7. YÜZYILDAKİ ŞERİAT (HUKUK) HÜKÜMLERİ BUGÜN GEÇERLİ OLUR MU?
İslam dinini çıkarları için kendilerine maske yapanlar din ile İslam Şeriatı
(hukuk) hükümlerini aynılaştırarak bin dört yüzyıl önceki örfleri, adetleri ve
gelenekleri topluma "Din" olarak sunmaktadırlar. Ve buradan
nemalanmaya devam etmektedirler. Bu yapılar hem tutucu hem bölücü hem de ırkçı
bir oluşum içindeler. Bu nedenle konu ülkemizin geleceği açısından çok
önemlidir.
Din; iman, itikat ve ibadetleri kapsar. Bu din tüccarları aslında Şeriat
hükümlerinin din olmadığını, kanunların, örflerin, gelenek ve göreneklerin
zamana ve toplumların düzenine göre değiştiğini bilmektedirler. Zira bunun
böyle olduğunu İslam dinini en iyi yorumlayan Ebu Hanife'den (İMAM-I AZAM)
okumuş olmamaları mümkün değildir. Gerek Selçuklu gerek Osmanlı hanedanları
kurdukları devletlere resmi mezhep olarak "HANEFİLİĞİ" seçmişlerdir.
Bu mezhebin İmamı olan Ebu Hanife, eserlerinde dini oluşturan iman ve
ibadetlerin değişmeyeceğini, ancak şeriat hükümlerinin değişebileceğini
yazmıştır. İşte din tacirleri Ebu Hanife'nin görüşlerini gizleyerek SUUD’ların
mezhebi olan Vahabiliğin şekilci, tutucu ve bağnaz yorumunu kendilerine rehber
edinmişlerdir. Bu görüşü savunanların Suudi Arabistan Krallığının sağladığı
mali kaynaklardan yararlandıkları da herkes tarafından bilinen bir gerçektir.
Bunlar aynı zamanda "dindar" görüntüsü altında siyasi alanda da
kendilerine yer edinebilmektedirler.
Tarihsel bir gerçek olarak şunu da hemen belirtmeliyiz ki; İngilizler VAHABİ
mezhebini 18. yüzyılda Hicaz bölgesinde kurup, bölgede etkin olan Osmanlı
hakimiyetini yıkmak için kullanmışlardır. Zira, Suud kabilesi Osmanlı'ya karşı
ayaklanan aşiretlerin başını çekiyordu. İngilizlerin birinci dünya savaşı
sonunda Hicaz (Arabistan) bölgesinde kurdukları devletin yönetimine Suud
kabilesini getirmeleri ve kurdukları devlete Suudi Arabistan demeleri de
buradan gelmektedir.
Yine aynı şekilde radikal aşırı "DİNCİ-SELEFİ" EL-KAİDE, İŞİD gibi
örgütlerin gerek ideolojik gerek mali kaynaklarının Suudi Arabistan tarafından
sağlanması da ABD-İNGİLTERE desteklidir. Emperyalistlerin İslam coğrafyasındaki
üç yüz yıl önceki planları devam etmektedir. Amaçları İslam ülkelerinin
gelişmelerini engelleyerek, onları dar bir çembere hapsetmek ve doğal kaynaklar
üzerindeki hakimiyetlerini devam ettirmektir. Bu nedenle konu gerek devletin
gerek toplumun güvenliği açısından önem taşımaktadır. Şimdiden bu tür
örgütlenmelere karşı gerekli önlemlerin alınmasında yarar vardır.
Konumuzu kısaca özetledikten sonra, 7. Yüzyıldaki Şeriat hükümleri bugün,
yani 21. yüzyılda geçerli olabilir mi? Bu soruyu İslam Şeriatında yer alan bazı
hükümleri ele alarak cevaplamaya çalışalım:
1-ZİNA EDEN EVLİ KADIN VE ERKEĞİN TAŞLANARAK (RECM) ÖLDÜRÜLMESİ:
7. yüzyılda İslam şeriatında yer alan bu hüküm bugünkü toplumda geçerli
olabilir mi? Elbette ki mümkün değildir. Bunun mümkün olduğunu savunanların
özel yaşamları araştırıldığında şeriat hükümlerine uymadıkları,
"dindar" maskesi altında çok lüks ve sefahat içinde yaşadıkları da
görülecektir.
Eğer gerçekten şeriat hükümlerini kabul etmiş olsalardı işledikleri
suçlardan dolayı büyük bir kısmının birçok uzuvlarını, yani kol ve bacaklarını
kaybetmeleri kaçınılmaz olurdu. Hatta bir kısmının işledikleri suçlardan dolayı
idama mahkum edilmekten kurtulamayacakları da aşikardır. Yok eğer tersini
savunuyorlar ise, onlara şu soruyu soralım:
--İşlediğiniz suçlardan dolayı inandığınız ve savunduğunuz şeriat
hükümlerine göre yargılanmayı kabul ediyor musunuz?
Sizi temin ederim ki; hiç birisi bunu kabul etmeyecektir. Zira bu hükümler
doğrultusunda yargılandıkları taktirde; birçoğu yaşama şanslarının bile
tehlikeye gireceğini çok iyi bilmektedirler. Dolayısıyla şeriat hükümlerini
savunanlar takiye (niyet ve yaptıkları farklı olan) yapmaktadırlar ve iki yüzlü
bir siyaset izlemektedirler.
İslam şeriatındaki zina suçunun cezasının ağır olmasının nedeni, o dönemde
çok yaygın olan fuhuşu önlemek amacını taşıyordu. Zira aile yaşamı ve ahlaki
kurallar aşırı derecede yozlaşmıştı. Amaç ağır cezalar uygulayarak aileyi
korumak ve ahlaki değerleri yeniden inşa etmekti. Bugün böyle bir cezanın
uygulanması söz konusu olamaz. Çünkü, şartlar ve koşullar değişmiştir.
2- BİRDEN FAZLA KADINLA EVLENMEK:
İslam şeriatına göre bir erkek dört kadınla evlenebilir. Peki bu hükmün
bugünkü toplumda uygulanma şansı var mı? Elbette ki uygulama şansı yoktur. En
başta da şeriat hükümlerini savunan erkeklerin eşleri buna müsaade etmezler.
İslam şeriatının bu hükmünün uygulandığı dönemde bütün dünyada köleci toplum
düzeni hakimdi. Yani hem erkekler hem de kadınlar para ile
alınıp-satılıyordu. Bir erkek sayısız kadınla evlenebiliyordu. İslam
şeriatı bunu dört kadınla sınırlamıştı. Yirmi birinci yüzyılda köleci bir
düzene ait bir hükmü bin dört yüz yıl sonra kapitalizmin hakim olduğu bir
topluma uyarlayabilir misiniz? Köleliğin kalktığı, kadın ve erkeğin eşit
haklara kavuştuğu bir dünyada bunu uygulama imkanı var mıdır? Vardır diyenlere
en başta eşleri karşı çıkıp, o erkekleri kovalayacaklarından eminim.
3- HIRSIZIN ELİNİN KESİLMESİ:
Yine İslam şeriatına göre, yedinci yüzyılda hırsızlık yapanların elleri
kesiliyordu. Bu cezanın amacı o dönem çok yaygın olan talan, yağma ve hırsızlık
olaylarını önleme amacını taşıyordu. Diğer taraftan da özel mülkiyetin
dokunulmazlığını sağlamak ve insanları çalışıp üretmeye teşvik amacını
taşıyordu. Peki bu uygulamayı bugünkü toplum düzeni kaldırır mı? Elbette ki
kaldırmaz. Bu uygulama toplumlarda travmalara neden olacağı gibi, insan
haklarına ve uluslararası hukuk kurallarına da aykırı olacaktır.
Hırsızlık suçu bugün de yasak olup, cezalandırılmaktadır. Ancak kol kesme
cezası çok ağır bir hüküm olup, bugünkü dünya düzeninde uygulanma şansı
bulunmamaktadır. O nedenle kol kesmenin yerini hapis cezası almıştır.
4- FAİZİN HARAM KILINMASI:
Yedinci yüzyıldaki faiz ile bugünkü kapitalist düzende bulunan yasal faizi
birbirinden ayırmak gerekir. Zira İslam şeriatının uygulandığı dönemde
uygulanan faiz değil, tefeciliktir. Tefecilik günümüzde de yasaklanmış ve suç
sayılmıştır.
Yedinci yüzyılda, tefecilerin uyguladıkları faiz oranları anapara veya ana
malın iki-üç mislini buluyordu. Bu nedenle borçlu olan köylülerin ve küçük
esnafların bu yüksek faizden kaynaklanan borçlarını ödemesi imkansız hale
geliyordu. Tefeciler borcunu ödeyemeyen esnaf ve köylülerin hem mallarına hem
kadınlarına hem kızlarına el koyabiliyorlardı. Hatta borçlu kişiyi bile köle
olarak alıp, satabiliyorlardı. İşte İslam Şeriatı bunu yasaklıyordu. Yani bugün
gerek devlet gerek özel bankaların kanunlar çerçevesinde uyguladıkları faizler
devletin denetiminde olup, ekonomiye katkı yapmakta ve sermaye olarak
kullanılmaktadır. Yani yedinci yüzyıldaki tefecilikten farklıdır. O dönemde
uygulanan yüksek faizler küçük esnafı ve köylüyü üretimden koparırken, bugün
yasal olarak alınan faiz, üretimi teşvik etmeye ve artırmaya yöneliktir.
Dolayısıyla aralarında çok fark vardır. Burada faizsiz bankacılık
yaptıklarını iddia edenlere de birkaç söz söylemekte yarar görüyorum. Evet
bunlar görünürde faiz almıyorlar ama, "kar payı" olarak aldıkları
farklar nedir? Bu faiz değil midir? Sözde fatura miktarı üzerinde kar
aldıklarını iddia ediyorlar. Bu tam anlamıyla iki yüzlülüktür. Bu, bal gibi
faizdir. Zaten fark almamaları da mümkün değildir. Zira masraflarını,
çalışanların maaşlarını, kiralarını ne ile ödeyecekler? Zarar üzerine kurulu
hangi işletme ayakta kalabilir? Bunlar tamamen insanların dini duygularını
istismar etmekten başka bir şey değildir.
Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi adlı eserin
altıncı cilt sayfa 387-388 de yer alan bilgiler 7. yüzyılda Hicaz bölgesindeki
faiz sistemini çok güzel özetlemekte ve bizim görüşümüzü doğrulamaktadır.
Buhari şöyle yazmaktadır:
""...Kureyş eşrafının her biri birer bankerdi.
...Ribacılık (Tefecilik) yüksek tabakanın yegane kazanç yolu idi."
Bu örnekle konumuzu kısaca özetlemiş olduk. Yukarıdaki örnekleri daha da
çoğaltabiliriz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, İslam Şeriat hükümleri
değişmez değildir. Buna Yahudi şeriatı ve Hristiyan şeriatı da dahildir.
Değişmeyen iman, itikat ve inançlardır. Dini oluşturan unsurlar da
bunlardır. Hz. Muhammed de kendisine getirilen davalarda değişen şartlara göre
kararlar vermiştir. Kur'an'ı Kerim'de içki ile ilgili ayetler de buna örnektir.
Mekke döneminde nazil olunan NAHL suresinde içki yasaklanmazken, Medine
döneminde indiği belirtilen MAİDE suresinde haram edilmiştir. Bu ayetler de
Mekke ve Medine'de şartların değiştiğini göstermektedir.
Dinlerin amacı toplumları ileriye götürmektir. Aksini savunmak, İslam
dininin evrenselliğini reddetmek, yedinci yüzyılla sabitlemek olur. Bu da dinin
amaçlarına ters düşer. Bu nedenle, din adamlarının bugünkü görevi toplumu
aydınlatmak ve daha ileriye götürmek olmalıdır. Herhangi bir partiye ya da
iktidara payanda olmak değildir. Yani, din adamları dinin esası ve özü
olan adaletten, hukuktan, insan haklarından ve özgürlüklerden yana
olmalıdır.
Sonuç olarak; bugünkü modern çağda hukuk kurallarının çok kısa sürelerde
eskidiği bir dünyada yüzlerce yıl önceki hükümleri savunmak, dünyanın dönüş
hızını keseceğini iddia etmekle aynı eş değere sahiptir. Bunu savunanlar belki
toplumları kısa süreliğine meşgul etseler de eninde sonunda kurdukları
barikatlarla birlikte yıkılıp gideceklerdir. Zira İslam şeriatı da bu
barikatları yıkarak gelmişti. Medeniyetler geriye değil, ileriye doğru
gidilerek kurulmuştur.
Hamdullah Dedeoğlu.
29.12.2022.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.