18 Ağustos 2025 Pazartesi

DEVLETİN ALEVİ'Sİ Mİ, EMPERYALİST’İN ALEVİ'Sİ Mİ?

 

DEVLETİN ALEVİ'Sİ Mİ, EMPERYALİST’İN ALEVİ'Sİ Mİ?

Kendilerini “Sol” da gören bazı siyasi parti ve Alevi dernek yöneticileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı kurulan ALEVİ-BEKTAŞİ KÜLTÜR VE CEM EVİ BAŞKANLIĞI’NA karşı çıkmaktalar. Hatta kapatılmasını isteyenler bile oldu. Buna gerekçe olarak da Alevi-Bektaşi Kültür ve Cem Evi Başkanlığının, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olmasını “İnkarcı” “Asimilasyoncu” ve “Devletin Alevi’sini” yaratmak olacağını öne sürmekteler.

Peki bu çevrelerin iddiaları gerçeği yansıtıyor mu? Kendilerinin talepleri nedir? Alevilerin sorunlarını nasıl çözecekler? Bu konuda somut çözüm önerileri var mı? Örneğin muhalefet partisinin bir milletvekili iktidara geldiklerinde Alevi-Bektaşi Kültür ve Cem Evi Başkanlığı’nı kapatacaklarını açıkladı. Peki; Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da kapatabilecek misiniz? Bugünkü toplum şartlarında bu mümkün olabilecek mi? İşte tüm bu sorulara net cevap verilememektedir. Bu çevreler, Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonunun Aleviliği “İslam dışı” gören ve “Ali’siz Aleviliği” savunan yöneticilerin sözlerini tekrar etmekten başka bir şey söyleyemiyorlar.

Oysa, Alevi-Bektaşi Kültür Ve Cem Evi Başkanlığı, alevi kitlesinin büyük çoğunluğu tarafından olumlu karşılanmaktadır. Türkiye’deki Cem Evlerinin yine büyük çoğunluğu bu kurumdan az ya da çok maddi yardımlar almakta, elektrik, su, doğalgaz gibi giderleri bu kurum tarafından karşılanmakta, hasarlı ve yarım kalmış Cem Evleri onarılmaktadır. Bu da geçmişe göre, Aleviler açısından kazanılmış bir haktır. Bu haklar geçmişte verilen mücadele ve ödenen bedeller sonucu olmuştur. Bu mücadele ve ödenen bedeller boşuna mı verildi?

“Alevi-Bektaşi Kültür ve Cem Evi Başkanlığı’nın Kültür Bakanlığına bağlanması doğru mu olmuştur?” derseniz, bence de doğru değildir. Bugünkü sistemde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bağlı olduğu Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması daha doğru bir karar olacaktır. Bu da yetmez; Diyanet İşeri Başkanlığı’na ayrılan bütçenin en az yüzde onu kadar payın da Alevi-Bektaşi toplumunu temsil eden kurumlara verilmesi gerekir. Sadece bu da doğru olmaz; diğer inanç gruplarına da örneğin, Hristiyan, Musevi ve Ezidi gibi topluluklara da bu hakkın tanınması gerekir.

Eşitlik ve adalet isteniyorsa, bu herkes için olmalıdır. Bu yapıldığı taktirde, küresel güçlerin etnik ve dini grupları kışkırtması ve manipüle etmesinin de önüne geçilmiş olacaktır. Aksi taktirde, eşitliğin ve adaletin olmadığı yerde, emperyalistlere ve kışkırtıcılara alan açılmış olacaktır. Devlet olmanın gereği budur. Siz bütün vatandaşlarınızı eşit görürseniz, onların da ülkesine ve devletine olan bağı daha da güçlenmiş olacaktır. Birinci dünya savaşında Hınçak ve Taşnak Partilerinin Ermeni vatandaşlarımızı, 1925’de Şeyh Said’in Kürt kökenli vatandaşlarımızı istismar etmesi buna örnektir. Bunlardan ders çıkarılması tüm ülkemizin menfaatine olacaktır.

Alevi-Bektaşi toplumunun büyük çoğunluğu da yukarıdaki taleplere olumlu bakmaktadır. Olumsuz bakan çok küçük bir çevredir. Bu çevrelerin temsilcileri de Avrupa Birliği ülkelerinden nemalanan dernek ve vakıflardır. Bunlar, Alevi toplumunun Türkiye Cumhuriyeti’nin olanaklarından yararlanmasını, “devletin Alevi’sini” yaratmakla sonuçlanacağını ileri sürmekteler. Kendi dernek ve vakıfların Avrupa Birliği ülkelerinden mali destek almaları normal ve doğru oluyor. Yani, Avrupa ülkelerinden maddi destek alınca, emperyalistlerin “Alevi’si” olunmuyor. Ancak, bu ülkenin kurtuluşunda ve kuruluşunda bedel ödeyen ve emek sarf eden Alevilerin Türkiye Cumhuriyeti’nin olanaklarından yararlanması ile, “devletin Alevi’si” olunuyor.  

Bu anlayışın temelinde Ulusal devlet karşıtlığı yatmaktadır. Eğer, Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmamış olsaydı, bugün bu topraklarda özgür ve bağımsız olabilecek miydik? Türkiye Cumhuriyeti kurulmamış olsaydı, bugün ne Alevilik kalırdı ne de Sünnilik. Emperyalistlerin hakimiyetinde maraba ya da köle olarak yaşayacaktık. Sözde bu “solcu” olan çevrelerin herhalde emperyalizmin ne olduğundan bi haber oldukları anlaşılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin emperyalizme karşı verilen mücadele sonucu kurulduğunu ve bütün dünyadaki sömürge ve yarı-sömürge ülkelere örnek olduğunu da ya bilmiyorlar ya da bilinçli olarak bu propagandayı yürütüyorlar. Hükümetler geçicidir. Devletlerin bağımsızlığı ise kalıcıdır. Bu sözde solcu çevrelere bağımsızlık konusunda Lenin’i ve Mao’yu okumalarını ve Sovyetlerin kurtuluş savaşı sırasında neden Mustafa Kemal’e destek verdiğini öğrenmelerini öneriyorum. Bu yanlış düşünce ve değerlendirmelerini devam ettirdikleri taktirde emperyalistlerin aparatı durumuna düşecekleri kesindir. Bunu anlamak için Suriye’ye, Irak’a bakmaları yeterli olacaktır. Buradan kendilerini dostça uyarmak istiyorum.

Hamdullah Dedeoğlu

18.08.2025.

15 Ağustos 2025 Cuma

ALEVİLİĞİN KURUMSALLAŞMASI İÇİN NE YAPILMALI?

 

ALEVİLİĞİN KURUMSALLAŞMASI İÇİN NE YAPILMALI?

Alevi İslam’ı hakkında son otuz yılda çok sayıda akademik araştırma yazıları yayınlandı. Bu elbette ki sevindirici olmuştur. Ancak bu yayınların parça parça olması nedeniyle bir bütünlük sağlayamamıştır. Bir kısmı da Aleviliğin özünü anlamaktan ve dolayısıyla topluma aktarmaktan uzak kalmıştır. Zira bunların yine büyük kısmı akademik bir dille yazıldığı için sıradan insanların Alevi İslam’ı kavramasını ve öğrenmesini zorlaştırmıştır. O halde ne yapılmalıdır? Bu makalemizde bu soruya cevap verip, önerilerimizi sunacağız.

1-Akademik yayınlarda çok sade ve herkesin anlayabileceği bir dil kullanılmalıdır.

2-Birincisi, Akademisyenlerin Alevilik için kullandıkları “SENKRETİK” ve “HETERODOKS” tanımı terk edilmelidir. Zira bütün dinler bir gecede ortaya çıkmamış ve birbirlerinden etkilenmiştir. Bu açıdan bakıldığında, bütün dinlere “Senkretik” dememiz gerekir. İkincisi, Alevilik “Heterodoks” bir inanç değildir. Yani, merkez dışı ya da diğer deyimle “Sapkın” bir inanç değildir. Herkesin inancı kutsaldır. Ve birbirine saygı duymalıdır. Toplumsal barış da ancak bu anlayışla sağlanır.

3-İçinde Alevi inanç önderlerinin de bulunduğu bir kurul oluşturularak, ALEVİ  İSLAM ANSİKLOPEDİSİ hazırlanmalı, geniş bir mutabakat sağlandıktan sonra da yayınlanmalıdır.

4-İlk, Orta ve Liselerde, Alevi İslam’ın, Din ve Ahlak Bilgisi derslerinde geniş olarak yer alması sağlanmalıdır. Ancak bu bilgiler ders kitaplarında yer almadan önce, mutlaka Alevi inanç önderlerinin onayından geçmelidir.   

5-İlahiyat Fakültelerinde “DİNLER TARİHİ” derslerinde Alevi İslam yorumuna da yer verilmelidir.

6-Alevi inanç önderlerini yetiştirmek üzere, Ankara, İstanbul, İzmir, Adana ve Diyarbakır’da ALEVİ AKADEMİLERİ kurulmalıdır.

7-Alevi Akademilerinde, konusunda yetkin akademisyenlerin yanında mutlaka Alevi inanç önderleri de yer almalıdır.

8-Akademilerdeki eğitim mutlaka uygulamalı olmalıdır.

Yukarıdaki önerilerimiz ülkemizde yaşayan Alevi toplumu için evrensel bir haktır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin vermiş olduğu kararlar da bunu gerektirmektedir. Bu yapıldığı taktirde, Aleviliğin kurumsallaşması yolunda hızla ilerleme sağlanacağı ve takriben 15-20 yıl gibi bir sürede toplumdaki yerini alacağı, ülkedeki kardeşliğin, birliğin sağlanmasına katkı yapacağı da muhakkaktır.

Kardeşlik ve birlik de ancak eşitlik ve adalet temelinde sağlanır. Eşitliğin ve adaletin olmadığı yerde kardeşlik de birlik de sağlanamaz.

 Hamdullah Dedeoğlu

15.08.2025.

11 Ağustos 2025 Pazartesi

ETNİK MİLLİYETÇİLİĞİ SAVUNMAK HAK, ALEVİLİĞİ SAVUNMAK SUÇ MU?

ETNİK MİLLİYETÇİLİĞİ SAVUNMAK HAK,  ALEVİLİĞİ SAVUNMAK SUÇ MU?

Alevi islam inancı ile hiçbir ilgisi olmayanların, Alevi dernek ve vakıflar üzerindeki tahakkümü devam ediyor. Öyle ki, yıllardan beri Alevilerin haklarını ve çıkarlarını savunan vakıfların başında gelen Cem Vakfını, iktidarla işbirliği içerisinde olmakla suçlamaktadırlar. Öyle bir yoğun propağanda yürütüyorlar ki, yazdıkları ve söylediklerinin büyük bir çoğunluğu yalan-yanlış, hatta iftiralara dayanmaktadır.

Bu sözde "eski solcuların" Cem Vakfı hakkında ileri sürdükleri ithamlar özetle şöyle ;

1-İktidarlarla işbirliği içindeler.
2-Aleviliği, kişisel menfaatleri için kulllanıyorlar.
3-Alevileri devlet eliyle asimile ediyorlar.
4-Alevi kitlesini dincileştririyorlar.

Cem Vakfı, 2 Temmuz 1993 de Sivas'taki Madımak katliamından sonra kurulan ilk alevi vakfıdır. Açılımı şöyledir; "Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı"dır. Dolayısıyla, Cumhuriyetin ilkelerine karşı olan bir parti  ya da iktidarla işbirliği içerisinde olmaları mümkün değildir.

O halde, bu 1980 öncesi solculuktan kendisini kurtaramayanlar neden Cem Vakfını hedefe koyuyorlar?

1-Cem Vakfı hem ulusal, hem uluslararası hukuk alanında Alevilerin haklarını savunmuş, açtığı davaları kazanmış bir vakıftır. Örneğin; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Aleviler lehine verdiği karar, Cem Vakfı tarafından açılan dava sonucunda verilmiştir.
2-Cem Vakfı kuruluşundan itibaren gerek yazılı gerekse görsel yayınlar aracılığı ile Alevi islam inancını kaynakları ile birlikte yeniden güncellenmesine önemli ölçüde katkı sağlamıştır. (Cem Dergisi, Cem Radyo, Cem Tv, Cem Vakfı Yayınları)
3-Cem Vakfı Kurucusu ve Onursal Başkanı Prof. Dr. Sayın İzzettin Doğan, hem emeğini hem bilgisini hem de maddi imkanlarının tümünü; bu vakfın hizmetine sunmuş bir alevi dedesi ve önderidir. Yani bırakın çıkar elde etmeyi, kendi şahsi malını ve gelirini vakfın amacı doğrultusunda kullanmış çok değerli bir şahsiyettir.
4-Bugün Cem evlerinde hizmet veren dedelerin, zakirlerin ve cenaze hizmet görevlilerinin büyük çoğunluğu Cem vakfı tarafından eğitilen kişilerdir.
5-Alevilerin devlet kurumları nezdinde temsili, İzzettin Doğan Dedenin çalışmaları sonucunda sağlanmıştır. Bu Aleviler için kazanılmış hak değil midir?
6-Bugün devletin bir kurumu olan Alevi-Bektaşi Kültür ve Cem Evi Başkanlığı bu mücadelenin bir ürünüdür. Alevilerin hak ve talepleri kısmen de olsa bu kurum aracılığı ile yerine getirilmektedir. Elbette bugün kü bütçe ve etkinlikleri yeterli değildir. Bu bütçenin ve etkinliklerinin artırılması için bütün Alevi-Bektaşi kurumların birlikte ortak bir mücadele yürütmesi gerekmez mi?
7-Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunda emeği bulunan ve bu devlete vergisini ödeyen Alevilerin haklarını istemesi doğal değil mi?
8-Cem Vakfı, "Marksist-Leninist" bir parti değildir. Cem Vakfı Alevi incancını ve değerlerini savunan bir vakıftır.

Yukarıdaki gerekçeleri daha da çoğaltabiliriz. Ancak, Cem Vakfına gerçek dışı iddia ve suçlamarda bulunanlara şu soruları sormamız da gerekmiyor mu?

1-Etnik milliyetçiliğe destek olmakla Aleviliğin ne ilgisi bulunmaktadır?
2-Eğer gerçekten anti-emperyalist iseniz, etnik milliyetçilerin emperyalist ülkelerle ilişkilerine neden sessiz kalıyorsunuz?
3-Etnik milliyetçilerin bir örgütü olan PYD-YPG'nin  ABD'den ve İSRAİL'den almış olduğu paralara ve binlerce tır silaha neden tek bir kelime söz etmiyorsunuz?
4-Alevi İslam inancını istismar edip, etnik milliyeçiliği savunan bir partide miletvekili-belediye meclis üyesi olanlara neden karşı çıkmıyorsunuz?

5-Kırk bin Alevinin katliam sorumlusu olan İdrisi Bitlis-i-Yavuz Selim ittifakını güncellemek isteyenlere neden bir cevap veremiyorsunuz?

6-Cumhuriyet ve laiklik karşıtı olan işbirlikçi Şeyh Said ve Said-i Nursi'yi savunanlara neden karşı çıkmıyorsunuz?

Sonuç olarak, Cem Vakfını alevi toplumunda tecrit etmek isteyenler, alevilerin hakları ve istekleri için hiçbir çaba harcamazken, bu uğurda mücadele edenleri " işbirlikçi" "asimilasyoncu" olarak ilan etmelerinin hiçbir gerekçesi ve dayanağı bulunmamaktadır. Bunların amacı, Alevi toplumunu etnik bir partiye monte ederek çıkar sağlamak ve fonlandıkları çevrelere hizmet etmekten başka bir hedefleri bulunmamaktadır.

Alevi toplumunun büyük çoğunluğu bu toprakların kültüründen, inancından kopmuş olanlara hiç de sıcak bakmamakta, destek de vermemektedir. Bu da ülkemiz için bir kazançtır. Devleti yönetenlerin tüm bu amaç ve hedefleri göz önünde bulundurarak, Alevilerin yasal haklarının verilmesi ve Alevi inancının resmi olarak tanınması için bir an evvel karar almasının zamanı gelmiş ve geçmektedir. Ülkemizin birliği ve dirliği için bu kararın alınması elzemdir.

Hamdullah Dedeoğlu

07.08.2025.

31 Temmuz 2025 Perşembe

BUYRUKLARIN ALEVİLİK’TEKİ YERİ VE ÖNEMİ

BUYRUKLARIN ALEVİLİK’TEKİ YERİ VE ÖNEMİ

Alevi inanç ve kültürünün bugünlere taşınmasında buyrukların önemi küçümsenemez. Zira buyruklar, Alevi inanç ve kültürünün yaşatılmasında bir mihenk taşı olmuştur. Eğer o buyruklar olmasaydı, Alevilik de Alevilik inanç sisteminin temsil ettiği değerler de kaybolup giderdi.

Bugünkü makalemizde, Alevilikte eğitici-öğretici bir görev yapan buyrukların içeriği ve önemi üzerinde duracağız. Bu makalemizdeki ana kaynağımız, Mehmet Yaman Dedenin derlediği ve CEM VAKFI YAYINLARI tarafından 2. baskısı 2013 yılında yapılan “BUYRUK, ALEVİ İNANÇ-İBADET VE AHLAK İLKELERİ” adlı eseri olacaktır.

Birinci baskısı iki bin yılında, Almanya Mannheim Alevi Kültür Merkezince yapılan eserin Dedeler Kurulu tarafından kaleme alınan ön sözünde şöyle denilmektedir:

“Aleviler sosyal yapı içerisinde insana değer verirler ve her gerçeği insanda ararlar. Demokratik toplumlarda yaşayan sosyal insan bu niteliklere sahiptir. Bu durum ile oluşacak sosyal yapı, gelenek birliği içinde eğitilirse, Alevi toplumu dejenere olmadan sahip olduğu hümanist felsefeyi yaşatabilir. Bu konuda en büyük görev Dedelere düşmektedir.”

Yukarıdaki görüşlere aynen katılıyorum. Çok doğru bir tespit yapılmış. Zira Aleviliği bütün baskılara, zulümlere ve katliamlara rağmen bugünlere taşıyanlar Dedeler, Babalar, Pirler ve talipleri olmuştur.

Bu görev, günümüz dünya koşullarında bilimsel yöntemler kullanılarak devam ettirilmelidir. Zira Alevilik daha çok sözlü gelenek yoluyla günümüze ulaşmıştır. Bu sözlü geleneğin kaynağı da Buyruklar olmuştur. Dedeler, bu buyruklarda yer alan inançları, kültürleri, gelenekleri, ibadetleri ve ahlak ilkelerini taşıma görevini yapmışlardır. Yaz-kış, soğuk-sıcak demeden köy, köy, mezra, mezra dolaşarak bu inanç ve kültürü yaşatmak için, hiçbir karşılık beklemeden ellerinden geleni yapmışlardır.  

O halde, buyruklarda ne anlatılıyordu? İlk buyruğu kimler kaleme almıştı, bunun üzerinde duralım.

Buyruk adıyla bilinen ilki, altıncı İmam Cafer-i Sadık ismiyle, ikincisi ise, Şah İsmail Hatayi’nin büyük dedesi Şeyh Safiyeddin Erdebilli adıyla anılmaktadır. Bu buyruklar, Alevi toplumunda İMAM CAFER BUYRUĞU, ŞEYH SAFİ BUYRUĞU olarak tanınırlar. İçerikleri hemen hemen aynıdır. Aralarında çok az fark bulunur. Her iki Buyruk da Alevi inanç, kültür, ibadet ve ahlak ilkelerinin önemini anlatmaktadır.

Buyrukların Alevi toplumu için taşıdığı önemi en iyi anlatan kişi, yazar Sefer Aytekin olmuştur.  BUYRUK” adlı yazma eseri ilk defa 1958 yılında yayınlayan yazar Sefer Aytekin, “Buyruk, adından da anlaşılacağı üzere, bir yol ve süreğin içtüzüğü, programı, ilmi hali, daha doğrusu anayasasıdır.” Şeklinde tanımlamıştır.

Buyrukların içeriğine geçmeden önce, Buyruk kelimesinin anlamını kısaca belirtmemiz gerekecektir.

Buyruk, kelime anlamıyla yapılması ya da yapılmaması emredilen kural ve davranışların toplamını kapsamaktadır. İçeriğinde Aleviliğin inanç ilkelerini, ibadet biçimlerini, ahlak kurallarını ve geleneklerini anlatmaktadır.

Bu inancın ilkelerini ve ahlak kurallarını örnekler vererek, halkın anlayabileceği bir dille sunmaktadır. Bu bilgilerin halka taşıyıcıları ise, Dedeler ve Babalar olmuştur. Zira bu Buyruklar genellikle Dedelerin ve Babaların evlerinde bulunuyordu. El yazması olan bu eserler çok titiz bir şekilde saklanıyordu. Herkese de verilmiyordu. Çünkü bu eserleri bulundurmak suç sayılıyordu. Cezası da çok ağırdı. İdama kadar gidebiliyordu. O nedenle, Dedeler bu buyrukları taliplerine bile göstermiyordu.

Dede ve Babaların taliplerine anlattığı bu buyruklarda yer alan bilgileri kısaca şöyle özetleyebiliriz:

--EHLİ BEYT VE ON İKİ İMAM ÖVGÜSÜ: Buyruklar da Ehli Beyt ve On İki İmam övgüsü sık sık tekrarlanmaktadır. Bu övgülerden birisi şöyledir:

“Hamd Allah’a, salat ve selam Hazret-i Muhammed Mustafa’ya ve Ehli Beyti’ne olsun.”

“Ulu Tanrı buyurur ki:

“Ya Muhammed! Ululuğum ve Celalim hakkı için her kim seni ve evladını sevip muhabbet eylerse, yerler ve gökler kadar günahı da olsa, bağışlarım. Rahmetimi ona esirgemem. Ve her kim ki seni ve evladını sevmezse, yerler ve gökler kadar ibadet etmiş olsa da onun yeri cehennemdir, sonsuza kadar oradan çıkmaz.”

HAK İLE HAK OLMAK

“Server-i Kainat ve alemlere rahmet olan Hazret-i Muhammed Mustafa (A.S.) vefatlarına yakın buyurdular ki;

“Müminler ölmezler, sadece yokluk (fena) yurdundan ölümsüzlük (beka) yurduna taşınırlar. Bu, bir evden bir eve göçmeye benzer.”

“İşte o vakit Allah’ın Aslanı İmam Ali’yi (K.V.) Kerem-Allahü Veche (Tanrı yüzünü kutlu eylesin) çağırıp dedik ki:

“Ya Ali, Hakk’a yürüme vaktim gelmiştir. Dünyadan ahirete göçüyorum ve sana birkaç şeyi vasiyet ediyorum. Gerektir ki kabul kılasın. İki cihanda aziz ve muhterem olasın. Çünkü TARİKAT içinde gerekli şeylerdir ki Cebrail bana Allah’tan vahiy getirmiştir:

“İmdi (şimdi) Şeriat peygamberlerin, Tarikat Evliya’nındır-Erenlerindir. Marifet, onların yoluna salik olup gitmektir. Hakikat, vuslat (kavuşma) makamıdır. Hak ile hak olmaktır.”

MÜRŞİD VE TALİB HAKKI NEDİR?

“Bir soru üzerine;

“Seyyid Safi şöyle buyurdu:

“Talib hakkı şudur ki:

“1-Edeb bekleye. 2-inançsızdan uzak dura. 3-Mahremini bile. 4-tüm kötülüklerini terk ede. 5-Erenleri her yerde hazır bile. 6- Hakk’a ve halka yaramaz iş yapmaya. 7-Her nerede olursa olsun, Mürşidinin korkusunu çeke. Yani ister gizli ister açık olsun, ben bu işi yaparsam, Mürşidim görür ve bilir diye o işi yapmaya. Çünkü erenler, talibin gözüne ve gönlüne günde yetmiş kez bakar.”

“İmdi (şimdi) Talip olan kişi gerektir ki akıl sahibi ola ve yaptığı her işi aklının tasarrufuyla işleye, tüm davranışlarını frenleye, aykırı davranmaya ve yanlış yola gitmeye. Yaptığı iş ve gittiği yol mürşidinin rızasına uygun ola. Eğer mürşidinin emrine uygun olmazsa, o talibin çektiği zahmet ve zorluk tümden boşa gitmiş olur. Ahirette şeytan gibi lanetli ve kovulmuş olmaya, Ulu dergahtan sürülmeye. Yüz bin günahı dahi olsa, Adem peygamber gibi yargılanması ve bağışlanması için çalışıp çabalaması gerektirir. Talip gerektir ki bir iş yapacağı zaman iyi düşüne, o iş hayırlı ise yapa, kötü ise terk ede.”

İMAN NEDİR?

İman, Beynamaz ve Namaz ile ilgili sorular üzerine, Şeyh Safi şöyle cevap verir:

“İmanın anlamı sıdk (doğruluk) ve itikad ile (içtenlikle) inanmaktır. Bir kişinin ikrarı saf ve inancı dürüst-sağlam olmazsa, o kişinin imanı dürüst olmaz.”

BEYNAMAZ KİMLERDİR?

“Beynamaz şu kişilerdir ki Hak sevgisini ve peygamber mihrini ve evliya muhabbetini gönlünden çıkarır, bunların yerine dünya tamahı, kin, kibir, kıskançlık ve kötü düşünceler doldurur ve gönlünde büyüklük taslar. Hakk’a baş eğmez ve haklı söze karşı gelir, baş indirmez.”

NAMAZ NEDİR?

“Namazdan kastedilen NİYAZ’dır. Bu da Hakk’a baş indirip SECDE kılmaktır. Bir kişi SECDE’yi terk etse, Tanrı’ya kulluk etmemiş olur. Şeytan gibi lanetli olmuş olur.”

Yukarıda Buyruk’ta yer alan bazı konulara yer verdik. Bu soru ve cevaplardan da görüleceği gibi, Şeyh Safiyeddin talibinin ahlaklı olmasını, yapacağı işlerde aklını kullanmasını, hasetten, kinden, kıskançlıktan uzak durmasını, kötü işlerden kaçınmasını öğütlemektedir.

Buyrukta, inanç, ibadet ve ahlak kuralları hakkında verilen öğütlerin Kur’an’daki ayetlerle paralellik gösterdiği anlaşılmaktadır. Yani, Şeyh Safiyeddin, Kur’an’da yer alan ayetleri ve Hz. Muhammed’in sözlerini halkın anlayacağı bir dille açıklamakta ve onları bir okulda eğitim gören bir öğrenci, kendisini de bir öğretmen olarak görmektedir.

Buyruklar Alevi inancında çok önemli olduğu için, konuya duyarlı ya da meraklı olan arkadaşlara okumalarını öneriyorum. Onları özendirmek amacıyla Buyruklarda yer alan bazı konuların başlıklarını da vermekte fayda gördüm. O konulardan bazı başlıklar şöyle:

Secde Nedir? Zikir Nedir? Erenlerin 12 kavli Nedir? Talipler birbiriyle nasıl oturup durmalı? Tanrının insana verdiği emanetler Nelerdir? Bir Talip yol içinde nasıl olmalıdır? Münafık kimlere denir? Halka-i Tevhid Nedir? Halka-i Sohbet nedir? Hak ehli kimlerdir? Yedi yön Nedir?

On iki şart Nedir? Musahipliğin şartları Nedir? On yedi Kemerbest kimlerdir? Üç sünnet ve yedi farz Nedir? Gerçek Hac ve Kabe Nedir? On iki hizmet Nedir? Mürşid-i Kamil Kimdir? Cem’de Abdest ve ibadet Nasıl Yapılır?

Yukarıdaki başlıklardan da anlaşılacağı gibi Buyruklarda, Alevi inanç ilkeleri, ibadetler, ahlak kuralları, insan ilişkilerinin çok geniş bir şekilde ele alındığı görülmektedir. Bu inanç ve ilkeleri öğrenip, benimseyen bir kişinin topluma ve çevresine zarar vermesi düşünülemez.

Alevi toplumu bu kültür neticesinde barışçı, dürüst, hümanist ve dayanışmacı özelliklerini koruyarak bugünlere gelmiştir. Bu kültürü günümüze taşıyan, yaşatan tüm Dedelere, Babalara, Pirlere ve onların taliplerine saygı, sevgi ve hürmetlerimizi sunuyoruz.

Hamdullah Dedeoğlu

25.07.2025.

 

 

 

 

BİR BEKTAŞİ OLAN TALAT PAŞA SOYKIRIMCI MIYDI?

 


BİR BEKTAŞİ OLAN TALAT PAŞA SOYKIRIMCI MIYDI?

Osmanlı döneminin son sadrazamı olan Talat Paşa, bazı çevreler tarafından haksız, bir o kadar da gerçek dışı iddia ve iftiralarla “Katil” ve “Soykırımcı” ilan edildi. Hatta Hitlere benzeten bile oldu.

Bu suçlamalar karşısında, sanatçı Sabahat Akkiraz ve Zafer Partisi Genel Başkanı sayın Ümit Özdağ dışında Talat Paşa’ya sahip çıkan olmadı. Sabahat hanımın Talat Paşayı savunması bir yurt dışı konserinin iptal edilmesine bile neden oldu. Bu asil davranışı nedeniyle Sabahat hanımı kutluyorum. Gerçeğin ve vicdanın sesi ile Talat Paşa’ya sahip çıktı. Bu tutumundan dolayı Sayın Sabahat Akkiraz, bütün Alevi-Bektaşilerin de sesi oldu. Zira, Talat Paşa bir Alevi-Bektaşi aydını ve devlet adamıydı. İttihat ve Terakki Partisinin kurucularındandı. Namık Kemal, Ziya Paşa, Mithat Paşa gibi hem Bektaşi hem de iyi bir devrimciydi. Meşrutiyetin gelmesi için mücadele etmiş, gerici 1909 ayaklanmasına karşı aydınlanmayı ve ilericiliği savunmuştu. Posta, Telgraf memurluğundan başlayarak Sadrazamlığa (başbakan) kadar yükselmişti.

Talat Paşa’ya “katil” ve “soykırımcı” diyenlerin gerekçesi, Anadolu’daki Ermeni nüfusun 1915 yılında Halep ve Şam vilayetlerine tehcir (göç) ettirilmesiydi. Bu göç sırasında gerek hastalık gerek yokluk nedeniyle gerekse de yerel halkın saldırıları sonucu çok sayıda Ermeni vatandaşı hayatını kaybetmişti. Bu kayıplarda dört cephede savaşan Osmanlı ordusunun göç eden Ermeni halkın korunmasını yeterince sağlayamamasının etkisi de vardı. Bu tehcirin nedeni, Taşnak ve Hınçak partisinde örgütlenen Ermeni komitecilerinin Anadolu’da çıkardığı isyanlar ve doğu cephesinde Rus ordularıyla işbirliği içinde olmalarıydı.

 Peki, bir Bektaşi aydınından “katliamcı” ve “soykırımcı” çıkar mıydı? Yetmiş iki millete aynı nazarla bakan kültürden gelen birisi ırkçı olabilir miydi? Bu iddia ve suçlamalara, Talat Paşa’nın kendisinin kaleme aldığı “” HATIRALARIM VE MÜDAFAAM” adlı eserindeki  ifadeleri ile cevap verelim:

“Adana vakalarını (1910) müteakip Dahiliye Nazırı (İç İşleri Bakanı) olmuştum. Bütün gayem unsurlar arasında ve bilhassa Ermenilerle Türkler arasında bir dostluk tesis etmek idi. Adana tahkikatını büyük bir dikkatle inceledim. Vakanın Ermeniler tarafından çıkarıldığını tahkik heyeti arasında bulunan Ermeniler de şahitlik ediyordu. Üyelerden Agop Babekyan Efendi bana bizzat bu itirafta bulundu. Ancak bağnaz ahalinin galeyan esnasında feci birtakım cinayetler işlediği de tahakkuk ediyordu.”

“Adana vukuatı 31 Mart irticai vakasına (1909 gerici ayaklanması) tesadüf ediyordu. Maksadın o esnada Türklerin bağnazlığını tahrik ederek kıtal vücuda getirmek, bu suretle Avrupa’nın nazarı dikkatini çekmek ve KİLİKYA’da bir Ermeni özerkliği tesis eylemek olduğuna şüphe kalmamıştır.”

“Ben tarafsız bir hükümet adamı sıfatıyla siyasi maksadı unutarak kıtali (katliam) yapan canilerin İslam ve Ermeni cezalandırılmasını istiyordum. Hatta vukuat esnasında İslam ahaliyi katliama teşvik eden Müftü ile birçok Müslümanların cezalandırılmasında ısrar ettim. Mahkemece verilen kararlar Müftü ve arkadaşları hakkında idam idi. İcrası için (idam hükmünün uygulanması için) vekiller heyetini (Millet Meclisi) ikna ettim.” (Sayfa, 25-26)

Talat Paşa’nın yukarıdaki anlatımlarından Milliyetçi Taşnak ve Hınçak partilerinin Ermeni halkını isyan için kışkırtıp örgütledikleri anlaşılmaktadır. Zira, Taşnak ve Hınçak partileri tarafından Ermenilerin yaşadığı bölgelerde 1910 yılında, yani tehcirden beş yıl önce dağıtılan bildiri ve talimatlarda şöyle deniliyordu:

“Düşmanların (Müslüman halk kast ediliyor) Ermenilere nispetle azınlıkta bulundukları köylerde düşman ahali şayet daha evvel firar etmemiş ise, ya rehin olarak muhafaza edilecek veyahut ya kendileri ya hükümet tarafından tayin edilecek hareket hattı icabınca köyü terke davet olunacaktır. Nizami kıtaların veyahut zabıtanın takibinden dolayı firar edenleri kabul eylemek için çarpışma esnasında evlerin kapıları açık bulundurulacaktır. Bu sırada silahsız kimselerin hariçte bulunmaları kati surette men edilecektir. Düşmanın eline geçecek silahların bedelini ait olduğu köy tazmine mecbur tutulacaktır. Düşmandan zapt edilen silahlar, ganimet alanın malı olacaktır.”

“Köyleri (Müslüman köyleri) basmak için:

1-Düşman köylerinin müstahkem mevkileri bilinmelidir.

2-Evvela ricat hattı seçilmeli ve karakollarla muhafaza edilmelidir.

3-düşmanın nerelerden takviye kıtaları alacağı tayin olunarak buna mani olmaya çalışılmalıdır.

4-Köye yalnız üç taraftan hücum edilmeli ve mahsurların firar edebilmeleri için bir tarafı serbest bırakılmalıdır.

5-Düşmanı şaşırtmak için fecir (Şafak vakti) zamanında hücum edilmelidir.

6-Düşman sıralarında kargaşalığa sebebiyet vermek için aynı zamanda birçok yerler ateşe verilecektir. “(Sayfa, 54-55)

Ermeni milliyetçisi HINÇAK ve TAŞNAK partilerinin bu örgütlenmeleri ve yer yer isyanları birinci dünya savaşının başlamasına kadar devam etti. Ruslar tarafından korunan ve desteklenen bu silahlı milisler, Müslüman köyleri basmaya başladıklarında, Baş komutan Enver Paşa Ermeni Patriğini görüşmeye çağırarak, olay çıkaranları ve köy basanları uyarmasını, aksi taktirde hükümetin askeri tedbirler alacağını belirtir. Fakat bu uyarılar da etkili olmaz. İsyanlar ve düşman ordularıyla işbirlikleri devam eder.

Ermeni milis güçlerinin doğu cephesinde ordunun ikmal yollarını kesme faaliyetleri içine girmesi, sivil halkı katletmeye başlaması ve çoğunluk oldukları bölgelerde (Maraş, Van, Adana, Şebin Karahisar, Samsun (Canik) isyan çıkarmaları üzerine, hükümet 27 Mayıs 1915 de Ermeni nüfusu savaştan uzak bölgelere tehcir kararı alır. Bu göçün yapıldığı yerler Halep, Şam ve Lübnan bölgeleri olmuştur.

İşte bu göç sırasında, tehcir edilen sivil Ermeni halkından binlercesi yerel halkın saldırıları ve salgın hastalıklar nedeniyle yolda hayatını kaybetti. Talat Paşa da bu tarihte Dahiliye Nazırlığı görevinde bulunuyordu. Katil ve soykırımcı ilan edilmesinin nedeni de buydu. Oysa, hükümetin direkt Ermeni halkına uyguladığı bir şiddet bulunmuyordu. Tam tersine, İçişleri Bakanı olan Talat Paşa, sivil Ermeni halkına karşı kışkırtıcılık yapan ve saldırıları organize eden Müftü ve adamlarının yargılanıp, idamla cezalandırılmasını sağlamıştı. Buna karşılık, Ermeni komitecilerinin katlettiği binlerce Müslüman vardı. Ancak bundan kimse bahsetmiyordu. İşbirliği yaptıkları Rus subaylar bile anılarında ve askeri raporlarında Ermeni komitecilerinin binlerce Müslümanı katlettiğini belirtmişlerdir.

Anadolu’da yüzlerce yıldır Müslüman ve Türk ahali ile barış içinde yaşayan Ermeni halkı Osmanlı topraklarında “kaymak” tabakayı oluşturuyordu. Bizans döneminde sahip olamadıkları imkanlara kavuşmuşlardı. Osmanlı topraklarında istedikleri her yere göç edebiliyorlardı. Ticaret ve zanaat da onların elindeydi. Askerlik yapmıyorlardı. Savaşta ölenler yine gariban Türk köylüsünün çocuklarıydı. Bu durumu anlamak için yine Sadrazam Talat Paşa’ya dönelim:

“Anadolu’nun muhtelif vilayetlerinde İstanbul’da ve Edirne’de Ermeniler her unsurdan daha ziyade müsterih (rahat) ve mesut yaşamakta idi. Memleketin her türlü nimetinden istifade eden bu millet hiçbir külfete iştirak etmiyordu. Devletin saadetinden ve felaketinden daima istifade etmek yolunu biliyorlardı. Ermeniler hiçbir muharebeye iştirak etmiyorlar, vatanın mevcudiyetinin muhafazası için bir dirhem kan akıtmıyorlar. Bilakis muharebelerde ticaret ve müteahhitlik ederek bol para kazanıyorlar ve tam bir istirahat ile memleketin iyi ve kötü günlerini yaşıyorlardı.”

“Bu kadar iyiliklere karşılık nihayetinde Osmanlı vatanından bir parçasını ayırarak oralarda büyük çoğunluğu teşkil eden ahaliyi imha ile bağımsızlığın teminine çalışmaktan geri durmuyorlardı. Tarih böyle bir nankörlük karşısında bulunmamıştır.” (Hatıralarım ve Müdafaam, Sayfa, 65, Kaynak Yayınları)

İşte Osmanlı topraklarında gayet iyi bir durumda yaşamakta olan Ermeni halkı maalesef milliyetçi Taşnak ve Hınçak partilerince kışkırtılarak isyana teşvik edilmiş, Anadolu’yu işgale gelmiş İngiliz, Rus ve Fransız ordularına destek veren bir duruma düşmüştü. Bunun karşısında devleti yönetenler tedbir amaçlı olarak, tehcir kararı almak zorunda kalmışlardır. Ülkelerini savunmak için bu bir zorunluluktu. Aynı tehcir hareketini İngiltere, İrlandalılara, Amerika ikinci dünya savaşı sırasında kendi ülkesindeki Japonlara yaptığı zaman normal, ama Osmanlı hükümeti yaparsa suç mu oluyor?

Osmanlı devletini dağılmaktan kurtarıp, Avrupa standartlarına getirtmek için hayatlarını ortaya koyan İttihat ve Terakki partisi kadroları çok özverili ve samimiydiler. Bütün kadroları Talat Paşa gibi Milli kurtuluş savaşına destek verdi. Onlar, partilerinin ismi gibi ilerici ve devrimciydiler.

Bugün “katil” ve “soykırımcı” olmakla itham edilen Talat Paşa, 15 Mart 1921’de Almanya’nın Berlin şehrinde Sogomon Teyleryan adlı bir Ermeni tarafından evinin önünde arkadan ensesine ateş edilerek katledildi. Katil yargılandığı mahkemede, ailesinin tehcir sırasında öldürüldüğünü ileri sürerek beraatini istedi. O dönem İngiltere’nin denetiminde olan Almanya’daki yargı da beraat talebini kabul etti. Yani katil serbest bırakıldı.

Almanya’da hunharca katledilen Talat Paşa’nın naaşı 25 Şubat 1943’te İstanbul’a getirilerek büyük bir törenle Şişli’de Abideyi Hürriyet tepesinde toprağa verildi.

Abide-i Hürriyet Tepesinde yatan aydın, devrimci, vatan sever ve aynı zamanda bir Bektaşi olan Talat Paşa’yı saygı ve hürmetle anıyor, ruha şad, mekanı cennet olsun. 

Hamdullah Dedeoğlu 

15.07.2025.

 

FARSÇA'DA MUZARİ KÖKÜN KURMANÇ DİLİ İLE KARŞILAŞTIRMASİ SONUCUNDA ORTAYA ÇIKAN BENZERLİKLER

 FARSÇA'DA MUZARİ KÖKÜN KURMANÇ DİLİ İLE  KARŞILAŞTIRMASİ SONUCUNDA ORTAYA ÇIKAN BENZERLİKLER


Farsça'da mastarların-fiillerin iki çeşit köklerinin bulunduğunu bir önceki yazımızda belirtmiştik. Bunlar mazi (geçmiş) ve muzari (geniş ve şimdiki) kökleridir. Dili ve mişli geçmiş zamanlarda mazi, şimdiki ve geniş zamanlarda ise, muzari kök alınarak çekimler yapılır. Bu incelememizde muzari kökü ele alacağız. Bu kökün Kurmanç dilinin günlük konuşmalarda kullanılan kelimelerle bağlantısını göreceğiz.

Farsça'da bütün mastarlar den ve ten eki ile biter. Diden(görmek), reften (gitmek) gibi. Den ve ten ekleri Türkçedeki mek ve mak gibidir. Muzari kök, mastarlardaki den ve ten ekleri atılarak elde edilir. Ancak bundan bütün mastarlarda aynı kalıp uygulanır anlamı çıkarılamaz. Çok değişiklikler arzeder ve bazen hiç mastarla ilgisi bulunmayabilir. Örneğin;

Reften-gitmek, ten eki atıldığında ref olması gerekirken, muzari kök rev olur.

Mastarlarda muzari kök alımında bir başka formül ise, bütün fiillerde yer alan on bir harftir. Bunlar, alfabe sırasına göre, Elif, Hı, Re, Ze,Sin, Şin, Fe, Mim, Nun, Vav ve Ye'dir. Muzari kök alınırken, ten ve den ekleri atıldıktan sonra gelen bu harflerden bazıları düşer, bazıları başka bir harfe dönüşür, bazıları da yerinde kalır. Şimdi kısaca bunları görelim;

--Muzari kök alındığında, yani den ve ten ekleri atıldıktan sonra gelen, Elif, Mim ve Ye harfleri düşer. Yani muzari kökte yer almazlar.
--Ze, Re, Nun harfleri yerinde kalır.
--Hı, Ze harfine dönüşür.
--Sin, kendisinden önce hareke varsa, Vav'a, dönüşür. Yoksa, güzel He'ye, bazen de tamamen düşer.
--Şin, kendisinden önce Elif varsa, Re'ye, kendisinden önce Elif yoksa, kuralsızdır.
--Fe, Be'ye dönüşür.
--Vav, Elif'e dönüşür.

Muzari kök alınmasını kısaca gördükten sonra, bazı kökleri inceleyerek Kurmanç dilinin günlük konuşmalardaki yerini belirlemiş olacağız. Örnek;

1-) Diden-görmek- muzari kök- Bin.
Emir kipi: bebin- Gör (farsça'da emir kipinde, kökün başına be eklenir. Kurmanç dilinde de aynıdır.)

2-) Handen-okumak-muzari kök-han (gırtlaktan söylenir. Kurmanç dilinde de aynı şekilde söylenir.)
Emir: Behan- Oku

3-) Gereften-tutmak- muzari kök-Ger
Emir:Beger-Tut

4-) Reften-gitmek-muzari kök-rev
Emir-Berev-git (Kurmanç dilinde genellikle kaç-git anlamında kullanılır)

5-) Daden-Vermek-muzari kök-deh
Emir: Bedeh-ver (he harfi söylenirken okunmaz- Kurmanç dilinde de böyledir)

6-) Zaden- Doğmak-muzari-Za
Emir: Beza- doğ

7-) Horden-Yemek-muzari-Hor (gırtlaktan okunur. Kurmanç dilinde de aynı şekilde söylenir.)
Emir: Behor-ye

8-) Merden-Ölmek-muzari-Mer
Emir: Bemer-Öl

9-) Berden-Götürmek-muzari-Ber
Emir: Beber-Götür

10-) Şesten-Yıkamak-muzari-şuy
Emir: Beşuy-Yıka

11-) Geristen-Ağlamak-muzari-Geri
Emir: Begeri-Ağla

12-) Şekesten-Kırmak-muzari-Şeken
Emir: Beşken-kır

13-)-Larziden-Titremek-muzari-Larz
Emir: Belarz-titre

14-) Deriden-Yırtmak-muzari-der
Emir: Beder-Yırt

15-) Çiden-Koparmak-Biçmek-muzari-Çin
Emir: Beçin-Biç-kopar

16-) Averden-Getirmek-Muzari-Aver
Emir: Bever-getir

17-) Bariden-yağmak-muzari-bar
Emir: Bebar-yağ

18-) Beriden-kesmek-muzari-ber
Emir: Beber-kes

19-)Pak kerden-temizlemek-muzari-Pakkon
Emir: Bepakkon-temizle

20-) Porsiden-sormak-muzari-pors
Emir: Bepors-sor

21-)Heşk kerden-kurutmak-muzari-Heşkon
Emir: Beheşkon-kurut

22-) Kaşten-öldürmek-muzari-kuş
Emir: Bekuş-öldür

23-)Keşiden-Çekmek-muzari-keş
Emir: Bekeş-Çek

24-)Manden-kalmak-muzari-Man
Emir: Beman-Kal

25-) Germ kerden-ısıtmak-muzari-Germkon
Emir: Begermkon-ısıt

Yukarıda bazı Farsça mastarların muzari kökünü ele alarak, emir söylemlerini gördük. Örneklerden de anlaşılacağı gibi, muzari kök bulunduğunda, Kurmanç dilinin günlük konuşmalardaki yeri daha netleşmiş olmaktadır. Bu da gösteriyor ki, Kurmanç dilinin kökeni klasik Farsça'dan gelmektedir. Kurmanç dilinin ayrı bir dil olduğunu söyleyenlerin bunu dikkate alacaklarını sanıyorum.

NOT: Yukarıya mastarları yazarken, Türkçe'deki okunuşları ile yazdık. Farsça'daki harfler bilindiği gibi Arap alfabesidir. Buna göre değerlendirilmelidir. Ten denilirken t ve n , den denilirken d ve n harfleri gelir.
*Yukarıdaki Kurmanç kelimeler, Amasya, Çorum ve Sivas yöresinin konuştuğu lehçeden alınmıştır.
13.01.2017
Yazan: Hamdullah DEDEOĞLU

Kaynaklar:
--Dr. İsmail Bangi, Farsça Dil bilgisi Grameri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları.
--Prof. Dr. Mehmet Kanar, Farsça Dil Bilgisi, Konuşma-Çeviri Tekniği-Anahtar kelimeler, Say yayınları.









12 Temmuz 2025 Cumartesi

CEM VAKFI, AMASYA BELEDİYESİ İLE AŞURE ETKİNLİĞİ DÜZENLEDİ




Cem Vakfı Amasya Şubesi Başkanı Haydar Kılıç Dede konuşma yaparken.

Amasya Üniversitesi rektörü  Prof. Dr. Ahmet Hakkı Turabi konuşma yaparken.


Amasya Belediyesi Başkanı Avukat Turgay Sevindi konuşma yaparken.


Amasya Valisi Önder Bakan, konuşmasında Kerbela şehitlerini andı. Katliamı kınadı.



Saz sanatçısı Gökhan Göbel, deyiş, düvaz ve mersiyelerden örnekler sundu.

İsmet Kılıç Dede lokma duası verirken.

CEM VAKFI, AMASYA BELEDİYESİ İLE AŞURE ETKİNLİĞİ DÜZENLEDİ

ETKİNLİKTE VALİ, BELEDİYE BAŞKANI İLE BİRLİKTE AŞURE DAĞITTI

Cem Vakfı Amasya Şubesi Amasya Belediyesi ile birlikte Aşure etkinliği yaptı. Ekinliğe Amasya Valisi Önder Bakan, Amasya Belediyesi Başkanı Turgay Sevindi, Amasya Emniyet Müdürü Ayhan Saraç, Amasya İl Jandarma Komutanı Albay Ramazan Yiğit, Amasya Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Ahmet Hakkı Turabi, Amasya Cem Vakfı Başkanı Haydar Kılıç, partilerin il başkanları ve kitle örgütlerinin temsilcileri ile her kesimden binlerce vatandaş katıldı.

Şehzade Gezi Yolunda düzenlenen etkinlikte, ilk açılışı saz ve söz sanatçısı Gökhan Göbel yaptı. Sanatçı Gökhan Göbel, halk ozanlarından duazlar, mersiyeler ve ağıtlar okudu.

Ekinlikte daha sonra konuşmalara geçildi. Cem Vakfı Amasya şubesi başkanı Haydar Kılıç  Dede yaptığı konuşmada, Kerbela katliamının nedenleri ve sonuçları üzerinde durarak şunları söyledi:

“Değerli Canlar,

1447 yıl evvel bu ayda, İslam ve insanlık tarihinin en kanlı, en vahşi, en hunhar olaylarından biri yaşandı. Cennet gençlerinin Seyyid’i Hz. Hüseyin başta olmak üzere, Ehlibeyt soyundan çok sayıda canımız Kerbela’da hunharca katledildi.

Hz. Hüseyin’in Kerebela’daki duruşu dik bir duruştur. Bu duruş İslam’ın yeniden doğuşudur ve Hz. Hüseyin’e atalarının vasiyetidir.

Zira, Hz. Ali Efendimiz, “Hakkınızı arayın, hakkınızı aramazsanız, hakkınızla beraber şerefenizi de kaybedersiniz” diye vasiyet etmiştir.

Bu vasiyetten hareketle kurtarılan İslam’ın şerefini ve temel niteliklerini bize miras bıraktı.

 1447 yıl önce yaşanan siyasi meseleleri buraya taşımadan, bugünkü Aşure günümüz, ülkemizin birlik ve beraberliğine katkı sağlayacaktır.

Aşure lokmalarımız Alevi’yi, Sünni’yi, Türk’ü, Kürt’ü kucaklayarak, bir araya gelmemize vesile oldu.

Bu dayanışmayı muhafaza etmek, dünyanın özellikle yaşadığımız coğrafya bakımından çok çok önemlidir.

Çünkü, ülkemizin birlik ve beraberlik durumu her zamankinden daha fazla önem arz etmektedir.

Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin “Bir olun, İri olun, Diri olun” şiarı her zamankinden daha ivedelik taşımaktadır.

Bu anlamda böyle güzel organizasyonlarının devamını, Hak Muhammed Ali’den niyaz eder, hepinizi aşk-ı muhabbetle selamlıyorum.”

Haydar Dededen sonra Amasya Belediye Başkanı Turgay Sevindi, Amasya Üniversitesi rektörü Ahmet Hakkı Turabi, Amasya Valisi Önder Bakan birer konuşma yaptılar. Konuşmalarda, Kerbela katliamı lanetlenerek, şehitler saygıyla anıldı.

Konuşmalardan sonra, ismet Kılıç Dede aşure lokması duası verdi. Bütün vatandaşların katıldığı dualardan sonra, etkinlik katılımcılara Aşurelerin dağıtılması ile sona erdi.

Hamdullah Dedeoğlu

12.07.2025.


Popular