ALEVİLİK TARİKAT MI, MEZHEP Mİ?
Alevilerin ibadet merkezleri olan Cem evlerine
resmi statü verilmemesine gerekçe olarak 1925 yılında yürürlüğe giren 677
sayılı kanun gösterilmektedir. Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile ilgili
kanunda Derviş, Şeyh, Baba, Çelebi, Dede gibi unvanların kullanılması da
yasaklanmıştı.
İşte iktidarlar da bu kanunu bahane ederek
Aleviliğe resmi bir statü vermekten kaçınmaktadırlar. İlgili kanunun çıkmasında
1925 yılındaki Şeyh Sait isyanı etkili olmuştu. Zira, isyanı örgütleyen Şeyh
Sait Nakşibendi tarikatına mensuptu.
Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile ilgili
kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Alevilerin tekke ve zaviyeleri zaten
bulunmuyordu. Zira, Alevi-Bektaşi tekke ve zaviyeleri Yeniçeri ocağının 1826
yılında kaldırılması ile birlikte kapatılmış, dergahların büyük kısmı
yıktırılmış, menkul ve gayrı menkullerine de el konulmuştu.
Yıkılmayan tekke ve zaviyelerin yönetimi de
Nakşibendi gibi ehli sünnet mezhebine mensup tarikatlara devredilmişti.
Dolayısıyla, 1925 yılında yürürlüğe giren kanunun Alevi inançtaki tarikat ve
cemaatlerle ilgisi bulunmuyordu.
Bu kanunda Alevileri ilgilendiren “Dede” ve
“Baba” sıfatlarının yasaklanmış olmasıdır. Ancak Dede ve baba sıfatlarının
bugünkü tanımı ve konumu 18. 19. Ve 20. Yüz yıldaki tanımı ve konumundan farklı
boyutlara gelmiştir.
Zira bugünkü
Alevilik; Bektaşiliği, Kalenderiliği, Vefailiği, Melamiliği, Nusayriliği ve
Mevleviliğin bir kolunu da kapsayan bir çatıya dönüşmüştür. Yani, kapsamı
büyümüş ve değişmiştir.
Dolayısıyla, bir tarikat bir cemaat olmaktan
çıkmış İslam dininin bir ekolü, diğer deyimle bir mezhebi olmuştur. Kısacası,
Alevilik hem Ehli-Sünnet mezheplerinden hem de Şiilikten farklı bir yorum olup,
kendisine has ritüelleri olan bir inançtır.
Ancak Kendisini İslam dairesi içinde görmektedir.
Yani, imanın esaslarına ve tevhide bağlı bir inançtır. Bu nedenle de hiç kimse
Aleviliği İslam dışı göremez. Buna karar vermesi de kabul edilemez. Zira
Aleviler, kendilerini İslam dinine mensup olarak görmektedirler. İslam dininin
tebliğcisi olan Ehlibeyte de sonsuz sevgi ve saygı ile bağlıdırlar.
Abbasi Halifesinin bin yıl önce almış olduğu “dört
mezhep” kararı da artık terk edilmelidir. Herkes inancını istediği gibi
yaşamalıdır. “Laiklik” ilkesi de inanç özgürlüğünün teminatı olarak Anayasa’da
yer almaktadır. Yine Anayasanın Eşitlik ilkesi gereğince, Ehli-Sünnet
mezheplere sağlanan haklar, diğer inanç ve mezheplere de verilmelidir.
Konumuzu bu şekilde özetledikten sonra, Aleviliğin
resmi olarak tanınmasının önünde hiçbir engel bulunmamaktadır. Alevilik bir
mezhep gibi kabul edildiğinde 677 sayılı yasaya takılmadan bu tanıma
sağlanabilir. Bu ülkemizin birliği ve dirliği için de çok önemlidir. Devleti
yönetenlerin böyle bir karar alması tabanda da hoş görü yaratacak ve toplumlar
arasındaki kaynaşmayı da hızlandıracaktır.
Aleviliğin tanınması için Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin verdiği kararlar da ortadır. Ancak, Aleviliğin tanınması sadece bu
mahkemenin verdiği karara bağlanmadan bir an evvel yürürlüğe girmeli ve
Alevilerin inanç ve ibadet merkezi olan Cem Evleri ile ilgili talepleri
karşılanmalıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’na ayrılan bütçeden
Alevi İslam kuruluşlarına, Cem evlerine ve kadrolarına pay verilmelidir. Kardeşlik ve birlik, eşitlik
temelinde sağlanır. Kardeşin birine yağlı-ballı ekmek verilirken, diğerine yavan
ekmek verilmesi hiç de adaletli değildir.
Adalet, paylaşma ve bölüşme ile olur. Bu
yapıldığı taktirde, kardeşlik de daha güçlü bağlarla kuvvetlenmiş olur.
Hamdullah Dedeoğlu.
27.03.2024.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.