KOMUTAN ZEYD
Öykü-Roman
Yazan: Hamdullah Dedeoğlu
ÇÖLDE YOLCULUK
Çölde akşam olmuştu. Hava önce serin, geceye doğru da iyice soğumuştu.
Develer yattığı yerde geviş getirmeye devam ediyordu. Atların bulunduğu yerde
ise, Hamza elinde su tulumu ile atların susuzluğunu gidermeye çalışıyordu.
Geceye sessizlik hakimdi. Gökte yıldızlar ışıl ışıl parlıyordu.
Obadakiler güvende değillerdi. Durmadan yer değiştiriyorlardı. Mola
verdiklerinde de geceleri mutlaka yarım fersah kuzeye, güneye, batıya, doğuya
üçerli nöbetçi devriyeler geziyordu. Güneş doğana kadar, bu görev devam ediyordu.
Gecenin yarısı geçmek üzereydi. Nöbet sırası üçüncü devriyedeydi. Atların
koşumlarını hazırlıyorlardı. Onlar da dönünce, oba başka bir yere göç edecekti.
Göçler genellikle güneş doğmak üzereyken başlıyordu.
Üçüncü devriyenin kuzey, güney ve batıya gidenleri dönmüştü. Olumsuz bir
şey yoktu. En son doğuya giden nöbetçiler kalmıştı. Obadakiler yolculuk için
hazırlık yapmaya başlamıştı. Çadırlar yavaş yavaş develere yüklenmeye
başlanmıştı. Önce buğday ve mısır çuvalları, sonra da onların üstüne kilim ve
çadır malzemeleri yükleniyordu. Yakacaklar ise, ayrı develere yükleniyordu.
Kadın ve çocuklar da eşyaların develere yüklenmesine yardım ediyordu. Eşyalarla
birlikte onlar da devenin üstündeki yerlerini alacaktı.
Develerin yüklenme işi bitmek üzereyken, doğuya giden devriye de uzaktan
görünmeye başladı. Onlarda gelmekte acele etmiyordu. Bu doğudan da bir
tehlikenin olmadığı anlamına geliyordu. Obaya yaklaştıklarında devriye
sorumlusu olan Abdullah 'ın arkasında birisinin olduğu net olarak görülüyordu.
Bunu obanın şefi olan Zeyd bin Amr 'da görmüştü. Yularını elinde tuttuğu atıyla
beraber onlara doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı. Abdullah şefe
yaklaştığında hızlı bir şekilde atından inip, saygıyla selam verdi. Sonrada,
arkasından getirdiği küçük kızı kucağına alarak indirdi. Küçük kız perişan
görünüyordu. Çok korktuğu yüz ifadesinden anlaşılıyordu. Şef çok şaşırmış bir
ifadeyle;
---Kardeşim Abdullah bu küçük kız da nereden çıktı?
Abdullah doğudaki kervan yolunu kontrole gittiklerini, mola verdikleri
sırada bir çocuk ağlaması duyduklarını, oraya ulaştıklarında üç yaşlarında bir
kız çocuğu gördüklerini, kız çocuğunun “baba” diye bağırdığını, ancak
yakınlarda kimseyi bulamadıklarını, obaya da geç kalmamak için birlikte
getirdiklerini ifade etti. Şef yaptıklarının doğruluğunu teyit ederek,
-----İyi yapmışsınız kardeşim Abdullah Kız senin himayende olsun, eşin
Fatıma ona da baksın. Siz de biraz dinlenince kuzeye gideceğiz.
-----Emriniz başım üstüne şefim, ona kendi evladımız gibi bakacağız. (Sayfa-1-)
Develerin yüklenmesi bitmiş kervan kuzeye doğru hareket etmeye hazırdı.
Atlı savaşçılardan üç kişi kılavuz olarak öne geçmiş hareket emrini
bekliyorlardı. Şef Zeyd bin Amr yüksek bir sesle elli bir kişiden oluşan
savaşçıların otuzunun en arkada, diğerlerinin de ikiye ayrılarak kervanın
sağında ve solundaki yerlerini almalarını söyleyerek, yürüyüşe geçmelerinin
komutunu verdi.
Kervan yaklaşık dört fersah yol almıştı. Hayvanlar iyice yorulmuşlardı.
Güneş de kendisini iyice hissetirmeye başlamıştı. Nihayet uzaktan tek tük
palmiye ağaçları görülmeye başlandı. Burası küçük bir vahaya benziyordu.
Kervandaki en yaşlı erkek olan Ebu Kays, bu bölgeleri avucunun içi gibi
biliyordu. Öndeki kılavuzlara yolu o tarif ediyordu. Kendisi devesinin üstünde
bağdaş kurar gibi oturuyordu. Her kesin ona ayrı bir saygısı vardı. Yaşı elliye
yakındı. Kabilesinde birisini bir kavga sırasında kılıçla yaralamış, kabile
reisi de ona “kabileyi terk etme” cezası vermişti. O da mecburen
“kardeşler” topluluğuna katılmıştı.
Burada bulunanların hepsinin ayrı bir hikayesi vardı. Hemen hemen hepsi
bağlı oldukları kabilelerden dışlanmış kişilerdi. Sadece bir kişi kendi iradesi
ile kabilesini terk ederek katılmıştı. O da iyi bir şair olan Urve bin Verd'di.
Kendisi Yesrib'in ünlü Hazreç kabilesindendi.
Vahaya vardıklarında, develerden inen çocuklar hemen kuyuya doğru koşmaya
başladılar. Anneleri kuyudan çektikleri suları maşrapalara doldurarak ayırım
yapmadan bütün çocukların su ihtiyacını gidermeye başladılar. Boşalan su
tulumlarını doldurmayı da unutmadılar. Çölde yaşamının birinci şartı su
tulumlarının dolu olmasıydı.
Kadınlar asli görevlerinden biri olan yemek pişirme işine koyuldular.
Toprak tencereleri, öğlen yemeği için hazır hale getirdiler. Erkekler de
develerden indirdikleri yükleri kurulan kıl çadırlara yerleştiriyordu. Boş
duran hiç kimse yoktu.
Kardeşler topluluğu yeni gelen küçük kızla beraber yüz kırk üçe çıkmıştı.
Sofralarına bir kişi daha eklenmişti. Ancak, kimse bundan rahatsız değildi.
Onlar ayrı ayrı kabilelerden gelmelerine rağmen, kendilerini bir aile olarak
görüyorlardı. Çünkü ortak bir kaderi paylaşıyorlardı. Onlar aynı zaman da “el
ihvan” yani kardeştiler. Yeni gelen küçük kardeşlerine de “Zehra”adını
verdiler.
Kadınlar yemekleri pişirmiş, üç ayrı yerde koyun postlarının üzerinde sofra
kurmuştu. Birinci sofra da çocuklar, ikincisinde erkekler, üçüncüsünde kadınlar
yemek yiyecekti. Yiyecekler de ayırım yoktu. Her kes aynı yemeklerden yiyordu.
Buna şef komutan Zeyd bin Amr’da dahildi.
Bugünkü yemekleri deve sütüyle yapılmış mısır çorbası ile kurutulmuş etle
pişirilen buğday lapasıydı. Bu onlar için iyi bir sofraydı. Onu bulamadıkları
günler daha fazlaydı. Yemekten sonra, herkes yavaş yavaş çadırlarına çekilmeye
başladı. Güneşin en kızgın olduğu saatler başlıyordu. Toplam kırk çadırları
vardı. Otuz tanesinde evliler, on tanesinde genç bekarlar kalıyordu.
Şef komutan erkeklerin hepsini çadırına davet ederek, vahada üç gün
kalacaklarını, geceleri devriyelerin görevlerine devam edeceğini, gündüzleri de
altı kişinin sırayla nöbet tutacaklarını, bunun dışındakilerin
dinlenebileceğini, ancak silahlarını her zaman yanı başlarında hazır
tutmalarını istedi. (Sayfa-2-)
Komutan Zeyd bin Amr, okuma yazma bilen, kabilesinden ayrılmadan önce
çok sayıda savaşa katılmış iyi kılıç ve mızrak kullanan bir savaşçıydı.
Üyesi olduğu kabilenin reisi ile anlaşamamış, dört kişilik ailesiyle birlikte
ayrılarak, diğer kabilelerden dışlanan fakirleri, zenci kadınlardan doğan
çocukları yeni kurduğu kabilesine davet etmişti. Onlar da bunu kabul etmiş,
Zeyd’in reis olmasını onlar istemişlerdi. O da isteklerini geri çevirmemişti.
On yıl içinde sayıları hızla artmıştı. Nüfusları arttıkça, hayatta kalma
şansları da o kadar artıyordu. Hem kendilerini korumak hem de ticaret
kervanlarından ganimet elde etmek için çok savaşçıya ihtiyaç vardı. Ancak her
kervana da saldırmıyorlardı. Çok zengin olup da mallarından fakir ve yetimlere
pay vermeyenleri hedef alıyorlardı. O yüzden, düşmanları da her geçen gün
artıyordu. Düşman saldırı ve takibinden kurtulmak için sürekli yer
değiştiriyorlardı.
Vahada iki gün geçmişti, devriyeler görevlerine devam ediyordu. Molanın
Üçüncü gününde, devriyeler batı tarafından kalabalık bir atlı grubunun vahaya
doğru geldiğini, dost mu, düşman mı tam olarak anlayamadıklarını komutan Zeyd'e
ilettiler. Risk almak istemeyen şef, Abdullah'tan her kesin toplanmasını
istedi;
--- Güvenliğimizi tehlikeye atamayız. Her şeye hazırlıklı olmalıyız.
Gelenler düşmanımız olabilir. Abdullah yanına beş kişi alıp, kervanla birlikte
kadın ve çocukları yarım fersah ilerdeki kum tepelerinin arkasında bizim
gelmemizi beklesin. Eğer biz uzun süre gelemezsek, kervanı bizim dostumuz olan
Rakka yolu üzerindeki Elsen oğullarına götürüp, onların himayesine girsin. Biz
burada kalıp, gelenleri karşılayacağız. Kervan beklemeden derhal yola çıksın.
Çadırlar hızla sökülüp, bütün eşyalar develere yüklenmeye başlandı. Komutan
Abdullah durmadan hızlı olmalarını, bir an evvel hareket etmeleri gerektiğini
anlatıyordu.
Komutan Zeyd, geride kalan kırk dört savaşçıyı çağırıp,
---Hamza yanına beş okçuyu alıp sağdaki kum tepelerinin arkasına gizlensin.
Yunus da yanına beş okçuyu alıp sol taraftaki kum tepelerinin arkasına
saklansın.. Düşman bize saldırınca kaçar gibi yapıp iki gruba dağılarak sağa ve
sola yayılacağız okçular da o zaman harekete geçecek. Sonra biz geri dönüp
çembere alacağız. Plan anlaşıldı değil mi?
Her iki komutan da emirleri anladıklarını ve hemen yerlerini alacaklarını
belirterek, atlarını kırbaçladılar. Bu arada gelen atlı grubu tanımak üzere
gönderilen iki savaşçı da görüş alanın içine girmişlerdi. Biraz sonra komutan
Zeyd'in huzurundaydılar;
--Şefim gelenler yaklaşık yetmişe yakın bir atlı grubu. Tahminen bizim
peşimizdeler, hepsi de silahlı.
. Komutan savaşçılara dönerek, her zamanki gibi hilal şeklinde düzen
almalarını, saldırıp, geri çekileceklerini, düşmanlar okçuların menziline
girene kadar bu çekilmenin devam edeceğini, sonra, kendilerinin geri dönerek
düşmana saldıracaklarını söyledi. Savaşçılar, bunu daha önce defalarca
uygulamışlar ve başarılı olmuşlardı.
Atlı grup iyice yaklaşmıştı. Komutan Zeyd herkesin atlara binmesini, hazır
olmalarını istedi. Savaşmak istemiyorlardı ancak, kendilerini savunmak için bu
zorunluydu. Atlı grup vahaya elli adım kala durup, komutanları olduğu belli
olan şahıs; (Sayfa-3-)
---Kimsiniz? Hangi kabiledensiniz?
Komutan Zeyd bir iki adım daha öne çıkarak;
---Bize Saluklar derler, benim adım komutan Zeyd, bunlar da benim
kardeşlerim. Ya siz kimsiniz?
----Biz Teim kabilesinden Ubeyde'nin askerleriyiz. Benim adim da Ziyad. Siz
kervanları yağmalayan o çapulculardan olmalısınız? Neden gerçeği
söylemiyorsunuz?
----Biz çapulcu değiliz. Tanrının verdiği nimetleri zorla ele geçirip
paylaşmayanlardan alıp, ihtiyacı olan aç ve fakirlere dağıtıyoruz.
Zeyd'in bu cevapları karşısında sinirlenen Ziyad kılıcını kınından çekerek,
---Ya ele geçirdiğiniz malları bize iade edersiniz ya da kellelerinizi
alırız.
Komutan Zeyd çatışmanın zorunlu olduğunu, ilk saldırının onlardan gelmesini
bekliyordu. Okçular görüş mesafesinin dışındaydı. Sıra planın uygulanmasına
gelmişti. O da kınından kılıcını çekip,
--- Kervandan aldığımız buğday ve mısırların bir kısmı midemizde, kumaşları
da ihtiyacımız olandan fazlasını çok fakir kabilelere gönderdik. Efendin
mallarından fazlasını fakirlere vermekten kaçınırsa, ona ait kervanları vurmaya
devam edeceğiz. Bu sözlerimizi aynen ilet. Ama yok kellelerimizi istiyorsan
buyur gel al.
Ziyad, yanındakilere gözleri ve elleri ile savaş durumuna geçmelerinin
işaretlerini vermekte gecikmedi. Onlar da yarım hilal şeklini aldılar. Çatışma
başlamak üzereydi. Komutan Zeyd karşı tarafın askerlerini kendi tarafına çekmek
ya da morallerini etkilemek için son kez konuşmak istedi.
----Sizler neden bir zalimin malı için hayatınızı veriyorsunuz? bize
katılın burada size de vereceğimiz mısırımız, buğdayımız ve kumaşımız var. Hem
de özgür olacaksınız.
Zeyd'in bu sözleri bitmeden, Ziyad saldırı emrini vermişti. İki taraf da
birbirine girdi. Kılıç ve mızrak sesleri çölde yankılanmaya başladı. Karşı taraf
Saluklardan fazlaydı. Kısa bir süre sonra komutan Zeyd, “çekiliyoruz” komutunu
verdi. Geriye çekilen Saluklar, sağa ve sola iki gruba ayrıldılar. Düşman da
ikiye ayrılarak onları takibe başladı. Kum tepelerine geldiklerinde okçular
gizlendikleri yerlerden çıkmaya başladılar. Düşman askerleri birer ikişer
atlarından aşağıya düşüyordu. Düşman gafil avlanmış neye uğradığını şaşırmıştı.
Komutanları Ziyad da takipten
vazgeçerek geri çekilmeye başladı. Bu sırada komutan Zeyd 'de hemen geriye
dönüp, hücum emrini verdi. Düşman askerleri dağılmaya başladı ve geldikleri
yöne doğru kaçmaya başladı. Kısa bir takipten sonra, komutan Zeyd de
savaşçılarına takipten vaz geçmelerini söyledi.
Gereiye döndüklerinde yerde yatan düşman askerlerinin on kadarının
öldüğünü, üçünün ise, yaralı olduğunu tespit eetiler. Kendilerinden de dört
savaşçı yaralanmıştı. Ölüler kum tepelerinin altına gömüldü. Yaralılar da su
kuyusunun bulunduğu vahaya getirildi. (S.4)
Komutan Zeyd, bütün yaralılara bakılmasını emrederek, durumu ağır olan
yaralılar için kervandan dört devenin getirilmesni istedi.
Çatışma bittiğinde güneş tam tepelerine gelmişti. Kum tepelerinin arkasında
bekleyen kervandakiler de merak içindeydi. Yaralılar için deve almaya giden
ekip, çatışmayı kısaca anlattıktan sonra, sevinç içinde birbirlerini
kutladılar.
Komutan Zeyd, erkekleri topayıp, Ziyad'ın daha kalabalık bir savaşçı grubu
ile dönebileceğini, hemen yola çıkacaklarını, molaların kısa tutulacağını, Ebu
Elsen kabilesinin topraklarına girene kadar tehlikede olacaklarını, bu nedenle
yirmi fersahlık yolu ne kadar çabuk geçerlerse o kadar güvende olacaklarını
anlattı.
Develeri almaya giden ekip dönmüştü. Yaralılar hemen develere bindirildi.
Yanlarına da bakıcılar verildi. Hep birlikte yola çıkıldı. Kervana
ulaştıklarında tekrar sevinçle birbirlerine sarıldılar. Kervanla kalan şair
Urve bin Verd, komutan Zeyd'i tebrik etti ve başarılar diledi. Sonra da
atlarına binerek, kervanın en önüne geçtiler.
Önlerinde yaklaşık üç günlük yol vardı. Üç fersah ilerde bir vaha daha
vardı. Orada mola verip hem dinlenecekler hem de yaralılların tedavilerini
yapacaklardı. Düşman askerlerinin ikisi omuzundan, biri göğsünden yaralanmıştı.
Kendi yaralıları ise, ikisi sırtından kılıç darbesi, diğer ikisi mızrak darbesi
almıştı. Mızrak darbesi ile yaralananların durumu biraz daha ciddiydi.
Esirlerin üçüde siyahiydi. Ya köleydiler ya da paralı askerdi. Başka şansları
yoktu. Arabistan da siayahlar hor görülen bir ırktı. Zengin beyaz araplar cariye
olarak aldıkları siyahi kadınlardan doğan çocukları, kendi çocukları gibi
görmez, soy bozulmasın diye kabile dışına gönderirlerdi. Muhtemelen bu esirler
de onlardandı. .
Akşam hava kararmak üzere iken, vahaya vardılar. Burada mola veren başka
bir kervanla karşılaştılar. Selamlaştıktan sonra, kırk adım kadar uzağına
obalarını kurdular. Hepsi acıkmış ve susamışlardı. Atlar ve develerde oldukça
yorulmuşlardı. Onlara da önce su, daha sonra da yemleri verildi.
Komutan Zeyd, mola veren kervan sorumlusunu bulduktan sonra, nereden
geldiklerini ve nereye gittiklerini sordu. Kervancı başı yemenden geldiklerini
Hindistan'dan gelen baharatları, Çin'den gelen ipek kumaşları halep'e
götürdüklerini, oradan da buğday ve mısır alıp, Mekke'ye götüreceklerini
anlattı. Bunları anlattıktan sonra da misafirleri olmaları için davette
bulundu.
Komutan Zeyd bu davete olumlu yanıt verdi. Kendilerinin de Yesrib’den
geldiklerini, Rakka'ya gittiklerini söyledi. Bunları anlatırken, gerçek
kimliğini saklamak zorunda kaldı. Çünkü ticaret kervanları aynı zamanda bölge
ile ilgili haberlerin kaynağını oluşturuyordu. Mola sırasında yaralıların
tedavilerine bakıldı, yaralarına otlardan yapılan merhemler sürüldü. Kadınların
hazırladığı yemekler yenildi. Yemeklerden her kesin payı kadar, esirlere de
verildi. .
Komutan Zeyd ve Salukların büyük çoğunluğu tek tanrıya inanan Hanif
dinindendi. İçlerinde başka inançta olanlar da vardı. Ancak bu farklı inanç
onlar için önemli değildi. Onları bir arada tutan ortak değer, dışlanmak,
yoksul olmak ve işleyecekleri bir toprağının olmamasıydı.
Güneş doğmak üzereyken, yola çıkmak için hazırlıklara başlandı. Yollarına
hızla devam etmek istiyorlardı, çünkü her an kendilerini tehlikede
hissediyorlardı. (S.5)
Yolculuk tekrar başladığında komutan Zeyd, atını küçük Zehra'nın bindiği
deveye doğru sürdü. Komutan Abdullah da arkasından geliyordu. Abdullah'ın oğlu
da aynı devenin üstündeydi. Çocuklara gülümseyen Zeyd, Abdullah'ın altı
yaşındaki oğlu Tarık'a,
--Zehra artık senin kardeşin iyi bakmalısın, devenin üstünde düşmesin.
Arabistan'da yoksul olan aileler, borçlarını ödeyemedikleri zaman, kızlarının
ellerinden alınması olağan bir durumdu. Bu yüzden erkek çocuk sahibi olmayı
tercih ediyorlardı. Fakir aileler de kız çocukların yaşam şansları çok azdı.
Hatta bazı aileler bu yoksulluk yüzünden, kız çocuklarının başkalarının yanında
köle olarak yaşamaktansa, acı çekerek de olsa diri diri gömüp
katledebiliyorlardı. Zehra'nın babası da muhtemelen bu ailelerden biri
olmalıydı. Vicdanı kızını gömmeye razı gelememiş, orada bırakarak, yaşaması
için, bir şans tanımıştı. Zehra'nın hayatı tesadüfen kurtulmuş oldu. Ama çoğu
bu şanstan yoksun kalıyordu.
Sabaha doğru kervan, yolculuk için hazırlıklara başladı. Daha önlerinde iki
günden fazla sürecek yolları vardı. Bu yolculuk sırasında en az dört kez mola
vermeleri gerekiyordu. Öğleden sonra gece olana kadar mola verip, gecenin
serinliğinde yollarına devam ettiler. Üçüncü günü öğleye doğru Elsen oğulları
kabilesinin hakimiyetindeki bölgeye girmişlerdi. Artık saldırı tehlikesi
kalmamıştı.
Kervanı gören Elsen kabilesi üyeleri, gelenlerin Saluklar olduğunu anlayınca,
sevinçle kabile reisine haber verdiler. Reis kabilenin ileri gelenleri ile
birlikte çadırından çıkarak, şef komutan Zeydi karşılamak üzere, kervana doğru
hareket etti. Kabile reisi Ebu Cafer ile komutan Zeyd'in dostlukları çok
eskilere dayanıyordu. Babaları Şam yolculuğu sırasında birbirlerini görmeden
yollarına devam etmezdi. Çocukluklarından beri kardeş gibiydiler. İki eski dost
hasretle kucaklaştılar. İki yıldır görüşmüyorlardı, ancak Zeyd, ganimetlerden
onlara da pay gönderiyordu.
Kabilenin diğer üyeleri de kervanın yüklerinin indirilmesine, Saluklar için
çadırların kurulmasına yardım etmekte birbirleriyle yarış içindeydiler. Ebu
Cafer, komutan Zeyd, Abdullah, Hamza ve şair Urve bin Verd'i de yanına alarak,
kendi çadırına davet etti. Komutan Zeyd savaşçı arkadaşlarını ve Urve'yi
tanıttıktan sonra, yolda yaşadıkları olayları ve Ubeyde'nin adamları ile
yaptıkları çatışmayı detayları ile anlattı. Bu anlatılanları büyük bir
heyacanla dinleyen Ebu Cafer;
--Benim tanıdığım arkadaşım Zeyd'in her zorluğun üstesinden gelebilecek
yeteneğe sahip olduğunu biliyorum. Bundan bir endişe duymuyorum. Ubeyde'nin
adamları tekrar gelirlerse karşılarında bizi bulacakklardır. Komutan Zeyd ile
birlikte onları çok rahat yeneriz. Siz şimdi yoldan geldiniz biraz dinlenin,
daha sonra neler yapabileceklerimizi birlikte konuşuruz.
Elsen kabilesinin toplam nüfusu iki bine yakındı. Beş yüze yakın silahlı
savaşçısı vardı. Deve ve keçi besliyorlardı. Çok az toprakları vardı. Bu
nedenle, kabile üyelerini doyurmakta zorlanıyorlardı. Bu zor günlerde komutan
Zeyd'in gönderdiği yiyecek ve giyecekler için, kendilerini borçlu
hissediyorlardı. Ancak komutan Zeyd, bu duyguyu onlara hiç bir zaman hisettirmemişti.
Teim oğullarının savaşçıları kendi obalarına dönmüştü. Kabile reisi durumu
öğrenince çok hiddetlendi. Hem itibarlarını hem de mallarını kaybetmişlerdi. Bu
dururmu onur kırıcı olarak görüyordu. Hemen bir şeylerin yapılmasının zorunlu
olduğuna karar verdi. Kabile (Sayfa 6) Reisi Ubeyde, kızını oğluna aldığı
Mervan oğulları kabilesinden destek istemeyi düşündü. En iyi çözüm olarak bunu
görüyordu. Mervanoğulları kabilesinin obası altı fersah güneydeydi.
İki gün sonra, Ubeyde, oğluyla birlikte beş silahlı adamı yanına alarak
yola çıktı. Akşama doğru, Mervanoğulları kabilesinin topraklarına varmayı
düşünüyorlardı. Moralleri çok bozuk olmasına rağmen, yapabilecekleri başka bir
şeyleri de yoktu. Yanlarına hediye olarak, hurma ve kurutulmuş keçi eti
almışlardı.
Mervan oğulları kabilesinin kendilerine yetecek toprakları vardı. Hem tarım
ve hayvancılık yapıyorlardı hem de Yemen ile Halep arasında ticaret kervanları
bulunuyordu. Ekonomik durumları iyi olan birkaç kabileden biriydi. Ancak, bu
zenginliklerini başkalarıyla paylaşmıyorlardı. Bu nedenle onlar da Salukların
hedefi olmuşlardı.
Ubeyde ve yanındakiler Mervanoğullarının obasına vardıklarında çok iyi
karşılandılar. Hemen kabile reisinin bulunduğu çadıra alındılar. Reis Halit,
ziyaretten duyduğu memnuniyeti belirterek, bazı olayları duyduklarını, ancak
tamamını bilemediklerini, Salukların çok ileriye gittiklerini, onlara gerekli
tepkinin verilmesinin zamanının geldiğini söyledi. Bu sözleri duyan Ubeyde;
--Ya Halit biz de bunun için buraya gelmiştik. Ne güzel konuştun, içimizden
geçenleri bizden önce söyledin. Kalbimizden geçenleri okudun. Bizleri rahatlattın.
---Ya Ubeyde, siz bir dinlenin bir çaresini buluruz.Onlar daha önce bizim
kervanımızdaki bazı mallarımıza da el koymuşlardı. Meydanı Saluk yağmacılarına
birakırmıyız ?
Sofralar kuruldu, Yemekler yendi, Şam'dan gelen şaraplar içildi. Ubeyde ve
yanındakiler geceyi neşe ve huzur içinde geçirdiler.
Sabah olduğunda ne yapılması gerektiğini konuştular. Ubeyde seçilmiş iyi
savaşçılardan bir birlik kurulmasını ve Salukların bir an evvel ezilmesi ve
ortadan kaldırılmasını istedi. Halit ise, Salukların sabit bir yerlerinin
bulunmadığını, öncelikle ticaret kervanlarının arasına bilgi toplamak amacıyla
muhafizlar gönderilmesini, gelen bilgilerden sonra, harakete geçilmesi
gerektiğini söyledi.
Toplantının sonunda, yapılacak savaş için hazırlık yapılmasına, Salukların
bulundukları yer ile ilgili bigi gelince, haraket edilmesine karar verildi.
Ubeyde ve adamları obalarına geri döndüler. Mervanoğullarının desteğini
almak onlar için önemliydi. Bu destek onları biraz olsun rahatlatmıştı. Reis
Halit'ten gelecek haberleri bekleyeceklerdi. Bu bekleme süresi içinde
kendilerinin de hazırlık yapmaları gerekiyordu.
Mervanoğulları kabilesinin nüfusu iki bine yakındı. İyi silah kullanabilen
dört yüz civarında savaşçısı vardı. Teim oğullarının savaşçılarıyla birlikte bu
sayı yediyüze yaklaşıyordu. Salukların bu silahlı güce karşı koymaları zordu.
Salukların komutanı da boş durmuyordu, Elsenilere geleli yirmi gün olmuştu.
. Kervanlardan bilgi almak için gönderdiği adamları her gün rapor veriyorlardı.
Teim oğulları ile Mervanoğullarının kendilerine karşı ittifak kurduklarını
öğrenmişlerdi. Elsenileri de (Sayfa 7)
tehlikeye atmak istemiyorlardı. Komutan Zeyd son durumu Ebu Cafer ile
görüşmek üzere, çadırına gitmeye karar verdi. Selamlaşmadan sonra söz alan
Zeyd;
--Ya Ebu Cafer, Teim oğulları ve Mervan oğulları bize karşı hazırlık
yapıyorlar. Burada kalmamız sizi de tehlikeye sokacak. Müsadenizle biz yarın
yola çıkmak istiyoruz.
---Birlikte onlara karşı koyabiliriz. Gitmenize taraftar değilim. Üzerimize
düşeni yapmaya hazırız.
Komutan Zeyd, bunun sakıncaları olduğunu, bütün kabileyi kaybetme tehlikesi
bulunduğunu, ancak kadın ve çocukları burada bırakabileceklerini söyledi.
Sonunda Zeyd'in kararlarına uymaya karar verdiler. Ebu cafer, Zeyd'e
ticaret yapmaları için ellerindeki kurutulmuş keçi ve koyun derilerini
vereceklerini, burada kalan Saluklar için elinden gelen her şeyi
yapacaklarından emin olmalarını istedi.
Komutan Zeyd, yardımcıları Abdullah, Hamza ve Yunus ile bir durum
değerlendirmesi yapmak üzere kendilerine ayrılan çadırda toplanmaya karar
verdi. Komutan Zeyd, Ebu Cafer ile yaptıkları görüşmeyi anlattıktan sonra,
yardımcılarının da görüşlerini almak istedi. Komutanlardan Hamza, Elsenilerin
yanına en az onbeş slahlı savaşçı bırakmak gerektiğini, bir tehlike olduğunda
haberleşmek için adam gönderilmesini istedi. Bu öneriyi beğenen Zeyd;
---Komutan Abdullah'ın yönetiminde on beş savaşçı burada kalsın. Biz Şam'da
malları takas ettikten sonra, buraya döneriz. Bu süre içersinde herhangi bir
şey olduğunda, bize haberci gönderirsiniz.
Bu konuşmalardan sonra, hemen hazırlıklara başlandı. Sabah güneş doğmadan
yola çıkıldı. Kervanda otuz altı silahlı ve üç de esir bulunuyordu. Önce
Rakka'ya daha sonra da Şam'a gideceklerdi. Bu da iki yüz fersahlık yol demekti.
Bu mesafeye iki ayda ancak gidebilirlerdi.
Saluklar, Üç gün sonra Rakka'ya vardılar. Şehirin girişinde Ebu Kays'ın
daha önce konakladığı ve tanıdığı bir hana yerleştiler. Hanın sahibi Ebu Hişam,
kervandaki Ebu Kays 'ı hemen tanıdı ve kucaklaştılar.
--- Ya ebu Kays yolculuk nereden nereye?
----Yesribden geliyoruz. Şam'a gidiyoruz. Kurutulmuş deri getirdik. Şarap
ve zeytinyağı götüreceğiz.
- - - Benim Şamda tanıdıklarım var. Size yardımcı olurlar.
--Çok iyi olur.
Gece olduğunda, Ebu Hişam, komutan Zeyd, Ebu Kays, komutan Hamza ve Yunus'u
kendi oturduğu bölüme davet etti. Ebu Hişam konuklarını çok güzel ağırladı.
Yemekten sonra şarap ikram etti. Ancak şarabın tadı çok farklıydı. Şarabın
nereden geldiğni sorduklarında “Lazkiye” cevabını almışlardı.
Sabah olduğunda, komutan Zeyd esirlerle görüşmek için, hanın bahçesinde
toplanılması emrini verdi. Uzun bir yolculuğa çıkacaklarını, esirleri azat
etmeye karar verdiğini, (Sayfa8) ancak esirler isterlerse, kendileri ile
birlikte esir olarak değil, hür bir insan olarak kalabileceklerini söyledi.
Kervandakiler de bu görüşü onayladıklarını ifade ettiler. Toplantı da söz
verilen Esirlerde kendileriyle birlikte yolculuk etmek istediklerini
belirttiler. Bu sözler üzerine, komutan Zeyd, akşama kadar serbest olduklarını,
yarın sabah yola çıkacaklarını söyledi.
Kervandakiler o gün Rakka nın gezilebilecek bütün yerlerini gezdiler bol
bol eğlendiler. Akşam olduğunda her kes handa toplanmaya başlamıştı. Komutan
Zeyd, geceye doğru, herkesin gelip gelmediğini sorduktan sonra, yolculuk için
hazırlık yapılmasını istedi.
Salukların nüfusu üç kişi daha artmıştı. Kervandakiler de bu son durumdan
memnundular. Yeni gelenler de eskilerle çabuk uyum sağladılar. Şam yolculğuna
başladıklarında komutan Zeyd ve on kişi dışındakiler tüccar kıyafeti
giyinmişlerdi. Diğer kervanların ve Roma'lı askerlerin dikkatini çekmek
istemiyorlardı. Roma askerleri ile bir sorun yaşamak onlar için iyi olmazdı.
Böyle bir durumda, Şam şehrine girmelerine izin verilmezdi, hem de aylarca
zindanlarda hapis yatabilirlerdi.
Şam yolculuğu çöldekine göre daha rahat geçiyordu. Su sorunu yoktu. Ayrıca
yol kenarlarında mola verecekleri çok sayıda sulak ve yeşil alan vardı.
Kendileri de, hayvanları da bu yolculuk sırasında fazla yorulmayacaklardı.
Kervandakilerin çoğu Şam'a ilk defa yolculuk yapıyordu. Yol üzerindeki köyleri
görünce, Çöldeki yaşamdan sonra, burada yaşamanın daha kolay olduğunu düşünmeye
başladılar. Ne güzel bir memleketti. Üstelik burada yaşayanların çoğu
çadırlarda değil, toprak ve taş evlerde oturuyordu. Tahıl ve sebze boldu.
Burada yaşayanların şanslı olduklarını düşünüyorlardı. Komutan Zeyd'in
kurutulmuş deri vererek, köylülerden takasla meyve ve sebze alması onları daha
da memnun etmişti. Elma, erik kurutulmuş kayısı dut gibi meyveleri ilk defa
tatmışlardı.
Yola çıkmalarının üzerinde yirmi gün geçmişti. Kervana kılavuzluk yapan
Kays bir fersah ilerde çok güzel bir vadi olduğunu, yanında dere aktığını orada
mola verebileceklerini komutan Zeyd'e iletti. Komutan, teklifi olumlu karşıladı
ve vadinin girişine geldiklerinde mola verdiler.
Böyle güzel bir yerde mola vermek kervandakileri memnun etmişti. Yolculuk
zevkli hale gelmişti. Ağaçların gölgelerine çadırlarını kurmak onlarda ayrı bir
duygu yaratmıştı. Akşam hava iyice karardığında nöbetçiler hariç her kes dinlenmeye
çekildi. Sohbetlerinde Urve bin Verd'i andılar. Burada olsaydı şiirlerini
yazmaya ve okumaya devam edebilirdi.
Tam uyumaya çekilecekleri sırada, kervanın batısındaki nöbetçiler, bir ses
duyduklarını, ancak, kervan sesine benzetemediklerini komutan Zeyd'e ilettiler.
Komutan Zeyd tedbir amaçlı olarak, tüccar kıyafetindeki savaşçılardan yedişerli
iki grup yaparak vadinin her iki yanında gizlenmelerini istedi. Tehlike
olmadığında, haber vereceğini, aksi taktirde bir saldırı olduğunda müdahale
etmelerini emretti.
Nöbetçilerin duyduğu ses doğru çıkmıştı. Sesesler gittikçe daha
yakınlaşmaya başladı. Ay'ın parlaklığı geceyi neredeyse gündüz gibi yapmıştı.
Atlı oldukları net belli oluyordu. Komutan Zeyd gelenlerin Romalı askerı
devriyeler olabileceğini düşünerek, kervandakileri uyardı. Askerlere karşı
herhangi bir eylemde bulunmamalarını istedi. Atlı grup kervana iyice
yaklaşmıştı. Kılavuz Ebu Kays gelenlerin Roma'lı askerlere benzemediğini
komutan Zeyd'e ikazda bulundu. Roma'lı askerler genellikle birliklerde mızraklı
bir grup bulundururlardı.(S.9) Gelenlerde
mızrak yoktu. Kılıç ve ok sadakları eyerlerin yanlarında ay ışığında parlıyordu.
Atlı grubu, komutan Zeyd ve Hamza karşıladı. Gruba liderlik yapan kişi uzun
boylu, sakallı biriydi. Kervana onbeş adım kala gruba dur emrini verdi.
Yanındakiler ikiye ayrılarak, sağına ve soluna dizildiler. Salukların
savaşçıları da bu sırada vadinin yüksek noktalarındaki yerlerini almışlardı.
Gelenlerin sayısı otuz kişiye yakındı. Niyetleri hiç de dostça görünmüyordu.
Şefleri, komutan Zeyd'e sert bir tonla;
--- Kervanınız da ne yük var? Nereye gidiyorsunuz?
------Kurutulmuş koyun ve keçi derisi var, Şam'a gidiyoruz.
-----Toplam kaç deve yükünüz var?
----Yirmi sekiz
-----Onların yirmisini bize vereceksiniz, yoksa hepsi bizim olur.
-----Zorla mı alacaksınız? Bunu denemeye kalkmayın pişman olursunuz.
Gelenler soyguncuydu. Saluklarda kervandaki mallara el koyuyorlardı. Onlar
sadece mallarından fakir ve yetimlere pay vermeyenlerden, kervandaki malın
sadece yirmide birine el koyuyorlardı. Bunlar tamamını istiyordu. Üstelik bu
kervan yoksullara aitti. Salukların mallarını savunmaktan başka çareleri
kalmamıştı.
Bu konuşmalardan sonra, Saluklar okları yaylarına yerleştirmişlerdi. Ancak
kayalıkların arkasında belli olmuyorlardı. Haydutlar mallara el koymaktan
vazgeçmemişlerdi. Çatişma kaçınılmazdı. Komutan Zeyd, tam kılıcını kaldırıp,
okçulara emir vermek üzereyken, başka bir atlı grubun vadinin Şam tarafından
geldiğni fark etti. Hemen tepeye doğru hamle yaparak okçulara atış emrini
verdi. Komutan Zeyd ilk karşılamayı okçularla yapmayı düşünüyordu. Kendileri
atlara binik değillerdi. Bu nedenle tepeye doğru çekilerek, yüksek yerlerde
tutunmak istiyolardı. Okçular seçtikleri hedefleri vuruyordu. Ancak, diğer atli
grup da iyice yaklaşmıştı. Gelenler de eşkiyaydı. Onlar da saldırıya geçmişti.
Vadinin karşı tarafında bulunanlar onları karşılamıştı ancak sayıları çok
yetersizdi. Komutan Zeyd, Hamza'ya yanına beş kişi ile birlikte yardıma gitmelerini
emretti. Saluklar iki ayrı yerde çarpışmaya başladılar. Kendilerinden de
yaralanıp yere düşenler oldu. Özellikle haydutların reisi at üstünde çok etkili
kılıç kullanıyordu. Komutan Zeyd bir an evvel bu duruma müdahale etmek
istiyordu. Ancak önüne gelenler buna engel oluyordu. Bu sırada Yunus'la yan
yana geldiler ve Yunus Zeyd'in önündekilere müdahale edince, rahatladı. Hızla
haydutların reisine
doğru yöneldi. Zeyd, haydut 'un soluna doğru hamle yaptı. Çünkü sağ eliyle
iyi kılıç kullanıyordu. Ters taraftan saldırarak onun bu üstünlüğünü kırmak
istiyordu. Karşılıklı üç dört hamleden sonra komutan Zeyd, son bir atakla
haydut reisini sağ elinden yaralayarak aşağıya düşürdü ve kılıcı gırtlağına
dayadı.
-----Çabuk aman dile ve arkadaşlarına teslim olmalarını söyle.Reislerinin
gırtlağına kılıç dayandığını duyanlar geri çekilmeye başladı. Bu sırada Şam
tarafından ikinci bir atlı grup daha belirmişti. Gelenlerin “biz askeriz”
sesleri duyuldu. Geri çekilen haydutlar askerlerin geldiğini görünce arkaya
doğru kaçmaya başladılar. (Sayfa,10)
Saluklar da komutan Zeyd!in yanına gelmişlerdi. Roma'lı askerlerin bir
kısmı da o yöne doğru hareket etti. Bir kısmı da Saluklara doğru geldi. Ebu
kays onların dilini konuşabiliyordu.
----Kimsiniz burada neler oldu?
--- Biz Şam'a mal götürüyoruz, eşkiyaların saldırısına uğradık.
Eşkiya reisinin elleri arkada bağlı şekilde yere yatırılmıştı. Askerlerin
komutanı atından inerek,
-----Sen kimsin hangi kabiledensin?
Bu soruya cevap alamayan komutan, eşkiyanın ayağa kaldırılmasını istedi.
Ayağa kaldırılan eşkiyanın yüzünü gören komutan,
-----Bu aradığımız Eşkıya reisi Zuberra'nın ta kendisi. Beni tanıdın mı?
Ben Aleks Kureyus.
Komutan Aleks Kureyus, Zuberra'yı tanıyordu. İki kez karşılaşmışlardı,
ancak ikisinde de elinden kaçırmıştı. Zuberra'nın canlı ele geçirilmesi onu
memnun etmişti. Çünkü Zuberra altı askerinin öldürülmesinden dolayı aranıyordu.
Komutan Zeyd, Hamza'dan kayıp ve yaralılar hakkında bilgi istedi.
Saluklardan dördü hayatını kaybetmiş, üç kişi de yaralanmıştı. Eşkiyalardan
ise, yedi ölü beş yaralı vardı.
Komutan Aleks Kureyus, Eşkıya reisi Zuberra'nın çok iyi kılıç kullandığını
biliyordu. Onu yaralayıp, esir alan komutan Zeyd ile tanışmak istiyordu. Ebu
kaysa dönerek,
------Siz nereden geliyorsunuz, bu
iyi kılıç kullanan kimdir ?
Ebu kays, Elsen kabilesinden olduklarını, Şam'a kurutulmuş deri
götürdüklerini, oradan da şarap ve zeytin yağı alacaklarını, kervan
yöneticisinin de Amr bin Zeyd olduğun söyledi. Komutan memnuniyetini ifade
ederek,
-----Şef Zeyd'e bir hediyemiz var. Zuberra'yı yakalayana ödül verileceğini
ilan etmiştik. Şam'a giderken yanınıza üç asker vereceğim. Askerler sizi
valinin huzuruna çıkaracaklar. Biz kaçan eşkiyaların peşinden gideceğiz. Yaralı
Eşkiyaları da beraber götüreceksiniz.
Komutan Aleks Kureys'un sözlerini tercüme eden ebu Kays, Zeyd'in de
kendisine teşekkür ettiğini ve başarı dilediğini söyledi. Bu kısa konuşmalardan
sonra, komutan Aleks, eşkiyaların peşinden gitmek için Saluklardan ayrıldı.
Komutan Zeyd yaralıları ziyaret ederek, tedavilerinin yapılmasınıi,
ölülerin de gömülmesini emretti. Ölen dört saluk için ise gözyaşlarına hakim
olamamıştı. Ölenlerden birisi kendilerine yeni katılan teim kabilesi
savaşçılardan Ziffar'dı. Ziffar arkadaşlarını korumak için kendisini feda
etmişti. Kalabalık haydutlaraın içine dalarak yaralı olarak savaşan
arkadaşlarını kurtarmıştı. Arkadaşlarını kurtarmıştı, ama kendisi soyguncularun
kılıç darbeleriyle hayatını kaybetmişti. Saluklar düşmanlardan ayrı bir tepeye
gömüldüler. Saluklar çok büyük bir tehlike atlatmıştı. Herşeylerini kaybedebilirlerdi.
Hatta bütün hayatlarını. Roma’lı askerlerin yardıma gelmesi onları daha fazla
kayıp vermesine engel olmuştu. Onları geride bekleyen çok sayıda insan vardı.
Onlar içinde savaşmışlardı. (Sayfa, 11)
Komutan Zeyd, iki gün burada dinleneceklerini, nöbetçiler dışında herkesin
çadırlarına çekilebileceğini, esirlere de yatacak yer ve yemek verilmesini
istedi. Zeyd'in bu konuşmalarını duyan Eşkıya reisi Zuberra, mahçup bir şekilde
kafasını öne eğerek, komutan Zeyd ile, göz göze gelmekten kaçınıyordu. Zuberra,
Saluklara saldırdığı için pişmandı. Şimdiye kadar kervanları çok rahat
soymuşlardı. İlk defa savaşçı bir kervanla karşılaşmıştı. Roma kanunlarına göre
bu suçun cezası idamdı.
Vadideki iki günlük mola kervandakileri iyice dinlendirmişti. Güneş
doğmadan hareket ettiler. Şama'a yaklaştıkça yol emniyetini sağlayan Roma
askerleri ile daha sık karşılaştılar. Askeri birlıkler çok düzenli ve iyi
silahları vardı. Kendilerini saldırılarda korumak için saçtan yapılmış
kalkanları bulunuyordu. Saluklar'un çoğu bu kalkanları ilk defa görüyordu.
Romalıların bu ticaret yoluna önem verdikleri daha iyi anlaşılıyordu. Romalılar
her deve yükünden yarım gümüş para alıyordu. Tüccarlar buna gönülden razıydı.
Her on fersah'ta küçük kaleler inşaa etmişlerdi. Bu kalelerde yetmiş ile yüz
arasında asker bulunuyordu. Kervanlar bu kalelerin yakınlarında güvenli bir
şekilde mola verebiliyordu. Bu küçük kalelere varıldığında, Salukların yanında
bulunan askerler, kale komutanlarına bilgi veriyordu. Bu bilgileri öğrenen kale
komutanları hem komutan Zeyd'i hem de kendilerini meşgul eden Eşkıya Zuberra'yı
görmek için kervanı ziyarete geliyordu. Komutanlar bu başarısından dolayı
Zeyd'i tebrik ediyor, küçük hediyeler veriyorlardı. Hediyeler içinde en
değerlileri, Romalı komutanların kullandıkları iki adet gümüş saplı hançerdi.
Komutan Zeyd, bu hançerlerden birisini şair Verd'e ayırdı, diğerini de komutan
Hamza’ya hediye etti.
Şam yolculuğu Eşkıya saldırısı dışında çok rahat geçiyordu. Bunaltıcı
sıcaklar burada yoktu. Çöle göre, burası serin sayılırdı. Yiyecek içecek
sıkıntısı da çekilmiyordu. Sebze ve meyve boldu. Askerler Şam'a çok az
kaldiğnını söylüyordu.
Komutan Zeyd, Şam valisinin kendisini kabul etmesinin heyacanını yaşıyordu.
Daha önce hiçbir vali ile görüşmemişti. Nasıl konuşulacağını, neler söylenmesi
gerektiğini de bilmiyordu. Bununla ilgili olarak Romalı askerlerden bilgi
almayı düşünüyordu. Şama iki fersah kala ormanlık bir bölgede son molayı
vermişlerdi. Sofrada bulunan Kays'a dönerek,
--- Valinin huzuruna çıkınca ne yapmam lazım? Bunu Romalı askere sorar mısın?
Ebu kays askerden öğrendiklerini Zeyd'e tercüme etmeye başlayarak,
----Valinin huzuruna varınca temiz giyimli olmak, selam verirken eğilmek,
soru sormadıkça konuşmamak gerektiğini söylüyor.
Bu bilgileri öğrenen Zeyd, ormanın içinde akan küçük derede banyo yaptı.
Valinin huzuruna çıkarken giyeceklerini temizleyip, kuruttuktan sonra heybenin
bir gözüne özenle yerleştirdi. İçi biraz daha rahatlamıştı. Valinin vereceği
ödülü de merak ediyordu. Romalı komutan sadece ödülden bahsetmişti. Ödülün ne
olduğunu açıklamamıştı.
Sonunda Şam'a gelmişlerdi. Şehrin giriş kapısında askerler bekliyordu. Hem
kervanları kontrol ediyor hem de taşıdıkları mallar için, deve başına yarım
gümüş para alıyorlardı. Gümüş parası olmayanlardan taşıdıkları malların bir
kısmı rehin alınıyordu. Ödeme yapılanlara ise belge veriliyordu. Belgesi
olmayanlara çıkış izni verilmiyordu. Şehrin her tarafı surlarla çevriliydi.
Biri batıdan diğeri de doğudan olmak üzere iki kapısı bulunuyordu. Salukların
kervanı kapıya geldiğinde, kervanda bulunan askerler, girişteki subayın (S.12)
Yanına giderek yazılı bir belge verdi. Bu görüşmeden sonra, Saluklar hemen
içeri alındılar. Komutan Zeyd bu duruma şaşırmıştı. Bunu gören asker Ebu Kays'a
gelerek,
---Komutan Aleks Kureyus sizden giriş parası alınmaması içın yazı vermişti.
Aleks Kureyus'un bu davranışı kervandakileri memnun etmişti. Taşıdıklar mal
zaten çok para edecek bir değerde değildi. Komutan Aleks bunu fark etmişti. Bu
nedenle giriş parası alınmaması çin yazılı not göndermişti. Şehire girdikten
sonra, Kervandakiler gördüklei manzara karşısında şaşkına uğramışlardı. Bu
kadar büyük bir şehir görmemişlerdi. Üstelik hiç çadırda yoktu. Bütün evler
taşatan yapılmış, yükseklikleri de üç insan boyuna yakındı. Dinlenecekleri hana
geldiklerinde şaşkınlıkları daha da artmıştı. Han, çok büyüktü. Develer için
ayrı, atlar için ayrı bölümleri vardı. İnsanlar hanın yan tarafındaki taş
evlerde kalıyordu. Hayvanların kaldığı yerde su içmeleri için ayrıca oluklar
bulunuyordu. İnsanların kaldığı yerde ise, yemek pişirmek için çok sayıda şömüne
benzeri ocaklar vardı. Handa onlarca kervanın konaklayacağı alanlar vardı.
Handaki hareretli konuşmalar duvarlarda yankılanıyordu.
Romalı askerlerin komutanı. Ebu Kays'a yaklaşarak, eşkıyaları hapishaneye
götüreceklerini, yarın buraya gelip, komutan Zeyd'i valiye götüreceklerini,
kendilerini burada beklemelerini istedi. Askerler gittikten sonra, komutan Zeyd
yemek için hazırlık yapılmasını, daha sonra da sırayla şehri gezmeye ve mallara
alıcı aramalarını söyledi.
Yemekten sonra, dört nöbetçi bırakıldı. Nöbetçi olmayanlar şehri gezmek
için dışarıya çıktılar. Ancak sırası gelenler nöbetçilerle yer değiştirecekti.
Komutan Zeyd'in bu sözleri üzerine kervandakiler hızla harekete geçti. Bir an
evvel şehri gezmek istiyorlardı. Çarşıları gördükçe şaşkınlıkları artıyordu.
Sanki dünyadaki bütün mallar buraya taşınmıştı. Ne ararsan vardı. Kurutulmuş
elmadan, zeytin yağına, şaraptan, hurmaya, ipek kumaşından en ucuz giysilere
kadar her şey vardı. Gece kararıncaya kadar bol bol gezdiler, çok az da olsa
bazı meyvelerden tatma imkanları da oldu.
Şama'a gelişlerinin ikinci günü öğleye doğru, Romalı asker, hanın önünde
bekliyordu. Hemen haber verildi. Komutan Zeyd temiz elbiselerini giymiş
hazırlık yapıyordu. Bu sırada ebu Kays'ın yanına giden Romalı asker, tercüman
olarak kendisinin de gelmesini, valinin huzuruna çıkıldığında silahsız
gidileceğini, bunun Zeyd'e iletilmesini söyledi.
Valinin oturduğu yer şehrın ortasına yakın küçük bir tepenin üzerinde
bulunuyordu. Kapıda askerler bekliyordu. İçeri giren her kesin üzeri
aranıyordu. Romalı asker durumu kısaca nöbetçiye izah etti. Haberi olduğunu
söyleyen asker komutanını çağıracağını belirterek beklemelerini istedi. Kısa
bir süre sonra, giriş kapısına gelen komutan;
----Size ben refakat edeceğim.
Askere dönerek,
------Sen görevine dönebilirsin. Valimiz Zeyd ve arkadaşını bekliyor.
Binanın giriş kapısından sonra, büyük bir avluya çıktılar. İkinci bir
kapıda da nöbetçiler vardı. Komutanı gören nöbetçiler geriye çekilerek yolu
açtılar. Buradan da çok geniş bir salona geçtiler.Buyük bir koltukta ipek kumaş
olduğu belli olan giysiler içinde dolgun yüzlü birisi oturuyordu. Romalı
komutan sağ elini sol göğsüne götürüp, tek dizini yere koyarak (Sa, 13) selam verdi. Vali olduğu anlaşılan
kişi başını salayarak selamı onayladı. Komutan Zeyd ile Kays da başlarını
eğerek, selam verdi. Yerinden kalkan vali,
-----Hanginiz Zeyd'siniz.
Ebu kays izin isteyerek, kendini tanıttı. Zeyd'in Latince bilmediğini,
kendisinin tercümanlık yapacağını söyledi.
Vali, Zeyd'in Eşkıya Zuberra'yı yakalamasının ve esir almasının büyük
başarı olduğunu, Züberra'yı diri ya da ölü getirene iki yuz altın ödül vereceklerini
ilan ettiklerini, bunu bilip bilmediklerini sordu. Kays bundan haberdar
olmadıklarını, Eşkıyalarla yapılan çatışmayı detayları ile anlattı. Zeyd'in
savaş ve savunma taktiklerini dinleyen vali memnuniyet ifade eden bir ses
tonuyla,
-----Bunu bilen birisi sadece tüccar olamaz. Daha önce hangi görevlerdeydi.
Ebu kays komutan Zeyd'in kabileler arasında çıkan çok sayıda savaşa
katıldığını, iyi kılıç ve mızrak kullandığını, aynı zamanda iyi bir lider
olduğunu da belirtti.
Bu sözlerden sonra. Valinin Zeyd'e olan ilgisi biraz daha arttı. İki yüz
altının getirilip, Zeyd'e verilmesini emretti. Arkasından ebu Kays'a dönerek,
----Zeyd'e bir teklifte bulunsam kabul eder mi? Benim yönetim altındaki bu
bölgeye yerleşip, benim askerim olur mu?
Bu sözlerin aktarılması karşısında şaşıran Zeyd, ilk anda ne diyeceğini
bilemedi. Daha sonra toparlanarak, tek başına olmadığını, kabilesini bırakamayacağını
söyledi.
Zeyd'in cevabı tam bir liderin sözleriydi. Sorumluluk taşıyan bu ifadeler
valide hayranlık uyandırdı. Böyle birinin kendi yanında olmasını çok isterdi.
Vali Zeyd'in iyi bir komutan olacağına inanmıştı. Bu yüzden Zeyd'i kaçırmak
istemiyordu. Tekrar Kays'a dönerek,
----Kaç kişilik kabileniz var.
------ İki bin civarında efendim.
----O halde kabilenizi de kabul ediyorum. Size işlemeniz ve hayvanlarınız
için Lazkiye yolu üzerinde iki fersah genişliğinde arazi vereceğim. Bunun
karşılığında bana yüz elli kişilik bir askeri birlik vereceksiniz. Bunların
yiyecek ve içeceği size ait olacak. Kabul eder misiniz?
Bu teklifi duyan Zeyd bir daha şaşırdı. Zeyd tek başına buna karar vermek
istemiyordu. Valiye saygı ile selam verdikten sonra,
----Kabilemin diğer üyeleriyle görüşmem için biraz zaman verebilir misiniz
efendim.
Zeyd'in sözlerini tercüme eden Kays da bu teklifle şaşırmıştı. Vali,
düşünmek için iki gün zaman verdiğini, cevabın Zeyd tarafından kendi huzurunda
verilmesini istedi. Bu kısa sözlerden sonra Romalı komutana ayrılabileceklerini
işaret etti. Komutan Zeyd sanki rüya görüyordu. İki yüz altın ödülün yanında
çok özel bir de teklif almıştı. Kısmetleri açılmıştı, kötü olaylardan sonra,
Şansları gülmeye başlamıştı. (Sayfa,14)
Kervanın kaldığı hana geldiklerinde olanları kısaca anlattılar. İki yüz
altın ödülü duyduklarında kulaklarına inanamadılar. Tekrar tekrar sordular.
Herkes mutluluktan uçuyordu. Bu kadar büyük parayı ilk defa görüyorlardı. Bu
parayla mal alıp, ticaret yapabilirlerdi. Saluklar artık zenginlerin
kervanlarına el koymaya gerek duymayacaklardı. Komutan Zeyd, ebu Kays ve
Hamza'yı çarşıyı gezip, kervan için mal bulmaya gönderdi. Yüz altın
karşılığında, şarap ve zeytinyağı, elli altın karşılığında kabilenin
giyecekleri için ucuz kumaş, elli altınla da yiyecek almalarını, kurutulmuş
deriler için de müşteri bulmalarını istedi. Kendisi de hanın gölgeliğine
oturup, valiye nasıl bir cevap verileceğini düşünmeye başladı. Kafası çok
karışıktı. Vereceği kararı Elseniler kabul edecek miydi? Valinin kendilerine
önerdiği toprakların verimli olduğunu bölgeyi bilen ebu Kays, detayları ile
anlatmıştı. Şehir halkı validen övgüyle bahsediyordu. Adaletli ve çok çalışkan
bir valiydi. Adını da öğrenmişti. Gregor papulyadis.
Akşam olduğunda hep birlikte yemek yediler. Yiyecekler çeşit çeşitti. İlk
defa bu kadar zengin bir sofrada yemek yediler. Yemekten sonra Vali
Papulyadis'in önerisini görüşmek üzere bir araya geldiler. Komutan ilk sözleri
arkadaşlarına verdi. Önce onların düşüncelerini öğrenmek istiyordu. Söz alan
herkes önerinin kabul edilmesi yönünde görüş belirtti. Kervandakiler Zeyd'in
kararını merak ediyordu. Sonunda sıra komutan Zeyd'e gelmişti.
----Ben de teklifin kabul edilmesi taraftarıyım. Ancak Elsenlerin lideri
ebu Cafer'in kabul edip, etmeyeceği konusunda tereddütteyim. Onun adına karar
vermemiz doğru olur mu ? Şu anda onun görüşünü almaktan yoksunuz. Burada kabul
edip, sonradan olumsuz bir durumda valiye karşı zor durumda kalmak istemiyorum.
Söz alan ebu Kays, tecrübelerine de dayanarak,
----Ben kabul edeceğini tahmin ediyorum. Bu kadar güzel ve verimli
topraklara yerleşip kabilesini kim rahat ettirmek istemez? Orada her zaman
tehdit altında yaşamayı tercih edeceğini sanmıyorum. Cevabı olumsuz olursa ben
onu ikna ederim.
Ebu Kays'ın bu sözleri komutan Zeyd'i biraz rahatlatmıştı. Valinin
teklifini kabul edecekti. Valiyle görüştükten sonra yola çıkmayı düşünüyordu.Bu
arada Hamza derileri satmıştı. Derilerin satışından elde edilen on iki altının
nakit olarak Elseniler’e verilmesine karar verdi. Bu parayı başka ihtiyaçları
için lazım olabilirdi.
Valinin Zeyd'e verdiği süre dolmuştu. Yanına Kays'ı alarak, birlikte
valinin oturduğu saraya doğru yola çıktılar. Nöbetçilere kendilerini
tanıttıktan sonra, içeriye alındılar. Vali de yanında garnizon komutanı ile
onları bekliyordu. Vali garnizon komutanı Yüzbaşı Komediyus'u tanıttı. Sonra
da;
-----Nasıl bir karara vardınız?
---Teklifinizi kabul etmeye karar verdik sayın yüce valim.
Bu cevaptan memnun olan vali, kabilesini bir an evvel getirmesini, arazinin
kendilerine verildiğini belirten emirname ile yolda kendilerine zorluk
çıkarılmaması için de ayrıca yazılı belge vereceğini ifade etti. Görevleri
konusunda dönüşünde tekrar görüşeceklerini belirtti. Komutan Zeyd tam çıkmaya
hazırlanırken, vali yanında bulunan garnizon komutanı yüzbaşı Komediyus'a
dönerek, (Sayfa,15)
-----Zeyd artık bizim askerimizdir. Ona ordumuza ait bir Roma kılıcı
verebilirsin.
Çıkışta, yüzbaşı kendisinin takip edilmesini istedi. Yüz adım ilerledikten
sonra, geniş bir binaya yöneldiler. Kapıda sıra sıra nöbetçiler bulunuyordu.
Yüzbaşıyı gören askerler hemen kenara çekiliyordu. Ambar görevlisini çağıran
yüzbaşı en iyi kılıçlardan olan kartal motifli bir kılıcın getirilmesini
emretti. Kılıcı Zeyd'e takdim eden yüz başı Komediyus,
--- Bu kılıç ordumuzun en iyi ve en sağlam kılıcıdır. Çok değerlidir.
Ölünceye kadar kılıcına sahip çıkmalısın. Kimsenin eline geçmemeli. Bunu hiçbir
zaman unutmamalısın.
Yüzbaşının bu sözlerinin ebu Kays tarafından tercüme edilmesinden sonra,
söz alan Zeyd,
----Sizin emirlerinize aynen uyacağımdan kuşkunuz olmasın sayın yüzbaşım.
Hayatımın sonuna kadar kılıcima sahip çıkacağıma söz veriyorum.
Komutan Zeyd'in sert ve gür ses tonu yüzbaşının hoşuna gitti. Zeyd'in iyi
bir savaşçı olduğunu oda duymuştu. Böyle meziyetlere sahip askerlerle birlikte
olması ona heyacan ve güven veriyordu. Kartallı kılıcın, bunu hakeden birisine
verilmesinden memnun olmuştu. Zeyd ve Kays yüzbaşıyı selamladıktan sonra, hana
doğru yol aldılar. Hana geldiklerinde sipariş edilen mallar, ayrı ayrı
istifleniyordu. Sabah erkenden yola cıkacaklardı. Ebu kays siparişleri kontrol
etmek için izin istedi. Kervandakilerin gözü Zeyd'in kılıcına takılı kalmıştı.
Bunu farkeden Zeyd, kılıcın vali tarafından hediye edildiğini açıkladı.
RAKKA'YA DÖNÜŞ
Kervana yirmi beş deve daha ilave edilmişti. Zengin bir kervan yükü
olmuştu. Saluklar ve Elseniler bu kervanı gördüklerinde şaşıracak, daha sonra
da mutlu olacaklardı. Özellikle de çocuklar. Kumaşlardan kendilerine yeni
elbiseler dikilecekti. Sofralarıda zengin sofrası olacaktı. Çeşit çeşit
yiyeceklerle tanışacaklardı. Saluklar gibi, Elseniler de bir çok meyve ve
sebzeyi ilk defa göreceklerdi.
Şam- Rakka yolculuğu güneş doğmadan başladı. Herzamanki gibi kervanın en
önünde üç kişilik kılavuzlar, her iki yanında silahlı muhafızlar bulunuyordu.
Komutan Zeyd ve ebu Kays kervanın en arkasında sohbetlerine devam ediyordu.
Güneş kendini göstermeye başladığında on fersahtan fazla yol almışlardı.
Önlerine ilk çıkacak koruma kalesinde mola vermek istiyorlardı. Romalılar, bu
kaleleri hem kervanları korumak ve yol güvenliğini sağlamak, hem de küçük bir
ücret karşılığında kervanların kale içinde dinlenmelerine de izin
verebiliyordu. Kalenin etrafı yüksek surlarla kaplıydı. O nedenle kervanlar
burada güven içinde kalabiliyordu.
Kaleye yaklaştıklarında komutan Zeyd kervanın en önüne doğru hareket etti.
Vali Papulyadis'in verdiği belge, onu önemli birisi yapmıştı. İşte şimdi o
belgenin bir işe yarayıp, yaramadığını öğrenmek istiyordu. Kale kapısında
bekleyen askerlerden yetkili olduğu anlaşılan subaya başıyla selam verdikten
sonra, elindeki belgeyi uzattı. Belgeyi inceleyen subayın yüz ifadesi hemen
değişti. Kısa bir sürede durum anlaşıldı. Subay isterlerse kale içinde mola
verebileceklerini, bunu için kendilerinden herhangi bir ücret alınmayacağını
söylemişti. Bu diğer kervanlardan saluklara tanınan bir ayrıcalıktı. Komutan
Zeyd, Kays'tan güneş doğana kadar burada kalacaklarının iletilmesini istedi.
Kalenin içi çok genişti. İçinde çok sayıda ağaç bulunuyordu. Askerlerin ve kervandakilerin
su ihtiyacını karşılamak için su depoları mevcuttu. Ayrıca yemek pişirmek için
şömineye benzer büyük ocaklar vardı. (S.16) Askerlerin üzerinde uyumaları için
yerden bir adım yükseklikte sedirler yapılmıştı. Kervandakiler bunları ilk defa
görüyorlardı. Burada yaşamak daha kolay ve rahattı. Komutan Zeyd, Salukların ve
Elsenilerin de böyle yaşamayı hakettiğini düşünüyordu.
Geceye doğru kale komutanı kervandakileri ziyarete geldi.Nereden geldikleri ve nereye gidecekleri konularında sohbetlerde bulundular. Eşkıya Zuberra'yı yakalayan Zeyd'e teşekkürlerini iletti. Herhangi bir ihtiyaçlarının bulunup bulunmadığını sordu. Zeyd'in bir isteğinin olmadığını öğrendikten sonra makamına gitmek üzere ayrıldı.
Yolculuk iki aya yaklaşmıştı. Rakka'ya gelmek üzereydiler. Altı fersah kala
bir vadinin çıkışında mola vermeye karar verdiler. Öğle sicağını vadinin
gölgesinde geçirmek istiyorlardı. Yükler indirildi, çadırlar kuruldu. Yemek
için hazırlıklara başlandı. Sofralar kurulmak üzereyken, bir atlı grubun
gelmekte olduğunu gördüler. Atlılar yaklaştığında kalabalık olmadıkları
anlaşıldı. Herhangi bir tedbir almaya gerek duymadılar. Otuz kırk adım kala
gelenlerden ikisinin Elsenilerin yanına bırakılan Saluklardan olduğu görüldü.
Herkes sofrayı bırakıp ayağa kalkmaya başladı. Komutan Zeyd'in yüzünde heyecan
ve tereddüt aynı anda görünüyordu. Gelenler dört kişiydi. İkisi Saluklardan.
İkisi de Elsenilerdendi. Atlarından iner inmeez komutan Zeyd'e eğilerek selam
verdiler. Sonra,dört gündür yolda olduklarını, altı gün önce, Teim ve
Mervanoğullarının saldırısına uğradıklarını, çok kayıp verdiklerini, bunlardan
birinin de komutan Abdullah olduğunu ağlayarak anlatmaya başladı. Zeyd,
habercinin sözünü keserek,
----Çok kayıp derken toplam kaç kişi, Abdullah'tan başka kimler hayatın
kaybetti.
Bunları sorarken kendisi de gözyaşlarına hakim olamamıştı. En sevdiği ve
güvendiği arkadaşı artık olmayacaktı. Oysa, onunla birlikte ne hayaller
kuruyordu. Yeni yerleşecekleri yerde çok mutlu olmayı düşünüyordu. Abdullah'ın
oraları çok seveceğinden emindi. Tekrar söz verilen haberci hüzünlü bir ses
tonuyla;
-----Otuz iki savaşçımızı kaybettik. Yirmi altı da yaralımız var. Karşımız da
yedi yüze yakın bir savaşçı vardı. Biz onları iki kez durdurduk. Ancak çok
kayıp verdik.
Kervandakilerin hepsinin gözlerinden yaşlar geliyordu. Gelen haberciyi soru
yağmuruna tutmuşlardı. Saluklardan ölen diğer savaşçıların isimlerini
soruyorlardı. Birlikte geçirdikleri günler ve yıllar gözlerinin önünden geçti.
Anılar su gibi akmaya başladı. Bundan sonraki hayatlarında onlar olmayacaktı.
Oysa, şansları açılmış, mutlu ve güvenli günler onları bekliyordu. Duygu dolu
bu düşüncelerden Zeyd'in sesiyle uyandılar.
---Geceyi beklemeyeceğiz. Tepelerin gölgesi uzamaya başladığında yola
çıkacağız. Buna göre hazırlıklar yapılsın.
Kurulan sofralar yerde bekliyordu. Kimse oturmak istemiyordu. Komutan Zeyd,
ağaçtan yapılmış bir tasa fıçıdan şarap doldurarak, tek başına tepeye doğru
tırmanmaya başladı. Arkadaşına duyduğu üzüntüyü şarap içerek gidermeye
çalışıyordu. Kervandakiler de yemek yemekten vazgeçmişlerdi. Sofraları
toplamaya başladılar. Kimseden bir ses çıkmıyordu. Arkadaşlarının ölümü hepsini
sarsmıştı. Mutluluğun yerini hüzün ve keder almıştı. Oysa her biri
arkadaşlarına hediye almışlardı. Hediyelerle onları da mutluluklarına ortak
etmek istemişlerdi. Bunları şimdi kime vereceklerdi?
Gölgeler uzamaya başladığında yola çıkmışlardı. Komutan Zeyd ve Kays her zaman olduğu gibi en arkadaydılar. Kays, Zeyd'in ölümlerden dolayı sarsıldığının farkındaydı. Daha (S. 17) önce de savaşçılar kaybetmişti. Ancak bu kadar etkilenmemişti. Bu kez hem sayı çoktu hem de ölenler içinde uzun süredir birlikte olduğu adeta sağ kolu olarak gördüğü komutan Abdullah vardı.
Kervanın mola sayısı iyice azaldı. Bir an evvel Elseniler kabilesinin
topraklarına varmak istiyorlardı. Kervandaki sessizlik devam ediyordu. Kervanın
en yaşlısı olan ebu Kays, Zeyd'in acısın hafifletmek amacıyla,
-----Ya Zeyd, bu kadar acı duymanızı anlıyorum. Ancak bu bize onları geri
getirmeyecektir. Arkadaşlarımızın intikamını nasıl alabiliriz? Onun üzerinde
yoğunlaşmamız gerekir.
Ebu kays'ın bu sözleri Zeyd'i daldığı düşüncelerden sıyrılmasına neden
oldu. Başıyla ebu Kays'ın sözlerini onaylayarak,
-----Ne yapmamızı öneriyorsun ya ebu Kays?
-----Elsenilere gittiğimizde toplanıp hep birlikte karar verelim. Ancak
kesinlikle arkadaşlarımızın ıntıkamını almamız gerekiyor. Aksi taktirde,
arkadaşlarımız öbür tarafta bizleri izliyor olacaktır.
TEİM KABİLESİNE BASKIN
Yolculuğun dördüncü günü öğle vaktinde elsenilerin topraklarına
varmışlardı. Kabilenin hemen hemen hepsi kervanı karşılamaya gelmişlerdi. En
önde de çocuklar bulunuyordu. İçlerinde Abdullah'ın çocukları da vardı. Komutan
Zeyd kurutulmuş erik ve elmaların çocuklara dağıtılmasını emretti. Kurutulmuş
meyveleri alan, ailelerinin kaldığı çadırlara doğru hızla koşuyordu. .
Seviçlerini anneleri ile paylaşıyorlardı. Meyvelerden annelerine ikram etmekten
kaçınmıyorlardı. İlk defa gördükleri meyveleri büyük bir iştahla midelerine
indiriyorlardı. Kumaşlar anneleri tarafından elbise olarak dikildiğinde bu sevinçleri
ikiye katlanacaktı. Komutan Zeyd'in de iki çocuğu vardı. Erkek on bir yaşında,
kız olanı ise yedi yaşındaydı. Onlar da babalarını aylar sonra tekrar görmekten
çok mutluydu. Babalarının ellerine sımsıkı sarılmış bırakmıyorlardı.
Kervan yüklerini boşaltmak üzere, yol alırken, atını oğluna teslim eden
Zeyd, kendisine doğru ilerleyen ebu Cafer'e yöneldi. Ebu Cafer ile kucaklaşmaları
yeniden duygu ve hüzünlü anıların yaşanmasına neden oldu. Ebu Cafer'in de
gözlerinden yaşlar iniyordu. Saldırıda o da çok yakın arkadaşlarını
kaybetmişti. İki eski dost birbirlerine sarılarak, teselli buldular. Ebu Cafer
de iyi bir şefti. Saldırıların püskürtülmesinde büyük katkısı vardı. Bir süre
birlikte yürüdükten sonra, Zeyd'i çadırına davet ederek bir durum
değerlendirmesi yapmak istediklerini söyledi.
Toplantıda ilk sözü alan ebu Cafer, Teim ve Mervanoğullarının kendilerinden
Salukların teslim edilmesini, onların burada bizim himayemizde olduklarını
bildiklerini, el konulan mallarının da geri verilmesini istediklerini detaylı
olarak anlattı. Bu isteklerin reddedilmesi karşısında, saldırıya geçtiklerini
hem kendilerinden hem de karşı taraftan çok sayıda insanın öldüğünü anlattı.
Ebu zeyd de şam yolculuğu sırasında yaşadıkları olayları en ince noktalarına
kadar aktardıktan sonra;
-----Szin görüşünüz nedir ya ebu Cafer? Şam valisinin teklifini nasıl
buluyorsunuz?(Sayfa,18)
-----Ben de seninle aynı düşünüyorum. Kabul emeniz isabetli olmuştur. Lakin
bu son saldırıya cevap vermeyecek miyiz?
----Elbette ki cevap vereceğiz.
----Yolda bütün bunları düşündüm ve bir plan yaptım isterseniz hemen
açıklayabilirim.
Zeyd, şam yolculuğuna çıkmadan önce, yüz kişilik seçkin bir silahlı grupla
Teim oğullarına baskın yapmayı düşündüğünü, bu saldırıdan önce kabilenin
tümünün Şam'a hareket etmesi gerektiğini, saldırıyı gerçekleştiren grubun daha
sonra kabileye katılacağnın anlattı. Planın özeti buydu. Kısa görüşmelerden
sonra, Zeyd'in planı kabul edildi. Zeyd bundan sonra saldırıya katılacakları
seçip, onlara planın nasıl uygulanacağını tatbikatla gösterecekti.
Kervanın getirdiği kumaş ve yiyecekler ailelere eşit bir şekilde
paylaşıldı.herkesin yüzüne , hüzün yerine neşe geldi. Anneler çocukları mutlu
etmek için, verilen kumaşları kesip, elbise dikme yarışına girdi. Zehra'nın ilk
defa yeni bir elbisesi olacaktı. Ona annelik görevini yapan Abdullah'ın eşi
Fatıma, önceliği ona vermişti. Fatıma ona öz annesini aratmayacak şekilde bakıyordu.
O da fatıma'ya anne diyordu. Zehra ile birlikte çocukların sayısı üçe çıkmıştı.
Eşinin vefatından sonra çocuklarına olan bağlılğı daha da artmıştı. Teselliyi
onlarda buluyordu. Komutan Zeyd de herhangi bir ihtiyacı olduğunda haber
göndermesinin yeterli olacağını iletmişti. Bu sözler onu biraz olsun
yalnızlıktan kurtarmıştı. Zeyd'in eşi Zeynep de Abdulah'ın ölümünden sonra
Fatima’yı sık sık ziyaret etmiş ve destek olmuştu.
İki gün sonra, Komutan Zeyd, çok iyi silah kullanan yüz kişiyi seçti. Bir
hafta boyunca eğitim yaptılar. Kimlerin önden gideceklerini, kimlerin şaşırtma
saldırı yapıp düşmanı oyalayacağını, saldırıdan sonra nasıl buluşacaklarını
detayları ile gösterdi. Kadın, çocuk ve yaşlılara dokunmayacaktı. Hedeflerinde
eli silah tutanlar olacaktı.
Hazırlıkları tamamlayan Zeyd, kabilenin iki gün sonra, güneş doğarken yola
çıkmaya hazırlanması gerektiğini ebu Cafer'e iletti. Kabilenin başında ebu
Cafer olacaktı. Ebu Kays da onlarla birlikte gidecekti. Zeyd ise Hamza ile
birlikte Teim oğullarına yapılacak saldırıda yer alacaktı. Zeyd ve arkadaşları
kabileden bir gün önce yola çıkacaklar, Teim oğullarına görünmeden kervan
yollarının dışındaki güzergahtan gideceklerdi. Saldırı, Teim oğullarına baskın
şeklinde yapılacaktı.
Sabaha doğru Zeyd ve adamları yola çıktılar. Gündüzleri dinleniyor,
geceleri yol alıyorlardı. Kervan yollarının dışındaki sapa yerlerden
gidiyorlardı. Kimseye görünmemeye dikkat ediyorlardı. Dördüncü günün sonunda
Teim kabilesinin topraklarına yaklaşmışlardı. Tam güneş doğarken saldıracaklardı.
Saldırıdan önce Zeyd, arkadaşlarını topladı ve dikkatli olmaları konusunda
uyardı. Nöbetçiler dışında herkesin dinlenmesini istedi.
Güneş doğarken, atlarını kırbaçlamaya başladılar. Teim oğullarının obasına
yarım fersah kala durdular. Bundan sonra atlarını çok yavaş süreceklerdi.
Gürültü ve ses çıkarmamalıydılar. Obaya iyice yaklaştıklarında, herkesin
atlarından inerek kendisini dinlemesini istedi. Zeyd, saldırı başladığında beş
kişinin at ve develerin bağlı bulunduğu iplerin kesilmesini gerçekleştireceğini
onar kişilik iki grubun obanın doğusunda ve batısında sahte bir saldırı
gerçekleştireceğini, kendisinin de geriye kalanlarla birlikte kuzeyden
saldıracaklarını, çekilme emrini vermesinden sonra, buluşma yerine gidilmesi
talimatını verdi. Buluşma yeri yarım fersah ilerdeki kum tepelerinin arkasıydı.
(Sayfa,19)
Saldırı planlanan şekilde başladı. Önce nöbetçiler hedef alındı. Gürültüye
uyananlar çadırlarından dişarı çıkmaya başladı. Çadırdakiler obanın batı ve
doğusuna yöneldiklerinde, Zeyd, esas saldırıyı başlattı. Obaya yıldırım hızıyla
daldılar. Kılıç sesleri obayı inletiyordu. Obaya ait at ve develerde gürültüden
kaçışmaya başladı. Obadakilerin şaşkınlığı devam ediyordu. Düşman gafil
avlanmıştı. Kılıç darbesi alanlar saf dışı kalıyordu. Bir süre sonra komutan
Zeyd'in “çekiliyoruz “ sesi duyuldu. Zeyd'in grubu en sona kalmıştı. Diğerleri
çekildikten sonra onlar da buluşma yerine doğru yöneldiler.
Buluşma yerlerine geldiklerinde, güneş her tarafı aydınlatmıştı.
Arkalarından gelen kimse görünmüyordu. Teim'lilerin binecekleri at ve develerin
çoğu çöle salıverilmişti. Komutan Zeyd, grup liderlerini yanına çağırarak,
kayıp olup olmadığını sordu. Kayıp olmadığını öğrenince, beklemeden yola devam
edeceklerini söyledi. Kervanları kendilerinden bir gün önce yola çıkmıştı. Aralarındaki
yolu çok az dinlenerek kapatacaklardı. Bu açığı kapatmak için zaman zaman kısa
yolları tercih edeceklerdi.
İki fersah sonra, bir vaha kenarında mola verdiler. Atlara su ve yem
verildi. Kendileri de açlıklarını gıdermeye çalıştılar. Burada kısa bir
değerlendirmede bulundular. Grup liderleri saf dışı bırakılan Teim oğullarının
sayısını komutan Zeyd’e ilettiler. Toplamda elliye yakın silahlı kişi ya
yaralanmış ya da öldürülmüştü. Komutan zeyd başarılardan dolayı herkesi tebrik
etti. Kendilerinden kayıp olmamasına da ayrıca sevindi. Böylece, başta Abdullah
olmak üzere, hayatın kaybeden arkadaşlarının intikamını almışlardı.
Güneş batmak üzereyken, tekrar yola çıktılar. Kervana Rakka-Şam yolu
üzerinde yetişmek istiyorlardı. Kervan Rakka’da bir gün bekleyip, Şam’dan
getirdikleri şarap ve zeytinyağlarını satacaktı. Eğer iyi fiyat bulamazlarsa
mola süresini uzatacaklardı. Altı günün sonunda Rakka'ya vardılar. Rakka'nın
girişinde Elsenilerden üç kişilik bir heyet onları bekliyordu. Reis ebu Cafer,
bunları haberci olarak görevlendirmişti. Ebu Zeyd'i selamladıktan sonra,
------Kervan iki gün burada bekledi. Mallar iyi fiyatla satıldıktan sonra,
yola çıktı, Şef ebu Cafer sizin yetişmeniz için molaların uzun tutulacağını
iletmemi emretti.
Bu sözler ebu Zeyd'i memnun etti. Geceyi Rakka'da geçirip dinleneceklerini,
sabah erkenden yola devam edeceklerini iletti. İhtiyaç duyacakları yiyecek ve
içeceklerin de tamamlanmasını istedi. Her kes handa dinlenmeye çekildi. Çok az
mola vermişlerdi. Yorgunluktan gözleri kapanmak üzereydi. Hanın bahçesinde
fıskiyelerden küçük havuzlara akan sular serinlik veriyordu. Serinlik onların
uyumalarını kolaylaştırmıştı. On gün sonra, ilk defa tam dinleneceklerdi.
Sabah Zeyd'in sesiyle her kes uyandı. Hazırlıklar tamamlandı. Bir an evvel
kervana yetişmek istiyorlardı. Teim oğullarının kendilerine yetişme imkanları
da kalmamıştı. Onlar Elsenilerin obasının bulunduğu yere gittiklerinde hüsrana
uğrayacaklardı. Şam'a gelmeleri de mümkün değildi. Böylece bu tehlikeden
kurtulmuş olacaklardı.
İki gün sonra bir vadinin çıkışında, kervana, mola sırasında yetiştiler.
Komutan Zeyd ve arkadaşlarını ebu Cafer karşıladı. Selamlaşmalardan sonra,
saldırıda kayıp verilmediğini öğrenen ebu Cafer memnuniyetini ifade etti.
Kervandakilerde başta çocuklar, gelenleri coşkuyla karşıladılar. Herkes memnun
olmuştu. Özellkle yakınlarını kaybedenler intikamları alındığı için, komutan
Zeyd'e saygılarını sundular. (Sayfa,20)
Geceyi vadide geçirdiler. Sabah erkenden yola çıktılar. Kervanın görüntüsü
göz kamaştıran cinstendi. Hem büyük bir kervandı, hem de renkli giysiler
içindeki çocukların görüntüsü kervanı dahan görkemli yapmıştı. Herkes yeni
yerleşecekleri yeri çok merak ediyordu. En çok soruya muhatap olan da ebu
Kays'dı. O da oraya gitmemişti, ancak bölgeyi bilenlerden öğrenmişti.
Öğrendiklerini, sorulan sorulara bilgisi dahilinde cevap vermeye çalışıyordu.
Ancak bölgenin çok sulak olduğunu ve verimli olduğunu tekrar tekrar
anlatıyordu. Şair Verd'de çok mutlu olmuştu. Zeyd'in hediye ettiği gümüş saplı
hançeri ışıl ışıl parlıyordu. Özellikle gençler Verd'in yanından ayrılmıyordu.
Hançeri incelemek ve görmek için sıraya girmişlerdi. Hepsi böyle bir hançere
sahip olmayı çok istiyordu. Ancak komutan Zeyd'e duyduklaru saygı ve
hayranlığın yerini hiçbir şey alamazdı. Komutan Zeyd'in emirleri her şeyin
üzerindeydi. Bu uğurda canlarını vermekten çekinmiyorlardı. Böyle bir komutana
sahip olmak, onlar için en büyük mutluluktu.
Molalarını genellikle Romalı askerlerin bulunduğu kalelere yakın yerlerde
veriyorlardı. Kabile yöneticileri kale komutanları ile tanışıyor bol bol sohbet
ediyorlardı. Valinin verdiği belge kolaylıklar sağlamıştı. Kale içinde
yemeklerini pişirip, dağıtmak daha kolay oluyordu. Özellikle kadınlar bundan
memnun olmuştu. Yerleşecekleri yerde kale içinde gördüklerinin aynısının
yapılması için, komutan Zeyd'e isteklerini ilettiler. Zeyd, bu önerilere olumlu
yaklaştı. Bunları yapacak paraları da artık mevcuttu. Bölgeye gittiklerinde
bunların nasıl yapılması konusunda planlamalar yapacaklarını, herkesin
taleplerini göz önüne alacaklarını anlattı.
Yolculuğun sonuna yaklaşmışlardı. Şam şehrinin surları görünmeye başladı.
Komutan Zeyd, öndeki kılavuzlara heberci göndererek, şehrin girişinde müsait
bir yerde mola verip çadır kuracaklarının iletilmesini emretti. Haberci atını kamçılayarak
öndekilere yetişip, Zeyd'in emrini bildirdi. Kervan iyice yavaşladı. Şehrin
kuzeyinde bulunan boş bir alana doğru hareket etti. Kervandakilerin hepsinin
şehre girmesi doğru değildi. Hem de şehirin içinde konaklayacakları çok geniş
alanlar mevcut değildi. Boş alana varıldığında yükler indirilerek, çadırların
kurulmasına başlandı. Komutan Zeyd, ebu Cafer'e burada beklemelerini,
kendisinin ebu Kays ile birlikte Vali Papulyadis'i görmeye gideceklerini,
kendileri gelene kadar kervana sahip çıkmasını istedi.
Zeyd ve Kays şehrin kapısından çok rahat geçtiler. Valinin belgesini
inceleyen askerler bekletmeden geçişlerine izin veriyordu. Atlarını hana
bırakan Zeyd ve Kays valinin oturduğu saraya doğru hareket ettiler. Saraya
vardıklarında vali ile görüşmek istediklerini ilettiler. Biraz sonra yüz başı
Komediyus göründü. Selamlaşmalardan sonra, Komediyus, valinin içerdeki heyetle
görüşmesinin bittiminde kendilerini içeriye alacaklarını söyledi.
Bekleme sırasında, yüz başı Komediyus, Konstantinepolis'ten gelen bir heyet
bulunduğunu, başkenttekilerin vergilerin artırılmasını istediklerini, ancak
valinin bunu doğru bulmadığını, iki yıldır kuraklık yaşandığını, eskiye oranla
ipek ticaretinin yavaşladığını, bu nedenle şehire gelen tüccar sayısının da
azaldığını söyleyip, heyeti ikna etmeye çalıştığını söyledi.
Uzun bir süre beklemeden sonra, heyet dışarı çıkıyordu. Yanlarında
muhafızlar vardı. Yüzbaşı da onları karşılamak üzere o tarafa yöneldi.
Muhafızlardan heyeti konaklayacakları binaya götürmelerini ve orada nöbet
tutmaya devam etmelerini emretti. Arkasından Kays'a eliyle işaret ederek,
kendisinin takip edilmesini söyledi. Önde yüzbaşı, Kays ve Zeyd de arkasından
takip ediyorlardı. Valinin oturduğu salona girdikleriinde, morali bozuk ve asık
bir suratla karşılaştılar. Anlaşılan vali heyeti ikna edememişti. Kısa bir
selamlaşmadan sonra, vali hemen söze girdi; (Sayfa,21)
-----Demek geldiniz. Kararınızdan memnun olacaksınız. Size çok güzel bir
bölge vereceğim. Hamah-Tartus arasındaki Rastan bölgesinde iki fersahlık alana
yerleşeceksiniz. Kabileniz oradaki toprakları istediği gibi kullanacaktır. Çok
verimli torakları var. tepeler ve ovalar zeytin ağaçlarıyla kaplıdır. Sebze
meyvelerinizi sulamada kullanabileceğiniz bol miktarda su mevcut. Sizden bunun
karşılığında Hamah-Rastan yolun denetim ve kontrolünü benim adıma sağlamanızı
istiyorum. Adamlarınız benim ordumun askerleri olacak. Benim verdiğim emirlere
uymak zorundasınız. Kervanların ve orada yaşayanların güvenliğinden
sorumlusunuz. Diğer kabilelerle sorun istemiyorum. Herkese eşit davranacaksınız.
Zeyd ve elli asker Şam'da benim muhafız alayıma katılacak. Geriye kalan yüz
asker dediğim alanın güvenliğine bakacak. Ayrıca herhangi bir savaş durumunda,
çağrıldığında orduma katılacaksınız. Yüz başı Komediyus, gerekli bilgileri ve
askeri malzemeleri size verecek. Yerin teslimi için beş kişilik heyet sizinle
birlikte gelecek. Sınırları belirleyip size teslim edecek. Kontrol edeceğiniz
yolun hudutlarını da öğreneceksiniz. Yarın yola çıkmaya hazır olun.
Valinin konuşmasından sonra, Zeyd ve Kays, emirleri anladıklarını, teşekkür
ve saygılarını ilettiler. Dışarı çıktıklarında büyük sorumluluklar altına
girdiklerini kavramaya başladılar. Bugüne kadar olan gelişmeleri basit bir
görev gibi algılıyorlardı. Oysa durum çok ciddiydi. Artık başı boş bir topluluk
olmayacaklardı. Disiplin ve kurallara göre hareket edeceklerdi. Kabilenin bütün
üyeleri bu durama uymak zorundaydı. Yüzbaşı Komediyus her ikisini de tebrik
etti ve başarılar diledi. Asker olarak alınacakların, eğitimlerinin garnizonda
yapılacağını ve iki ay süreceğini söyledi. Eğitim bittiğinde görevlerinin
başlayacağını sözlerine ilave etti.
YERLEŞİK DÜZENE GEÇİŞ
Zeyd ve Kays handan atlarını alarak kervanın mola verdiği şehir dışındaki
konaklama merkezine geldiler. Vali ile yaptıkları görüşmeleri kabilenin ileri
gelenlerine detaylarına kadar anlattılar. Herkes memnuniyetini ifade etti. Ebu
Cafer, asker seçimlerinin ne zaman yapılacağını, kimlerin katılacağını yol
denetiminin başında kimin olacağını merak etmişti. Bu soruların cevabını almak
için Zeyd'e dönerek,
---Ya ebu Zeyd bu seçimler ne zaman olacak?
---Bize verilen araziye gittiğimizde hep birlikte karar vereceğiz.
Obanın hepsi heyecanla yarını bekliyordu. İşleyecekleri araziyi merak
etmişlerdi. On yıldır çektikleri sıkıntılar bitmek üzereydi. Onlar artık Roma
imparatorluğunun mensubu olacaklardı. Elde ettikleri ürünleri çok zaman
kaybetmeden pazarlarda satabileceklerdi. Yaşamları tehlike ve tehdit altında
olmayacaktı.
Ertesi gün sabah, valinin gönderdiği beş kişilik heyet obanın önünde
göründü. Biri sivil dördü silahlı askerdi. Bindikleri atlar çok heybetli
görünüyordu. Zeyd ve ebu Cafer, heyeti selamlayıp saygılarını sundular. Sivil
olan şahıs Arapça bilmiyordu. Bunun üzerine ebu Kays tekrar aracılık görevine
devam etmek zorunda kaldı. Obadakilerin hazırlıkları da tamamlanmıştı.
Heyettekiler de kendilerini tanıtıp, yola çıkmaya hazır olduklarını ifade
ettiler. Kays, sivil olan şahsın heyetin yöneticisi ve adının Nikoladis
olduğunu, yolun kılavuzluğunu askerlerin yapacağını iletti. Kays bu sözleri
tercüme ettiğinde askerler atlarını hızlandırarak, kervanın önüne doğru hamle
yapmıştı. (Sayfa,22)
Heyet yöneticisi Nikoladis, yeni yerleşimcileri merak ediyordu. Ebu Kays
ile çok koyu bir sohbete başladılar. Kays anlattıkça Nikoladis bazen hayretle,
bazen de şaşkınlık ifadeleri ile Zeyd'e bakmaktan kendini alamıyordu. Valinin
Zeydi boş yere seçmediğini yavaş yavaş o da anlamaya başlamıştı. Konuşmaları
anlamayan Zeyd, kendisinin de latinceyi bilmesi gerektiğini kavramaya başladı.
Araya girerek,
----Ebu Kays seni şimdi daha çok kıskanmaya başladım. Bana en kısa zamanda
latinceyi öğretmelisin. Yoksa senin için iyi şeyler düşünmeyeceğim?
Ebu Kays, Zeyd'in bu sözlerine kahkaha ile cevap verdi. Kays, bu yolculuğun
üç gün süreceğini, isterse yolculuk boyunca bazı kelimeleri öğretebileceğni
söyledi. Zeyd bu öneriyi kabul ettiğni hemen başlayabileceklerini iletti.
Konuşmaların içeriğini öğrenen Nikoladis;
----Muhafız alayında iki aylık askeri eğitimle beraber latince dili de
öğretilecek. Ancak siz şimdiden öğrenmeye başlarsanız daha başarılı olursunuz.
Sonunda molalarda latince dersi çalışmaya karar verdiler. Komutan Zeyd'in
yerleşik düzene geçtikten sonra bazı planları vardı. Zeytinyağı ve şarap
satışından yüz otuz altın gelir elde etmişlerdi. Bu parayla evlerini yapacak olan
ustaların ücretlerini ödemek istiyordu. Elsenilere ait on iki altınla da içinde
çocukların okuma yazma öğrenecekleri bir bina yapmayı hedefliyordu. Burada
okuyan yetenekli çocukları da Şam'da bulunan yatılı vakıf okullarına göndermeyi
planlıyordu. Handaki tartışmalardan bu okullar hakkında bilgi sahibi olmuştu.
Vakıf okullarının hocaları Şam'da ünlü şahsiyetlerdi. Vali de bu okullara
destek veriyordu. Öğrencilerden sadece yiyecek ve içeceklerin masrafları
alınıyordu. Buradan mezun olanlar, İmparatorluğun resmi kurumlarında görev
alabiliyordu.
Yolculuğun üçüncü günü kendilerine tahsis edilen topraklara gelmişlerdi.
Bölgede çok geniş topraklar bulunuyordu. Ancak işleyecek insan yoktu. Nüfus eksikliği
bulunuyordu. Vali, , buraların değerlendirilmesini düşünürken aynı zamanda hiç
bir ücret ödemeden yüz elli askerlik bir birliğin sahibi oluyordu. Elseniler ve
Saluklarda bundan memnundu. Onlarda göçebe hayattan, saldırılara uğramaktan,
dışlanmaktan, yoksulluktan kurtulmuş olacaklardı.
Arazi çok yeşil görünüyordu. Valinin dediği gibi tepeler zeytin ağacı ile
doluydu. Bazı tepeler de çam ve sedir ağaçları ile kaplıydı. Buğday ve arpa
ekimi için de büyük düzlükler vardı. Heyet başkanı Nikoladis, atın heybesinden
uzun ipler çıkararak, ölçüm yapacağını, iki fersah genişliğindeki arazinin
sınırlarına taşlardan öbek yapılarak işaretleyeceğini, bu sınırlar dışına
çıkılmamasını istedi. Bitişikte bulunan araziler başka kabilelere aitti.. Ölçüm
çalışmaları akşam saatlerine kadar devam etti. Sonunda iki fersah uzunluğunda,
doğudan batıya, kuzeyden, güneye Elseniler ve Saluklara verilen arazi
belirlenmiş oldu.
Ölçümler yapılırken, kervan da yüklerini boşaltmış, çadırları kurmuştu.
Heyettekiler için de ayrı bir çadır kurulmuştu. Kadınların hazırladığı yemekler
birilkte yenildi. Misafir heyete ayrıca Lazkiye şarabı ikram edildi. Heyet
başkanı Nikoladis yarın sabah erkenden güvenliğin sağlanacağı yol güzargahını
görmeye gideceklerini iletti. Rastan-Hamah yolu yeni yapılmıştı. Nikoladis yeni
yapılan bu yolun çalışmalarında görev almıştı. Bölgeyi iyi biliyordu. Yol dört
atın yan yana gidebileceği genişlikteydi. Taş döşenerek yapılmıştı. Yol yapımı
iki yıldan fazla sürmüştü. Yaklaşık altı fersah uzunluktaydı. Yol üzerinde kervanların
dinlenecekleri yerler ve su ihtiyacını karşılayacak pınarlar yapılmıştı.
Nikoladis bunları biraz da övünerek, kendisine de pay çıkararak anlatıyordu.
(Sayfa,23)
Sabah erkenden, komutan Zeyd, ebu Cafer, Kays, Hamza, Yunus ve Nikoladis
atları ile yola çıktılar. Yoldaki taşlar yeni doğmakta olan güneşle
parıldıyordu. Atların ayaklarından çıkan sesler daha da gür çıkıyordu. Yol
Nikoladisin tarif ettiği gibiydi. Fazlası var, eksiği yoktu. Öğleye doğru yolun
sonuna gelmişlerdi. Burdan sonrası başka bir birliğe aitti. Yolun sınırında
bulunan askeri kaleyi ziyaret edip tanıştılar. Nikoladis , Zeyd ve
arkadaşlarının başarılarını kale komutanına biraz da abartarak, anlatıyordu.
----Hepsi de çok iyi savaşçı, eğitimden sonra buranın denetimini
yapacaklar.
Kale komutanı da memnuniyetini ifade etti. Yemek ve şarap ikramında
bulundu. Güneş batmaya hazırlanırken, dönüş yolculuğu başladı. Geceye doğru
kabilenin çadır kurduğu mola yerine vardılar. Atlara su ve yemleri verildikten
sonra, çadırlarına çekildiler.
Sabah olduğunda, Nikoladis yola çıkacaklarını, on gün sonra Zeyd'i yüz elli
askerle beklediklerini, iki aylık eğitimin bitiminde, valinin göreve hemen
başlanılması talimatını verdiğini söyledi. Zeyd'de bunu onayladığını belirtti.
Heyet obadan ayrılmışti. Akşama doğru, Zeyd, obadaki tüm erkeklerin
toplanmasını istedi. Zeyd ve ebu Cafer iki büyükçe taşın üzerine oturmuştu.
Diğerleri yere bağdaş kurmuştu. Sayıları beş yüzü geçiyordu. Asker seçimini
dikkatli yapmak zorundaydılar. Obada ebu Cafer'e yardımcı olabileceklerle, ticarette
tecrübeli olanların askere alınmaması görüşü ağırlık kazandı. Komutan Zeyd, bu
kişilerin seçimini ebu Cafer'e bıraktığını söyledi. Zeyd'in bu görüşü kabul
gördü. Toplantı sonunda, yuz elli savaşçının on beşinin Saluklardan geriye
kalanların Elsenilerden seçilmesine, ebu Kays ve şair Verd'in ebu Cafer'e
yardımcı olmalarına, komutan Hamza'nın da yol güvenliğini sağlayacak askeri
birliğin başına geçmesine karar verildi.
Bu kararların alınmasından sonra toplantı dağıldı. Ancak Zeyd, ebu Cafer,
Kays, Hamza ve şair Verd ile görüş alışverişine devam ettiler. Toplantıda söz
alan Zeyd,
---- Buraya gelirken yolda bazı planlar yapmıştım. Onları sizinle paylaşmak
istiyorum.
Zeyd, kısaca yapmak istediklerini anlatıp, yakın kabilelerden, ev yapmasını
bilen ustaların bulunmasını ve bunlara yardım edeceklerin belirlenmesini istedi.
Ebu Kays bütün paranın harcanmasının doğru olmayacağını, buğday ve arpa tohumu için para gerekeceğini,
bu işlerin ebu Cafer ile kendisine bırakılmasını, paranın tümünün de şair
Verd'de toplanmasını istedi. Zeyd bu öneriyi olumlu bulduğunu, asker
seçmelerine yarın başlanacağını belirterek, toplantıya son verdi.
Alınan kararlar obada herkese bildirildi. Bir gün sonra Zeyd, ebu Cafer'in
yanında kalacakların dışında, yüz elli askeri seçti. Ebu cafer de Kays ve şair
Verd'i yanına alarak komşu kabilenin reisi ile tanışmaya ve yapacakları işler
hakkında onlardan yardım talep etmeye gittiler. Zeyd, Hamza ile birlikte yüz
elli asker içinde yol denetiminde bulunacaklarla, valinin muhafız alayında
görev alacakları da belirlediler. Görev bölümleri yapılmıştı. Her kes ne iş
yapacağını biliyordu.
Akşama doğru ebu Cafer ve beraberindekilerin obaya döndüğü haberi geldi.
Zeyd yanına Hamza'yı da alarak ebu Cafer'in çadırına gittiler. Ebu Cafer görüşmenin
olumlu geçtiğini, kendilerinin iyi karşılandığını belirterek; (Sayfa,24)
---Kabile reisi Kusay yaşlı ve çok tecrübeli birisi. Arapça konuşuyorlar.
Onlar da yüz yıl öce bu bölgeye gelmişler. Bina yapımından, zeytin ve diğer
tarım ürünlerinin yetiştirişlmesi ve bakımında yardımcı olacaklarını, bunun
için adam verebileceklerini, ancak gönderecekleri kişilerin yiyecek ve
içeceklerinin karşılanmasını ve bir miktar ücret ödenmesi gerektiğni söyledi.
Biz de kabul ettik.
Ebu cafer'in bu haberleri iletmesi orada bulunanları memnun etti. Ev
yapacak ustalar iki gün sonra gelecekti. Diğerleri de ebu Cafer'in haber
vermelerini bekleyecekti. Ustalar önce yiyecek ve içeceklerin depolanacağı
binaları yapacaktı. Daha sonra sırayla oturulacak evler yapılacaktı. Bunun için
hem ticaret yapmaları hem de ürün yetiştirmeleri gerekiyordu. .
Elseniler keçi sürülerini de beraberinde getirmişt. Üç yüze yakındı. Ayrıca
seksen develeri, iki yüz elli de atları bulunuyordu. Yeni yerleştikleri bölgede
hayvanlarını doyurmak daha kolay ve masrafsız oluyordu. Hayvanların
yayılacakları meralar otla doluydu. sütlerindeki verim de artmıştı. Onlarda
yeni yerden memnundu. Çocuklar da mutluydu. Serinlemek için girdikleri dereden
çıkmıyorlardı. Oyun alanları da çok genişti. Açıktıklarında ancak çadırlara
gidiyorlardı.
İkı gün sonra komşu kabilenin gönderdiği üç kişilik ekip obaya ulaştı. Öncelıkle
binanın yerinin belirlenmesini, daha sonra, temellerinde kullanılmak üzere
taşların dere kenarından taşınmasının gerektiğini belirttiler. Ebu Kays ve ebu
Cafer belirledikleri yeri gösterip, erkeklerden taşların ağaç sallarla
taşınmasını istediler. Ustalar da birlilkte getirdıkleri kazmalarla temeli
kazmaya başladı. Temeller bir adam boyunun yarısı kadardı. Akşama kadar bir
binanın dört kenarının kazılması bitmişti. Temelin eni ve boyu birbirine
eşitti. Yaklaşık on üç adım geliyordu. Obanın erkekleri de binaya yetecek
taşları taşımıştı. Ustalar taşın şimdilik yeterli olacağını belirtti. Bütün bu
yapılanları Kays ve Cafer dikkatlice takip ediyordu.Yarın devam edilmek üzere
ara verildi. Akşam yemeğinden sonra, ustalara kalacakları çadır gösterildi.
Sabah kalktıklarında ustaları meranın kenarında kuruyan otları toplarken
buldular. Bunun nedenini anlamamışlardı. Ustaları sabah yemeği için çadıra
davet ettiklerinde durumu öğrendiler. Kuru otlar doğranarak, çamurla
karıştırılacak, sonra da üst üste konulacak taşların arası bununla
doldurulacaktı. Böylece taştan duvar yapılmış olacaktı. Kuru otlar yapıştırıcı
görevi yapacaktı. Aslında samanla çamuru karıştırarak yapıyorlardı. Ancak saman
bulamadıkları için böyle yapmak zorunda kalmışlardı. aynı duvarlar hem içerden
hem de dişardan çamurla sıvanacaktı. Taş duvarların yüksekliği iki adam boyuna
yakın olacaktı. Bu işlem bittikten sonra, binanın tam ortasına ağaç direk
konulacaktı. Duvarların üzerlerine de yatay olarak ağaçlar kunulup, çatı
yapılacaktı. Çatının üzeri de yine çamurla sıvanacaktı. Çamur yapmak için
toprak ve su boldu.
Binanın duvar örme işlemi dördüncü günü akşam tamamlandı. Sıra çatıya
gelmişti. Obadakilerde ustalara yardım ediyordu.Duvarların üzeri İnce yapılı
ağaçlarla kapatıldı. Onların üzerine de ağaç dalları konuldu. Sonra da sıva işlemine
başlandı. Obadakiler binayı merak ediyorlardı. İlk defa kendilerine ait binaları
olacaktı. Ustalar sıva işleminin de dört gün süreceğini söylemişti.
Erzak deposunun inşatı devam ederken, Zeyd ve arkadaşlarının Şam'a
gitmelerinin vakti de gelmişti. Obadaki herkes Zeyd ve arkadaşlarını yolcu
etmeye hazırlanıyordu. Yüz elli kişi iki ay obada olmayacaktı. Zeyd ve elli
asker ise bundan sonra sürekli Şam'da kalacaklardı. Vedalaşmalar biter bitmez
atlarına bindiler ve yola çıktılar. (Sayfa,25)
Yolculuğun üçüncü günü Şam'a ulaştılar. Handa atlarını sulayıp yemledikten
sonra, kendileri de dinlenmeye çekildiler. Akşam yemeğinden sonra, hanın
hamamında banyo yaptılar. Sabah giymek için de yeni kıyafetlerini hazırladılar.
Kıyafetleri temiz ve düzgün olmalıydı. Vali buna dikkat ediyordu. Zeyd ve
arkadaşlarının Roma ordusunda görev alacaklarının öğrenilmesinden sonra han
sahibi Apelyadis ve çalışanlarının tavırları da değişmişti. Hizmetlerini
saygıyla yerine getiriyorlardı. Ayrıca meyve ve şarap ikram etmekten
kaçınmıyorlardı.
Sabah olduğunda, herkes yeni kıyafetlerini giymiş hazır bekliyordu. Zeyd,
yanına Hamza' yı alarak yüzbaşı Komediyusu görmeye gideceklerini, gelene kadar
kimsenin handan ayrılmamasını istedi. Valinin sarayına gittiklerinde yüz başı
Komediyus'u bir subayla sohbet ederken buldular. Yuzbaşı da onları görmüştü.
Selamlaşmalardan sonra, Zeyd, Kays'tan öğrendiği birkaç kelimeyle ne yapmaları
gerektiğini sordu. Durumun farkına varan Komediyus, askerlerden arapça bilen
birisinin gönderilmesini emretti. Kısa bir süre içinde gelen asker, selam
verip, beklemeye başladı. Yüzbaşı konuşmaya başladığında asker de söylenenleri
tercüme ediyordu. Yüzbaşı muhafız alayında görev alacaklarla, yol güvenliğinde
bulunacak olanların ayrı ayrı binalarda kalacaklarını, eğitime yarın başlanacağını,
dil sorununu çözmek için de ayrıca eğitim verileceğini belirterek, askerlerin
hemen getirilmesini istedi.
Yüzbaşının bu sözlerinden sonra, selamlaşarak, hana doğru yol aldılar.
Durumu handa bekleyen askerlere aktaran Zeyd, atların hazırlanmasını ve yola
çıkılmasını emretti. Garnizona vardıklarında yüzbaşı onları bekliyordu. Yanında
hazır bulunan bir subaya, askerlere kalacağı binaların ve eğitim yerlerinin
gösterilmesini emretti.
Askerler o günü dinlenerek geçirdi. İkinci gün eğitim başladı. Askerler iki
gruba ayrılmışlardı. Birinci grupta muhafız alayında görev alacak olanlar,
ikincisinde yol güvenliğinde bulunacak olanlar vardı. Her iki grubun başında
birer subay bulunuyordu. Eğitim kılıç, kalkan, mızrak, ok ve atlı araba
kullanma üzerinde yoğunlaşıyordu. Kalkanla savunmayı ilk defa göreceklerdi.
Eğitimler öğle saatlerine kadar devam ediyordu. Güneş batana kadar
dinleniyorlardı. Akşamları da günlük konuşmalarda gerekli olan latince
kelimeler öğretiliyordu. Latince derslerinin öğretilmesini Komediyus, Vali
Papulyadis'e önermişti. Vali imparatorun eşinin kuzeniydi. Komediyus ise,
trakyalı bir askerdi. İkisi birbiriyle çok uyumlu çalışıyordu. Yönetimlerindeki
bölgede tarım ve ticaret iyiydi. Ancak iki yıldır kuraklık yaşanıyordu. Verim
biraz düşmüştü. Veba nedeniyle Anne veya babalarını kaybeden yetimler için
vakıflar kurulmuştu. Aç ve açıkta kalan yoktu. Bu nedenle halk valinin
yönetiminden memnundu.
Egitimin ikinci ayının ortalarına doğru vali ve Komediyus ziyarete geldi.
Bir süre egitimi izleyen vali, görevli subayın yanına gelmesini istedi.
Subaydan bilgi alan vali, anlatılanları dikkatle dinledi. Her yıl yapılan
yarışmalar için, yeni gelen askeri birlik içinden de seçmelerin yapılmasın
emretti. Şehir merkezindeki arenada yapılan yarışmalarda en iyi ok, Kılıç,
mızrak, atlı araba kullananlar seçiliyordu. Birinci ve ikinci gelenlere ödüller
veriliyordu. İki kez ödül alan üçüncüsüne katılamıyordu. Amaç gençlerin önünü
açmaktı. Birinciye kırk, ikinci olana da yirmi altın veriliyordu.
Askeri eğitimler tamamlanmıştı. Sıra görev yapacakları yerlere gelmişti.
Hamza ile birlkte yüz arkadaşı Hamah-Rastan yolunun güvenliğini sağlayacaktı.
Ancak Zeyd ve arkadaşları muhafız alayında görev alacaklardı. İki gün sonra,
Komediyus valinin Zeyd ve (Sayfa, 26)
Hamza'yı görüşmek üzere davet ettiğini iletti. Valinin huzuruna
geldiklerinde, neşeli bir yüzle karşılaştılar. Vali eğitimlerin
tamamlanmasından memnun kaldığını belirterek;
----Bundan sonra resmi üniformalı askerlersiniz. İmparatorumuza olan
bağlılığımızı asla unutmayacağız. Her zaman imparatorumuzun hizmetinde
olacağız. Birlik komutanları aylık beş altın, askerler ise, iki altın
alacaklar. Hamza ve arkadaşlarının yiyecek ve içecekleri daha önce söylediğim
gibi kabileniz tarafından karşılanacak. Şam'da kalacak olanlara oturmaları için
ev verilecek, ayrıca yiyecek ve içecekleri valilik tarafından karşılanacak.
Zeyd ve arkadaşları şimdilik muhafız alayında görev yapacak. Sizleri kutluyor
ve başarılar diliyorum.
Vali çok kalender birisiydi. Her kesle makam kibrine girmeden rahat
konuşabiliyordu. Valinin bu tavrı Zeyd'in dikkatini çekmişti. İnsanları
görevlendirmedeki ustalığını da çok beğenmişti. Ancak verdiği görevlerin yerine
getirilmesini de takip etmekten vazgeçmiyordu. Hafızası çok güçlüydü. Eksik
gördüğünde hemen müdahale ediyordu. Vali aynı zamanda çok disiplinli biriydi.
Bölgenin güvenliğine ve imarına çok önem veriyordu. Yeni yollar yapıyor, şifa
merkezleri açıyor, vakıflar kuruyordu. Rastan-Hamah yolunu da Lazkiye'ye giden
ikinci bir alternatif yol olması amacıyla yaptırmıştı. Bu yolu iki senede
bitirmesi büyük başarıydı. İmparatorluk rahat bıraksa, halkın refahı daha da
yükselecekti. Ancak imparatorluk merkezinin güney Avrupa’da ve kuzey Afrıka’da
sefer üstüne sefer düzenlemesi nedeniyle, durmadan para istiyordu. Nitekim iki
ay önce gelen heyeti ikna edememiş, üç ay içinde yüz bin altın, beş gemi
hububat göndereceğini teyit etmişti. İmparator Jüstinyen ile arası çok iyiydi.
İmparatorun eşi Teodora da teyzesinin kızıydı. Her ikisinin de desteğine
sahipti. Ancak imparatorluğun isteklerini geri çeviremezdi.
Hamza ve arkadaşları bir gün sonra yeni görevlerine başlamak üzere Şam'dan
ayrılacaklardı. Komutan Zeyd'den ve arkadaşlarından ayrılmaları onları üzmüştü.
Ondan çok şey öğrenmişti, öz ağabeyinden daha çok seviyordu. Zor günlerinde hep
yanında olmuştu. Önemli kararları artık kendisinin vermesi gerekiyordu. Komutan
Zeyd'e, yüz başı Komediyus'a ve Vali Papulyadis'e karşı mahçup olacağından
korkuyordu. Bu düşünceler içersindeyken, bir anda omuzuna birisinin dokunduğunu
fark etti. Dokunan el komutan Zeyd'in eliydi.
----Kardeşim Hamza moralini bozuk gibi gördüm. Bir derdin mi var?
Hamza, biraz da mahcup sesle bir şey olmadığını belirtse de aslında Zeyd'de
durumun farkındaydı. Hamza'ya acaba fazla mı yük verildi? Diye aklından
geçirdi. Ancak Hamza'nın bu görevlerinin üstesinden geleceğine inancı tamdı.
Askeri strateji ve taktikleri uygulamadaki başarısı iyiydi. Yeteneklerini
tecrübeleriyle birleştirdikçe, iyi bir komutan olacağı kesindi. Hamza'yı
rahatlatmak amacıyla tekrar söze girdi.;
----Hepimizin sana sonsuz güveni var. Vali ve yüzbaşı komediyus da aynı
düşüncede. Biz her zaman senin yanındayız ve destek olacağız. Bunu hiçbir zaman
unutma. Biz Saluklar zaten kardeş değil miyiz? Kardeş olanlar da her zaman
birbirlerine destek olmak zorundadır.
Komutan Zeyd'in bu sözlerinden sonra Hamza göz yaşlarına hakim
olamadı. Başını komutan Zeyd'in omuzuna koyan Hamza, bu kez hıçkırarak
ağlıyordu. Zeyd'de kendine hakim olamadı. Onun da gözlerinden yaşlar geliyordu.
Etrafındaki diğer askerler de aynı duyguları yaşıyordu. Bu duyguların
yaşanmasına depo sorumlusu subayın sözleri son verdi.
----- Yüzbaşı Komediyus, Komutan Hamza ve arkadaşlarını çok acil bekliyor.
(Sayfa,27)
Yüzbaşı Komediyus, yol güvenliğini sağlayacak birlik için gerekli askeri
malzemenin depodan alınması gerektiğini, fazladan elli tane atın yedek olarak
verileceğini, eksilen malzemeler için asker gönderildiğinde temin edileceğinin
bilinmesi gerektiğini belirterek,
----Her hafta rapor göndermeniz gerektiğini unutmayın. Herhangi bir olayda
kuvvete ihtiyacınız olduğunda haberci göndermeniz yeterli olacaktır.
Gerekli askeri malzemeler iki tekerlekli arabalara yüklenerek yol hazırlıkları
tamamlandı. Yol güvenliğine gidecek askerler hem sevinçli hem de hüzünlüydüler.
İki aydır uzakta oldukları kabile üyeleriyle buluşacaklardı. Buna
sevinirlerken., komutan Zeyd ve arkadaşlarından ayrılacakları için de
hüzünlüydüler.
Hep birlikte akşam yemeği yediler. Eğitim veren komutanların o akşam iki
fıçı şarap göndermeleri onlar için güzel bir hediye oldu. O gece şarkılar
söylediler, müzik eşliğinde Dans ettiler. İki aylık yorgunluklarını üstlerinden
attılar, koğuşlarına mutlu gittiler.
Komutan Zeyd ve arkadaşları, sabah erkenden Hamza ve arkadaşlarını yolcu
etmek için toplandılar. Üç gün sonra kabilelerine ve kardeşlerine
kavuşacaklardı. Askeri elbiseler içinde onları tanımak oldukça zordu. Hamza'nın
komutuyla hepsi sıraya girerek, yola çıkmaya hazır olduklarını gösterdiler.
Komutan Zeyd onları gıptayla izliyordu. Birkaç ay evvel hayatta kalmak için
mücadele ediyorlardı. Bugün başkalarının güvenliğini sağlamak için mücadele
edeceklerdi. Yaşamak için her gün yer değiştirmekten kurtulmuşlardı. Şimdi
kendilerine ait işleyecekleri topraklar, daha iyi yaşayacakları evler olacaktı.
Çocukların eğitimi için okul yapacaklardı. Onların da geleceği garantiye
alınacaktı. Yoksulluktan ve dışlanmışlıktan kurtulmalarına az kalmıştı. Komutan
Zeyd bunları düşündükçe mutlu ouyordu. İlerisi için daha büyük hayalleri vardı.
Onları iyi bir tuccar, iyi bir asker, iyi bir yönetici olarak görmek istiyordu.
Daldığı bu düşüncelerden Hamza'nın sesiyle uyandı.
---Komutanım hoşça kalın. iyi günlerde kalın. Lütfen kendinize iyi
bakın.
Komutan Zeyd, Hamza'yı alnından öptü, kucakladı ve iyi yolculuklar diledi.
Kendisine ve arkadaşlarına sahip çıkmalarını ve birbirlerine daima yardımcı
olmalarını istedi. Saluklu kardeşlerine ve kabiledeki herkese selamlarını
iletti. Bir de ricası vardı. Şam'da kalacak olan evlilerin eşleri ile
çocuklarının bir hafta sonra gönderilmelerini istedi. Yüzbaşı Komediyus evli
olanların ailelerini getirebileceklerini söylemişti. Eşini ve çocuklarını
özlemişti. Onlara da iyi bir gelecek hazırlamak istiyordu.
Hamza ve arkadaşlarının obaya gelmesi büyük bir coşku seline neden oldu.
Eşlerini, çocuklarını asker kıyafeti ile görmeleri onlarda ayrı bir heyecan
yaratmıştı. Obayı def ve zurna sesleri kaplamıştı. Onları ayrıca bir de sürpriz
bekliyordu. Ebu Cafer'in kızı Saba ile Saluklardan Halet'in düğünleri vardı.
Onların mutlu günlerinde bulunmaktan çok memnun olmuşlardı. Askeri malzemeleri
yeni yapılmış olan bir binaya yerleştirdiler. Komşu kabilenin ustaları beş tane
binayı bitirmişler, yenilerini yapmaya devam ediyorlardı. Oba çok değişmiş
görünüyordu. Düğünlerde at ve deve yarışları yapılması bir gelenekti. Bir gün
sonra yarışların yapılacak olmasını öğrendiklerinde mutluluk ve heyecanları bir
kat daha artmıştı. Yarışlar çok zevkli ve heyecanlı geçiyordu. Özellikle
gençler kendilerini göstermek için, olağanüstü çaba gösteriyordu. Yarışmalarda
bir kişi elinde heybeyle yarım fersah ilerde bir noktada bekliyordu. Heybenin
içinde de çeşit çeşit meyveler bulunuyordu. Kim ilk önce bu heybeyi düğün evine
getirirse, ödülü o alıyordu. Ödüllerde genellikle bir tay veriliyordu. O tay,
ödülü alana aitti. Bakımını, tımarını kendisi yapar, isteği dışında kimse o
tayı dokunamazdı. (S.28) O günkü eğlencelere Hamza ve arkadaşları da katıldı.
Akşam olduğunda ebu Cafer'in bütün kabileye ziyafet vereceği haberi
ulaştırıldı. Yemeğe komşu kabilenin ileri gelenleri ile bina yapımında çalışan
ustalar da davet edilmişti. Hep birlikte def ve zurna eşliğinde oyunlar
oynandı, danslar yapıldı.
Ertesi gün yarışmaya katılacak gençler, erkenden atlarını ve develerini
süslemek için obanın meydanında toplanmaya başladılar. Kadınların keçi ve deve
tüylerinden yaptıkları süsler bir renk cümbüşü yaratmıştı. Bitkilerin
köklerinden ve yapraklarından yapılan boyalar renga renkti. Hiçbir desen ve
renk birbirine benzemiyordu. Sanki yağmurdan sonra oluşan bir gökkuşağı
gibiydi. Bütün gençler heyecanla yarışmanın başlamasını bekliyordu.
İlk önce deve yarışları yapılacaktı. Yarışmaya katılacak develer genç
olanlardan seçilmişti. Heybeyi taşıyanlar varış noktasına daha önce hareket
etmişlerdi. Şimdi sıra yarışmacilara gelmişti. Hakem olarak ebu Kays
seçilmişti. Hepsinin aynı hizaya girmesini ve vereceği işareti beklemelerini
istedi. Ebu Kays'ın havadaki elini aşağıya indirmesi ile yarış startı verildi.
. Yarışmacılar hızla develerini kamçılamaya başladı. Bazıları hızlanmakta inat
ediyordu. On üç deveden beşi geriye kalmıştı. Diğerleri epey mesafe almışlardı.
Diğer sekiz deve birbirleriyle amansız bir rekabete girmişlerdi. Develer gözden
kaybolmuştu. Bir süre sonra, toz bulutlarının arasında altın sarısı renkteki
deve, üzerinde heybesiyle görünmeye başladı. Binicisi kamçılamaya devam
ediyordu. Yarışamanın sonlarına doğru,
aradaki fark iyice açıldı ve altın sarısı renkteki deve birinciliği kazandı.
Binicisi de yeni doğmuş bir tayın sahibi oldu. Arkasından at yarışları başladı.
Bu yarışlara yirmi iki at katılıyordu. Deve yarışlarına katılanlardan bazıları
at yarışlarında da yerlerini almıştı. . Çok çekişmeli geçen yarışı koyu kahve
renkteki at birinci bitirdi. Binicisi deve yarışlarına katılmış, ancak birinci
gelemeyen bir gençti. Oda bir tay sahibi olmuştu.
Coşku ve mutlu dolu iki günden sonra Hamza ve arkadaşları asli görevlerine
başladı. Hamza devriye gezecek olan birliği ikiye ayırdı. Elli kişi gündüz,
elli kşi de gece görev yapacaktı. Bu görevlendirme dönüşümlü olarak devam
edecekti. Birinci birliğe kendisi, ikinci birliğe de Elsenilerden iyi kılıç
kullanan ebu Cafer'in yeğeni Velid komuta edecekti. İlk gün göreve kendi
birliği ile çıktı. Ön ve arkaya kalkanlı olanları yerleştirdi. Yol yeni
açıldığından yolcu sayısı çok azdı. Karşılaştıkları kervanlarla sohbet ettiler.
Kendilerini güvende hissetmelerini, gece gündüz devriye gezdiklerini, herhangi
bir saldırı durumunda kendilerine haber vermelerinin yeterli olacağını söyledi.
Kervan sorumluları, memnuniyetlerini ifade ettiler. Yolun sonuna vardıklarında,
Rastan-Lazkiye yolunu denetleyen kale komutanına uğradılar. Biraz sohbet edip,
dinlenip, yemek yedikten sonra tekrar görevlerine döndüler. Akşam güneş batarken
görevi Velid'in birliğine devrettiler.
İki ay sonra kervanların sayısında artış gözlendi. Yeni yolun hem geniş hem
de diğer yola göre biraz daha kısa olması kervanların bu yola yönelmesine neden
oldu. Bu durumdan Hamza de memnun olmuştu. Bu yeni durumu Şam'a raporla
bildirmişti. Vali de gelen raporlardan memnun olmuştu. Yolun yapımının doğru
bir karar olduğu ispatlanmış oluyordu. Başkentin istediği parayı ve hububatı
daha rahat gönderecek olması moralini düzeltmişti.
Komutan Zeyd de Şam ve çevresinin güvenliğini sağlayan birliklere
katılmıştı. Şam-Beyrut yolunu denetleyen birliklere destek oluyordu. Ancak
takviye istendiğinde diğer bölgelere de gidiyorlardı. Ailesi ile birlikteydi.
Oğlunu devlete memur yetiştiren okula, kızını da şifa okuluna vermişti. Ailece
çok geniş bir evde kalıyorlardı. Eşi Zeynep ve çocukları şehir hayatına uyum
sağlamaya çalışıyordu. Yüzbaşı Komediyus’un vali ile olan dostlukları da her
geçen gün artıyordu. Onlar da Zeyd'e yeni hayata uyum sağlaması için destek
veriyordu.(S.29
Şam-Beyrut yolunda yeni bir Eşkıya grubu türemişti. Eşkiyalar kervanları
yağmalıyor, arkasından ormanlık ve dağlık bölgede izlerini kaybettiriyordu.
Oradaki birlik komutanı bir türlü sonuç alamıyordu. Vali, Papulyadis bu duruma
bir çözüm bulunmasını ivedi olarak istiyordu. Komediyus bu görevi Zeyd'e
vermeyi düşünüyordu. Konuyu valiye anlattı. Vali de bunu onayladı ve hemen
hareket edilmesini istedi. Yüzbaşı, Zeyd'in bir plan yapmasını emretti. Zeyd
bunun için birlik sayısının yüz elliye çıkarılmasını talep etti. Plana göre,
Elli kişilik birlik bir fersah önde gidecekti. Arkasından kervan süsü verilmiş
ikinci birlik yer alacaktı. Kervan çok zengin görünümlü olacaktı. Üçüncü birlik
de onları yarım fersah geriden takip edecekti. Eşkiyaların böyle bir kervana
dayanamayacağını düşünüyordu. Düşündüğü bu planı Komediyus'a anlattı. Komediyus
planı uygun buldu ve hazırlıklara başlamasını emretti.
İki gün içinde hazırlıklar tamamlandı. Kervana, içi değersiz malla dolu
çuvallar yüklendi. Plan detaylı olarak bütün askerlere anlatıldı. Kervana
saldırıldığında önde ve arkadaki birlikler eşkiyaları çembere alıp, yollarını
kesecekti. Kaçmak isteyenlere ise okçularla müdahale edilecekti. Planın
anlatılması ile ilk birlik yola çıktı. Bir süre sonra kervan da hareket etti.
Komutan Zeyd, kervanla birlikteydi. Kervanın arkasından da diğer birlik çıktı.
Yolculuğun üçüncü günü gün batımında kervan ormanlık bir alanda mola verdi.
Komutan burayı bilerek seçmişti. Kervan saldırıya açık bir duruma getirilmişti.
Yükleri indirmeye başladıkları bir sırada, eşkiyalar saldırı başlattı. Önde
bulunan askeri birliğin gittiğini düşünüyorlardı. Oysa birlik ilerde bir
vadinin içine gizlenmiş bekliyordu. Eşkıya grubu kervanı çembere alıp, kimseye
kaçacak bir yer bırakmamayı düşünüyordu. Zeyd ve beraberindekiler hızla
silahlarını gizledikleri bölmeden çıkarıp, eşkiyaları karşıladılar. Vadide
bekleyen birlik bilerek çıkartılan sesler üzerine, kervana doğru hızla at
sürdü, Buna rağmen, soyguncular saldırılarına devam ediyordu. Sayıları yüze yakındı.
Çatışmalar çok şiddetli geçiyordu. Bu sırada arkadaki birlik de saldırıyı
görmüş, atlarını kırbaçlayarak, bir an evvel yardım etmek istiyorlardı. İkinci
birliğin gelmesi eşkiyalarda şaşkınlık yaratmıştı. Pusuya düştüklerini onlar da
anlamışlardı. Öndeki ve arkadaki birlikler planlandığı gibi, eşkiyaları çembere
alıyordu. İkinci birliği görenlerden bazıları kaçmaya başladı. Ancak okçular
peşlerini bırakmıyordu. Çatışma bir süre daha devam etti. Sonunda kılıçlarını
yere atarak teslim oldular. Eşkıyaların yirmisi öldürülmüş, otuza yakını da
yaralıydı. Yaralı ve sağ olanların elleri bağlanarak beşerli grup halinde her
bir askerin atının eyerinin arkasına bağlandı. Askerlerden kayıp yoktu, ancak,
yedi kişi çeşitli yerlerinden yaralanmıştı. Komutan Zeyd yaralılara yardım edilmesini
ve tedavilerinin yapılmasını emretti. Aynı emir Eşkıyaların yaralıları için de
geçerliydi
Eşkiyaların ölüleri ormana gömüldükten sonra, Şam'a doğru yola çıkıldı.
Üçüncü gün, Şam'ın batı kapısından içeri girdiler. Seksen Eşkıya yaralı ve sağ
olarak ele geçirilmişti. Hepsi, valinin sarayına götürüldü. Vali Papulyadis ve
yüz başı Komediyus, gördükleri karşısında şaşkınlıklarını gizleyemediler. Bu
kadar çok sayıda eşkiyanın bir araya gelmesini anlayamamışlardı. Oysa, herkese
gerekli olan arazinin verileceğini ilan etmişlerdi. İşleyecek toprak çoktu. Beş
yıl önce meydana gelen veba salgını nedeniyle, çok sayıda insan hayatını
kaybetmişti. Üretim yapacak insan bulamıyorlardı.
Eşkiyalar, teker teker sorguya alınacaktı. Vali sorgudan sonra, elebaşıların
idam edilmesini, diğerlerinin de zindana atılması emrini verdi. İdamların da
şehir meydanında yapılmasını istedi.
Zeyd'in bu başarısı büyük takdirle karşılandı. Ödül olarak, yüzbaşı
Komediyus'un yardımcılığına getirildi. Maaşı da on altına çıkarıldı. Artık Şam'da
ve yakın bölgelerde (S.30) Zeyd'in ismini duymayan kalmamıştı. O ünlü bir
komutan olmuştu. Her kes ona “komutan Zeyd” diyordu. Zeyd'in bu başarısı kendi
obasında da duyuldu ve sevinçle karşılandı.
HAMZA AŞIIK OLUYOR
Obadakilerin de hayatı çok değişmişti. Yerleşik düzene geçeli bir yıldan
fazla olmuştu. Bu süre içinde zeytin ağacının bakımı, buğday, arpa
yetiştiriciliği ve üzüm bağcılığını komşularının yardımı ile öğrenmişlerdi.
Yetiştirdikleri üzümden şarap, zeytinden de yağ elde edip, pazarlara
sunuyorlardı. Gelirleri hızla artıyordu. Herkesin oturacağı evler de bitmişti.
Sıra çocukların eğitimi için yapılacak binaya gelmişti. Zeyd in bu arzusunun da
yerine getirilmesini istiyorlardı. Zeyd de binanın yapmı için on altın
göndermişti. Buradan yetişecek çocukların gelecekteki hayallerini
gerçekleştirmesini umuyordu. Onları şimdiden iyi bir komutan, iyi bir tüccar,
iyı bir devlet yöneticisi olarak görüyordu. Bu duygular, onu mutlu etmeye
yetiyordu. En kısa zamanda obayı görmek istiyordu. Obayı ve kardeşlerini çok
özlemişti. Özellikle de ebu Cafer, ebu Kays ve şair Verd'in sohbetlerini...
Hamza ve birliği görevlerine devam ediyordu. Olumsuz bir durum yoktu.
Kervanlarla dostlukları da ilerlemişti. Hemen hemen herkes onu tanıyordu.
Onlarla sıcak dostluklar kurmuştu. Zorda olan, hasta olan herkese yardım
ediyordu. İki ay önce, Mola veren bir kervanda gördüğü bir kadını ise,
unutamıyordu. Sadece bakışmışlar, ancak konuşamamışlardı. Genç kadının kervan
sahibinin kızı, adının da Sofiya olduğunu ve Lazkiye'de oturduğunu öğrenmişti.
Örtüsünün altından beline kadar uzayan siyah saçlarını aklından hiç çıkaramıyordu.
Zaman zaman dalıp gidiyordu. Bu durumu askerleri de fark etmişti. Ancak
Hamza'nın dalgınlığının nedenini bilmiyorlardı. Sormak istiyorlardı, ancak
çekiniyorlardı.
Birkaç gün sonra, mola veren bir kervana Hamza'nın ilgiyle yaklaşmasını ve
sohbet etmek için, çaba göstermesi dikkatlerini çekti. Onlar da kervanın
sahibini tanıyorlardı. Adı Yorgo idi. Yanında bulunan da kızı olmalıydı. Şarap
ve zeytin yağı tüccarlığı yapıyordu. Hamza'nın babasının çadırına doğru
geldiğini gören genç kız, bir tepside hazırladığı yiyecekleri habersiz gibi
görünerek, o da o tarafa yürümeye başladı. Tam çadırın başında göz göze
geldiler. Fırsatı kaçırmak istemeyen Hamza;
-----Yiyeceklerden bize de pay var mı acaba?
Genç kadının yüzleri kızardı. Heyecandan ne diyeceğini şaşırmıştı. Kızının
cevap veremediğini gören Yorgo;
---- Tabiki var. Buyurun birlikte yiyelim. Arkasından da kızım bize kayısı
kompostosu ikram eder.
Tepsiyi bırakan genç kadın hiç beklemeden kendi çadırına gitti. Ancak
oradan da Hamza 'nın babası ile yaptığı sohbeti takip ediyordu. Hamza, yeni
yerleştiklerini, kabilesinin de şarap ve zeytin yağı ürettiğini, verimin bu yıl
iyi olduğunu söyledi.
Tüccar, isminin Yorgo ulduğunu, erkek çocuğu olmadığı için kızının
kendisine yardım ettiğini, şarap ve zeytin yağını başkente ve Selanik’e
gönderdiğini anlattı. Tepsideki kurabiyeleri birlikte yediler. Daha sonra da
Sofiya'nin getirdiği kayısı kompostusunu içtiler. Tüccar Yorgo sohbete devam
etmek istiyordu, ancak Hamza Müsaade isteyerek, görevlerine gitmeleri gerektini
söyledi. Askerler durumu anlamışlardı. Hamza, tuccarın kızına aşık olmuştu. Bu
kez kızın gözlerini de yakından görmüştü. Zeytin gibi siyah gözleri vardı. (S.31)
Boyu kendisinden biraz kısaydı. Acaba Sofiya, kendisine ilgi duyduğunu
anlamışmıydı ? Bu düşüncelere dalmışken, askerlerin kendi aralarında
gülüştüklerini gördü. Onların da olayı anladıklarını tahmin etti. O da kızarıp
morardı. Aynen Sofiya gibi.
Zeyd, yüz başı Komediyus'a ziyarete gidip, kabilesini görmek istediğini,
izin verip, veremeyeceğini sordu. Olumlu cevap alan Zeyd, saygılarını
ilettikten sonra, on gün sonra döneceğini ifade etti. Bu karara eşi de sevindi.
Okuldaki çocuklarını da alarak, sabah yolculuğu için hazırlık yapmaya
başladılar.
Hazırlıklar bitmişti. Herkesi heyacan sarmıştı. Sabah erkenden yola
çıktılar.Eşi ve kızı iki tekerlekli arabaya binmişlerdi arabayı da oğlu
kullanıyordu. Kendisi de atına binmişti. Üzerinde resmi elbisesi vardı. Kartal
başlı kılıcı her zaman yanındaydı. Kalkana gerek duymamıştı.
Üçüncü günü öğleye doğru, obaya vardılar. Obanın girişinden itibaren
çocuklar etraflarından ayrılmıyordu. Bir atlı ile bir arabanın geldiği haberi
ebu Cafer'e iletilmişti. Gelenin komutan Zeyd olduğu bilgisi verildiğinde,
hemen ayağa kalkarak, kardeişini karşılamak için evden, obanın girişine doğru
hareket etti. Bu sırada Zeyd, atından inmiş, bir elinde atın yularını tutarken,
diğer eliyle karşılamaya gelenlerle tokalaşıp, sarılıp, hasret gideriyorlardı.
Durumu farkeden Saluklu bir genç, atı teslim aldı ve Zeyd de daha rahat hareket
etmeye başladı.
Bu sırada, görevdeki askerler hariç bütün oba komutan Zeyd'in geldiğini
duymuştu. Herkesle görüşen Zeyd sonunda ebu Cafer'in evine misafir oldular.
Zeyd, sohbetlerini özlediği ebu Cafer, Kays, Verd'e kavuşmuştu. Herkes çok
mutlu olmuştu. Başarılarından dolayı Zeyd'i kutladılar. Zeyd de onları
yaptıkları işlerden dolayı kutladı. Obayı çok değişmiş bulduğunu ve çok
şaşırdığını söyledi. Küçük bir şehire benzemişti. Komutan Hamza'yı sordu,
görevde olduğu söylenince, onun da çok başarılı çalışmalar yürüttüğünü söyledi.
Gece geç saatlere kadar sohbet edip, hasret giderdiler. Obada yapılan şarapların
da tadına baktılar. Zeyd ve ailesi kendileri için yapiımış olan eve geçtiler.
Sabah görevi devreden Hamza, Zeyd'in geldiğini duyunca, dinlenmeden kaldığı eve
gitti. Hamza'yı karşısında gören Zeyd, dinlenmeden kendisini görmeye gelen
Hamza'yı gözlerinden öperek teşekkür etti. Yemek hazırlığı da bitmek üzereydi.
Birlikte yemek yediler. Bol bol sohbet ettiler, geçmişi andılar. Hamza kendi
yaptıklarını, Zeyd de yaşadıklarını anlattı. Sohbetin ardından ebu Cafer'in
evine hareket ettiler. Orada ebu Cafer'in ikram ettiği kurabiyeler yenildi, Nar
şerbetleri içildi. Ebu Cafer, obada bugüne kadar yapılan işleri, Komutan
Zeyd'de, Şam'daki yaşamını kısaca anlattı. Zeyd çocukların eğitimi için yapılan
binadan dolayı duyduğu memnuniyeti ifade etti. binayı da çok beğendiğini
söyledi. Okul binası evlerden iki kat daha büyüktü.
Sohbet devam ederken, ebu Kays birden araya girerek, Hamza'nın evlenme
zamanının geldiğini, Lazkiye'de oturan bir tüccarın kızını beğendiğini, kızı
babasından istemeye gitmek için, zamanının olup, olmadığını sordu. Bu haberi
duyan Zeyd, çok içten ve sevgi dolu bir sesle;
---Tabiki var. Hamza benim kardeşim. Onun için her yere giderim. Ancak
kızın babası ve kızın durumu nedir? Onu da bilmek isterim.
Bu sözlerin söylendiği anda Hamza'nın rengi kızarmış ve utancından dışarı
çıkmıştı. Kays, Hamza'nın kızı istediğini, ancak kızın babasının kararını
bilemediklerini, kendisiyle gidildiğinde olumlu karşılanacağını belirtti. Ebu
Cafer de başını sallayarak kararı olumlu bulduğunu ifade etti. Sonunda komutan Zeyd
öncülüğünde bir heyetle Lazkiye'ye (Sayfa,32)
gidilmesine karar verildi. Tüccar Yorgo'nun bir hafta önce Lazkiye'ye
gittiği haberi ebu Kays'a iletilmişti. Hamza'nın Yorgo'nun kızı Sofiya'ye aşık
olduğunu obada duymayan kalmamıştı. Askerler gördükleri her şeyi en ince
ayrıntısına kadar anlatmışlardı.
Bir gün sonra, iki tekerlekli bir at arabası hazırlandı. Elde dokunan kilim
ve battaniyelerden oluşan bir hediye paketi yapıldı. Hediyeler komutan
Abdullah'ın eşi Fatıma'nın elinden çıkmıştı. Beş ay emek vermişti. Komutan
Zeyd'le birlikte ebu Kays ve şair Verd de gideceklerdi. Üçü de arabadaki
yerlerini aldılar. Lazkiye yolu hemen hemen bir günlük yoldu. İki günleri yolda
geçecekti zaman kaybetmeden yola çıktılar. Yolda Velid'in devriyesi ile
karşılaştılar. Biraz sohbet edip yollarına devam ettiler. Lazkiye'ye
vardıklarında sabah olmak üzereydi. Hemen bir hana yerleştiler. Ebu Kays
Hancıya Yorgo'yu tanıyıp tanımadığını sordu.
---Tanımaz olurmuyuz. Buranın en büyük şarap ve zeytinyağı tüccarıdır.
Denizin yamacında içinde ev olan üzüm bağında oturur.
Öğleye kadar handa yatıp dinlendiler. Hancının tarif ettiği yer çok uzak
olmamasına rağmen arabayla gitmeye karar verdiler. Sahile yanaştıklarında
tekrar sordular. Tarif edilen evin önünde durdular. Kapıyı siyahi bir hizmetçi
açtı. Kays, Kendisini ve Zeyd'i tanıttı. Bay Yorgo ile görüşmek istediklerini
iletti. Hizmetçi beklemelerini istedi. Dışarıya yaşı elliye yakın hafif tombul
biri gelerek, içeriye buyur etti. Hizmetçi atla ilgileneceğini belirtip,
içeriye geçebileceklerini söyledi. İçerde üç kadın bulunuyordu. Biri yaşlı
ikisi gençti. İlk sözü ebu Kays aldı. Kendisini, komutan Zeyd'i ve şair Verd'i
tanıttı. Kendilerinin komutan Hamza ile aynı kabileden olduklarını anlattı.
Hamza'nın ismini duyan Sofiya, birden kızarmaya başladı. Yorgo da ne
diyeceklerini merakla bekliyordu. Bu sırada Sofiya evin diğer bölümüne
geçmişti.
karşılıklı sohbetler devam ediyordu. Hediyeler için teşekkür etti. Bu
sırada evin hanımı meyve ikramında bulunuyordu. Yorgo, ziyaretlerinin nedenini
tahmin etmeye başlamıştı. Kızı Agata ve karısı da merak içindeydi. Sonunda
dayanamayan Yorgo;
----Ziyaretinizin nedenini öğrenebilir miyim?
Ebu kays biraz da çekinerek;
--Bay Yorgo rahatsız etmemizin nedeni kızınız sofiya'yi sizin de çok iyi
tanıdığınız kardeşimiz Hamza için istemeye gelmiştik. Eğer uygun görürseniz?
Ebu kays'ın sözleri bay Yorgo'nun hiç hoşuna gitmemişti. Ancak karşılarında
büyük bir aşiret ve şam eyaletinin komutanı yüz başı Komediyus'un yardımcısı
Zeyd vardı. Onlara karşı da kırıcı olmak istemiyordu. Biraz düşündükten sonra,
kızının evlenmeyi düşünmediğini, şu anda en büyük yardımcısı olduğunu, bu
nedenle, isteklerinin kabul edilmesinin mümkün olmadığını çok yumuşak bir dille
ifade etti. Komutan Zeyd verilen cevabı hiç beğenmemişti. Hemen araya girerek;
---Bay Yorgo kardeşimiz kızınızı çok seviyor. Neden kızınızın da görüşünü
almıyorsunuz? Ben kardeşim Hamza'ya kefilim. İnanın kızınız çok mutlu
olacaktır. Siz de kardeşim Hamza'yı çok seveceksiniz. Çok iyi bir askerdir. (Sayfa,
33)
Zeyd'in sözleri de Yorgo'yu ikna etmeye yetmemişti. Söylediklerini
tekrarlamak dışında farklı bir şey söylemiyordu. Bu sözlerden sonra, ebu Kays,
rahatsız ettiklerinden dolayı özür dileyerek, Müsaade istedi.
Misafirlerin dışarıya çıktığını gören hizmetçi at arabasını getirip,
komutan Zeyd'e teslim etti. Kısa bir vedalaşmadan sonra yola çıkıldı. Umutlu
gitmişlerdi, ancak hiç beklemedikleri cevapla karşılaşmışlardı. Ebu Kays,
Lazkiye birlik komutanının araya girmesinin daha iyi olacağını belirterek,
kızın da baskı yapmasıyla, olumlu sonuç alınabileceğini ifade etti.
Obaya döndüklerinde herkes onlardan iyi haberler bekliyordu. Ancak olumsuz
cevap aldıklarını belirtince, hayal kırıklığı yaşadılar. Hamza'nın adına onlar
daha çok üzüldü. Durumdan Hamza'da haberdar olmuştu. Sofiya'yi unutamazdı. Bir çaresini
bulmalıydı. Bir de ebu Kays'ın söylediklerini denemeliydi. Bizathi kendisi
Lazkiye komutanına söyleyecekti. Belki o Yorgo'yu ikna edebilirdi.
Komutan Zeyd'in izini bitiyordu. Yola çıkmadan önce eşiyle birlikte eski
arkadaşı Abdullah'ın eşi Fatima'yı ziyaret ettiler. Zehra'yı da gördüler. Zehra
da büyümüş kilo almıştı. Fatıma'nın ona çok iyi baktığı belli oluyordu. Fatıma
kabile üyelerinin kendisine çok yardımcı olduklarını, yeni evlerine
yerleşmelerinden sonra, daha da rahat ettiklerini belirtti ve teşekkür etti.
Arabaları yiyecek ve içeceklerle doluydu. Ebu Cafer, şarap'tan zeytinyağına
kadar, ürettiklerinden Zeyd'e üç sandık hazırlatmıştı. Onu her zaman bir
kardeşi, arkadaşı olarak görüyordu. Zeyd'de Şam'dan gelirken onlara hediyeler
getirmişti. Obadan ayrılırken içini burukluk sarmıştı. Oba yaşamını özlemişti.
Ancak kardeşleri için buna katlanmak zorundaydı. Bunu onlara
hissettirmemeliydi. Eşi ve çocukları da ayrılmak istemiyordu. Obanın özgür
yaşamı onlara daha çekici geliyordu. Böyle bir yaşam onların ruhlarında vardı.
Onu silemez
ŞAM 'DA YARIŞMALAR
Şam'a geldiklerinde, şehirdeki yaşamın ne kadar sıkıcı olduğunu yeniden
gördüler. Ancak buna yapacakları bir şey yoktu. Hayatlarını devam ettirebilmek
için, böyle yaşamaya mecburdular. Komutan Zeyd arabadaki sandıkları indirdikten
sonra görevinin başına gitti. Çocuklar da okullarına döndüler. Valilik sarayına
gittiğinde doğru yüzbaşı Komediyus'a gitti. Obadan kendisine verilen
hediyelerden küçük bir paket de onun için ayırmıştı. Yüzbaşı, Zeyd'den obadaki
yaşam hakkında bilgi aldı. Hediye için teşekkür etti. O da Şam'daki son durum
hakkında bilgi verdi. Şam'da olumsuz bir şey yoktu. Ancak başkenttin vergileri
artırmasının, valinin köy yollarının genişletilmesi projesinin iptal edilmesine
neden olduğunu söyledi. Vali yolların düzenli olmasının üretim ve ticaretin
gelişmesine katkı yapacağını düşünüyordu. O nedenle yeni yolların açılmasına,
eski yolların genişletilmesine önem veriyordu. Sohbet sırasında Zeyd, boş
araziler bulunduğunu, güney de çok sayıda topraksız kabile yaşadığını, bunların
getirilmesiyle ürün veriminin artırılacağını, dolayısıyla, bütçeye katkı
sağlayacağını söyledi. Bu fikir Komediyus'a da cazip geldi. Kendisi güneydeki
yaşamı tam olarak bilmiyordu. Bu düşünceyi birlikte valiye götürme kararı
aldılar
Her yıl yapılan spor ve yarışma şenliklerine bir ay vardı. Komutan Zeyd ve
Hamza'nın birliklerinde de valinin emri gereğince yarışmacı seçmelerinin
yapılması gerekiyordu. Yarışmalarda çok sayıda branş vardı. Ok atma, iki
tekerlekli savaş arabası kullanma, iyi kılıç kullanma ve atletizm. Yarışmalara
halk büyük ilgi gösteriyordu. Civar kasabalardan da bu yarışmalara katılmak ve
izlemek için günler öncesi hazırlıklar yapılıyordu. (Sayfa,34)
Yarışmalar takımlar adına yapılıyordu. Bu nedenle yarışmacı mutlaka bir
takım seçmek zorundaydı. Katıldığı yarışmalarda da o takımın sembolleri olan
renkleri temsil eden elbiseler giymeleri gerekiyordu. Karşılaşmalarda dört takım
yer alıyordu. Maviler, yeşiller, kırmızılar ve beyazlar. Mavileri, saray ve
soylular finanse ediyor ve destekliyordu. Yeşilleri büyük tüccarlar, esnaflar,
kırmızıları küçük üretim yapan köylüler, beyazları en düşük gelir sahibi
olanlar destekliyordu. Ancak yarışmalar daha çok maviler ile yeşiller arasında
geçiyordu. Çünkü bu yarışlara katılacak olan yarışmacıların bir yıl boyunca
giderlerinin karşılanması ve bir miktar da ücret ödenmesi gerekiyordu. Mavi ve
yeşillerin destekçilerinin ekonomik durumları buna müsaitti. Diğerleri
amatörler arasında seçerken, mavi ve yeşillerin sporcuları profesyoneldi.
Kullandıkları renklerin de anlamları vardı. Yeşiller toprağın, maviler suyun,
kırmızılar ateşin, beyazlar havanın gücünü temsil ediyordu.
Yüzbaşı Komediyus, Zeyd'e bağlı birliklerdeki seçmeleri ona bırakmıştı.
Onları en iyi tanıyan oydu. Zeyd, iki branşta katılmayı düşünüyordu. Biri iyi
ok atma, diğeri de maraton yarışması. Ok yarışmalarına Hamza'yı, maratona da
Teim kabilesinden kendilerine katılan siyahilerden Zülfar'ı seçmeyi
düşünüyordu. Ancak bir ay önceden onları Şam'a davet ederek birlikte
çalışmaları gerekiyordu. Komediyus'tan gerekli izni aldıktan sonra, Hamza ile
Zülfar'a haber gönderdi.
Hamza ve Zülfar Şam valisinin ve soyluların takımı olan maviler adına
yarışmalara katılacaktı. Bu nedenle iyi hazırlanmaları ve dereceye girmeleri
gerekiyordu. Yüz başı Komediyus ve valiye karşı mahçup olmak istemiyorlardı.
Dereceler birinci ve ikincilik şeklinde oluyordu. Haberin iletilmesinden yedi
gün sonra, Hamza ve Zülfar Şam’a geldiler. Zeyd onlarla yakından ilgilendi ve
ayrı bir ev tahsis etti. Onlara daha önce yarışmalara katılıp, dereceye giren
bir askerin yardımcı olarak verilmesini sağladı. Yarışmalara o askerle birlikte
hazırlandılar.
Yarışmalar, şehrin hemen dışında bulunan beş bin kişilik hipodromda
yapılıyordu. Yarışma günü hanlarda yer kalmamışti. Bazıları şehrin dışında
çadırlar kurmuştu. Zeyd'in kabilesinden gelenler de buna dahildi. Ebu cafer,
Kays ve şair Verd, komutan Zeyd'in konutunda misafir edilmişlerdi. Yarışmalara
Beyrut, Tartus ve Lazkiye'den gelenler de vardı. Bunlar arasında Yorgo ve kızı
Sofiya'da bulunuyordu. Sofiya'nin Hamza'nın yarışmalara katılacağından haberi
yoktu.
İlk gün atlı arabalar yarıştı. Yarışmalarda birinciliği maviler kazandı. İkinci
gün mızrak ve kılıç yarışmaları yapıldı. Mızrakta maviler, kılıçta yeşiller
derceye girdi. Sıra ok yarışlarına gelmişti. Yarışmaya yirmi üç sporcu katılıyordu.
Yarışmanın ilk etabında at üzerinde hedefe ok atma vardı. Atla dört nala
giderken, hedefi tam ortasından vurmak gerekiyordu. İlk etapta on iki kişi
başarılı oldu. Diğerleri elendi. İkinci etapta, mancınıkla havaya kuş maketi
fırlatılıyordu. Kuş maketini vuran finale kalıyordu. Hamza her iki etabı da
başarıyla tamamlayarak, dört kişi ile birlikte finale kaldı.
Yarışmaları babasıyla izleyen Sofiya, finale kadar Hamza'yı tanıyamamıştı.
Finale kalan sporcular seyircilere tanıtılırken, o zaman fark etti. Hamza
maviler adına yarışıyordu. Finale, yeşillerden iki, mavilerden de iki kişi
çıkmıştı. Kendisi yeşilleri destekliyordu. Ancak sevdiği adam maviler adına
yarışıyordu. Kalbiyle takımı arasında ikilemde kalmıştı. Babası da Hamza'nın
adını duyunca hissettirmeden kızına bakmıştı. Kızının Hamza'ya karşı ilgisini o
da biliyordu. Eşi, Sofiya'nin Hamza'ya ilgi duyduğunu söylemişti. Çok sevdiği
kızının mutsuz olmasını istemiyordu, ancak çok iyi tanımadığı ve soylulardan
olmayan birisiyle evlenmesini de doğru bulmuyordu. (Sayfa,35)
Ok atma yarışmalarının finali öğleden sonraya kalmıştı. Zeyd, Hamza'nın
fnallere çıkmasını heyecanla takip ediyordu. Yüzbaşı Komediyus da Hamza'nın
göstermiş olduğu performanstan memnun olmuştu. Vali de yarışmaları şeref türbününde
soylularla birlikte izliyordu. Ebu Cafer, Kays ve şair Verd'de izleyiciler
arasındaydı. Bazen heyecana kapılarak “Hamza” Hamza” şeklinde tezahüratta
bulunuyorlardı. Hamza da bu tezahüratlar karşısında sağ elini sol göğsüne
koyarak, selamla cevap veriyordu.
Final iki bölümden oluşuyordu. Birinci bölümde otuz metreden, hedefe diz
çökerek ok atmak vardı. Hedefi tam ortasından vurmak gerekiyordu. Hamza en
sonuncu olarak ok atacaktı. Üç kişi hedefi vurmuş, sıra Hamza'ya gelmişti.
Seyircilerden Hamza'ya büyük destek vardı. Hamza'nın ok atma ve yayı gerdirme
stili seyircinin hoşuna gitmişti. Çok güçlü bir fiziği olmamasına rağmen yayı
iyi kullanıyordu. Biraz heyecanlıydı. Komutan Zeyd'in “sakin ol derin nefes al”
sözleri aklına geldi. Bu sözlerin gereğini yaptı, yayı gerdi ve oku bıraktı. Ok
tam hedefine gitmişti. Hem de hedefin tam merkezine saplanmıştı. Diğerlerinin
okları merkeze o kadar yakın değildi. Bu ona artı puan sağlıyordu. Hamza'nın
hedefi vurmasından sonra, Sofiya'da tuttuğu takımı unutarak, ayağa kalkıp
alkışlıyordu. Babasının kendisini uyarmasıyla, yaptığı hareketten dolayı özür
diledi. Kendi ailesi yeşillerin en büyük mali destekçilerindendi. Yeşillerin
diğer taraftarları da Sofiya'nin bu hareketini hoş karşılamadılar. Ancak babası
Yorgo'nun yanında bir söz söylemekten de çekiniyorlardı.
Finalin son bölümünde hedef kırk metreye taşınmıştı. Bu kez ayakta ok atışı
yapılacaktı. İlk iki kişi yeşillerdendi. Attıkları oklar merkeze yakındı, ancak
biraz dışarda kalmıştı. Sıra mavilere gelmişt. Mavilerin ilk yarışmacısının
attığı ok merkezin çok dışına gitmişti. Birincilğin, mavilerde kalması Hamza'ya
bağlıydı. Zeyd'in söylediklerine uygun davranarak oku bıraktı. Gözlemci 'tam
isabet” diye bağırdı. Hamza derin bir nefes daha aldı ve rahatladı. Jüri
Hamza'nın birinciliği kazandığını tescil etti. Maviler birinci, yeşiller de
ikinci olmuştu. Birinci olanlara kırk altın, ikinci olanlara yirmi altın
veriliyordu. Yarışmacılar ödüllerini şeref tribününde valinin elinden alıyordu.
Tribünün sağ tarafı mavilere, sol tarafı ise yeşillere aitti. Sofiya ve babası
yeşillere ait bölümde valiye çok yakın yerde oturuyordu. Biraz sonra Hamza'nın
kendi yanlarından çıkarak, validen ödül alacağını biliyordu. Heyacanla o anın
gelmesini bekliyordu.
Hamza'nın birinci olması mavi takımı destekleyenlerde büyük coşku
yaratmıştı. Hipodrum “mavi mavi” ve “Hamza, Hamza” sesleri ile çınlıyordu. İlk
tebrik edenler yüz başı Komediyus ve Zeyd olmuştu. Diğerleri de tebrik etmek
istiyorlardı ancak, saha içine girmeleri yasaktı. Sofiya, Hamza'nın
birinciliğine sevinmişti. Ama sevincini gösteremiyordu. Hem babası hem de
desteklediği takımın taraftarları buna engeldi. Ancak sevinci yüz ifadesinden
belli oluyordu. Babası da bunun farkındaydı.
Hamza'nın valinin bulunduğu şeref tribününe doğru hareket etmesi ile mavi
bayrakların dalgalanması daha da arttı. Seyircilerin “Hamza Hamza” sesleri
susmak bilmiyordu. En çok bağıranlar da kendi kabilesiydi. Hamza da elini
yukarıya doğru kaldırarak selamla karşılık veriyordu. Hamza ve yeşillerden
ikinci olan yarışmacı valiyi başlarını eğerek selamladılar. Hamza'yı tebrik
eden vali, gümüş kaplamalı kutu içerisindeki kırk altınlık ödülü yanında
bulunan komite üyesinden alarak, takdim etti. Hamza, Kutuyu eline alıp, tribünden
aşağıya inmeye başladığında, sol tarafında kendisine sürekli bakan iki gözle
karşı karşıya geldi. Bu gözler tanıdıktı. Başıyla selam verdi. Babası Yorgo'yu
gördüğünde onu da selamladı. Yorgo'da onu selamladı. Türbünü terk ederek
yarışmacılara ayrılan bölüme geçti. Maviler adına yarışan tüm sprcular Hamza'yı
kutlamak için sıraya girmişlerdi. (Sayfa,36)
Yarışmanın üçüncü ve son günü maraton yarışı vardı. Zülfar da maviler adına
yarışıyordu. Sporcular üç fersah ilerde bulunan noktadan, üzerinde çift kartal
olan bayrağı getirip, hipodromun merkezinde bulunan hakeme teslim edecekti. Yarışlara
otuz dört kişi katılıyordu. Bütün renklerin yarışmacıları maratona katılıyordu.
Hakemin start vermesi ile koşu başladı.
Seyirciler, hipodruma kimin en önce gireceğini merakla bekliyordu. Koşu
sabah başlamıştı. Güneş ışınlarının dikleşmeye başlamasına yakın hipodrom
dışındakilerin tezahüratları artmıştı. Sporcuların gelmesi an meselesiydi. Hipodrom
girişinde en öndeki koşucunun bayrak rengi görülünce, biraz sessizlik oldu.
Arkasından çok cılız bir destek tezahüratları başladı. En önde bulunan sporcu kımızılar
adına koşan Hama'lı bir köylünün oğlu olan Enes bin Talha'ydı. Onun arkasından,
üzerinde mavi elbise olan zülfar, Onun arkasından da yeşiller giyinmiş bir
atlet geliyordu. Zülfar'ın görünmesiyle mavilerin destekleri arttı. Zülfar
sonlara doğru iyi atak yapıyordu, ancak Enes bin talha onun geçmesine fırsat
vermiyordu. Atağa karşılık, atakla cevap veriyordu. Sonunda hakeme ilk bayrağı
Enes teslim etti ve birinciliği kazandı. Kırmızılar bu yıl yapılan yarışmalarda
sadece maratonda ödül alabildi. Diğer branşlarda dereceye giremediler.
Zülfar'ın ikinciliği de küçümsenemezdi. İlk defa böyle bir yarışmaya
katılmıştı. Yüzbaşı Komediyus, Zeyd ve Hamza ilk tebrik edenler arasındaydı.
Vali, birinci ve ikincileri tebrik ederek ödüllerini verdi.
Akşam olduğunda, komutan Zeyd başarıları kutlamak için, ebu Cafer, Kays,
Hamza ve Zülfar'ı handaki meyhaneye davet etti. Hep birlikte şarap içip, dans
edip, eğlendiler
SOFİYA OBAYA GELİYOR
Hamza'nın Sofiya ve babasını selamlamasını Komediyus ve Zeyd de görmüştü.
Maviler adına yarışan birinin yeşiller türübününe selam vermesi ilk defa
görülüyordu. Merak edip, Zeyd'e bunun nedenini sordu. O da Hamza'nın Sofiya'ya
olan ilgisini söylemek zorunda kaldı. Komediyus da bunu hoş bir gülümseme ile
karşıladı. Zeyd, Lazkiye'ye gidip kızı babasından istediklerini, ancak olumsuz
cevap aldıklarını belirtince;
---Öyle mi? Bak sen Yorgo efendiye. Onu bende tanıyorum. Zaman zaman vali
ile görüşmeye geliyor. İsterseniz ben bir konuşayım.
Zeyd, iyi bir fırsat yakalamıştı. Bunu kaçırmak istemiyordu. Hamza'nın ne
diyeceğini beklemeden iyi olacağını ve gerçekleşmesi durumunda çok mutlu
olacağını ifade etti. Hamza'nın bu görüşmeden haberi yoktu. Zeyd bu görüşmeyi söylemek
için sabahı bekliyordu. Sabah olduğunda, Zeyd'in evindeki yemekte durumu izah
etti. Hamza utanıp kızarmasına rağmen, hiçbir açıklamada bulunmadı. Ebu Kays
ebu Cafer de yüz başı Komediyus'un Lazkiye komutanından daha yüksek bir görevde
bulunduğundan, daha etkili olacağını ifade ettiler.
Yemekten sonra, hep birlikte Zeyd'in görev yeri olan valiliğe gittiler.
Binanın girişinde yüz başı Komediyus, Beyrut'tan gelen bir tüccarla sohbet
ediyordu. Zeyd ve Hamza'yı görünce, Müsaade isteyerek, onların yanına geldi.
Gelir gelmez müjdeyi verdi;
---Lazkiye'li Yorgo vali ie görşmek için, bugün buraya gelecek. Valimize
hem saygılarını hem de hediyelerini sunacak. Ben de bu arada, Hamza'nın
konusunu da gündeme getireceğim.
Bu sözler Hamza'nın kalp atışlarını daha da hızlandırdı. Heyacandan ne
diyeceğini şaşırdı. Kafasını yere eğdi. Komediyus'tan utanmıştı. Ama içinden de
sevinmişti. Umudu (Sayfa, 37)
artmış, Sofiya'sına bir an evvel kavuşmak istiyordu. Kısa süren bu
görüşmeden sonra yüzbaşı tekrar tüccarın yanına gitti. Zeyd de arkadaşlarını
alarak kendi odasına doğru hareket etti. Zeyd arkadaşlarına birliğini gezdirdi.
Birlikte yemek yediler. Öğleden sonra da Şam'ı gezmeye çıktılar. Ebu Cafer,
Şam'ın büyüklüğünü gördükçe şaşkınlığı artıyordu. Bütün sokaklar taşlarla
döşenmişti. Yollar çok genişti. Binalardaki taş işçiliğine hayran kaldı.
Çarşıları çok kalabalıktı. Tezgahlardaki mallar çeşit çeşitti. Çoğunu ilk defa
görüyordu. Kendilerinin göçebe ve yokluk içindeki yaşamla sık sık karşılaştırmalar
yaptı. Ufku genişlemiş, obaya döndüğünde, ilk yapılacak işlerin başında yollara
taş döşemek olacaktı.
Şam gezisi akşama doğru sona erdi. Tekrar hep birlikte Zeyd'in biriğine
döndüler. Valiliğe geldiklerinde, yüz başı Komediyus'un Yorgo'yu yolcu ederken
buldular. Onlar da Yorgo'nun yanına giderek selamlaştılar ve iyi yolculuklar
dilediler. Yorgo ve yardımcısı ayrılır ayrılmaz, doğrudan Hamza'ya doğru
hareket eden Komediyus,
----Hamza sana müjdeli haberi verebilirim. Tüccar Yorgo, Sofiya'nın seninle
evlenmene izin verdi. Sorumluluğunu da bana verdi. Ben de sana güvendiğim için
kabul ettim. Şimdiden tebrik ediyorum.
Yüzbaşının bu sözlerinden sonra, Zeyd, ebu Cafer ve kays hamza'ya sarılarak
tebrik ettiler, mutluluğuna ortak oldular. Ebu cafer, obaya döner dönmez düğün
hazırlıklarına başlayacaklarını, başta yüz başı Komediyus olmak üzere her kesi
düğüne davet ettiğini iletti. Tüccar Yorgo!nun kararı, ebu Cafer, Kays ve
Hamza'nın bir gün önce yola çıkmasına neden oldu.
Hamza'nın Sofiya ile evleneceğinin duyulması obada sevinçle karşılandı. Her
kes düğün için ne yapması gerektiğini ebu Cafer'e sormaya geldi. Ebu Cafer de
bir planlama yaptıktan sonra herkese görevini bildireceğini iletti.
Obaya ulaştıktan bir gün sonra, ebu Cafer ve Kays, tüccar Yorgo ile düğün
gününü ve yapılması gereken hazırlıkları görüşmek üzere Lazkiye'ye hareket
ettiler. Yolda Hamza'nın birliği ile karşılaştılar. Rastan'a kadar birlikte
yolculuk yaptılar. Hamza'nın heyacan ve mutluluğu gözlerinden ve tavırlarından
belli oluyordu. Arkadaşlarının imalı sözlerine tebessümle cavap veriyordu.
Rastan'a vardıklarında Hamza, birliği ile geride kaldı, ebu Cafer ve Kays
yollarına devam etti.
Lazkiye'ye vardıklarında akşam olmuştu. Geceyi bir handa konaklayarak
geçirdiler. Sabah erkenden kalkıp, at arabasını hazırlayıp hediyelerini
yüklediler. Yorgo'nun evini biliyorlardı, hiç kimseye sormadan arabayı bağ
evine doğru sürdüler. Onları kapıda zenci köle karşıladı. İçeriye haber vermek
için izin istedi. Döndüğünde yanında tüccar Yorgo vardı. Yorgo hoş bir
tebessümle,
---Lütfen içeriye buyurunuz.
Ebu Cafer ve Kays hediyeleri indirdikten sonra, zenci köle atı yularından
tutarak, evin arkasındaki boşluğa götürdü. Ebu Kays atın yemi ve suyu ile
ilgilenmesini rica etti. Kendileri de Yorgo ile beraber eve girdiler. Evde
onları yorgo'nun eşi, kızı Agata ve Sofiya ayakta karşıladı. Selamlaşmalardan
sonra, geniş bir salona alındılar. Salonun taban ve tavanı ahşap ile
döşenmişti. İyi bir ustanın elinden çıktığı belli oluyordu. Yer döşemelerin
üzerine yünden dokunan halı ve kilimler serilmişti. Duvar tarafına da uzun
yastıklar dizilmişti. Hep (Sayfa,38)
birlikte kilimlere oturdular. Tekrar selamlaştılar. Yorgo'nun misafirlerini
karşılaması öncekine göre, daha sıcak ve içtendi. Hediyeler için teşekkür
ettikten sonra,
---Sizleri ikinci kez yorduğum için üzgünüm. Ama siz de taktir edersiniz
ki, yeni tanıdığım birisine kızımı hemen veremezdim. Komutan Komediyus, kefil
olduğunu belirtince içimdeki kuşkular azaldı ve kabul ettim. Kızım da bu evliliği
istediğini belirtince, böyle bir karara vardım.
Yorgo'nun bu konuşmalarından sonra, söz alan ebu Cafer, teşekkür etti ve
kuşku duymasının normal bulduğunu, kendilerinin ve eşlerinin Hamza'nın anneleri
ve babaları olduğunu, obadaki herkesin bir aile gibi yaşadığını, kıznın çok
mutlu olacağını belirtti. Bu konuşmaları yan taraftaki odada Sofiya, kız
kardeşi Agata ve annesi merak içinde dinliyorlardı. Babasının olumlu kararından
sonra Sofiya'nın neşeşi yerine gelmiş, düğünün ne zaman yapılacağını merak
ediyordu. Bugün o meraktan kurtulmuş olacaktı. Annesinin “kompostoları götürür müsün?”
sesiyle düşüncelerinden bir an sıyrıldı. Üstünü başını düzelttikten sonra,
ahşap bardaklarla kayısı kompostosu servisi yaptı. Servisi çok yavaş ve
dikkatlice sundu. Ebu Cafer ve Kays gelinlerini göz ucuyla hissettirmeden takip
ediyordu. Sofiya’da bunu fark etmişti, ancak ellerinin titremesine engel
olamadı.
Uzun süren sohbetlerden sonra, düğünün beş ay sonra yapılmasına karar
verildi. Düğünden önce Sofiya obaya getirilecek, bir hafta boyunca şenlikler ve
yarışmalar yapılacaktı. Bu kararlar Sofiya'nın mutluluğunu bir kat daha
artırmıştı. Bu karardan sonra hep birlikte sofraya oturdular.
Güneş ışınlarının etkisi azalmaya başlayıp, gölgeler uzamaya başladığında,
ebu Cafer ve Kays yola çıkmak için Müsaade istediler. Yorgo köleye arabanın
hazırlanması talimatını verdi. Biraz sonra at arabaya koşulmuş, harekete hazır
hale getirilmişti. Bu sırada ailedeki her kes vedalaşmak için dışarı çıkmış,
ebu Cafer ve Kays'a iyi dileklerini iletiyordu. Ebu Cafer ve Kays gece yarısına
doğru obaya ulaştılar. Atı sulayıp yemini verdikten sonra, dinlenmek için
evlerine çekildiler. Obadakilerin büyük çoğunluğu uyuyordu. Hamza ve birkaç
arkadaşı ebu Kays'ın gelmesini bekliyordu. Kısa bir süre sonra onlar da uyumak
için evlerinin yolunu tuttular.
Sabah olduğunda, Hamza görevini yardımcısına devretmiş, ebu Cafer'den
gelecek haberi bekliyordu. Beklediği haberi komutan Velit getirdi. Birbirlerine
sarılarak bu mutlu haberi kutladılar ve ebu Cafer'in evine doğru hareket
ettiler. Ebu Cafer, Yorgo ile kararlaştırdıkları düğünü ve yapılması gereken
hazırlıkları Hamza'ya iletip,
-----Biz gereken her şeyi Kays'la birlikte organize edeceğiz. Sen görevine
devam edebilirsin. Senin yapman gerekenleri biz sana ileteceğiz.
Hamza şükranlarını sunduktan sonra Müsaade isteyip ayrıldı. Dışarıda
arkadaşları onu bekliyordu. Arkadaşları Rastan'da klarnet, davul ve zurnadan
oluşan bir müzik ekibi ile anlaştıklarını, yedi gün boyunca çalgıcıların obada
görev yapacaklarının müjdesini verdiler. Hamza bu habere çok sevindi. Bütün oba
yedi gün boyunca eğlenecek, dans edecekti. Bu obanın ikinci düğünü olacaktı.
Ancak gelin saluk değil, Roma'lı bir tüccarın kızı Sofiya'ydı. Bu onlar için
gerçekleşmesi imkansız bir hayaldi. Nereden nereye gelmişlerdi. Lazkiye'nin en
büyük tüccarlarından biri olan Yorgo'nun kızı saluklara gelin gelecekti. Bu
gurur onlara yetecekti. Hedeflerini daha da büyütmelerine örnek olacaktı. (Sayfa,39)
Obadakileri düğün heyacanı sarmışken, komutan Zeyd, askerleri ile
denetimlere ve Şam içindeki asayişin sağlanması için çalışıyordu. Ufak tefek
hırsızlıklar dışında Şam'da olumsuz bir olay yoktu. Hırsızlıkları da genellikle
dışardan gelen yabancılar yapıyordu. Onlar da kısa sürede yakalanıp, hapse
atılıyordu. Hamza'nın düğün tarihi kendisine de iletilmişti. Yüzbaşı Komediyus
da Zeyd'in iskan için yoksul kabile getirilmesi fikrinin vali tarafından
onaylandığını, ancak sorun çıkartmayacak olanların getirilmesini istediğini
iletmişti. Zeyd, en uygun kabile olarak Elsenilerin komşusu olan Beni
Huneynlerin getirilmesini uygun bulmustu. Onların kervanları Rakka'ya kadar
geliyordu. Heber göndermek için oraya gitmesi gerekiyordu. Yanına üç kişilik
silahlı askerle, sivil olarak Rakka'ya hareket etmek için komutanından izin
aldı. Hamza'nın düğün gününe kadar bu işi çözmek istiyordu. .
Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra Rakka'ya ulaşıp, Hişam'ın hanına
yerleştiler. Geceyi dinlenerek geçirdiler. Sabah olduğunda bütün hanları
dolaşmaya başladılar. Ancak hiçbirinde Beni Huneyn kabilesinden kimseyi bulamadılar.
Zeyd, birkaç gün beklemeyi tercih etti. Üç gün boyunca Rakka'yı gezip
gözlemlediler. Rakka şehri Gassanilerin denetimindeydi. Orayla Şam'ı
karşılaştırdılar. Arada çok büyük fark vardı. Rakka, Şam'ın yanında bir köy
gibiydi. Asayişi de pek iyi sayılmazdı. Kervan sorumluları sürekli mallarının
başında nöbet bekliyordu. Hırsızlıkların ve silahlı kavgaların olmadığı bir gün
yoktu. Her gün mutlaka vukuat vardı. Rakka'ya gelişlerinin dördüncü günü bir
handa Beni Huneyn kabilesine ait bir kervanla karşılaştılar. Kervan sorumlusu
ile görüşmek istediğini iletti. Akşama doğru kervan sorumlusu Hişam'ın hanına
ulaştı. Komutan Zeyd, kervan sorumlusuna kendini tanıttıktan sonra, Şam valisinin
davetini ileterek;
-----Vali kabile reisi ebu Umran'ı iskan için görüşmeye bekliyor. Size
verimli toprak verecek. Siz de yüz asker vereceksiniz. Biz de aynı şekilde
yerleştik. Şimdi çok rahat ve memnunuz.
Komutan Zeyd'in sözleri kervan sorumlusunun üzerinde şaşkınlık yaratmıştı.
Zeyd'i tanımıyordu ancak, adını duymuştu. Zeyd'in söylediklerini ileteceğini
belirterek, Müsaade istedi. Zeyd ve askerleri de dinlenmek için odalarına
çekildi.
Sabah güneş doğmak üzereyken, atlarını eyerleyip, yola çıktılar. Önlerinde
iki aylık yol vardı. Geceleri askeri kalelerde mola verip dinlendiler.
Gündüzleri yol aldılar. Kervan yükü olmadığından, fazla zaman kaybetmiyorlardı.
Yolculuğun iki ayı tamamlamasına üç gün kala Şam'a ulaştılar. Zeyd dinlenmek
için evine hareket etti. Askerler de birliğin bulunduğu koğuşlara yöneldi.
Evde kendisini eşi ve çocukları karşıladı. Rakka'ya gidiş nedenini ve
Hamza'nın düğün tarihini iletti. Onlar da memnuniyetlerini ve sevinçlerini
ifade ettiler. Düğüne kendilerinin de katılmak istediklerini, okullarının zaten
kapalı olduğunu söylediler. Zeyd onların teklifini kabul etti. Düğüne hep
birlikte gideceklerini teyit etti. Çocuklar sevinçten birbirine sarıldılar.
Anneleri de bu sevince ortak oldu.
Düğün vakti yaklaştıkça obadakilerin telaşı da artıyordu. Bir taraftan
yiyecek, içecekler hazırlanırken, diğer taraftan da yeni elbiselerin dikilmesi
için kadınlar ellerinden geldiğince hızlı hareket ediyordu. Obaya yabancı bir
kızın gelmesi ve davete yüzbaşı Komediyus'un katılması düğünün önemini bir kat
daha artırıyordu. Hamza'nın evinin tüm eksikleri ebu Cafer'in talimatıyla
giderilmişti. Abdullah'ın eşi Fatıma bu işle görevlendirilmişti. Nihayet düğün
günü gelip çatmıştı. Bir gün sonra, Sofiya, yüz başı Komediyus, Zeyd ve ailesi
obada olacaktı. Onlar için de evler hazırlandı. (Sayfa, 40)
Yüz başı Komediyus, komutan Zeyd ve ailesi yola çıktıklarının üçüncü günü
akşama doğru obaya vardılar. Obanın girişinde ebu Cafer, Kays, Hamza ve obanın
neredeyse tamamı onları bekliyordu. Misafirleri gören Kays, çalgıcılara karşılama
müziği çalmalarını işaret etti. Zeyd ve yüzbaşı arabalarını durdurup,
obadakileri selamladılar. Arabalar misafirlerin kalacakları evlerin önüne
çekildi. Yüzbaşı ve Zeyd ebu Cafer'in evine misafir oldular. Orada onlar için
yemekler hazırlanmıştı. Komediyus gördüğü ilgiden dolayı çok memnun olmuştu.
Hepsine ayrı ayrı teşekkür etti. Öbadakilerin Zeyd'e sarılıp sevgilerini
sunmalarını gıpta ile izliyordu.
Kısa bir süre sonra, Sofiya ve ailesini almaya giden ekibin gelmekte olduğu
haber verildi. Ekibin başında Hamza'nın yardımcısı Velit bulunuyordu. Üç atlı
araba ve beş asker eşlik ediyordu. Onlar içinde karşılama töreni yapıldı ve
kalacakları evlere yerleştirildi. Sofiya’nın ailesine komutan Zeyd için yapılan
ev tahsis edilmişti. Düğün bitiminde Sofiya buradan Hamza'nın evine gidecekti.
Yorgo ve ailesi gördükleri ilgiden dolayı çok şaşırmışlardı. Bütün obanın
kendilerini karşılamaya gelmesi onları gururlandırmıştı.
Misafirler geceyi dinlenerek geçirdiler. Sabah, def, zurna ve davul sesiyle
uyandılar. Gençler müzik eşliğinde dans ediyor, şarkı söylüyorlardı. Yemekten
sonra, onlar da şenliklere katıldı. At ve deve yarışlarını ilgiyle izlediler.
Eğlenceler bir hafta boyunca devam etti. Haftanın son gününde Sofiya, Zeyd'in
evinden müzik eşliğinde alınarak Hamza'nın evine getirildi. Gelinin kendi evine
gelmesi ile düğün bitmişti. Hamza da çok sevdiği Sofiya'sına kavuşmuştu.
iki gün sonra, misafirlerin dönüş hazırlıkları tamamlandı. Yorgo ve ailesi
bir heyetle birlikte Lazkiye'ye doğru yola çıktı. Yüzbaşı Komediyus ve Zeyd de
aileleriyle birlikte Şam'a hareket etti. Önlerinde üç günlük yol vardı. Gece
dinlenip, gündüzleri yol aldılar. Çocukların obadaki arkadaşlarından ayrılması
onlar üzerinde olumsuz etki yapmıştı. Obadaki yaşam onlara daha cazip gelmişti.
Yola çıktıklarının üçüncü günü, güneş batımına doğru Şam'a ulaştılar. Zeyd
yüz başı Komediyus'a katkılarından dolayı teşekkür etti. Yüzbaşı da obanın
kendisi için değişik bir yaşam olduğunu ve çok memnun kaldığını iletti.
Karşılıklı bu sözlerden sonra evlerine doğru hareket ettiler.
Yüzbaşı Komediyus obadaki yaşadıklarını valilikte her kesle paylaşmıştı.
Komutan Zeyd'e ve kendisine gösterilen ilgiyi anlatmakla bitiremiyordu. Düğünden
Vali Papulyadis'in de haberi vardı. O da komutan Hamza'ya gümüş bir tepsiyi hediye
olarak göndermişti.
Komutan Zeyd, Rakka'dan döneli beş aydan fazla olmuştu. Beni Huneyn kabile
reisi ebu Umran'ın gelmesi yakındı. Ondan haber almak ve karşılamak için üç
kişilik bir askeri birliği görevlendirdi. Birlik, ebu Umran ve kabile üyeleri
ile Şam-Rakka yolunun sekiz fersah ilerisindeki bir mola yerinde karşılaştılar.
Ebu umran'a silahlı beş kişil eşlik ediyordu. Geceyi birlikte geçirdiler. Sabah
erkenden yola çıktılar. Akşam karanlığında Şam'a vardılar. Askerler Umran ve
yanındakileri bir hana yerleştirip, sabah gelip alacaklarını belirttiler.
Komutan Zeyd'de de geldiklerini ilettiler.
Beni Huneyn aşireti reisi Umran'la komutan Zeyd daha önce iki kez
karşılaşmışlardı. Zeyd, zengin kervanlardan elde ettiği mallardan bir kısmını
onlara da gönderiyordu. Dostlukları eskiye dayanıyordu. Hana askerlerle
birlikte gitti. Umran'ı kendisi karşılamak istiyordu. Zeyd'i karşısında gören
Umran, oturduğu yerden hızla kalkarak, sevinç ve özlemle sarıldı ve kucakladı.
Kabilesine her zaman yardım eden Zeyd'e saygısı ve sevgisi büyüktü. Kendilerini
yine unutmamış, Şam'a davet ederek, onlara daha iyi bir yaşam sunmak istiyordu.
(Sayfa,41)
Bu yiğit insanın kalbi iyilikle doluydu. Böyle bir insanın davetini nasıl
reddedebilirdi. Uzun süre sohbet ettiler. Zeyd onlara obadaki yaşam ve kendi
görevlerini anlattı. Onlarda kendi yaşamlarını. Umran kabilenin yoksulluk içinde
yaşamaya devam ettiklerini anlattıkça, Zeyd'in göz yaşları çenesine doğru
akıyordu. Umran cebinden çıkardığı bir bezle Zeyd'in göz yaşlarını silerek;
----Lütfen üzülme kardeşim Zeyd. Senin sayende kabilemiz iyi bir hayata
kavuşacak. Sana minnettarız. Bize çok yardımların oldu. Bunları unutmak mümkün
mü ?
Bu hüzünlü konuşmalardan sonra, hep birlikte valiliğe doğru hareket
ettiler. Yüzbaşı Komediyus'a durumu ileten Zeyd, Umran ve arkadaşlarını kendi
odasına aldı. Sohbetlerine orada devam ettiler. Bir müddet sonra yüz başı
Komediyus, Zeyd'in odasına geldi. Umran'la tanıştılar. Valinin kendilerini
beklediğini söyledi.
Zeyd ve Umran Vali Papulyadis'i selamlayarak içeri girdiler. Yerinden
kalkan vali;
----Komutan Zeyd size de toprak verilmesini talep etti. Kendilerinden çok
memnunum. Bu nedenle size de Zeyd'in kabilesinin beş fersah doğusundaki araziyi
tahsis ettim. Bana yüz asker vereceksiniz. Zeyd'in obasındakiler size yardım
edeceklerdir. Gelmeyi kabul ediyor musunuz?
Valinin bu sözlerine olumlu yanıt veren umran, iki gün içinde kabilesine
gitmek için yola çıkacağını, yaklaşık altı ay içinde Şam'da olacağını ifade
ederek teşekkür ve saygılarını iletti. Zeyd bu konuşmaları gururla izliyordu.
Yoksul bir kabilenin daha çöldeki yaşama son vererek, daha iyi bir ortamda
hayata devam etmelerinin mutluluğunu hissediyordu.
Komutan Zeyd, Umran ve arkadaşlarını kendi evinde misafir etti. Gece
yarısına kadar sohbetlerine devam ettiler. Eşi Zeynep de, onların yiyecek ve
içecekleri ile ilgilendi. Zaman zaman o da sohbetlere katıldı. Kadınlar ve
çocukların yaşamı hakkında sorular sordu.
İki gün sonra Umran yola çıkmak için Müsaade istedi. Zeyd'in eşi Zeynep
onlara yolculuk boyunca yetecek kadar yiyecek ve kurutulmuş meyveler hazırladı.
Kendi çocuklarına ait fazla elbise ve kumaş torbaları verdi. Atları için de bir
çuval arpa yükletti. Zeyd gibi, eşinin de kalbi iyilikle doluydu. Elindekileri
yoksullarla paylaşmaktan zevk alıyordu. Kendisi de o hayattan geldiği için,
onların içinde bulundukları sıkıntıları çok iyi biliyordu.
Ebu Umran ve arkadaşları hüzünlü vedalaşmadan sonra yola çıktılar. Yüzbaşı
Komediyus, onlara da bir belge vermişti. Askeri kalelerde mola vermeleri için o
belgenin olması işe yarıyordu. Dönüşte kabilenin güvenli bir şekilde Şam'a
varması için de kolaylıklar sağlıyordu. Umran bir tarafta hüzün yaşarken, diğer
taraftan da kabilesine mutlu haberi ulaştırmak için, sabırsızlanıyordu. Elinden
gelse bir kuş gibi uçup, obasına varmak istiyordu. Haberi verdiğinde nasıl bir
tepki göstereceklerini merak ediyordu. Komutan Zeyd'in ve valinin sözlerini
ezberlemişti. O sözleri aynen kabiledeki arkadaşlarına heyecanla anlatmak
istiyordu.
Obaya dışardan bir gelin gelmesi her kesin yaşamına bir güzellik katmıştı.
Çocuklar için yapılan okulda, Kays ile birlikte Sofiya'da dersler vermeye
başlamıştı. Özellikle matematik derslerinde Sofiya'nın yetenekleri obada herkesin
dilindeydi. Çocukların hepsi onu çok seviyordu. O da onlara yardımcı olmaktan
büyük haz duyuyordu. Obadaki kadınlar Sofiya'ya hayrandı. Onun bilgisine ve
yeteneklerine sahip olmayı çok istiyorlardı. Hamza'dan, Zehra'nın hikayesini
dinleyen Sofiya, onun kendi yanına getirilmesi için aracı olmasını rica etti. (S.42)
Hamza bu talebi Abdullah'ın eşi
Fatima'ya iletti. Onu da üzmek istemiyordu. İki yıldır Zehra'ya o bakıyordu. Kendi
çocuğu gibi olmuştu. Durumdan haberdar olan ebu Cafer, Fatima'yı ziyaret
ederek, Sofiya'nın evde tek başına kalmaması ve bir meşgale olması için
Zehra'nın onun yanında büyümesinin daha iyi olacağını uzun uzun anlattı.
Sonunda Fatıma ikna oldu ve Zehra Sofiya'nın yanına yerleşti. Kısa bir
yabancılıktan sonra Zehra yeni evine alıştı. Hamza ve Sofiya Zehra ile
Fatıma'yı aratmayacak şekilde ilgilendiler. Ona çeşitli hediyeler aldılar. Yeni
elbiseler diktirdiler. Bir ay sonra Zehra da yeni hayatından memnun olmuştu.
Düğün olalı dört ay olmuştu. Sofiya'nın babası iki kez ziyarete gelmişti, Kendileri
fırsat bulup Lazkiye'ye gidememişlerdi. Ailesini ziyaret etmek istediğini
Hamza'ya iletti. Hamza da bunu düşündüğünü, hafta sonunda birlikte
gidebileceklerini söyledi. Bu sözleri duyan Sofiya, Hamza'ya sarılarak teşekkür
etti ve yanağına bir öpücük kondurdu. Hamza da onu yanaklarında öptü.
Sofiya'nın gitmek istemesinin diğer bir nedeni de hamile olmasıydı. Mutluluğunu
ailesiyle paylaşmak istiyordu. Hamile olduğu yavaş yavaş belli olmaya
başlamıştı. Obadaki kadınlar bunu fark etmişti. Bu mutlu haberi eşleriyle de
paylaşmışlardı. Sofiya'nın ailesi ise, bundan haberi yoktu. Onların da bu
haberi duyunca mutlu olacaklarından emindi.
Hafta sonu Hamza bir at arabası hazırladı. Sofiya'nın rahat etmesi için,
arabının içini yün miderlerle döşedi. Gecenin soğuna karşı da battaniyeler
aldı. Zehra da ilk defa oba dışına çıkacağı için heyacanlıydı. Sevinç
çığlıkları atarak, Sofiya'nın etrafında dolanıp duruyordu. Sofiya ile arkadaş
gibi olmuştu. Sofiya oba içinde nereye gitse o da peşinden ayrılmıyordu. Hamza
da bunu gördükçe memnun oluyordu. Sofiya'nın ve Zehra'nın mutluluğu ona da
yansıyordu.
Akşam güneşin batmasına doğru, Lazkiye'ye ulaştılar. İlk gören zenci köle
oldu. Hemen koşarak evdekilere haber verdi. Kendisi de arabayla meşgul oldu.
Önce Safiye, ardından da Zehra'nın inmesine yardım etti. Arkasından da
hediyeleri ve minderleri evin önüne taşıdı. Sofiya'yı karşısında gören anne ve
babası hızla karşılamaya geldiler. Özlemle birbirlerine sarıldılar. Sanki
yıllarca görüşmemişler gibi defalarca kucaklaştılar. Kız kardeşi Agata
kendisine sarılmış bırakmıyordu. Sonunda annesi içeriye geçmeleri için uyardı.
Yorgo da damadı Hamza ile sohbete dalmıştı. Onlar da içeriye girdiler ve salona
geçtiler. Agata ve annesi Sofiya ile sohbate devam ediyorlardı. Annesi
Sofiya'nın hamile olmasını fark etmişti. Sofiya da dayanamayıp beklediği cevabı
verince, sevinç çığlıkları evin her tarafında duyuldu. Baba Yorgo da durumu
öğrendi ve yüzündeki gülümsemeler daha da arttı. Olan biteni Zehra meraklı
gözlerle izliyordu. Bunu fark eden Sofiya durumu kısaca anlattı. Zehra'yı
onlara tanıttı.
----Benim küçük ve sevimli arkadaşım Zehra'ya da yer verir misiniz?
Yorgo ve ailesi de Zehra ile ilgilenmeye başladılar ve onu sevgiyle
kucakladılar. Onun hikayesini bir kez sofiya'dan dinlediler. Önce üzüldüler,
sonra da yeni hayatından dolayı sevindiler. Zehra'nın simsiyah saçları, kapkara
gözleri ve beyaz bir teni vardı. Arap kızı olduğu hemen belli oluyordu. Uzun
sohbetlerden sonra yemeğe oturdular.
Yorgo ticaret ile ilgili gelişmeleri anlattı. Hamza da yaptıkları görevleri
ve kervanların rahat etmesi için yeni mola yerlerinin yapılacağından bahsetti.
Sonra da Hamza'nın ok yarışmalarından elde ettiği başarıları konuştular. Yorgo
bundan çok memnun olduklarını ve rakip şeref tribününde kendisini selamladığı
için, Hamza'yı geç de olsa tebrik etti. (S.43)
Lazkiye'de iki gün gezip dinlenen Hamza, bay yorgo'dan izin isteyerek,
sabah yola çıkacaklarını iletti. Sofiya'nın annesi ve kız kardeşi çok erken
olduğunu belirtseler de Hamza görevinin başına dönmesi gerektiğini söyledi.
Sofiya'da eşinin haklı olduğunu, daha sonra tekrar geleceklerini, onları da
kısa bir süre sonra özellikle de doğum sırasında yanlarında olmalarını istedi.
Onlarda bundan mutluluk duyacaklarını belirtip, mutlaka geleceklerini
belirttiler.
Yorgo sabah onlardan önce kalkmıştı. Sattığı ürünlerden kızına paketler
hazırlamıştı. Zenci köle ile beraber onları arabaya yerleştiriyordu. Kızının
rahat bir yolculuk yapması için yünden büyük bir yatak ilave etmişti. Sofiya'ya
olan sevgisi ve bağlılğı daha da artmıştı. Yolculuklarında onu her zaman
anmaktan kendini alamıyordu. Agata'yı onun kadar yetenekli görmüyordu. Bunu
belirttiğinde, Agata da ona Sofiya'nın ticarete kendisinden önce başladığını,
kendisinin de zaman içinde onun seviyesine geleceğini, biraz sabretmesin
istiyordu. Aralarında zaman zaman bu konuda tartışma çıkıyordu.
Sabah kahvaltısını birlikte yaptılar. Sofra tam bir zengin sofrasıydı.
Yiyecekler sıra sıra dizilmişti. Hangisinden yiyeceklerini şaşırıyorlardı.
Annesi Sofiya'dan yiyeceklerden bol bol yemesini istiyordu. Artık iki kişilik
yemek yemesi gerektiğini tekrar tekrar belirtti. Annesinin bu sözleri
Sofiya'nın hoşuna gitmişti. On yıl önceki şımarık bir kız gibi davranıyordu.
Hamza da eşine gösterilen ilgiden memnun olmuştu. Hamza da Sofiya'nın obadaki
çocuklara ders verdiğini, bütün obanın ona saygı ve sevgi duyduğunu, komşu ev
kadınlarının da ona işlerinde yardım ettiğini anlattı.
Yemekten sonra vedalaşmalar hüzünlü oldu. Annesi ve kız kardeşi Agata
göz yaşlarına hakim olamadı. Aynı duyguları Sofiya da yaşıyordu. Bunu gören
Hamza bir an evvel yola çıkmak gerektiğini anladı ve at arabasına doğru hareket
etti. Arkasından Sofiya'ya arabaya binmesini istedi. Zehrayı da arabaya
bindiren Hamza atı dehleyerek, yola çıktı. Akşama doğru obaya varmış
olacaklardı. Rastan'a geldiklerinde, Velit'in birliği ile karşılaştılar ve
birlikte obaya döndüler.
Evlerine geldiklerinde komşuları yüklerin indirilmesine yardım etti. Sofiya
da onlara babasının verdiği yiyeceklerden verdi. Kurutulmuş meyveleri alan
çocuklar hızla oyun yerlerine dönüyorlardı. Arkadaşlarını yiyecekle görenler de
Sofiya'dan yiyecekleri almak için, onlara katılıyordu.
Ebu Umran kabilesine dönmüş, Şam valisine verdiği cevabı arkadaşları ile
paylaşmıştı. Kabile üyeleri kararı olumlu bulmuşlardı. Umran, salukların ve Esenilerin
yeni yaşamını ve yaptıkları işleri uzun uzun anlattı. Kendilerini de bu yeni
yaşam bekliyordu. Bir hafta içinde yola çıkma kararı aldılar.
Beni Huneyn kabilesinin nfusu yaklaşık bin beşyüz kişiydi. İki yüz kişilik
silah kullanabilen savaşçıları mevcuttu. Keçi, koyun, deve besliyorlardı. Az
miktar da toprakları vardı. Ana dilleri Farsçaydı, ancak Arapça da biliyorlardı.
Çok yoksuldular. Yeni doğan bebeklerin yarısından fazlası üç yaşına gelmeden
hayatını kaybediyordu. Herkese yetecek miktarda yiyecekten yoksundular. Roma
topraklarına yerleşmeyi bu nedenle çok istemişlerdi.
Uzun bir yolculıktan sonra, Şam'a vardılar. Kendilerini komutan Zeyd
karşıladı. Zaman kaybetmeden oturacakları bölgeyi göstermek üzere heyetle
birlikte yola çıktılar. Dört günlük yolculuktan sonra, kendilerine tahsis
edilen topraklar ölçülüp teslim edildi. Zeyd kendilerine yardımcı olmaları için
ebu Cafer'e haber göndermişti. Elsenilerden bir heyet on gün (Sa,44)
sonra Beni Huneyn’lerin obasına
geldi. Üç ay kadar onlarla birlikte kalıp, ürün yetiştirme ve diğer işlerde
yardım edeceklerdi. Bu yardımlar, onların bütün işleri öğrenmesine kadar devam
edecekti.
Beni Heneyn’lerden Roma ordusuna katılacak yüz kişilik birlik bir ay sonra
Şam'a ulaştı. Askerler önce iki ay eğitim göreceklerdi. Sonra da orduya
katılacaklardı. Zeyd onların eğitimi ve kalacakları yerlerin belirlenmesinde
yardımcı oldu. Onlar orduda sürekli olarak görev alacaklardı. Maaşları da
olacaktı. Evli olanlara ev de verilecekti. Onlar için yeni hayatlarına alışmak
zaman alacaktı. Elsenilerin ve salukların yaşadığı şaşkınlığı onlar da
görecekti. Ama bir yıl sonra obadaki ve Şam'daki yaşantılarına alışmış
olacaklardı.
Komutan Zeyd, Beni Huneyn kabilesinin yerleştirilmesi ile ilgilenirken,
obadan mutlu bir haber geldi. Komutan Hamza'nın eşi Sofiya doğum yapmış ve bir
erkek çocuğu olmuştu. Komutan Zeyd, eşi zeynep ve çocuklarını bir haftalık süre
ile obaya gönderdi. Hediyeleri de unutmadı ve Hamza'ya tebriklerinin
iletilmesini istedi.
BAŞKENT'TE İSYAN
Eşi obaya gideli beş gün olmuştu. Gece evinde dinleniyordu. Evinin kapısına
vurulduğunu duydu. Kapıyı açtığında, gelenin bir asker olduğunu gördü. Asker,
yüz başı Komediyus'un kendisini çok acil olarak, valilikte beklediğini iletti. Hemen
geleceğini, kendisinin gidebileceğini emretti. Zeyd resmi elbiselerini giyerek,
hızla valiliğin bulunduğu binaya doğru hareket etti. Salondakileri
selamladıktan sonra, yüzbaşının yanına doğru yöneldi. Salonda vali ile birlikte
Şam vilayetinin üst düzey yöneticileri toplantı halindeydi. Başkent
Konstantine'den gelen bir haberciyi heyacanla dinliyorlardı. Yüzbaşı, Zeyd'e
oturmasını işaret etti. Zeyd de istenileni yaptı ve oturdu.
Konstantine'den gelen haberci, başkentte isyan çıktığını, bir spor
karşılaşmasını fırsat bilen bazı soylular ile tüccarların imparator jüstinyen'e
karşı halkı ayaklandırdığını, orduların baş komutanı olan Sarıyannis’in,
ayaklanmayı bastırmaya çalıştığını, olayların on gündür devam ettiğini,
ayaklanmalara bazı vilayetlerin halkıyla askeri birliklerin de katıldığını
heyacanla anlatmaya devam ediyordu. Papulyadis araya girerek;
---Ayaklanmanın gerekçesi nedir? Onu anlatır mısın?
Tekrar söz alan haberci, heyecanını bastırmaya çalışarak;
---Altı ay kadar önce bazı söylentiler halk arasında yayılmaya başlandı.
İmparatorun eşinin soylu olmadığı, meyhanede çalışan biri olduğu, alınan kararlarda
imparatorun etkisinin bulunmadığı, esas yönetenin kraliçe Teodara olduğu,
devleti gereksiz savaş ve fetihlere soktuğu, bütçenin bu nedenle bozulduğunu
yaymışlardı. Bu tür söylentilerle, İmparator Jüstinyen’i halk nezdinde küçük
düşürmeyi amaçlayan rivayetler ve dedikodular yaygın hale getirildi. Ancak
imparator bu tür söylentilere itibar etmedi ve ciddiye de almadı. Geçen hafta
mavilerle yeşiller arasında geçen yarışmalarda, hipodrumdaki seyirciler
galeyana getirilerek, imparatorun aleyhine tezahüratlar yapıldı. Hipodrumdan
çıkan seyirciler şehirde yağma ve talana başladı. Bunu üzerine, garnizon
olaylara müdahale etti. Çok sert tedbirler alındı. İmparator, tahtı bırakmak
istediyse de kraliçe Teodora buna izin vermedi ve direnme kararı alarak komutan
Sarıyannis'e tam yetki verdi. Ancak, olaylar Trakya, İber, Kartaca ve Mısır'a
kadar siçradı. General Sarıyannis, Beyrut ve Mısır'daki ayaklanmaların
bastırılma (Sayfa,45) görevini
sayın valim Papulyadis'e verdi. Beni de bunu için gönderdi. Size gönderdiği
emirnamede işte burada. Size takdim ediyorum.
Emirnameyi yüz başı Komediyus aldı ve okudu. Altında imparatorluk mührü de
bulunuyordu. Emirnamede en kısa zamanda Beyrut ve Mısır'daki isyanın
bastırılması isteniyordu. . Durumu hemen kavrayan vali, habercinin gidebileceğini,
kendisine bir oda verilerek dinlenmesinin sağlanmasını istedi.
Haberci salondan ayrıldıktan sonra, toplantıda bulunanlara dönerek;
---Ne yapmamız gerekiyor? Bizim bölgemizde olumsuz bir durum yok. Ancak
imparatora ve kuzenim olan kraliçe Teodora'ya hemen yardım etmeliyiz. Sizin
düşüncelerinizi öğrenmek istiyorum.
Ayaklanma askerleri ilgilendiriyordu. Zeyd, yüzbaşı varken fikir beyan
etmek istemedi. Toplantıdaki her kes Komediyus'un konuşmasını bekliyordu.
Komediyus da bunun farkındaydı. Hemen ayağa kalkarak;
----Şam garnizonuna bağlı üç bin asker bulunuyor. Hemen iki bin kişilik bir
ordu hazırlayıp, önce Beyrut'a, sonra da Mısır'a müdahale edeceğiz. Geriye
kalan bin kişilik birlik de bölgenin aşayişi ile ilgilenecek. Buradaki komutayı
sayın valime bırakıyorum. Komutan Hamza'ya da haber gönderip valime yardımcı
olmasını emredeceğim. Biz Zeyd'le hazırlıklara başlayıp, yarın sabah yola
çıkacağız. Zaman kaybetmeden hemen şimdi orduya toplanma çağrısı yapacağım.
Vali Papulyadis de Komediyus'un fikrine katıldığını ve gerekli desteğin
verileceğini belirtti. Bu sözlerden sonra, toplantı sona erdi. Yüzbaşı ve Zeyd
garnizona doğru hareket etti. Garnizona bütün askerlerin toplanması emri
verildi. Kısa sürede alan askerle dolmaya başladı. Bütün askerlerin toplandığını
gören yüzbaşı;
---Birinci, ikinci ve üçüncü piyade alayları şimdiden hazırlıklarına
başlasın ve savaş durumuna geçsin. Birinci ve ikinci süvari alayları da
atlarını hazırlayıp, savaş durumu alsın. Sabah erkenden yola çıkılacak.
Geceleyin ani toplantı ve savaş durumu askerlerde merak uyandırmıştı.
Yüzbaşı Komediyus alay sorumlularını çağırarak onlara olaylar hakkında kısaca
bilgiler verdi ve hızlı davranmalarını emretti. Geride kalanlara da valiye
yardımcı olmalarını söyledi.
Komutan Komediyus ve Zeyd o gece hiç uyumadan hazırlıklara nezaret ettiler
ve yer yer denetlemede bulundular. Eksik bulduklarını ikaz ederek
tamamlattılar. Sabah güneş doğmadan hareket emri verildi. Komutan Zeyd ve iki
süvari alayı önden gidecekti. Yüzbaşı Komediyus ve piyadeler arkadan takip
edecekti. Ancak aralarındaki mesafe yarım fersahı geçmeyecekti. Beyrut
yakınlarında buluşup şehre öyle gireceklerdi. Önlerinde üç günlük yol
bulunuyordu. Molaları kısa tutup, şehrin girişinde dinlenip, ondan sonra
harekete geçeceklerdi.
Yola çıktıklarının üçüncü günü, güneş batmak üzereyken, Beyrut önlerine
geldiler. Buraya kadar herhangi bir askeri bir birlikle karşılaşmadılar. Geceyi
burada geçireceklerdi. Sabah olduğunda durumu öğrenmek için sivil bir ekip
göndermeyi düşünüyorlardı. Komutan Komediyus, Beyrut garnizonunda bine yakın
asker olduğunu tahmin ediyordu. (Sayfa,46)
Sabah olduğun da yaya olarak iki kişilik bir heyet Beyrut'a hareket
etti. Onlardan gelecek haber beklenecekti. Kısa bir süre sonra, heyet geri
döndü ve şehirde olumsuz bir durum görünmüyordu. Bunu üzerine, yüz başı
Komediyus, Zeyd'e yanına elli kişilik bir süvari birliğini almasını ve Beyrut
garnizon komutanı ile görüşme isteğinin iletilmesini istedi.
Yüzbaşı Komediyus'un emrini yerine getiren Zeyd, elli kişilik süvari
birliği ile şehre doğru hareket etti. Şehrin girişinde nöbet bekleyen askerlere
garnizon komutanı ile görüşmek istediğini iletti. Asker, komutanın Beyrut’ta
olmadığını üç gün önce, iki yüz kişilik bir birlikle Mısır'a gittiğni söyledi.
Yardımcısı da yoktu. Bu duruma şaşıran Zeyd ne yapacağını öğrenmek için
yüzbaşıya bir atlıyla haber gönderdi. Biraz sonra, yüzbaşı bütün askerlerle
beraber şehrin önüne geldi ve şehre girilmesi emrini verdi. Önde süvariler
arkada piyadeler şehrin içine yayıldılar. Yüzbaşı yanına elli kişilik bir
atlıyla valilik binasına doğru hareket etti. Zeyd'e de dikkatli olmasını ve
kendisini beklemesini istedi. Vali de yerinde yoktu. Sadece vergi memurları ve
daha düşük rütbeli subaylar vardı. Subaylardan birini yanına çağırarak;
----Komutanlarınız ve vali beyler nerede?
Subay, yüzbaşıyı selamladıktan sonra;
---Sizin Şamdan büyük bir orduyla hareket ettiğinizi öğrenince komutan ve
vali iki yüz kişilik bir birlikle Mısır'a hareket etti.
Yüzbaşı durumu daha önceden tahmin etmişti, ancak teyit ettirmek istiyordu.
Subaya dönerek,
---Bana en rütbeli subayı çağırın.
Kısa bir süre sonra teğmen olduğu tahmin edilen bir subay göründü.
Yüzbaşıya selam verdikten sonra,
----Emrinizdeyim yüzbaşım
----Buraya bir üsteğmeni bırakıyorum. Yanına da elli kişilik bir atlı grubu
vereceğim. Onun vereceği emirler benim adıma verilmiş sayılacak. Siz de ona
yardımcı olacaksınız oldu mu ?
-----Emirlere uyacağım yüzbaşım
Yüzbaşı Beyrut garnizonuna ait bütün askerlerin toplanması emrini verdi.
Emri duyan askerler valilik önünde toplanmaya başladı. Yaklaşık yediyüze yakın
asker bulunuyordu. Yüzbaşı Komediyus onlara hitaben komutanın kendisinde
olduğunu, elinde imparator jüstinyen’in emirnamesinin bulunduğunu, vereceği
emirlere her kesin uymasını, aksi taktirde cezalandırılacağını söyledi. Beyrut garnizonuna
da komutan olarak üsteğmen Sipiriyadis’i atadığını belirtti. Bu konuşmalardan
sonra, Zeyd'e orduya hareket emri verilmesini söyledi.
Ordu Mısır'a doğru hareket etti. Önde yine süvariler bulunuyordu. Komutan
Komediyus piyadelerle arkadan geliyordu. Aralarındaki mesafe yarım fersahtan
daha aza indirildi. Karşı tarafa görünmemek için, gündüzleri mola verip,
geceleri yola devam ettiler. Askerleri mümkün olduğu kadar dinlendirerek,
herhangi bir karşılaşmada güçlü olmak istiyorlardı. Mısır'a yaklaşmaya
başladıklarında, yolu kontrol etmek maksadıyla beş kişilik bir atlı grubu
sürekli bir fersah ileriye gidip, bilgi alıyordu. Yolculuğun onuncu günü, keşif
grubu (Sa,47)
uzaktan toz bulutlarının göründüğünü haber verdi. Gelenler Mısır garnizon
komutanı yüz başı Bedros'un ordusu olabilirdi. Gazza kasabasına yaklaşmışlardı.
Yüzbaşı bulundukları alanın açık olması nedeniyle, savunma açısından riskli
buldu. Daha elverşli bir yer bulmak için kendisi bizzat keşfe çıktı. Yarım
fersah ilerdeki vadinin girişinin daha emniyetli olduğuna karar verdi. Yüzbaşı
Bedros'u vadide karşılamayı düşünüyordu.
Ordunun başına dönen Komediyus, tekrar hareket emri vererek, vadinin
girişine kamp kurulmasını emretti. Birliğin en önünde Zeyd'in birliği
bulunuyordu. Orduya her an savaşa hazır olmaları emri verildi. Süvarilerden yüz
kişilik bir birliğin vadinin arkasına gizlenmesini, savaş başladığında bu
birliğin düşmana arkadan saldırmasını istedi. Birliğin başına da Zeyd'i atadı.
Savaşın neticesini bu birlik belirleyecekti. Bunu Zeyd'e de izah etti.
Sabaha doğru, keşif grubu düşman askerlerinin vadiye doğru hareket ettiğini
yüz başı Komediyus'a haber verdi. Yüzbaşı süvarileri öne çıkardı. Piyadeleri
arkaya çekti. İlk saldırıyı süvarilerle yapmak istiyordu. Süvariler düşman
askerlerini yarma hareketi ile dağıtacak, arkasından piyadeler de süpürme
görevini yapacaktı.
Düşman askerleri vadinin içine doğru yavaş yavaş giriyordu. onlar vadiye
girdikçe Zeyd ve birliği de vadiyi arkadan dolaşmak için ileri gidiyordu.
Yüzbaşı Bedros'da süvarilerini öne çıkarmıştı. Ordusu, sayıca daha fazlaydı.
Yüzbaşı Komediyus'un adını duymuştu, ancak tanışmıyorlardı. Bağlı olduğu vali
isyancıları destekliyordu. İsyancılar Kartaca ordu komutanı General Andonis'i
imparator yapmak istiyordu. İstekleri belli olmuştu. İmparotoriçe Teodora'ya
hakaretler ediyorlardı. Soylu olmadığını, bir meyhanecinin kızı ve fahişe
olduğunu yaymışlardı. Bu bilgileri Beyrut'taki askerlerden öğrenmişlerdi.
Bedros'u yenmek imparatorluğun geleceği için çok önemliydi. Güneş yavaş
yavaş kendini göstermeye başlamıştı. Yüzbaşı Bedros saldırmakta acele ediyordu.
Komediyus bunu fark etmişti. Ordunun hepsini savaşa sürmek istemiyordu. Yuz
süvari ile bir piyade alayını yedekte tutmak istiyordu. Savaşın kızıştığı anda
bu birlikleri takviye olarak kullanacaktı. Bitirici darbeyi bu yedek kuvvetler
yapacaktı.Yüzbaşı Komediyus, süvariler içinde de değişikliğe gitti. En öne
mızraklı birlikleri aldı. Onların sağ ve sollarına da okçuları yerleştirdi.
Süvarilerin saldırısı okçularla desteklenecekti. Yüzbaşı ordusuna bu düzeni
aldırdığında, Bedros, birliklerine hücüm emri verdi. Süvari birlikleri atlarını
hızla ileri sürdüler. İki yüz metre sonra, karşı karşıya geldiler. Bedros,
bütün ordusu ile yüklenmişti. Okçular da harekete geçti sağdan ve soldan
Bedros'un askerlerine ok yağdırıyorlardı. Ancak sayı üstünlüğü Bedros'taydı.
Komediyus'un birlikleri çekilmeye başladı. Savaşın seyri Bedros'un lehine
gidiyordu. Bunu gören Komediyus, hemen yedek birlikleri devreye soktu. Durum
dengelenir gibi oldu. Savaş göğüs göğüse devam ediyordu. Okçuların görevi
bitmişti. Onlar da kılıçları ile destek vermeye başladı. Bedros'un ordusuna
arkadan saldırması beklenen Zeyd'den haber yoktu. Komediyus merak içinde
vadinin arkasında çıkacak süvarileri bekliyordu. Bedros'un süvarileri ise,
Komediyus'un ordusuna yarma harekatı başlattı. Savaş çok kritik bir noktaya
gelmişti. Bedros savaşı bir an evvel kazanmak için bütün güçleriyle
yükleniyordu. Komediyus'un birlikleri de var güçleri ile direniyordu. Ancak
durum iyi görünmüyordu. Tam bu kırılma noktasında, düşman ordusunun arkasında
Zeyd'in süvarileri göründü. Zeyd'in süvarileri Bedros'un askerlerini arkadan
biçerek ilerliyordu. Düşman birliklerinde panik başladı. Bir kısmı geri dönerek
süvarileri karşılamaya gitti. Boşluğu iyi gören Komediyus, askerlerine hücum
emrini verdi. Moral bulan askerler, Bedros'un ordusunu ikiye ayırdı. Düşman
askerleri dağılmaya ve geri çekilmeye başladı. Vadi cesetlerle dolmuştu.
Yüzbaşı Komediyus da askerleri ile birlikte kılıç sallıyordu. Önüne geleni yere
seriyordu. Çok seri kılıç kullanıyordu. Komutanlarını yanlarında gören
askerlerin azmi daha da artmıştı. (S.48)
Zeyd'in süvarileri ile birleşmelerine az kalmıştı. Kısa bir süre sonra
Zeyd'in birliği, Bedros'un süvarilerinin çoğunu savaş dışı bırakmıştı. Savaş
bitmek üzereydi. Bedros'un askerleri vadinin her iki yamacına doğru çekilmeye
ve kaçmaya başladı. Komediyus, imparator adına teslim olmalarını istedi. Bunu
duyan bazı askerler kılıçlarını bırakarak teslim oldular. Biraz sonra sağ kalan
diğer askerler de kılıçlarını yere atarak, buna uydular. Savaş bitmişti.
Komediyus, bütün esirlerin bir araya toplanmasını istedi. Emri hemen yerine
getirildi. Vadinin yamaçlarına çıkanlar ise, gözden kaybolmuşlardı.
Yüzbaşı Komediyus, esirler arasında yüzbaşı Bedros'un bulunup,
getirilmesini istedi. Bütün aramalara rağmen yüzbaşı Bedros, esirler arasında
yoktu..Esirlerden bir subayın getirilmesini emretti. Getirilen subay, yüzbaşıyı
selamladı ve Bedros'un askerlerle birlikte savaştığını, yaralı ya da ölü
olabileceğini söyledi. Subayın yanına iki asker verip, ölü ya da yaralılar
arasında yüzbaşının aranmasını istedi. Esirlerin bir araya getirilmesi
tamamlanmıştı. Zeyd de atıyla yüzbaşı Komediyus'a doğru hareket etti.
Birbirlerini kutladılar. Ancak Zeyd çok bitkin ve yorgun görünüyordu. Durumu
fark eden Komediyus;
---Ne oldu Zeyd, yaralımısın yoksa?
Bu sözleri söyler söylemez Zeyd'e doğru yanaştı ve sırtından kanlar
aktığını gördü. Hemen Zeyd'e atından inip, yatmasını emretti. Yanında bulunan
subay'a sağlık ekibinin derhal müdahale etmesini istedi. Sağlıkçılar otlardan
yaptıkları merhemleri yaraların üzerine koyarak sardılar ve ayağa kalkmamasını
söylediler. Komediyus da bunu Zeyd’e bir emir olarak ilettiğini söyledi. Zeyd
için bir araba hazırlandı ve yanına sağlıkçı ve sürücü verildi. Ağaç gölgesinde
tedavisine devam edildi. Birliğindeki askerler de merak içinde Zeyd'i ziyarete
geldiler. Zeyd, sırtından iki kılıç darbesi almıştı. Kan durdurulmuştu, ancak
çok bitkin görünüyordu. Sorulara güçlükle cevap verebiliyordu. Arkadaşları
Zeyd'in bir an evvel Şam'daki tedavi merkezine götürülmesi gerektiğini yüz başı
Komediyus'a ilettiler. Durumun ciddi olduğunu gören Komediyus hemen Zeyd'in
yanına geldi. Zeyd'in kendisinden geçtiği ve sorulara cevap veremediğini görünce,
gözyaşlarına hakim olamadı. Zeyd'in birliği ile beraber Şam'a dönmesini
emretti. Sağlıkçılara da ellerinden gelen bütün imkanları kullanmalarını
söyledi.
Savaş meydanındaki ölüler toplandı. Vadiyi kan kokusu sarmıştı. Sinekler
cesetlere üşüşmüştü. Ölülerin zaman kaybetmeden gömülmesi gerekiyordu.
Sağlıkçılar durumu Komediyus'a ilettiler. Yüzbaşı piyadelerden iki yüz kişinin
cenazelerin gömülmesi ile görevlendirilmesini emretti. Birlik komutanları da
ölü ve yaralıların sayımı ile ilgileniyordu. Öğleden sonra, sayı netleşti.
Kendilerinden iki yüz kırk ölü, üç yüz yetmiş de yaralı bulunuyordu. Karşı
taraftan ise, üç yüz yirmi ölü, iki yüz doksan yaralı vardı. Raporları sunan
subaylara bütün yaralılara bakılması ve yardım edilmesi talimatı verildi.
Ölenlerden on sekizi saluklardandı.
Akşama doğru yüz başı Bedros'u aramaya çıkan ekip döndü, yüzbaşıyı ölüler
arasında, yardımcılarından bir subay teşhis etmişti. Yüzbaşı aldığı mızrak
darbesi ile hayatını kaybetmişti. Komediyus, yüzbaşının ölmesine üzüldü. Hüzünlü
bir ses tonuyla;
---Askerlerin kaderinde bu her zaman var. Aancak, yüzbaşı çok iyi bir
subaymış. Askerleri ile birlikte savaş meydanında ölmek, bir asker için büyük
onurdur.
Yardımcıları ile durum değerlendirmesi yapan Komediyus, bir subayı yanına
çağırarak, yüz başı Bedros’un tepede bir yere gömülmesini iletti. Esirlerle
birlikte yüz piyadenin de (S.49) Beyrut'a hareket etmesini ve kendilerini
beklemesini emretti. Kendisi de diğer birliklerle İskenderiye’ye hareket etti.
Beş gün süren yolculuktan sonra, ordusuyla İskenderiye’ye girdi. Sokaklarda
sivil halktan başka kimse yoktu. Bir subaya yanına elli kişilik süvari vererek,
İskenderiye ve Beyrut valileri ile yüksek rütbeli subayların yakalanıp,
getirilmesini emretti. Ayrıca sivil halkın rahatsız edilmemesini istedi.
Akşama doğru, görevli subay ve beraberindekiler ordunun mola verdiği yere
ulaştı. Yanlarında elleri bağlı üç kişi bulunuyordu. Bunlar beyrut valisi
Adonis, Beyrut garnizon komutanı Anatoliyos ve İskenderiye valisi Atenus'tu.
Üçü de elleri bağlı olarak yüz başı Komediyus'un huzuruna çıkarıldı. Yüzbaşı,
Onlar’a yaklaşır yaklaşmaz, yüzlerine tükürmeye başladı. İsyana katılarak,
imparatora ihanet ettikleri ve yüzlerce askerin ölümüne neden oldukları için,
başkentte yargılanacaklarını söyledi. Yanındaki subaya, Esirlerin bir arabayla
limana götürülmesini ve orada gemiye bindirilerek, başkente ulaştırılması
emrini verdi. Yirmi askerinde refakat etmesini istedi.
İskenderiye’de bir hafta kalan yüzbaşı, şehrin emniyetini sağladıktan
sonra, başlarında bir subay olmak üzere, üç yüz kişiden oluşan bir askeri
birliği bırakarak, Beyrut'a hareket etti. Subaya yeni bir vali ve komutan atana
kadar görevine devam etmesini emretti.
Ordu dönüş yolunda acele etmedi. Molaların süreleri uzatıldı. Askerlerin
zaferi kutlamaları için İskenderiye’de alınan yiyecek ve içeceklerin dağıtımı
yapıldı. Savaşın safhaları ve son durum bir raporla Şam valisine de gönderildi.
Beyrut'a geldiklerinde de aynı önlemleri alarak bir subay ve iki yüz askeri güvenliği
sağlamak için orada görevlendirdi. Beyrut'ta iki gün kaldıktan sonra, Şam'a
hareket edildi.
Üç gün süren yolculuğun sonunda, Şam'ın batı kapısına ulaştılar. Girişte
başta vali olmak üzere Şam'ın ileri gelen bütün yetkilileri ile sivil halk
onları bekliyordu. İçlerinde Hamza'da vardı. “Yaşasın imparator” “Yaşasın
komutan Komediyus” naraları her taraftan duyuluyordu. Vali Papulyadis, komutan
Komediyus'u çiçek vererek kutladı. Başarılarını imparator ve imparatoriçeye
ulaştırmak için haberci gönderdiğini söyledi. Yüzbaşı bu görkemli
karşılamalardan etkilenmemiş görünüyordu. Onun aklından Zeyd'in sağlık durumu
vardı. Hemen Hamza'ya doğru yönelerek;
--Komutan Zeyd nasıl Sağlığı iyi mi?
---Sayın yüzbaşım komutan Zeyd kendisine geldi ancak, sağlıkçılar askerlik
mesleğini devam ettiremeyeceğini ifade ettiler.
Hamza'nın bu sözleri üzerine, yüzbaşı validen özür dileyerek, komutan
Zeyd'i ziyarete gideceğini söyledi.
Komutan Zeyd'in tedavi gördüğü merkeze daha erken gideceğini düşünerek,
atının getirilmesini istedi. Askerden atını alan yü zbaşı bir an Zeyd'e varmak istiyordu. Zeyd'i
yatağından üzgün gördü. Zeyd'de yüzbaşıyı üzmemek için kendisini toparladı ve
ellerini uzattı. Komediyus ellerini tutup, alnından öptü. Tebriklerini
ileterek; (Sayfa, 50)
----Sen ve birliğin olmasaydı, savaşı kazanamazdık. Tam geri çekilme emri
vermek üzereydim ki seni ve birliğini görünce bundan vazgeçtim ve kendim de
çarpışmalara katıldım. Sayende büyük bir zafer kazandık. Sana minnettarım.
Zeyd, bunun abartılı olduğunu, bütün planlamanın yüzbaşı tarafından
yapıldığını, kendilerinin verilen görevi yerine getirdiğini, büyük zorluklar
yaşadıklarını, yüz başı Bedros'un da aynı Komediyus gibi düşünerek, yüz kişilik
bir süvari birliğini vadinin arkasına gizlediğini, bu birliği yendikten sonra,
ancak arkadan saldırıya geçtiklerini, bunun da zaman aldığını, gecikmenin de
buradan kaynaklandığını belirtti. Bu sözleri duyan Komediyus;
---Bedros tahmin ettiğimden de iyi bir subaymış. Ama onun yanında Zeyd
yokmuş. Aradaki fark da buradan geliyor.
Bütün bu konuşmaları odada bulunan Hamza ve Zeyd'in eşi Zeynep de duymuştu.
Hamza ile birlikte günlerce Zeyd'in başından ayrılmamışlardı. Zeyd'in hayatta
kalması ona yetiyordu. Askerlik hayatının bitmesi Zeynep için, çok da önemli
değildi. Eşiyle bundan sonra daha fazla birlikte olacak, onu sağlığına
kavuşturmak için, elinden gelen her şeyi yapacaktı.
Zeyd ile Komediyus arasındaki sohbet uzun süre devam etti. Yüzbaşı savaşın
bütün ayrıntılarını Zeyd'e anlattı. Aynı heyecanı birlikte bir daha yaşadılar.
Yüzbaşı, Zeyd'i fazlasıyla yorduklarını, izin isteyerek, Hamza ile birlikte
valiliğe doğru hareket etti.
Valilikte, Papulyadis onları bekliyordu. Yüzünden sevinç ve mutluluk vardı.
Yüzbaşıyı tekrar tebrik etti. Zaferi kutlamak için üç gün sürecek şenliklerin
yapılması talimatını verdiğini iletti. Başkentten de iyi haberlerin geldiğini,
isyancıların, Trakya ve İber'de yenildiklerini, sadece Kartaca'da direnişin
devam ettiğini, ancak bunun çok uzun süre devam etmeyeceğini, çünkü onları
yiyecek ve içeceklerle destekleyen Mısır'ın düşmesinden sonra, savaşı
kazanmalarının mümkün olmadığını belirtti. Başkentten gelen son bilgileri
aktardıktan sonra;
---General Sarıyannis çok büyük bir donanma ile oraya hareket etmiş.
Yakında zaferle dönecektir.
Vali, Zeyd'in son durumu hakkında bilgi aldı. O da Zeyd'in artık bir askeri
birlikte görev yapamayacağını biliyordu. Yüzbaşının da düşüncesini almak
istediğini belirterek;
--Zeyd'in durumunu siz de gördünüz. Zeyd'den nasıl faydalanabiliriz?
----Sayın valim Zeyd çok iyi bir asker ve yönetici olduğunu defalarca
kanıtladı. Kartallı kılıcı hiçbir zaman bırakmadı. Size önerim, Zeyd'i danışman
olarak yanınıza almanız olacaktır.
Bu düşünce valinin de hoşuna gitti. Ancak Zeyd'in ödüllendirilmesi de
gerekiyordu. Çok ağır görevlerin verilmesini doğru bulmuyordu. Savaşta yer alan
bütün subay ve askerlere iki maaş ödül verilmesini, Zeyd'e de beş yüz altın
verilerek, ordudan emekli edilmesine, maaşı iki katına çıkarılarak, yanına
danışman olarak alınmasına karar verdi. Odadaki bütün yöneticiler valiye
teşekkürlerini iletti. Vali, bir takdirname yazılarak, beş yüz altınla birlikte
Zeyd'e ulaştırılmasının da yerine getirilmesini istedi.
Valinin kararı Zeyd'e ulaştığında, göz yaşlarına hakim olamadı. Takdirname
ve ödülü getirmekle Hamza görevlendirilmişti. Hamza, komutanını teselli etmeye
çalışıyordu. Ancak buna muvaffak olamadı. Zira, komutan Zeyd çok sevdiği
askerlikten ayrılıyordu. (Sayfa,51) Göz yaşları yerini hıçkırıklara
bırakmıştı. Hamza da daha fazla dayanamadı. Birlikte ağlayarak, rahatlamaya
çalıştılar.
Zeyd'in ağır yaralandığı obadakilere de ulaşmıştı. Kabilenin neredeyse
tamamı Zeyd'i ziyarete gelmişti. Şam'a yeni yerleşen Beni Huneyn aşireti reisi
Umran'da gelmişti. Zeyd'i ziyaretinde o da göz yaşlarına hakim olamamıştı. Her
kes Zeyd'i çok seviyordu. Onun bu durumuna çok üzülmüşlerdi. O, onların
kalbinde bir yidızdı. Zeyd'i kahramanları olarak görüyorlardı. Kahramanlarını
yatakta görmek, onlara ağır gelmişti.
Bir ay sonra, isyan tamamen bastırılmıştı. İmparator jüstinyen ve kraliçe
Teodora Şam valisine ayrı ayrı kutlama mesajları göndermişti. İsyanın
bastırılmasında görev alan her kese şükran duyduklarını iletmişlerdi. Yüzbaşı
Komediyus'u Mısır valisi olarak atadıklarını, geriye kalan yöneticilerin
atamalarını ise, Vali Papulyadis'e bırakmışlardı. Vali de yüzbaşının yerine
yardımcılarından Aleks Kureysus'u, onun yerine de Hamza'yı atadı. Zeyd'in
hedefleri yavaş yavaş gerçekleşiyordu. Hamza da komutanını unutmamıştı. Yeni
doğan oğluna onun ismini vermişti. Adı “KÜÇÜK ZEYD'Dİ. İki ay sonraki ziyarete
küçük Zeyd'di de götürdü. Ancak bu son ziyaret oldu. Komutan Zeyd, o gece bir
bulut gibi göğe yükselmişti.
(Sayfa,52)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.