Son zamanlarda hem kendine “solcu”
diyen çevreler hem de bazı tarikat ve cemaatlerin Aleviliği köklerinden koparma
faaliyetleri içinde oldukları görülmektedir.
Bunlara ayrı ayrı cevaplar vermiş olmama rağmen,
aynı çevreler değişik adlarla bu projelerdeki misyonerlik faaliyetlerine devam etmektedirler.
Sanki bir merkezden saldırıya geçmiş gibiler.
“Solcu” görünümlülerin
Avrupa Birliğinden fonlandıklarını biliyoruz. Zaten bunu da saklamıyorlar. Bu
sözde eski solcuların savunacakları bir şey kalmadığı için Alevilik üzerinden
nemalanmaya çalışıyorlar.
Her iki çevre de Aleviliği “İslam dışı”
ya da “batıl inanç” olarak gördüklerini açık açık beyan
ediyorlar. Tarikat ve Cemaat görünümlü olanlar Alevileri “Müslümanlaştırma”
adı altında Vahabileştirmeye, Avrupacılar da “Luvileştirme”
adı altında Aleviliği köklerinden koparma peşindeler.
Tarikat ve Cemaatleri bir sonraki yazıya bırakmak
kaydıyla, bugünkü makalemizde Avrupa Birlikçilerin savunduğu tezlere cevap
vereceğiz.
Bu konuda en belirgin olanı Erdoğan Aydın’ın “Aleviliği
Ne Yapmalı” kitabındaki görüşlerdir.
Aleviliği İslam dışı gören bu iddialara cevap
verdiğimizde “sol” görünümlü olanların hepsine cevap
vermiş olacağız.
Yazarın, ALEVİLİĞİ NE YAPMALI? isimli
kitabındaki görüşleri şöyle:
1-Alevileri İslamlaştırmaya çalışıyorlar.
2- Aleviliği savunanları işbirlikçi olarak
görüyor.
3- Hz. Ali’nin Halife olmak için yeterli bir
mücadele vermediğini iddia ediyor.
4- Hz. Ali’nin, ozanların deyişlerinde “tanrı”
olarak görüldüğünü ileri sürüyor.
5- İslam dinini doğuşundan itibaren “fetihçi”
olarak görüyor.
6- çok kadınla evliliği bugüne göre ele alıyor.
7- Kırklar Cem’inde Hz. Ali’nin üstün
görüldüğünü ileri sürüyor.
“ALEVİLERİ İSLAMLAŞTIRMAYA ÇALIŞIYORLAR”
Yazarın, üzerinde en çok durduğu konulardan
birisi, “Alevilik İslam dışıdır, onu İslamlaştırmaya çalışıyorlar.”
Bir kere Alevilik İslam dışı değildir. Bu konuya
aşağıda daha geniş bir şekilde değineceğiz. Ancak kısaca şunu hemen belirtmemiz
gerekiyor. Aleviliği İslam dışı görenlerin görüşü kabul edildiğini farz edelim.
O zaman Alevilerin ne inancı ne edebiyatı, ne sanatı, ne de kültürü kalır.
Çünkü, Alevi ozanların İslamiyet ile ilgili o
kadar sayısız eserleri var ki; onu nereye koyacaksınız?
On iki imamlar hakkındaki düazları, Kerbela katliamı
ile ilgili deyiş ve matem şiirlerini ne yapacaksınız?
Bu eserleri yok saydığınız zaman zaten Alevilik
diye bir şey kalmaz. Dolayısıyla bu iddialar temelsiz ve gerçek dışıdır. Zaten
amaç da başkadır.
Bu makalemizde buna da değineceğiz. Şimdi Erdoğan
Aydın’ın iddialarını ele alabiliriz.
Yazar, İslam dininin tarihsel gelişimini ele
almış, ancak yanlış sonuçlara varmıştır. İslam dininin ilk ortaya çıktığı ve
uygulandığı dönemini, bugünkü anlayışla aynı olduğunu ve sadece ibadetlerden
ibaret olduğunu sanıyor.
Oysa, Hz. Muhammed dini tebliğ etmeye
başladığında, Mekke doğudan gelen ticaret mallarının batıya taşınma yolu
üzerinde bulunması nedeniyle bir merkez olmuştu. Ticaret malları buradan Şam’a,
Anadolu’ya, oradan da Avrupa kıtasına naklediliyordu. Mekke aristokrasisi ve
tüccar sınıfı bu ticaret sayesinde zenginleşmiş ve hatırı sayılır bir sermaye
birikimi sağlamıştı.
Ancak, bu zenginlik küçük ve dar bir zümrenin
elindeydi. Yani, ticaret tekelleşmişti. Halkın çoğunluğu yoksul ve bu gelirden
pay alamıyordu. Fakir halkın çocukları, özellikle de kız çocukları ödenemeyen
borçlar, faizler ve fakirlik nedeniyle birer “mal” gibi alınıp
satılıyordu. Hatta bazıları da diri diri toprağa veriliyordu.
Bu durumu Kur’an’ı Kerim’de yer alan ayetlerde
görebiliriz. Bu ayetlerden bazıları şunlardır:
İSRA SURESİ, 31. Ayet: “Çocuklarınızı
yoksulluk korkusuyla öldürmeyiniz. Biz onları da rızıklandırırız.”
NAHL SURESİ, 57. ve 58. ayet: “İçlerinden
birine kızı olduğu müjdelenince, öfkelenerek yüzü simsiyah kesilir. .... Doğan
kızı utana utana yaşatsın mı, yoksa, toprağa mı gömsün?”
Bugün İslam dininde yer alan ibadetler, Mekke’deki
zengin ve aristokratlar tarafından da yerine getiriliyordu. Yani, onlar da
namaz kılıyor, hac ziyaretinde bulunuyor, oruç tutuyordu. Ancak gelirden
yoksullara pay verilmiyordu.
Hz. Muhammed’e Mekke’de inen sure ve ayetlerde
bunu görebiliriz.
MAUN SURESİ: “Dini yalanlayanı gördün
mü? İşte öksüzü iten, kakan odur. Yoksulu doyurmaya önayak olmayan odur. Vay
haline o namaz kılanların ki, onlar gafildirler. Onlar riyakarlık yapanlardır.
Onlar zekat vermeyi de men ederler.”
LEYL SURESİ: 17. ve18. Ayet: “Kötülükten
çok sakınan, başkalarına yardım ederek malını veren, nefsini temiz tutan kimse,
ondan (cehennemden) uzak kalır.”
FECR SURESİ: 17-20. Ayetler: “Hayır siz ne
yetimi ağırlıyorsunuz ne de yoksulu beslemek için birbirinizi teşvik
ediyorsunuz. Serveti de pek çok seviyorsunuz.”
Ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Yoksullara ve
yetimlere gelirlerinden pay vermeyen “dindar” Mekke’li
bezirganlar iki yüzlü olmakla ve gafil olmakla itham ediliyorlar.
Erdoğan Aydın, olaylara sınıfsal açıdan baktığını
belirtmesine rağmen bunları atlıyor.
Yoksulların haklarını savunmak, olaya sınıfsal
bakmak değil midir?
Yazar, Hz. Muhammed’in bu devrimci tebliğlerini
Emevilerin, Abbasilerin ve bugün onların devamı olan Vahabilerin “İslam”
anlayışı ile karıştırıyor.
İslam dininin onların iktidarında nasıl bir fetih
aracına dönüştüğünü görememektedir. Bu anlayış sadece İslam’ın başına
gelmemiştir.
Aynısını Zerdüşlik’te, Hristiyanlıkta da
görebiliriz.
Fetihçiliği ve katliamcılığı ne Avesta’da ne de
İncil’de ne de Kur’an’da bulabilirsiniz.
Zerdüştlüğün din anlayışının ilkesi “İYİ
DÜŞÜN, İYİ SÖYLE, İYİ YAP”tır.
İncil’de iyi insan ve ahlaklı olmayı öğütler.
Ancak, egemenler dini yayılma ve fetihlerinde bir araç olarak kullanmışlardır.
Bunları görmeden doğru analizler yapamayız.
Sanırım sayın Aydın, bunları atlamış gözüküyor.
Aleviler kendilerini İslam’ın içinde görüyorlar.
İman ve ibadetleri de Kur’an’a dayanmaktadır.
Her halde sayın Aydın’da Alevilere EMEVİ’lerin
penceresinden bakmaktadır.
Alevileri “bidat” (İslam
dışı) görüşünü buradan almaktadır.
Alevilik hakkındaki bu iddialar bin üç yüz yıldan
beri psikolojik savaş yöntemleri olarak tekrarlanmaktadır. Sanırım, Erdoğan
Aydın da bunların etkisinde kalmış.
KENDİ GÖRÜŞÜ DIŞINDAKİLERİ İŞBİRLİKÇİ
GÖRMESİ
Erdoğan Aydın, Aleviliği bir inanç olarak değil,
sanki bir siyasal parti, hatta “Marksist” bir parti gibi
değerlendiriyor.
Oysa Alevilik, Karl Marks’tan yüz yıllar önce yer
edinmiş bir inançtır.
Yazar, Aleviliğin Şamanizm’den, Zerdüştlükten,
Budizm’den, Hristiyanlıktan ve İslam’dan esinlenerek ortaya çıkan bir sentez
olduğunu belirtmektedir. Aslında bütün dinler ve inançlar birbirinden
etkilenmiştir. Bulundukları bölgenin gelenek ve göreneklerini inançlarla
birleştirmişlerdir.
Dinlerdeki farklı mezhepler de buradan
kaynaklanmıyor mu?
Öyleyse, sayın Aydın, Aleviliği neden İslam dışı
görüyor?
Marksist bir parti istiyorsa, gidip onun
mücadelesini versin. Alevilik üzerinde kendine alan yaratmasın.
Alevilerin yüzyıllardır çektiği sıkıntı ve ızdırabın
son bulmasını istiyorsa, onların demokratik taleplerine destek verebilir.
Ancak, “solculuk” adına Aleviliği
kendine kalkan yapmasın.
Gitsin “solculuğu” biraz
da başka mahallelerde YAPSIN.
Aleviliği savunanlara da “işbirlikçi”
diyemezsiniz.
Aleviler direnişin bedelini Maraş’ta, Çorım’da
ve Sivas’ta bedenleriyle ödediler.
YETER ARTIK!
Çekin elinizi Alevilerin üzerinden. Soyadınız
Aydın, gidin karanlıkta kalan BAŞKA yerleri aydınlatın.
ALEVİLER ZATEN AYDIN!
AYDIN: “HZ. ALİ YETERLİ MÜCADELE
ETMEMİŞTİR”
Yazar, Alevilerin Hz. Muhammed’den sonra, en çok
değer verdikleri Hz. Ali’nin iktidar mücadelesinde yeterli mücadele
vermediğini, ezilenlere sahip çıkamadığını, buna örnek olarak da Ebuzer’in Hz.
Osman zamanında Rebeze çölüne sürülmesini örnek göstermektedir.
Hz. Ali, Ebu Zer Giffari’nin sürgün edilmesine
karşı çıkmıştır. Hatta, Ebu Zer’e refakat de etmiştir. Daha ne yapabilirdi ki;
kılıcını eline alıp halifenin ordusuna savaş mı açmalıydı?
İktidar güçle ele geçirilir.
Yetmiş yıldır Türkiye’de neden bir sosyalist parti
iktidar alternatifi olamıyor?
Bırakın sosyalist bir partiyi, kendisine sosyal
demokrat diyen bir parti bile alternatif oluşturamıyor.
Hz. Muhammed Hakka yürüdüğünde naaşını Hz. Ali ve
sayılı birkaç sahabe toprağa verdi.
Geri kalanlar iktidar mücadelesi veriyordu. Buna
karşı çıkan Hz. Ali’nin evi basılarak, eşi Hz. Fatıma saldırıya uğramadı mı?
Altı ay sonra da bu yaralar nedeniyle hakka
yürümedi mi?
Otuz iki yaşında bir savaşçı olan Hz. Ali iktidar
mücadelesi verebilecek ne tecrübeye ne de güce sahipti.
İktidar olmak o kadar kolay ve basitse BUYURUN
SİZ İKTİDAR OLUN.
HZ. ALİ’NİN “TANRI” OLARAK GÖRÜLMESİ
Yazar, Alevi ozanların deyişlerinde bazı mısraları
örnek gösterip, Hz. Ali’nin “tanrısallaştırıldığını” ileri
sürmektedir.
Bu iddia Emeviler döneminden beri Hz. Ali
taraftarlarına yapılan psikolojik savaş yöntemlerinden biridir.
Muaviye’de “Hz. Ali kendisini
peygamberden üstün görüyor”, “Şia’cılar Ali’yi tanrı kabul
ediyor” gibi yalan ve iftiralar ekseninde propaganda yaptırıyordu.
Aynı sözler Yavuz-Şah İsmail mücadelesinde de
Osmanlı tarafından kullanılıyordu.
Sanırım yazar da bu psikolojik savaş yöntemlerinin
etkisinde kalmış. Şimdi ozanların mısralarını bizde inceleyelim:
“Sabah seherinde virdim (dua) budur bu.
Allah bir, Muhammed Ali’dir, Ali.
Zikrim olan la İlaha illallah.
Allah bir Muhammed Ali’dir Ali.”
Yukarıdaki sözlerin 16. Yüzyılda Bektaşi
dergahında Postnişin olan Sersem Ali Babaya ait olduğu belirtiliyor.
Yazar, bu üçlemeyle aslında bir söz oyunu
yapıldığını, gerçekte ise Hz. Ali’ye tanrısallık verildiğini ileri sürmektedir.
Bize göre, böyle bir yorum çok abartılı ve
Aleviliği İslam dışı göstermek iddiasına gerekçe yapmak için sözleri cımbızla
alma yönteminden başka bir şey değildir.
Zira, Alevilerin inancını somut olarak gösterdiği
yer Cem’lerdir. Burada yapılan bütün dualarda, “Ya Allah Ya Muhammed Ya
Ali” tekerlemesi sık sık yapılır.
Kaldı ki, ozan da “la ilaha İllallah”
demektedir.
Bunun Türkçe karşılığı, “Tanrı birdir,
Allah’tan başka tanrı yoktur.”
Bunu belirtmesine rağmen, öyle olmadığını söylemek
niyet okumaya benzemektedir. Dolayısıyla bu iddia temelsizdir.
Yazar, kitabında ayrıca, Anadolu Aleviliğinin Şah
İsmail ile birlikte kurumsallaşmaya başladığını ifade etmektedir.
O zaman Şah İsmail’in kendisinden örnek verelim.
Şah İsmail kurduğu devlete “Kızılbaş Devleti” bastırdığı para
sikkelerine de şunu yazdırmıştır; “La ilaha İllallah, Muhamed’en
Resulullah, Alieye’en Veliylullah-Allah’tan başka tanrı yoktur, Hz. Muhammed
Allah’ın elçisidir, Hz. Ali de Allah’ın velisidir.” (Prof. Dr. Oktay
Efendiyev, Azerbaycan Safeviler Devleti Tarihi, sayfa, 58)
Burada Hz. Ali’yi “tanrısallaştırma”
var mı?
Yazar, Pir Sultan Abdal’dan, kul Himmet’ten, Şah
Hatayi’den buna benzer beyitleri sıralayarak kendi görüşlerini doğrulamak için
kullanmaktadır.
Bazı ozanlar, Ali isminden hareketle, (Ali, Ulu,
Yüce anlamına gelmektedir) Tanrı’yı anarken, “Ali”imesi
ile sembolize etmişlerdir. Şairler bunu zaman zaman yapmışlardır.
Ozanların bu mısraları “Alevilik İslam
dışıdır” tezlerine gerekçe yapılamaz.
Çünkü, Anadolu’daki Alevilerin temsilcileri ALEVİ
DEDELERDİR.
Siz hiçbir dededen böyle bir söz duydunuz mu?
Ya da iddianızı teyit eden elinizde yazılı bir
kaynak var mı? Yok. Bulamazsınız.
Amacınız, Alevileri, “azınlık”
yapıp Kürt halkının temsilcisi olduğunu iddia eden terör örgütünün yanına
yamamak mıdır?
Yok niyetiniz bu değilse, sonuçta amacınız ve
hedefiniz ne olursa olsun, son durağınız bu projenin gerçekleşmesi için
çalışanlara piyon olmaktır.
İSLAM DİNİ FETİHÇİ Mİ?
İslam dinini iki ayrı dönemde ele almak gerekir.
Hz. Muhammed dönemi ve sonrası.
Hz. Muhammed döneminde savunma dışında din adına
fetih, talan ve yağma olmamıştır.
Beni Kureyza gibi Yahudi kabileleriyle yapılan
çatışmalar bu kabilelerin Medine sözleşmesine aykırı olarak Mekke’lilerle
birleşip, Medine’nin kuşatılmasına destek vermeleri nedeniyle olmuştur.
Bedir, Uhud ve Hendek savaşları da meşru
savunma savaşlarıdır.
Hz. Muhammed yıllarca mücadele ettiği Mekke’lilere
bile, Mekke’nin teslim edilmesinden sonra onlara karşı şiddete başvurmamıştır.
Çünkü, bu Kur’an’da yer alan ayetlerle
yasaklanmıştır.
İlgili ayetler şunlardır:
Bakara suresi 256. ayet, “Dinde zorlama
yoktur.”
Bakara Suresi 190. Ayet: “Size savaş
açanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız saldırıda bulunmayın. Çünkü
Allah, haksız saldırıda bulunanları sevmez.”
Şura suresi 48. ayet, “Biz seni onların
üzerine BEKÇİ göndermemişiz. Sana düşen tebliğden başka bir şey değildir.”
Gaşiye suresi 21 ve 22. ayet, “Artık Kur’an
ile uyar. Çünkü, sen Kur’an ile uyandıran-düşündüren birisin. Üzerlerine
musallat bir DESPOT değilsin. Başlarına dikilip, satır, satır bir şeyler dikte
ettiren bir ZORBA değilsin.”
Ayetlerden de görüleceği gibi, “din”
adına zorlama, şiddete başvurma, yağma ve talanda bulunmak yasaklanmıştır.
Ancak, Hz. Muhammed’den sonra, Hz. Ali dönemi
hariç, (Hz Ali diğer üç halife döneminde yapılan fetihlere de katılmamıştır)
Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Emeviler ile Abbasiler döneminde “din”
adına fetihler, işgaller yapılmıştır.
Ancak, bunu İslam’a mal etmek yanlıştır. Din,
egemenlerin yönetiminde, egemenlerin çıkarları doğrultusunda her zaman
kullanılmıştır.
Sasaniler (Persler) Zerdüştlüğü, Roma
imparatorluğu (Bizans dahil) Hristiyanlığı imparatorluk menfaatleri
doğrultusunda yıkılıncaya kadar kullanmışlardır.
Bu tarihsel bir gerçektir. Bunun dinlerle
ilgisi yoktur.
Bu şuna benzemektedir. Sovyetler Birliği,
sosyalist ideoloji gereği ülkelerin bağımsızlığını kendisine ilke edinmesine
rağmen, Çekoslovakya, Macaristan ve Afganistan’ı işgal ederek katliamlar
yapmıştır.
Sovyetler Birliğinin bu eylemleri için, “Sosyalizmin
gereğiydi” diyebilir misiniz?
ÇOK KADINLA EVLİLİK
Arap toplumlarında özellikle de hicaz
bölgesindeki Araplarda, çok kadınla evlilik eski bir gelenekti. Hz.
Muhammed’den önce zengin olan Araplar sayısız kadınla evlenebiliyordu.
İslam dini, bu geleneği en fazla dört kadınla
sınırlandırmıştır. Bu eskisine oranla bir devrimdir.
Sayın Erdoğan Aydın, bunu neden göremiyor anlamış
değilim.
Konu ile ilgili olarak bir hadisi aktarmak yerinde
olacaktır:
“Geylan b. Seleme, Müslüman olduğu
zaman on kadını vardı. Onlar da Müslüman olmuştu. Peygamberimiz, Geylan’a on kadından
dördünü tutmasını, ötekileri boşamasını emretti.” (Hz.
Muhammed ve İslamiyet, Medine, M. Asım Köksal, sayfa 205,)
Arap toplumundaki çok kadınla evlilik geleneği hem
Acemlerin (İranlıların) hem de Türk kökenli kavimlerin gelenek ve göreneklerine
çok aykırıydı.
Bu nedenle, Arapların bu gelenekleri kabul
görmemiştir.
Çünkü, İran, Horasan ve Orta Asya toplumlarında
kadın birinci sınıf bir imtiyaza sahipti. Sultanlar, krallar, hakanlar,
devletlerini ve obalarını kadınlarla birlikte yönetiyordu.
Konuya bu pencereden bakılırsa, daha iyi
anlaşılacağı kanaatindeyim.
KIRKLAR CEMİ
Yazar, Kırklar Cemi’nde kadın ve erkeğin birlikte
ibadet ettiğini belirttikten sonra, kırklar meclisine sonradan gelen Hz.
Muhammed’in peygamber olmasına rağmen, kapıda duran Arslan’dan Hz. Ali’nin
mührünü alarak girmesini, Hz. Ali’nin üstün gösterildiğine gerekçe yapmaktadır.
Oysa, buradaki sanal anlatımda ibadet edilirken “Kamil
insanlar” arasında ayrıcalık bulunmadığı, herkesin makamı, ünvanı
ne olursa olsun, eşit statüye sahip olduğu vurgulanmaktadır.
Kırklar Cemi’nde bir üzüm tanesinin ezilerek
şerbet yapılması ve herkese eşit dağıtılmasının nedeni de budur. Yazar bunu
yanlış yorumlamış.
Nitekim, “Küçüğünüz ve ulunuz kimdir?”
sorusuna, “küçüğümüz de büyüğümüz de uludur” şeklinde
cevap verilerek, “BİZ HEPİMİZ EŞİTİZ” denilmiştir.
Bu gayet açıktır. Bu sözlerin neresinde Hz. Ali’ye
üstünlük veriliyor?
Erdoğan Aydın’ın Alevi kökenli olup olmadığını
bilmiyorum. Cemlerde bulunup, bulunmadığı konusunda da bir bilgiye sahip değilim.
Ancak kendisine önerim, bir Cem ibadetine katılması ve anlamadığı ritüeller
konusunda dededen bilgi almasıdır.
Bunu iyi niyetli olarak yaptığı taktirde
iddialarından vaz geçeceğini tahmin ediyorum.
Hamdullah Dedeoğlu
07.02.2018