25 Ocak 2025 Cumartesi

İSLAM COĞRAFYASI VAHABİLEŞİYOR MU?

 

İSLAM COĞRAFYASI VAHABİLEŞİYOR MU?

İslam coğrafyası içinde yer alan ülkelerin 1980 yılından sonra hızla Vahabi mezhebine doğru evrildiğine şahit olmaktayız. Bu makalemizde bunun nedenleri ve sonuçları üzerinde duracağız.

İslam dinini eylemlerine gerekçe yapan Vahabi örgütler ilk Afganistan’da ortaya çıktı. Sovyetler Birliği’nin Afganistan işgaline karşı direnen gruplar içinde yer alan Vahabi örgütlenmeler, daha sonra diğer İslam ülkelerinde de zemin bulmaya başladı. İslam coğrafyasındaki Müslümanların çoğu işgale karşı savaşan bu örgütlere sempati ile bakıyordu. Hatta sol kesimin büyük çoğunluğu da Sovyet işgaline karşı çıkıyordu. Bu işgalin emperyalist bir işgal olduğu, sosyalizmle ilgisinin bulunmadığı, dolayısıyla işgale karşı verilen mücadelenin haklı olduğu belirtiliyordu.

Sovyet işgaline karşı direnen İslami örgütlere silah ve mali yardımlar Pakistan üzerinden Amerika Birleşik Devletleri tarafından sağlanıyordu. Sovyetler Birliğinin 1989 yılında Afganistan’ı terk etmesinden sonra, 2001 yılında bu kez de ABD tarafından işgal edildi. İşgalin gerekçesi ise, New York kentindeki ikiz kulelerin sivil uçaklarla Vahabi mezhebine mensup El Kaide tarafından vurulmasıydı. Oysa, El kaide Sovyet işgaline karşı savaşan örgütlerin arasında bulunuyordu. Örgütün Kurucusu Suudi Arabistan vatandaşı Usame Bin Ladin’di. Bu örgütü en iyi tanıyan ABD’nin istihbarat teşkilatı CİA idi. El Kaide’nin mali kaynağını Suudi Arabistan, silahlarını ise, CİA sağlıyordu. Dolayısıyla El Kaide’nin CİA 'dan habersiz eylem yapması mümkün olabilir miydi? Buradaki asıl amaç, İslam görünümlü bu örgütlerin eylemlerini gerekçe yaparak Müslüman ülkelerin sahip oldukları coğrafyaya hakim olmak ve doğal kaynaklarını sömürmekti.

El Kaide örgütünün yıllar içinde deşifre olması ve yıpranmasından sonra, bu kez de Irak’ta yine Vahabiliği kendisine rehber edinen İŞİD ortaya çıktı. Buna benzer örgütler diğer İslam ülkelerinde de kendini göstermeye başladı. Nijerya’da Boko Haram, Suriye’de El Nusra ve HTŞ örgütleri. Bu örgütler de hükümete ve sivillere karşı silahlı eylemlerde bulunuyorlardı.

Bu örgütlerin ortak özelliği, Suudi Arabistan’ın resmi mezhebi olan Vahabiliği kendilerine referans almalarıydı. O halde bunun nedeni neydi? Bunu anlayabilmemiz için Vahabiliğin doğuşunu ve İslam anlayışını özetlememiz gerekecektir.

Vahabilik mezhebi, 18. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin bir eyaleti olan Hicaz bölgesinde Muhammed Bin Abdulvahab tarafından kuruldu. Bölgedeki kabileleri silah zoruyla denetim altına alan İbn Abdulvahab, daha sonra saldırılarını Mekke, Kerbela ve Necef’e kadar genişletti. Durumun ciddiyetini anlayan Osmanlı yönetimi, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa aracılığı ile bu yağma ve isyan hareketini bastırdı. İbn Abdulvahab’ın ele geçirdiği bölgelerde denetim yeniden sağlandı. Ancak, Suud kabilesinin ve daha sonra da İngilizlerin desteğini alan Vahabiler, Osmanlı ordularına saldırılar düzenlemeye başladılar. Birinci dünya savaşında İngilizlerin yanında Osmanlı ordularına karşı savaştılar. Savaşın sonunda İngiltere’nin desteği ile bugünkü Suudi Arabistan devletini kurdular.  

Osmanlı Devleti’nin Hicaz eyaletinde ortaya çıkan ve İngilizlerle işbirliği yapan Vahabilerin İslam anlayışı neydi? Bunu şöyle özetleyebiliriz:

--Dinde aklı kullanmayı reddederler.

--İbadetleri imandan sayarlar.

--İbadetlerin imanı artırdığına inanırlar.

--Namazın cemaatle kılınmasını zorunlu sayarlar.

--Tevhid de Kelime-i Şahadeti yeterli bulmazlar. İbadetlerin de yerine getirilmesini şart koşarlar.

--Evliyaları ve türbeleri şirk olarak kabul ederler.

--Sigara ve nargile içenleri sarhoş olarak kabul ederler.

Vahabilik mezhebini benimseyen örgüt mensupları, yukarıda kısaca belirttiğimiz inançları ve uygulamaları yerine getirmeyenleri “kafir” olarak kabul ederler. Bunların mallarının ve canlarının kendilerine “helal” olduğunu savunurlar. İşte, emperyalistlerin terör eylemlerinde Vahabi mensuplarını örgütleyip desteklemesinin nedeni de bunların din anlayışından kaynaklanmaktadır. 

Vahabilik mezhebinin ilkelerini Kur'an'a göre incelediğimizde, bunların İslam dinine aykırı olduğu görülecektir. Zira, İslam dininin kutsal kitabında meşru savunma dışında insan öldürmek yoktur, dinde baskı ve zorlama yoktur. Ayetlerde aklın kullanılması da sık sık tekrarlanmaktadır. Kısaca, Vahabilik inancı İslam dini ile bağdaşmaz. Emperyalistlerin din uzmanları da bunu bildikleri için; kendi çıkarlarına en uygun örgütleri Vahabilik üzerinden devşirmektedirler.  Zira savundukları din anlayışı bu eylemlere zemin hazırlamaya ve emperyalistler tarafından kullanılmaya müsait hale gelmektedir. Nitekim, Selefi-Vahabi terör örgütlerinin kendileri tarafından kurulup, finanse edildiğini Barak Obama döneminin Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton da itiraf etmişti.

Ancak ne var ki, emperyalistlerin kurdukları bu örgütlere karşı İslam ülkelerinin Diyanet İşleri Başkanlıkları ve din adamları sessiz kalmaktadırlar. Hatta yer yer sempati ile bakmaktadırlar. O nedenle, İslam ülkelerinde bu örgütler çok rahat bir şekilde faaliyetlerine devam etmektedirler. Ülkemiz de bu tür örgütlerin faaliyet alanı içinde yer almaktadır. Bu örgütlerin arkasında çok büyük finans ve istihbarat desteği bulunmaktadır. Finansal destek sağlayanlardan birisi Suudi Arabistan’dır. Emperyalistleri arkasına alan Suudi Arabistan, bu örgütler aracılığı ile resmi mezhebi olan Vahabiliği İslam coğrafyasına yaymaktadır. Suudi Arabistan kendi mezhebini İslam coğrafyasına yayarken, emperyalist güçler de çok fazla bir güç sarf etmeden bütün bölgeyi bu örgütler aracılığı ile kontrol altına alıp, çıkarlarını uzun vadede korumuş olmaktadırlar.

Emperyalistler, bir taraftan bu örgütler aracılığı ile çıkarlarını garanti altına alırken, diğer taraftan da dünya kamuoyuna İslam dinini “terörist” yetiştiren bir din olarak algılanmasını da sağlamaktadırlar. Yani, Selefi-Vahabi örgütler üzerinden, İslam dinini terörle eşitlemektedirler.

Emperyalistlerin amaçları bununla da bitmiyor. Vahabi mezhebi aracılığı ile İslam coğrafyasını yeniden Orta çağ karanlığına sokup,  Müslüman ülkelerin bilim ve teknolojiye ulaşmasını da engellemiş olmaktadırlar. Kısaca bir taşla iki kuş değil, daha fazlasını avlamaktadırlar.

Sonuç olarak, İngiliz emperyalistlerinin Hicaz bölgesinde başlattığı İslam coğrafyasını Vahabileştirme projesi ABD ile devam etmektedir. Afganistan’dan sonra Emperyalistlerin ve Siyonistlerin desteği ile Suriye’de de Vahabi-Selefi örgütlerin iktidarı sağlanmış oldu. Bir İslam ülkesi daha orta çağ karanlığına gömülmüş oldu.

Başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, ülkemizdeki din adamlarının, siyasi parti yöneticilerinin bundan ders çıkarmalarını, halkımızı bu tür örgütlere karşı uyarmalarını ve bilinçlendirmelerini temenni ediyorum.

Saygılarımla.

Hamdullah Dedeoğlu.

25.01.2025.


8 Ocak 2025 Çarşamba

OLAYLARA DİN VE MEZHEP AÇISINDAN BAKMAK DOĞRU MU?

 

OLAYLARA DİN VE MEZHEP AÇISINDAN BAKMAK DOĞRU MU?

Ülkemizdeki basın ve yayın organlarının bir kesimi bölgemizde meydana gelen olaylara din ve mezhep gözüyle bakmaktadırlar. Oysa, haklı-haksız, ezen-ezilen, zalim-mağdur olan gözüyle baksalar daha doğru bir tavır almış olacaklar. Dünyanın bugünkü vahşi kapitalist sisteminde ezen, saldıran, zalim olan ABD ve yandaşlarıdır. Dünyanın diğer coğrafyasındaki ülkeler ve halklar ise, ezilen, saldırıya uğrayan ve mağdur olanlardan meydana gelmektedir.

Ülkemizin bulunduğu bölgeyi ele alırsak, Önce Irak, sonra Libya en son olarak Suriye bu emperyalistlerin saldırısına uğradı. Yüz binlerce insan hayatını kaybetti. Yine binlerce Müslüman kadın tecavüze uğradı. Ancak emperyalistler bu saldırıları tek başlarına yapmadılar. Ülke içindeki gerek dini farklılıkları gerek millet farklılıklarını kullanarak iç savaşlar çıkarttılar. Bir tarafa destek vererek Müslümanı, Müslümana kırdırdılar. Sonuçta bu ülkeler harabeye döndü. Bu ülkelerdeki iç barış uzun süre onarılamayacak yaralar aldı.

Peki, özellikle bölgemizde petrol ve doğal gaz yataklarına sahip olan bu ülkeler neden hedef alındı? Yukarıda saydığımız her üç ülke de saldırılardan önce emperyalistlerin denetimi dışında bulunuyor, petrol ve doğalgaz kaynaklarını kendileri yönetiyordu. Yani, Emperyalistlerin hakimiyetinde değillerdi. İkinci bir neden, Arap Milliyetçisi olmaları ve Filistin davasına destek vermeleriydi. Emperyalistlerin ve Siyonistlerin amacı, İsrail’in güvenliğini sağlamak, özgür bir Filistin’i engellemekti. Bu üç ülkede yönetimi elinde bulunduranların devrilmesiyle, emperyalistler ve Siyonistler bu amaçlarına da ulaşmış oldular. Yani, mesele Sünni-Nusayri, Şii-Sünni çatışması değildi. Mesele Saddam, Kaddafi, Esad’in despot rejimleri de değildi. Ama ne yazık ki; dünya kamuoyuna böyle yansıtıldı. Maalesef, bizim basın yayın organlarının bir kesimi de emperyalistlerin bu oyununa bilerek veya bilmeyerek destek verdi.

Bunu biraz daha açacak olursak, “Suriye’de Nusayri diktatörlüğü vardı” diyenlere sormak istiyorum. Şam’ı yönetim merkezi olarak kullanan Hamas örgütü ve yöneticileri Nusayri miydi? Yine, Şam’da yıllarca büroları bulunan Filistin Kurtuluş Örgütleri Nusayri miydi? Saddam ve Kaddafi Nusayri miydi? Devam edelim, Filistin davasına destek veren ve Netanyahu’nun uluslararası ceza mahkemelerinde yargılanmasını gündeme getiren İspanya, Venezuella, İrlanda Sünni Müslüman mıydı? Tabi ki değillerdi. Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi olaylara din ve mezhep açısından bakmak doğru bir tutum değildir. Ayrıca bizi başarıya da götürmez. Olaylara din ve mezhep gözüyle bakmaya devam edersek, saldırganların ve işgalcilerin ekmeğine yağ sürmüş oluruz.

Uluslararası politikalara da mezhep ve din gözüyle bakamayız. Örneğin; Türkiye’nin en yakın müttefiklerinden olan Azerbaycan’daki nüfusun büyük çoğunluğu Şii Müslümanlardan oluşmaktadır. Pakistan’ın dörtte bir nüfusu Şii’dir. Özerk bir Türk cumhuriyeti olan Gagavuzya Ortodoks Hristiyan’dır. Bünyesinde en fazla Türk ve Müslüman barındıran komşumuz Rusya’nın resmi mezhebi Hristiyan Ortodoks’tur. İran ve Irak’ın nüfusunun büyük çoğunluğu Şii Müslüman’dır. Şimdi bu ülkelerle olan ilişkilerimize ve politikalara din ve mezhep gözüyle bakabilir miyiz? Bakamayız. O nedenle, ülkemizin çıkarlarını savunmak daha geniş bir perspektifi gerektirmektedir.

Bölgemizdeki olaylara ve dış politikaya din ve mezhep açısından bakanlara önerimiz şudur: Olaylara din ve mezhep gözüyle bakmak Orta çağ da kalmıştır. Zira, o dönemde devletlerin politikaları din ve mezhepler üzerinden yürütülüyordu. Yirmi birinci yüzyılda, Orta Çağ politikalarında ısrar etmek bizi dünyanın gerisinde bırakır. Gelişmeleri yakalayamayız. Dolayısıyla dünya politikasında önemli bir yerimiz de olmaz. Ya büyük bir devletin temsilcisi ya da taşeronu oluruz. Oysa, bu coğrafya nice imparatorluklara sahip olmuş kadim bir coğrafyadır. Hedefimiz, bu coğrafyaya uygun, ülkemizin menfaatleri doğrultusunda geniş perspektifli politikalar üretmek ve takip etmek olmalıdır.

Hamdullah Dedeoğlu.

08.01.2025.

 

 

1 Ocak 2025 Çarşamba

TERÖR ÖRGÜTLERİNE “SİYASAL ALEVİCİLİK” DİYEN EREM ŞENTÜRK’E CEVAP: KIŞKIRTICILIK YAPMAYIN




TERÖR ÖRGÜTLERİNE “SİYASAL ALEVİCİLİK” DİYEN EREM ŞENTÜRK’E CEVAP: KIŞKIRTICILIK YAPMAYIN

Son günlerde sosyal medyada ve basında Aleviliği ve Alevileri hedefe koyan kışkırtıcı yayınların arttığına tanık olmaktayız. Örgütlü oldukları ve tek merkezden yönetildikleri dikkat çekmektedir.

Bu kışkırtıcı yayınlardan önemli bulduğumuz kişilerden gazeteci  Erem Şentürk ile başlayalım.

You Tube kanalında “Siyasal Alevicilik” adlı uzun bir video yayınlayan Erem Şentürk, PKK ve THKP-C terör örgütlerini “Siyasal Alevicilik” olarak nitelendirdi. Bununla da yetinmeyen Erem Şentürk, terör örgütlerinin bütün eylemlerini de “Siyasal Alevicilik” olarak tanımladı. Erem Şentürk’e kendi sitesinin yorum bölümünde verdiğim cevabı aktardıktan sonra, videonun tamamında yer alan görüşlere ayrıca cevap vereceğim. Erem Şentürk’e verdiğim cevap şöyle:

“Sayın Şentürk, ben Alevi ocaklardan İmam Rıza Ocağı mensubuyum. Aynı zamanda Ankara gazetecilikten mezunum. Sizi izledikten sonra irkildim. PKK, THKP-C gibi terörist örgütleri “Siyasal Alevilik” olarak tanımlamanız çok yanlış. Aynı şey “Siyasal İslamcı” tanımı için de geçerlidir. Gerek PKK gerek THKP-C terör örgütleridir. Bir kişi hem terörist hem “Siyasal Alevici” hem de “Siyasal İslamcı” olmaz. Zira İslam dininin kutsal kitabı Kur’an’ı Kerim’de meşru savunma dışında adam öldürmek yoktur. (Enam Suresi 151. Ayet) “Dinde baskı ve zorlama yoktur” (Bakara Suresi 256. Ayet) Kaldı ki, bu örgütleri kuranlar ateisttir. Dolayısıyla terör örgütlerini bir inançla ilişkilendirmek kışkırtıcılıktan başka bir şey değildir. Siz ki gazetecilikten mezun olmuş ve biraz hukuk okumuş bir insanın suçun bireysel olduğunu mutlaka bilmeniz gerektiği kanısındayım. Sizi izleyen cahil birisi bütün Alevilere kuşku ile bakar. Ve Alevileri düşman gibi algılar. Alevi İslam inancında, bütün insanlara, inançlara saygı ve hoşgörü vardır. Yetmiş iki millete aynı gözle bakar. Kaldı ki, söylemek istemezdim ama gerek PKK’nin gerek THKP-C’nin kurucuları Alevi bir aileden gelmiyorlar. BAAS partisinin eylem ve uygulamalarını da bir mezheple ilişkilendirmek de doğru değildir. BAAS partisinin yöneticilerinin büyük çoğunluğunu Hanefi mezhebine mensup olanlar oluşturmaktadır. Suriye devletinin resmi mezhebi de Hanefiliktir. Lütfen Hanefilikle, Vahabiliği karıştırmayın. Bir meslektaş olarak bunları size yakıştıramadım. Daha dikkatli bir dil kullanmanızı öneriyorum. Selamlarımla."

Erem Şentürk, videonun devamında, “siyasal Aleviciliği” İttihat Terakki Partisi ile başlatıp, 1908 devrim hareketini, Atatürkçülüğü, Cumhuriyeti, Kemalistleri hatta hızını alamayıp Yeniden Refah Partisini, Saadet Partisini, DEM partisini, İran’ı, BAAS partisini “Siyasal Alevicilik” kapsamına dahil etmektedir. Kısaca Ak Parti dışında kalan her kesimi “siyasal Alevici” olmakla itham etmektedir. Ancak sonunda kendi tarafını belli etmektedir. Kadir Mısıroğlu’na “Üstadım” demektedir. Bu şahıs biliyorsunuz, “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen biriydi. Böylece Kadir Mısıroğlu ile kimin tarafında olduğunu açıkça ilan etmektedir. Ancak kullandığı dil ve örnek verdiği olaylar tam bir kışkırtıcılık. Ülkemizdeki birliği, dirliği bozmayı hedefleyen bir yayın yapmış. Umarım ülkemizdeki cumhuriyet savcıları gerekli işlemlere başlarlar. Çünkü bunun gereği yapılmazsa provokatif eylemlerin önü alınamaz.

Sosyal medyadaki kışkırtıcı yayınlar Erem Şentürk ile bitmiyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi tek merkezden harekete geçirilmişler. Tornadan çıkmış gibi, aynı provokatif yayınların tekrarlandığını görmekteyiz. İşte bu yayınlardan bazıları:




        

Yayınlardan da görüldüğü gibi, tamamen örgütlü ve tek merkezden yönlendirildiği belli olmaktadır. Nitekim; İsmail Çağlar isimli kullanıcı “Erem Şentürk yeniden gönderi yayınladı.” Demektedir. Bu da kışkırtmaların tek merkezden yönetildiğini göstermektedir. 
                  
Hamdullah Dedeoğlu.
01.01.2025.


Popular