydurttu. Bu hadisleri uyduran da Yahudi kökenli Ebu Hureyre idi. Öyle uydurma hadisler yazdırıldı ki temizlemek artık imkansız hale gelmişti. Sayıları binleri geçmişti. Onlardan bazıları şunlardı:
” Muaviye’ye, Hz. Muhammed’e vahiy katipliği yaptığı sırada Cebrail aracılığı ile altın kalem geldi.”, “Ayetel kürsüyü, Muaviye altın kalemle yazdı. “
Ayetel kürsü diye belirtilen Bakara suresinin 255. ayeti, hicretin ilk yıllarında Medine’de inmişti. Yani Muaviye o zamanlar Müslüman bile değildi. Muaviye’nin vahiy katipliği yaptığı da yalandı. Zira Muaviye, babası Ebu Süfyan gibi Mekke’nin fethinden sonra Müslümanlığı kabul etmişti.
KADERCİLİĞİ İMANIN ŞARTLARI ARASINA KOYDU
Muaviye kadere inanmayı imanın şartları arasına koydurdu. Bu yolla halifeliğin kendisine “Allah” tarafından verildiğini ileri sürdü. Propagandacıları halka şunları yayıyordu:
“Beni iktidara Allah getirdi. Halifelik Allah’ın bize verdiği mülktür. Ben de Allah’ın halifesi olduğuma göre, topraklardaki bütün tasarruf benim yetkimdedir. Allah halifelerini cehennemden uzak tutmuş, cenneti onlara vacip kılmıştır.”
Oysa Nahl suresi 35. ayeti bunu reddetmektedir:
“Allah’a ortak koşanlar dediler ki, “Eğer Allah isteseydi ne biz ne de atalarımız Allah dışında bir şeye ibadet etmezdik, ona rağmen hiç bir şeyi haram kılmazdık.” Onlardan öncekiler de aynen böyle yaptılar. Resullere düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.”
Muaviye her şeyin, hayır ve şer’in “Allah’ın taktiri olduğunu” ileri sürerek, yaptığı ve yapacağı tüm haksızlıklara ve cinayetlere bir gerekçe yaratmak istiyordu. Oysa ayetlerde Allah iyilik yapmayı ve yardım etmeyi emrediyordu. Kötülük yapmayı men ediyordu. Yine aynı konuyla ilgili olarak Nisa suresinin 79. ayetinde şöyle deniliyordu:
“Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Ne kötülük gelirse, kendindendir.”
Yani kötülüklerin sorumlusu insandı. Nisa suresinin 40. ayetinde bu açık bir şekilde belirtilir:
“Şüphe yok ki, Allah haksızlık yapmaz. Zerre kadar iyilik olsa, onun sevabını kat kat artırır. İyilik yapana pek büyük mükafat verir.”
CAMİ VE MESCİTLERDE HZ. ALİ VE EHLİBEYT’E LANET OKUTTURDU
Muaviye İslam devletinin tek hakimi olduktan sonra, Hz. Hasan’la yaptığı anlaşmaya aykırı olarak, cuma hutbelerinde Hz. Ali ve Ehlibeyt’e hakaret etmeyi, lanet okutmayı devam ettirdi. Bütün valilere gönderdiği emirlerde bunun yerine getirilmesini zorunlu kılmıştı.
Hz. Muhammed’in sahabelerinden ve Hz. Ali’nin Cemel ve Sıffin savaşlarında ordu komutanlığını yapan Hucr bin Adiy, Küfe’deki mescit de yapılan bu hakaret ve lanetlemelere karşı çıktı. Vali Ubeydullah, Hucr ve altı arkadaşını tutuklayarak, Şam’a gönderdi. Muaviye, Hucr ve arkadaşlarına Hz. Ali ve ailesine lanet okumaları halinde, serbest bırakılacaklarını söyledi. Hepsi de bunu şiddetle reddetti. Bunun üzerine, Hucr ve altı arkadaşı hunharca katledildiler. (M.671)
Muaviye’nin mescitlerde Hz. Ali ve ehlibeyt aleyhine lanet okutması, halkın tepkisini çekmişti. İnsanlar ibadetlerini evlerinde yapmaya başlamıştı. Halkı tekrar mescitlere çekmek için, uydurma hadislere devam ettiler:
“Cemaatle namaz kılmanın, evde namaz kılmaya göre, yetmiş kat sevabı vardır.”
Böyle bir hadis olmadığı gibi Kur’an’a da aykırıydı. Kur’an’a göre, ibadet de mekan sınırlaması yoktu. Her yer “Allah’ın mülküdür” deniliyordu. Yine bir uydurma hadis üretip, “Üç cumaya üst üste gelmeyen dinden çıkmış olur.” şeklindeki sözleri yayıp, halkın tekrar mescitlere gelmesini teşvik etmek istedi.
Muaviye, halkı mescitlerde tutup, propaganda yapmak için, Cuma namazının önüne ve arkasına fazladan rekatlar ilave etti. Kısaca halka lanet ve bedduaları yaptırmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Bunu yaparken de İslam’da olmayan kural ve gelenekleri de dinin içine soktu.
Hz. Ali, Muaviye’nin kullandığı yöntemlerden hiçbirini kullanmadı. İstese, daha fazlasını yapabilirdi. Ama, o bu tür yöntemleri dürüstlüğe, yiğitliğe ve insanlığa aykırı buldu. Düşman ordusunun Fırat nehrinin sularını kullanmasına bile müsaade etti. Sıffin savaşında daha fazla kanın dökülmemesi için, Muaviye’yi düelloya davet etti. Ama, Muaviye bu teklifi anında reddetti. O, insanları iyilikle, ikna ederek kazanmak istiyordu. Hz. Ali belki iktidarı kaybetti, ancak insanlığın erdemli ilkelerine sonuna kadar bağlı kaldı. Hem de hayatı pahasına. Erdemli olma ilkelerini bize miras bırakan tüm ehlibeyt mensuplarını tekrar minnet ve şükranla anıyoruz.
Hamdullah Dedeoğlu.
14.10.2025.