BİR BEKTAŞİ OLAN TALAT PAŞA SOYKIRIMCI
MIYDI?
Osmanlı döneminin son sadrazamı olan Talat Paşa, bazı
çevreler tarafından haksız, bir o kadar da gerçek dışı iftira ve iddialarla
“Katil” ve “Soy kırımcı” ilan edildi. Hatta Hitlere benzeten bile oldu.
Bu suçlamalar karşısında, sanatçı Sabahat Akkiraz ve
Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ dışında Talat Paşa’ya sahip çıkan
olmadı. Sabahat hanımın Talat Paşayı savunması bir yurt dışı konserinin iptal
edilmesine bile neden oldu. Bu asil davranışı nedeniyle Sabahat hanımı
kutluyorum. Gerçeğin ve vicdanın sesi ile Talat Paşa’ya sahip çıktı. Bu tutumundan
dolayı Sayın Sabahat Akkiraz, bütün Alevi-Bektaşilerin de sesi oldu. Zira,
Talat Paşa bir Alevi-Bektaşi aydını ve devlet adamıydı. İttihat ve Terakki
Partisinin kurucularındandı. Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa gibi hem Bektaşi
hem de iyi bir devrimciydi. Meşrutiyetin gelmesi için mücadele etmiş, gerici
1909 ayaklanmasına karşı aydınlanmayı ve ilericiliği savunmuştu. Posta, Telgraf
memurluğundan başlayarak Sadrazamlığa (başbakan) kadar yükselmişti.
Talat Paşa’ya “katil” ve “soykırımcı” diyenlerin
gerekçesi, Anadolu’daki Ermeni nüfusun 1915 yılında Halep ve Şam vilayetlerine
tehcir (göç) ettirilmesiydi. Bu göç sırasında gerek hastalık gerek yokluk nedeniyle
gerekse de yerel halkın saldırıları sonucu çok sayıda Ermeni vatandaşı hayatını
kaybetmişti. Bu kayıplarda dört cephede savaşan Osmanlı ordusunun göç eden
Ermeni halkın korunmasını yeterince sağlayamamasının etkisi de vardı. Bu
tehcirin nedeni, Taşnak ve Hınçak partisinde örgütlenen Ermeni komitecilerinin
Anadolu’da çıkardığı isyanlar ve doğu cephesinde Rus ordularıyla iş birliği
içinde olmalarıydı.
Peki, bir
Bektaşi aydınından “katliamcı” ve “soykırımcı” çıkar mıydı? Yetmiş iki millete
aynı nazarla bakan kültürden gelen birisi ırkçı olabilir miydi? Bu iddia ve
suçlamalara, Talat Paşa’nın kendisinin kaleme aldığı “” HATIRALARIM VE
MÜDAFAAM” adlı eserindeki ifadeleri
ile cevap verelim:
“Adana vakalarını (1910) müteakip Dahiliye Nazırı (İç
İşleri Bakanı) olmuştum. Bütün gayem unsurlar arasında ve bilhassa Ermenilerle
Türkler arasında bir dostluk tesis etmek idi. Adana tahkikatını büyük bir
dikkatle inceledim. Vakanın Ermeniler tarafından çıkarıldığını tahkik heyeti
arasında bulunan Ermeniler de şahitlik ediyordu. Üyelerden Agop Babekyan Efendi
bana bizzat bu itirafta bulundu. Ancak bağnaz ahalinin galeyan esnasında feci
birtakım cinayetler işlediği de tahakkuk ediyordu.”
“Adana vukuatı 31 Mart irticai vakasına (1909 gerici
ayaklanması) tesadüf ediyordu. Maksadın o esnada Türklerin bağnazlığını tahrik
ederek kıtal vücuda getirmek, bu suretle Avrupa’nın nazarı dikkatini çekmek ve
KİLİKYA’da bir Ermeni özerkliği tesis eylemek olduğuna şüphe kalmamıştır.”
“Ben tarafsız bir hükümet adamı sıfatıyla siyasi
maksadı unutarak kıtali (katliam) yapan canilerin İslam ve Ermeni
cezalandırılmasını istiyordum. Hatta vukuat esnasında İslam ahaliyi katliama
teşvik eden Müftü ile birçok Müslümanların cezalandırılmasında ısrar ettim.
Mahkemece verilen kararlar Müftü ve arkadaşları hakkında idam idi. İcrası için
(idam hükmünün uygulanması için) vekiller heyetini (Millet Meclisi) ikna
ettim.” (Sayfa, 25-26)
Talat Paşa’nın yukarıdaki anlatımlarından Milliyetçi
Taşnak ve Hınçak partilerinin Ermeni halkını isyan için kışkırtıp örgütledikleri
anlaşılmaktadır. Zira, Taşnak ve Hınçak partileri tarafından Ermenilerin
yaşadığı bölgelerde 1910 yılında, yani tehcirden beş yıl önce dağıtılan bildiri
ve talimatlarda şöyle deniliyordu:
“Düşmanların (Müslüman halk kast ediliyor) Ermenilere
nispetle azınlıkta bulundukları köylerde düşman ahali şayet daha evvel firar
etmemiş ise, ya rehin olarak muhafaza edilecek veyahut ya kendileri ya hükümet
tarafından tayin edilecek hareket hattı icabınca köyü terke davet olunacaktır.
Nizami kıtaların veyahut zabıtanın takibinden dolayı firar edenleri kabul
eylemek için çarpışma esnasında evlerin kapıları açık bulundurulacaktır. Bu
sırada silahsız kimselerin hariçte bulunmaları kati surette men edilecektir.
Düşmanın eline geçecek silahların bedelini ait olduğu köy tazmine mecbur
tutulacaktır. Düşmandan zapt edilen silahlar, ganimet alanın malı olacaktır.”
“Köyleri (Müslüman köyleri) basmak için:
1-Düşman köylerinin müstahkem mevkileri bilinmelidir.
2-Evvela ricat hattı seçilmeli ve karakollarla
muhafaza edilmelidir.
3-düşmanın nerelerden takviye kıtaları alacağı tayin
olunarak buna mani olmaya çalışılmalıdır.
4-Köye yalnız üç taraftan hücum edilmeli ve
mahsurların firar edebilmeleri için bir tarafı serbest bırakılmalıdır.
5-Düşmanı şaşırtmak için fecir (Şafak vakti)
zamanında hücum edilmelidir.
6-Düşman sıralarında kargaşalığa sebebiyet vermek için
aynı zamanda birçok yerler ateşe verilecektir. “(Sayfa, 54-55)
Ermeni milliyetçisi HINÇAK ve TAŞNAK
partilerinin bu örgütlenmeleri ve yer yer isyanları birinci dünya savaşının
başlamasına kadar devam etti. Ruslar tarafından korunan ve desteklenen bu
silahlı milisler, Müslüman köyleri basmaya başladıklarında, Baş komutan Enver
Paşa Ermeni Patriğini görüşmeye çağırarak, olay çıkaranları ve köy basanları
uyarmasını, aksi taktirde hükümetin askeri tedbirler alacağını belirtir. Fakat
bu uyarılar da etkili olmaz. İsyanlar ve düşman ordularıyla iş birlikleri devam
eder.
Ermeni milis güçlerinin doğu cephesinde ordunun ikmal
yollarını kesme faaliyetleri içine girmesi, sivil halkı katletmeye başlaması ve
çoğunluk oldukları bölgelerde (Maraş, Van, Adana, Şebin Karahisar, Samsun
(Canik) isyan çıkarmaları üzerine, hükümet 27 Mayıs 1915 de Ermeni nüfusu
savaştan uzak bölgelere tehcir kararı alır. Bu göçün yapıldığı yerler Halep,
Şam ve Lübnan bölgeleri olmuştur.
İşte bu göç sırasında, tehcir edilen sivil Ermeni
halkından binlercesi yerel halkın saldırıları ve salgın hastalıklar nedeniyle
yolda hayatını kaybetti. Talat Paşa da bu tarihte Dahiliye Nazırlığı görevinde
bulunuyordu. Katil ve soykırımcı ilan edilmesinin nedeni de buydu. Oysa,
hükümetin direkt Ermeni halkına uyguladığı bir şiddet bulunmuyordu. Ermeni
komitecilerinin katlettiği binlerce Müslüman vardı. Ancak bundan kimse
bahsetmiyordu. İş birliği yaptıkları Rus subaylar bile anılarında ve askeri
raporlarında Ermeni komitecilerinin binlerce Müslümanı katlettiğini
belirtmişlerdir.
Anadolu’da yüzlerce yıldır Müslüman ve Türk ahali ile
barış içinde yaşayan Ermeni halkı Osmanlı topraklarında “kaymak” tabakayı
oluşturuyordu. Bizans döneminde sahip olamadıkları imkanlara kavuşmuşlardı.
Osmanlı topraklarında istedikleri her yere göç edebiliyorlardı. Ticaret ve
zanaat da onların elindeydi. Askerlik yapmıyorlardı. Savaşta ölenler yine gariban
Türk köylüsünün çocuklarıydı. Bu durumu anlamak için yine Sadrazam Talat Paşa’ya
dönelim:
“Anadolu’nun muhtelif vilayetlerinde İstanbul’da ve
Edirne’de Ermeniler her unsurdan daha ziyade müsterih (rahat) ve mesut
yaşamakta idi. Memleketin her türlü nimetinden istifade eden bu millet hiçbir külfete
iştirak etmiyordu. Devletin saadetinden ve felaketinden daima istifade etmek
yolunu biliyorlardı. Ermeniler hiçbir muharebeye iştirak etmiyorlar, vatanın
mevcudiyetinin muhafazası için bir dirhem kan akıtmıyorlar. Bilakis muharebelerde
ticaret ve müteahhitlik ederek bol para kazanıyorlar ve tam bir istirahat ile
memleketin iyi ve kötü günlerini yaşıyorlardı.”
“Bu kadar iyiliklere karşılık nihayetinde Osmanlı
vatanından bir parçasını ayırarak oralarda büyük çoğunluğu teşkil eden ahaliyi
imha ile bağımsızlığın teminine çalışmaktan geri durmuyorlardı. Tarih böyle bir
nankörlük karşısında bulunmamıştır.” (Hatıralarım ve Müdafaam, Sayfa, 65,
Kaynak Yayınları)
İşte Osmanlı topraklarında gayet iyi bir durumda
yaşamakta olan Ermeni halkı maalesef milliyetçi Taşnak ve Hınçak partilerince
kışkırtılarak isyana teşvik edilmiş, Anadolu’yu işgale gelmiş İngiliz, Rus ve
Fransız ordularına destek veren bir duruma düşmüştü. Bunun karşısında devleti
yönetenler tedbir amaçlı olarak, tehcir kararı almak zorunda kalmışlardır.
Ülkelerini savunmak için bu bir zorunluluktu. Aynı tehcir hareketini İngiltere,
İrlandalılara, Amerika ikinci dünya savaşı sırasında kendi ülkesindeki
Japonlara yaparsa normal, ama Osmanlı hükümeti yaparsa suç mu oluyor?
Osmanlı devletini dağılmaktan kurtarıp, Avrupa
standartlarına getirtmek için hayatlarını ortaya koyan İttihat ve Terakki partisi
kadroları çok özverili ve samimiydiler. Bütün kadroları Talat Paşa gibi Milli
kurtuluş savaşına destek verdi. Onlar, partilerinin ismi gibi ilerici ve
devrimciydiler.
Bugün “katil” ve “soykırımcı” olmakla itham edilen
Talat Paşa, 15 Mart 1921’de Almanya’nın Berlin şehrinde Sogomon Teyleryan adlı
bir Ermeni tarafından evinin önünde arkadan ensesine ateş edilerek katledildi. Katil
yargılandığı mahkemede, ailesinin tehcir sırasında öldürüldüğünü ileri sürerek
beraat istedi. O dönem İngiltere’nin denetiminde olan Almanya’daki yargı da
beraat talebini kabul etti. Yani katil serbest bırakıldı.
Almanya’da hunharca katledilen Talat Paşa’nın naaşı 25
Şubat 1943’te İstanbul’a getirilerek büyük bir törenle Şişli’de Abideyi
Hürriyet tepesinde toprağa verildi.
Abide-i Hürriyet Tepesinde yatan aydın, devrimci, vatan sever ve aynı zamanda bir Bektaşi olan Talat Paşa’yı saygı ve hürmetle anıyor, ruha şad, mekanı cennet olsun.
Hamdullah Dedeoğlu
15.07.2025.