DEVLETİN ALEVİ'Sİ Mİ, EMPERYALİST’İN
ALEVİ'Sİ Mİ?
Kendilerini “Sol” da gören bazı siyasi parti ve Alevi
dernek yöneticileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı kurulan ALEVİ-BEKTAŞİ
KÜLTÜR VE CEM EVİ BAŞKANLIĞI’NA karşı çıkmaktalar. Hatta kapatılmasını
isteyenler bile oldu. Buna gerekçe olarak da Alevi-Bektaşi Kültür ve Cem Evi
Başkanlığının, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağlı olmasını “İnkarcı” “Asimilasyoncu”
ve “Devletin Alevi’sini” yaratmak olacağını öne sürmekteler.
Peki bu çevrelerin iddiaları gerçeği yansıtıyor mu?
Kendilerinin talepleri nedir? Alevilerin sorunlarını nasıl çözecekler? Bu
konuda somut çözüm önerileri var mı? Örneğin muhalefet partisinin bir
milletvekili iktidara geldiklerinde Alevi-Bektaşi Kültür ve Cem Evi
Başkanlığı’nı kapatacaklarını açıkladı. Peki; Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da
kapatabilecek misiniz? Bugünkü toplum şartlarında bu mümkün olabilecek mi? İşte
tüm bu sorulara net cevap verilememektedir. Bu çevreler, Avrupa Alevi Birlikleri
Federasyonunun Aleviliği “İslam dışı” gören ve “Ali’siz Aleviliği”
savunan yöneticilerin sözlerini tekrar etmekten başka bir şey söyleyemiyorlar.
Oysa, Alevi-Bektaşi Kültür Ve Cem Evi Başkanlığı,
alevi kitlesinin büyük çoğunluğu tarafından olumlu karşılanmaktadır.
Türkiye’deki Cem Evlerinin yine büyük çoğunluğu bu kurumdan az ya da çok maddi
yardımlar almakta, elektrik, su, doğalgaz gibi giderleri bu kurum tarafından
karşılanmakta, hasarlı ve yarım kalmış Cem Evleri onarılmaktadır. Bu da geçmişe
göre, Aleviler açısından kazanılmış bir haktır. Bu haklar geçmişte verilen
mücadele ve ödenen bedeller sonucu olmuştur. Bu mücadele ve ödenen bedeller
boşuna mı verildi?
“Alevi-Bektaşi Kültür ve Cem Evi Başkanlığı’nın Kültür
Bakanlığına bağlanması doğru mu olmuştur?” derseniz, bence de doğru değildir.
Bugünkü sistemde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bağlı olduğu Cumhurbaşkanlığı’na
bağlanması daha doğru bir karar olacaktır. Bu da yetmez; Diyanet İşeri
Başkanlığı’na ayrılan bütçenin en az yüzde onu kadar payın da Alevi-Bektaşi toplumunu
temsil eden kurumlara verilmesi gerekir. Sadece bu da doğru olmaz; diğer inanç
gruplarına da örneğin, Hristiyan, Musevi ve Ezidi gibi topluluklara da
bu hakkın tanınması gerekir.
Eşitlik ve
adalet isteniyorsa, bu herkes için olmalıdır. Bu yapıldığı taktirde, küresel
güçlerin etnik ve dini grupları kışkırtması ve manipüle etmesinin de önüne
geçilmiş olacaktır. Aksi taktirde, eşitliğin ve adaletin olmadığı yerde,
emperyalistlere ve kışkırtıcılara alan açılmış olacaktır. Devlet olmanın gereği
budur. Siz bütün vatandaşlarınızı eşit görürseniz, onların da ülkesine ve
devletine olan bağı daha da güçlenmiş olacaktır. Birinci dünya savaşında
Hınçak ve Taşnak Partilerinin Ermeni vatandaşlarımızı, 1925’de Şeyh
Said’in Kürt kökenli vatandaşlarımızı istismar etmesi buna örnektir.
Bunlardan ders çıkarılması tüm ülkemizin menfaatine olacaktır.
Alevi-Bektaşi toplumunun büyük çoğunluğu da yukarıdaki taleplere olumlu bakmaktadır. Olumsuz bakan çok küçük bir çevredir. Bu çevrelerin temsilcileri de Avrupa Birliği ülkelerinden nemalanan dernek ve vakıflardır. Bunlar, Alevi toplumunun Türkiye Cumhuriyeti’nin olanaklarından yararlanmasını, “devletin Alevi’sini” yaratmakla sonuçlanacağını ileri sürmekteler. Kendi dernek ve vakıfların Avrupa Birliği ülkelerinden mali destek almaları normal ve doğru oluyor. Yani, Avrupa ülkelerinden maddi destek alınca, emperyalistlerin “Alevi’si” olunmuyor. Ancak, bu ülkenin kurtuluşunda ve kuruluşunda bedel ödeyen ve emek sarf eden Alevilerin Türkiye Cumhuriyeti’nin olanaklarından yararlanması ile, “devletin Alevi’si” olunuyor.
Bu anlayışın temelinde Ulusal devlet karşıtlığı yatmaktadır. Eğer, Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmamış olsaydı, bugün bu topraklarda özgür ve bağımsız olabilecek miydik? Türkiye Cumhuriyeti kurulmamış olsaydı, bugün ne Alevilik kalırdı ne de Sünnilik. Emperyalistlerin hakimiyetinde maraba ya da köle olarak yaşayacaktık. Sözde bu “solcu” olan çevrelerin herhalde emperyalizmin ne olduğundan bi haber oldukları anlaşılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin emperyalizme karşı verilen mücadele sonucu kurulduğunu ve bütün dünyadaki sömürge ve yarı-sömürge ülkelere örnek olduğunu da ya bilmiyorlar ya da bilinçli olarak bu propagandayı yürütüyorlar. Hükümetler geçicidir. Devletlerin bağımsızlığı ise kalıcıdır. Bu sözde solcu çevrelere bağımsızlık konusunda Lenin’i ve Mao’yu okumalarını ve Sovyetlerin kurtuluş savaşı sırasında neden Mustafa Kemal’e destek verdiğini öğrenmelerini öneriyorum. Bu yanlış düşünce ve değerlendirmelerini devam ettirdikleri taktirde emperyalistlerin aparatı durumuna düşecekleri kesindir. Bunu anlamak için Suriye’ye, Irak’a bakmaları yeterli olacaktır. Buradan kendilerini dostça uyarmak istiyorum.
Hamdullah Dedeoğlu
18.08.2025.